TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

A. Y. BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/1879)

 

Karar Tarihi: 7/10/2021

R.G. Tarih ve Sayı: 17/1/2022-31722

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

 

 

Basri BAĞCI

Raportör

:

Ayhan KILIÇ

Başvurucu

:

A.Y.

Vekili

:

Av. Mustafa KARAKOÇ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, müsadere kararının hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının kesinleştirilmesiyle birlikte infazı nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 7/12/2017 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu 1966 doğumlu olup Demre'de ikamet etmektedir.

A. Orman Kadastrosunun İptali ve Tescil Davası Süreci

9. Başvurucu tarafından Antalya'nın Demre ilçesi Yavu köyü 160 ada 1, 2, 3, 4 ve 5 parsel numaralı taşınmazların -2160, 2161 numaralı OS noktasının- kuzeyinde yer alan ve krokide A, B ve C şeklinde gösterilen alanın orman sınırları dışına çıkarılarak adına tesciline karar verilmesi istemiyle 21/2/2008 tarihinde Demre Asliye Hukuk Mahkemesinde (Asliye Hukuk Mahkemesi) dava açılmıştır.

10. Keşif yapılmasından sonra 13/3/2009 tarihinde düzenlenen bilirkişi raporunda dava konusu alanın orman sınırları içinde kaldığı tespit edilmiştir. Belirtilen alanda ölçüm ve aplikasyon hatalarının düzeltilmesi amacıyla 2010 yılında kadastro çalışması yapılmasının akabinde Asliye Hukuk Mahkemesi ek bilirkişi raporu talep etmiştir. 13/12/2010 tarihli ek raporunda krokide A1, B1 ve C1 şeklinde işaretlenen alanın orman hattı dışında ve 31/8/1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanunu'nun 2/B maddesi kapsamında kaldığı, A, B ve C şeklinde işaretli alanın ise orman sınırları içinde kaldığı saptanmıştır.

11. Asliye Hukuk Mahkemesinin 24/3/2011 tarihli kararıyla krokide A, B ve C şeklinde işaretli alan yönünden bu kısmın orman sınırları içinde kalması nedeniyle davanın reddine, buna karşılık krokide A1, B1 ve C1 şeklinde işaretlenen alan yönünden bu kısmın orman hattı dışında olması nedeniyle karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Karar, Yargıtay 20. Hukuk Mahkemesinin 28/6/2011 tarihli kararıyla onanarak kesinleşmiştir.

B. Başvurucu Aleyhine Başlatılan Ceza Soruşturması Süreci

12. Demre Cumhuriyet Başsavcılığının 27/10/2010 tarihli iddianamesiyle başvurucunun krokide A1 işaretli bölgede ev inşa etmek suretiyle ormanı işgal ettiği gerekçesiyle 6831 sayılı Kanun'un 93. maddesi uyarınca cezalandırılması ve başvurucu hakkında 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 54. maddesinin uygulanması talebiyle Demre Sulh Ceza Mahkemesinde (Sulh Ceza Mahkemesi) kamu davası açılmıştır. Sulh Ceza Mahkemesi, Asliye Hukuk Mahkemesine sunulan 13/12/2010 tarihli ek bilirkişi raporuna istinaden başvurucunun beraatine 1/11/2011 tarihinde hükmetmiş ise de bu karar, Yargıtay 3. Ceza Dairesinin E.2013/11789, K.2013/39023 sayılı kararıyla bozulmuştur.

13. Bozma kararına uyan Sulh Ceza Mahkemesi 28/3/3014 tarihinde taşınmaz mahallinde bilirkişilerle birlikte keşif yapmıştır. Üç orman mühendisinden müteşekkil bilirkişi heyetince düzenlenen 1/4/2014 tarihli raporda, başvurucunun üzerine ev inşa ettiği alanın 17/1/1950 tarihinde kesinleşen orman kadastrosuna göre orman sınırları içinde kaldığı tespit edilmiştir. Anılan raporda, Asliye Hukuk Mahkemesine sunulan 13/12/2010 tarihli ek bilirkişi raporunda 2.160 numaralı OS noktasının yerinin ormanın içine çekilerek âdeta yeni bir kadastro uygulaması yapıldığı değerlendirmesinde bulunulmuştur.

14. Sulh Ceza Mahkemesi 25/6/2014 tarihinde ek bilirkişi raporundaki tespitlere dayanarak başvurucunun kesinleşmiş orman kadastrosu sınırları içinde işgal ve faydalanma suçunu işlediğini kabul etmiş, 6831 sayılı Kanun'un 93. maddesinin birinci ile ikinci fıkraları uyarınca ve 1/6 oranında takdirî indirim de uygulandıktan sonra 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Ancak Sulh Ceza Mahkemesi, koşullarının oluştuğu gerekçesiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 231. maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ve başvurucunun beş yıl süre ile denetime tabi tutulmasına karar vermiştir. Sulh Ceza Mahkemesi ayrıca suça konu alandaki ev ve eklentilerinin 6831 sayılı Kanun'un 93. maddesinin üçüncü fıkrası ile 5237 sayılı Kanun'un 54. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre müsadere edilmesine karar vermiştir.

15. Başvurucu bu karara karşı 2/7/2014 tarihinde temyiz yoluna başvurmuştur. Sulh Ceza Mahkemesi 3/7/2014 tarihli ek kararıyla temyiz istemini, kararın temyize tabi olmadığı gerekçesiyle reddetmiştir.

16. Başvurucu 27/7/2014 tarihinde bu karara karşı da temyiz yoluna müracaat etmiştir. Temyiz dilekçesinde, düzeltme amacıyla yapılan kadastro çalışması sonucunda bu alanın orman sınırları dışına çıkarıldığı hususunun 9/8/2010 tarihinde kesinleştiğini, bilirkişi heyetinin ağır bir yanılgıya düştüğünü belirtmiştir. Yargıtay 19. Ceza Dairesi (Yargıtay) 23/7/2017 tarihinde Sulh Ceza Mahkemesi kararının temyize tabi olmadığı gerekçesiyle temyiz istemini reddetmiştir.

17. Demre Orman İşletme Şefliğinin (İdare) 23/1/2015 tarihli yazısıyla evin İdareye teslim edilmesi talep edilmiştir. Başvurucunun müracaatı üzerine Demre Asliye Ceza Mahkemesi (Asliye Ceza Mahkemesi) 19/10/2015 tarihli ek kararıyla müsadere kararının temyiz edilmiş olması sebebiyle infazının durdurulmasına karar vermiştir. Yargıtay tarafından temyiz isteminin reddine karar verilmesi üzerine Asliye Ceza Mahkemesi 6/9/2017 tarihli ek kararıyla infazın durdurulmasına ilişkin kararını kaldırmıştır. Başvurucu bu karara itiraz etmiş ise de Asliye Ceza Mahkemesi 26/10/2017 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Nihai karar 24/11/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

18. Başvurucu 7/12/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

19. İlgili hukuk için bkz. Süleyman Başmeydan [GK], B. No: 2015/6164, 20/6/2019, §§ 23-36.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

20. Anayasa Mahkemesinin 7/10/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

21. Başvurucu, Asliye Hukuk Mahkemesi kararıyla evin inşa edildiği alanın orman sınırları içinde bulunmadığı kesinleştiği hâlde Sulh Ceza Mahkemesinin bu bölgenin orman sınırları içinde kaldığına karar vermesi nedeniyle iki çelişkili kararın oluştuğunu ileri sürmüştür. Başvurucu, orman alanı içinde kalmadığı yargı kararıyla sabit olan taşınmazın orman alanı içinde kaldığının kabulüyle evi hakkında müsadere kararı verilmesinin adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini iddia etmiştir.

B. Değerlendirme

22. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

23. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetinin özü, Asliye Hukuk Mahkemesince orman sınırlarının dışında olduğu tespit edilen taşınmazın üzerindeki evin müsadere edilmesine yöneliktir. Dolayısıyla başvurucunun tüm şikâyetlerinin mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesinin uygun olacağı değerlendirilmiştir (benzer yöndeki karar için bkz. Süleyman Başmeydan, § 42).

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

24. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Mülkün Varlığı

25. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır (Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, B. No: 2013/1178, 5/11/2015, § 54). Bu nedenle öncelikle başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26; İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539, 16/5/2013, § 31).

26. Anayasa'nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60).

27. Mülkiyet hakkı, özel hukukta veya idari yargıda kabul edilen mülkiyet hakkı kavramlarından farklı bir anlam ve kapsama sahip olup bu alanlarda kabul edilen mülkiyet hakkı, yasal düzenlemeler ile yargı içtihatlarından bağımsız olarak özerk bir yorum ile ele alınmalıdır (Hüseyin Remzi Polge, B. No: 2013/2166, 25/6/2015, § 31; Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, § 51).

28. Mülk konusu şeylerin bulundurulması, taşınması, kullanılması veya alım satımının suç veya kabahat oluşturması ya da suçta kullanılması o şeyin mülk olma vasfını değiştirmediği gibi bu gibi durumlar, esas itibarıyla mülkün toplum yararına aykırı kullanılmasının kontrolü çerçevesinde bu şeye el konulmasını haklılaştırmaktadır. Buna göre mülkün müsaderesi veya kamuya geçirilmesi gibi tedbirler veya yaptırımlar, mülkiyet hakkının konusunu teşkil eden mevcut bir mülke müdahale niteliği taşımaktadır. Dolayısıyla bireysel başvuru kapsamında mülkün mevcut olup olmadığı, mülke el koyan ya da onun mülkiyetini kamuya geçiren idari bir işlem veya yargısal karara bakılarak belirlenemez. Bu işlem veya kararla mülke müdahale edildiğine göre mülkün varlığı ancak müdahale öncesi duruma göre tespit edilmelidir. Diğer bir deyişle kanunun yasakladığı faaliyetlerde kullanılan veya kanuna aykırı faaliyetler sonucu elde edilen mülke Anayasa'nın 35. maddesinde öngörülen güvencelere uygun şekilde el konularak mülkün müsadere edilmesi veya mülkiyetinin kamuya geçirilmesi mevcut bir mülke yapılan müdahalenin haklı olduğunu göstermektedir. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru kapsamındaki görevi de mülkiyet hakkına yapılan söz konusu müdahalenin Anayasa'nın 35. maddesinde öngörülen güvencelere uygun olup olmadığını tespit etmektir (Süleyman Başmeydan, § 47).

29. Diğer taraftan somut olay bağlamında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmekle müsadere kararının kesinleştiğinden de söz edilemez. Buna göre hükmün açıklanması veya davanın düşürülmesi hâlinde verilecek kararla birlikte müsadere kararı istinaf ve/veya temyiz yoluna tabi olabilecektir. Dolayısıyla mevcut aşama itibarıyla başvurucuya ait ev ve müştemilatının kanuna aykırı olarak inşa edilmiş olduğu hususu kesinleşmemiştir. Anayasa Mahkemesinin de bireysel başvuru kapsamında bu evin hukuki durumunu tartışarak sonuca bağlama gibi bir görevi bulunmamaktadır (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Süleyman Başmeydan, § 48).

30. Ayrıca somut olayda mülk kavramı evin inşa edildiği alanın mülkiyetine göre değil bizatihi evin kendisi yönünden tartışılmalıdır. Ev ve müştemilatının taşınmaz üzerine inşa edilmiş olması nedeniyle 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 684. maddesi uyarınca taşınmazın mütemmim cüzü ve dolayısıyla taşınmazın malikinin mülkü hâline gelebileceği düşünülse bile Anayasa'nın 35. maddesi bağlamında mülk kavramı 4721 sayılı Kanun'daki anlamından bağımsızdır. Buna göre olayda müsadereye konu evin başvurucu tarafından inşa edildiği ve kendisine ait olduğu tartışma konusu değildir. Bu durumda söz konusu evin ekonomik değeri yönüyle başvurucu açısından mülk teşkil ettiği hususu tartışmasızdır. Dolayısıyla bu ev yönünden başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi anlamında mevcut bir mülkü bulunmaktadır (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Süleyman Başmeydan, § 49).

b. Müdahalenin Varlığı ve Türü

31. Anayasa Mahkemesi müsadere veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi tedbirlerinin uygulanmasının mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiğini daha önce kabul etmiştir. Bu kararlarda bu türden müdahalelerin mülkten yoksun bırakma sonucuna yol açmakla birlikte mülkiyetin kamu yararına kullanımının kontrol edilmesi amacını gözettiği dikkate alınmıştır (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Bekir Yazıcı [GK], B. No: 2013/3044, 17/12/2015, §§ 54-58; Arif Güven, B. No: 2014/13966, 15/2/2017, §§ 42-48; Torsan Orman San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13677, 20/9/2017, §§ 50, 51). Somut olayda da başvurunun konusu müsadereye ilişkin olduğundan anılan ilkelerden ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmayıp müdahale, belirtilen üçüncü kural çerçevesinde incelenmiştir.

c. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

32. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

33. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).

34. Anayasa Mahkemesi benzer bir konuya ilişkin olarak verdiği Mahmut Üçüncü (B. No: 2014/1017, 13/7/2016) kararında, uygulanacak ilkeleri belirlemiştir.

35. Mahmut Üçüncü kararında, 6831 sayılı Kanun'un 108. maddesinin dördüncü fıkrası delaletiyle 5237 sayılı Kanun'un 54. maddesi uyarınca müsadere suretiyle yapılan müdahalenin kanuni bir dayanağının olduğu tespit edilmiştir (Mahmut Üçüncü, §§ 71-74). Ayrıca müsadereyle suçla mücadelede caydırıcılığın sağlanmasının yeni suçların işlenmesinin önüne geçilmesinin ve tehlikelilik arz eden suça konu mülkün kullanılmasının ve dolaşımının engellenmesinin hedeflendiği belirtilmiştir. Bu bağlamda ormanların zarar görmesine veya yok edilmesine yol açan bütün eylem ve işlemleri önlemek için müsadere tedbirinin uygulanmasının kamu yararına dayalı bir meşru bir amacı içerdiği kabul edilmiştir (Mahmut Üçüncü, §§ 75-78).

36. Ölçülülük bağlamında ise herhangi bir gerekçe gösterilmeden ilk derece mahkemesince müsadereye karar verildiği, başvurucunun temyiz yoluna başvuramadığı ve müsadere kararının hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının kesinleşmesiyle birlikte yargılamanın nihai olarak sona ermesi beklenmeden infaz edildiği tespit edilmiştir. Anayasa Mahkemesi bütün bu hususları gözeterek yargılamanın mevcut aşaması itibarıyla bütününe bakıldığında başvurucuya müsaderenin keyfî veya kanuna aykırı olduğuna ya da makul biçimde uygulanmadığına yönelik itirazlarını ortaya koyabilme olanağının etkin bir şekilde tanınmadığı gerekçesiyle mülkiyet hakkının gerektirdiği güvenceler sağlanmadan müsadere kararının uygulanmasıyla başvurucuya yüklenen külfetin aşırı ve orantısız olduğu sonucuna varmıştır (Mahmut Üçüncü, §§ 79-102).

37. Somut olayda Sulh Ceza Mahkemesince, kesinleşen orman kadastrosu sınırlarına göre orman alanına ev inşa ettiği gerekçesiyle başvurucunun işgal ve faydalanma suçundan cezalandırılmasına, ev ve müştemilatının da müsaderesine karar verilmiştir. Bununla birlikte Sulh Ceza Mahkemesi 5271 sayılı Kanun'un 231. maddesine göre hükmün açıklanmasını geri bırakmıştır. Başvurucunun müsadere yönünden yaptığı temyiz talebi Yargıtayca incelenmeksizin geri çevrilmiştir.

38. Anayasa Mahkemesinin Süleyman Başmeydan kararında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı kesinleşmeden müsadere hükmünün infazına girişilmesinin mülkiyet hakkına etkisi incelenmiştir. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş olan hükmün bir parçasını oluşturan müsaderenin temyizen incelenebilmesinin mümkün bulunmadığını kabul etmesinden hareket eden Anayasa Mahkemesi, esas hüküm ile birlikte askıda bir karar olduğu hâlde müsadere tedbirinin, yargılamanın nihai olarak sona ermesi beklenmeden hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının kesinleşmesiyle birlikte infazına girişilmesinin malike aşırı külfet yüklediğini belirtmiştir. Sözü edilen kararda, kanun koyucunun müsadere kararı için farklı bir usul veya kanun yolu düzenleyebileceği gibi hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararları yönünden de müsadereye ilişkin olarak farklı bir mekanizma da öngörebileceği ancak yapılan düzenlemenin ve uygulamanın Anayasa'nın 35. maddesinde öngörülen mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin gerekliliklere uygun olmasının ve bu çerçevede yeterli usul güvencelerini içermesinin zorunlu olduğu ifade edilmiştir. Kararda, kanun koyucunun her hâlde temyiz imkânı tanınması mecburi olmasa da böyle bir imkânın tanınması hâlinde hükmün askıya alınması, diğer bir deyişle müsaderenin hukuka uygun olup olmadığı hususunun kesinleşmesinin geriye bırakılmasının -belirli güvenceleri içermediği takdirde- müdahaleyi ölçüsüz kılacağını ifade ettiği açıklanmıştır. Anayasa Mahkemesi sonuç olarak mülkiyet hakkına müsadere yoluyla yapılan müdahalenin keyfî veya hukuka aykırı olup olmadığının ileri sürülebileceği bir yol olarak öngörülen temyiz yoluna başvuru imkânının askıya alınarak hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ile birlikte müsadere kararının infazına girişilmesinin -yol açılan belirsizlik ve yeterli güvencelerin sağlanmadığı dikkate alındığında- başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklediği kanaatine varmıştır (Süleyman Başmeydan, §§ 57-63).

39. Mevcut başvuruda Süleyman Başmeydan kararında ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir neden bulunmamaktadır.

40. Bunun yanında müsadere kararına hükmedilmesi gereken hâllerde -temyiz yoluna başvuru imkânının askıya alındığı olgusu da gözetilerek- hükmün açıklanmasının geri bırakılması müessesinin uygulanmaması, dolayısıyla temyiz yolu askıya alınmayacak şekilde bir hüküm kurulması mülkiyet hakkına yönelik olarak yukarıda sözü edilen ihlalin ortaya çıkmasını engelleyebilecek bir çare niteliğindedir. Ancak somut olayda Sulh Ceza Mahkemesinin takdirini, mülkiyet hakkı ihlalinin ortaya çıkmasını önleyecek yönde kullanmadığı görülmektedir.

41. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

42. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

43. Başvurucu; ihlalin tespit edilmesini, yeniden yargılamaya ve 400.000 TL maddi, 50.000 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

44. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

45. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, § 55).

46. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna göre ihlal; idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan, § 57).

47. Somut olayda ihlal, idari makamların veya derece mahkemelerinin Anayasa’ya uygun yorum yapmalarına imkân vermeyecek açıklıktaki bir kanun hükmünü uygulamaları veya kanundaki belirsizlikler sebebiyle ortaya çıkmışsa bu ihlal kanunun uygulanmasından değil doğrudan kanundan kaynaklanmaktadır. Bu durumda söz konusu ihlalin bütün sonuçlarıyla giderilebildiğinden söz edilebilmesi için ancak ihlale yol açan kanun hükmünün ortadan kaldırılması veya ilgili hükmün yeni ihlallere yol açılmayacak bir şekilde değiştirilmesi ya da yeni ihlallere yol açılmasının önüne geçilmesi için belirsizliğin giderilmesi suretiyle giderilebilir (Süleyman Başmeydan, § 70).

48. Anayasa Mahkemesi müsadere tedbirine ilişkin yargısal süreç yönünden hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verildiği takdirde ortaya çıkan belirsizliğe işaret ederek söz konusu tedbirin hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının kesinleştirilmesiyle birlikte infazına girişilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin ilgili kanun hükmündeki belirsizlikten kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının niteliği gözetildiğinde yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmamaktadır. Zira yukarıda da değinildiği üzere hükmün açıklanması veya davanın düşmesine karar verilmesi durumlarında kanun yoluna başvurulabilecektir. Buna göre müsadere süreci henüz kesinleşmemiştir. Bu durumda müsadere kararının süreç kesinleştiğinde infazı yeterli bir giderim oluşturacaktır (Süleyman Başmeydan, § 72).

49. Diğer taraftan hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verildiği takdirde el konulan eşya yönünden nasıl bir karar verileceği ve müsadere tedbirinin nasıl uygulanacağı konusunda bir belirsizlik bulunduğu anlaşılmaktadır. Kanundan kaynaklanan bu belirsizliğin ise somut olayda olduğu gibi mülkiyet hakkının ihlaline sebebiyet veren uygulamalara yol açtığı görülmektedir. Mülkiyet hakkının ihlaline yol açan söz konusu belirsizliğin nasıl giderileceği, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verildiği takdirde el konulan eşya ile ilgili olarak 5237 sayılı Kanun'un 54. maddesinin (1) ve (4) numaralı fıkraları kapsamında olup olmadığına göre nasıl bir karar verileceği, yine hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının verildiği hâllerde elkoyma tedbirinin devamı veya sona erdirilmesi ya da müsadere kararına karşı nasıl ve ne şekilde kanun yoluna başvurulacağı, müsadere tedbirinin ne zaman uygulanacağı, bir an önce uygulanmasının zorunlu olduğu durumlarda tazminat dâhil çeşitli mekanizmalar öngörülmek suretiyle mülk sahibinin haklarının nasıl korunacağı gibi hususları belirlemek ise yasama organının takdirindedir (Süleyman Başmeydan, § 73). Anayasa Mahkemesi Süleyman Başmeydan kararında bu hususları değerlendirmesi için kararın bir örneğinin Türkiye Büyük Millet Meclisine bildirilmesine karar vermiştir. Dolayısıyla aynı mahiyetteki bu kararın Türkiye Büyük Millet Meclisine gönderilmesine gerek görülmemiştir.

50. İhlalin sonuçlarının giderimi için bu tedbirlerin uygulanması yeterli görüldüğünden başvurucunun tazminat taleplerinin reddi gerekir.

51. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Müsadere kararının sürecin kesinleşmesinden önce infazının önlenmesi için gereken tedbirleri almak üzere kararın bir örneğinin bilgi için Demre Asliye Ceza Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,

E. 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 7/10/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.