Olaylar

Başvurucu ile birlikte iki kamu görevlisi hakkında, ilçe jandarma karakolunda görev yaptıkları dönemde hırsızlık nedeniyle gözaltına alınan kişilere işkence ve kötü muamelede bulundukları iddiasıyla 2001 yılında ceza davası açılmıştır. Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucunun atılı suçu işlediği sabit olduğundan üç mağdur yönünden ayrı ayrı 1 yıl 15 gün hapis ve 10 ay süreyle kamu hizmetlerinden mahrumiyet cezasıyla cezalandırılmasına 2013 yılında karar vermiştir. Yargıtay hükmolunan cezayı 2 yıl hapis ve 1 yıl kamu hizmetlerinden mahrumiyet şeklinde düzelterek 2016 yılında onamıştır.

Mağdurlar, etkili bir soruşturma yapılmadığı ve kamu görevlileri hakkında yürütülen yargılamanın aşırı uzun sürdüğü iddiasıyla 2008 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) bireysel başvuruda bulunmuştur. AİHM başvuruyu Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetine tebliğ etmiştir. Adalet Bakanlığı (Bakanlık) ile mağdurlar 2013 yılında dostane çözüme varmıştır. AİHM, taraflar arasında varılan dostane çözüme istinaden başvuruyu kayıttan düşürmüştür. Dostane çözüm beyannamesinde belirlenen bedel mağdurlara Bakanlıkça ödenmiştir.

Bakanlık, dostane çözüm kapsamında ödenen bedelin tazmini için başvurucu ve diğer iki kişi aleyhine rücuen tazminat davası açmıştır. Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme), başvurucunun ceza yargılaması sonucu mahkûm edildiğini ve suçun mağdurlarına dostane çözüm kapsamında ödeme yapıldığının sabit olduğunu açıklamıştır. Mahkeme, başvuru ile diğer iki davalının eşit kusurları bulunduğunu belirterek davayı kısmen kabul etmiş ve dostane çözüm kapsamında ödenen bedelin yasal faiziyle birlikte başvurucu ile diğer davalılardan tahsiline karar vermiştir. Başvurucunun istinaf başvurusu kesin olarak reddedilmiştir.

İddialar

Başvurucu, dostane çözüm kapsamında Bakanlıkça mağdurlara yapılan ödemenin kendisine rücu edilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

Mahkemenin Değerlendirmesi

1. Gerekçeli Karar Hakkının İhlali İddiası Yönünden

Başvurucunun eylemi nedeniyle AİHM'e yapılan başvuru nedeniyle muhtemel bir ihlal sonucu ile karşılaşılmaması amacıyla dostane çözüm gereğince tazminat ödenmiş ve başvurucu aleyhine rücuen tazminat davası açmıştır. Derece mahkemeleri gerekçelerini Anayasa'nın 129. maddesi ile 657 sayılı Devlet Memurları Kanun'un 13. maddesine dayanarak başvurucu aleyhine tazminata hükmetmiştir.

Somut olayda derece mahkemeleri öncelikle başvurucunun eyleminin ceza davası kapsamında sabit olduğunu ve bu eylemden dolayı AİHM'e yapılan bireysel başvuru sonucunda dostane çözüm kapsamında ilgili kişilere tazminat ödendiğini belirtmiştir. Derece mahkemeleri açılan davada kanuni dayanakları ortaya koymuştur. Bu kapsamda başvurucuya ait sorumluluğun koşulları tartışılmış ve başvurucunun sorumlu olduğu yolunda ulaşılan kanaat ilgili ve yeterli bir şekilde gerekçelendirilmiştir. Bu nedenle davanın çözümüne yönelik unsurların değerlendirildiği derece mahkemeleri gerekçelerinin hükme ulaşılması için yeterli kabul edilmesi gerekir.

Anayasa Mahkemesi açıklanan nedenlerle gerekçeli karar hakkının ihlali iddiasının kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.

2. Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkının İhlali İddiası Yönünden

Dostane çözüm ile sonuçlanan bireysel başvuruda şikâyet konusunu ise başvurucunun yargılanarak mahkûm olduğu işkence ve kötü muameleye konu olay oluşturmuştur. Başvurucunun AİHM önünde şikâyet konusunu oluşturan eylemi işlediği, kesinleşen ceza mahkemesi kararıyla sabittir. Bakanlık, aleyhe verilecek muhtemel bir ihlal kararının önüne geçilmesi için mağdur kişilerle dostane çözüm yoluna giderek bir miktar para ödemiştir.

Başvurucunun kesinleşmiş mahkûmiyeti ile işkence ve kötü muamele olgusu ulusal mahkeme tarafından tespit edildiğinden Bakanlığın dostane çözüme başvurmasının amacının olası bir ihlal kararının önüne geçmek ve ülkenin uluslararası alanda saygınlığının zedelenmesini önlemek olduğu anlaşılmaktadır. Bakanlığın ödediği tazminatın başvurucunun mahkûmiyetine neden olan eyleminden bağımsız olmadığı kuşkusuzdur. Dolayısıyla rücuya konu bedelin başvurucunun eylemi nedeniyle ödenmek zorunda kalındığı gözönüne alındığında kararının açık bir keyfîlik veya bariz bir takdir hatası içerdiği söylenemez.

Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlali iddiasının kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.

>> Anayasa Mahkemesinin 13/10/2020 Tarihli ve 2017/38496 Başvuru Numaralı Kararı