T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2017/4-2927
K. 2022/56
T. 25.1.2022

MANEVİ TAZMİNAT İSTEMİ ( Davacıların Davalı Doktorların Hatalı Tedavilerinden Dolayı Murislerinin Öldüğünü İleri Sürerek ve Davalı Doktorları Hasım Göstererek Eldeki Tazminat Davasını Açtığı - Davacıların Bu İddialarının Davalı Kamu Görevlilerinin Görevleri Sırasında ve Yetkilerini Kullanırken İşledikleri Bir Kusura Dayandığı/Davalının Görevi Dışında Kalan Kişisel Kusuruna Dayanılmadığına Göre Eldeki Davada Husumetin Kamu Görevlisine Değil İdareye Düştüğünün Gözetilmesi Gerektiği )

HUSUMET ( Davalının Görevi Dışında Kalan Kişisel Kusuruna Dayanılmadığına Eylemin Görev Sırasında ve Görevle İlgili Olmasına ve Hizmet Kusuru Niteliğinde Bulunmasına Göre Eldeki Davada Husumetin Kamu Görevlisine Değil İdareye Düştüğü - Dava İdare Aleyhine Açılıp Husumetin de İdareye Yöneltilmesi Gerektiği )

HİZMET KUSURU ( Davalının Görevi Dışında Kalan Kişisel Kusuruna Dayanılmadığına Göre Eldeki Davada Husumetin Kamu Görevlisine Değil İdareye Düştüğünün Gözetilmesi Gerektiği - Özel Daire Bozma Kararına Uyulması Gerekirken Önceki Kararda Direnilmesinin Usul ve Yasaya Aykırı Olduğu )

2709/m.125

657/m.13

ÖZET : Dava, manevi tazminat istemine ilişkindir.

Davacıların davalı doktorların hatalı tedavilerinden dolayı murislerinin öldüğünü ileri sürerek ve davalı doktorları hasım göstererek eldeki tazminat davasını açtığı anlaşılmaktadır. Davacıların bu iddiaları, içerik bakımından davalı kamu görevlilerinin görevleri sırasında ve yetkilerini kullanırken işledikleri bir kusura dayanmaktadır. Bu durumda, davalının görevi dışında kalan kişisel kusuruna dayanılmadığına, eylemin görev sırasında ve görevle ilgili olmasına ve hizmet kusuru niteliğinde bulunmasına göre, eldeki davada husumet kamu görevlisine değil, idareye düşmektedir. Öyle ise dava idare aleyhine açılıp, husumetin de idareye yöneltilmesi gerekir. Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle, direnme kararı bozulmuştur.

DAVA : 1. Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Konya 3. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davalı S. A. yönünden davanın kısmen kabulüne, diğer davalılar E. K. ve D. K. yönünden ise davanın reddine ilişkin karar davacılar vekili ile davalı S. A.vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davalı S. A. vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

KARAR : I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacılar İstemi:

4. Davacılar vekili dava dilekçesinde; müvekkili A. B.'nın eşi ve diğer müvekkillerinin babası olan V. B.'nın rahatsızlığı nedeniyle 08.09.2003 tarihinde Konya Numune Hastanesine kaldırıldığını, yapılan tetkikler sonucunda koledokta genişlemesi ve taş olduğu düşüncesi ile 10.09.2003 tarihinde ameliyat olduğunu, bir süre hastanede kaldıktan sonra 27.09.2003 tarihinde taburcu edildiğini, şikâyetlerinin devam etmesi üzerine Başkent Üniversitesi Konya Uygulama ve Araştırma Hastanesine sevk edildiğini, 14.11.2003 tarihine kadar bu hastanede yattıktan sonra Meram Tıp Fakültesi Hastanesine yatırıldığını, tedavisi devam ederken ameliyatlı bölgede apse oluşması nedeniyle 18.11.2003 tarihinde vefat ettiğini, olayla ilgili olarak davalılar hakkında Konya 5. Asliye Ceza Mahkemesinde taksirle ölüme sebebiyet verme suçundan kamu davası açıldığını, Adli Tıp Kurumundan alınan 21.10.2005 tarihli raporda ve Yüksek Sağlık Şurasının kararında davalılardan S. A.'nın kusurlu olduğunun belirlendiğini ileri sürerek her bir müvekkili için ayrı ayrı 25.000TL olmak üzere toplam 175.000TL manevi tazminatın 18.11.2003 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalılar Cevabı:

5. 1 Davalı S. A. vekili cevap dilekçesinde; davanın öncelikle zamanaşımı yönünden reddinin gerektiğini, olayda Başkent Üniversitesi Konya Uygulama ve Araştırma Hastanesinin tam kusurlu olduğunu, davacıların murisinin yaşı ve önceden geçirdiği ameliyatlar da gözetildiğinde istenen tazminat miktarının fahiş olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.

5. 2 Davalı E. K. vekili cevap dilekçesinde; müvekkilinin Başkent Üniversitesi Konya Uygulama ve Araştırma Hastanesinde çalıştığını, hastaneye yapılan başvurudan itibaren hasta V. B.'ya yapılması gereken tüm tıbbi müdahalelerin yapıldığını, müvekkilinin herhangi bir kusurunun bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

5. 3 Davalı D.K. (A.) vekili cevap dilekçesinde; öncelikle davanın beş yıllık hak düşürücü süre geçtikten sonra açıldığını, hasta V. B.'nın ERCP yapılmak üzere hastaneye müracaat ettiğini, yirmi gün önce açık kolesistektomi ameliyatı olduğunu, genel durumunun bozulması ve sarılığın ortaya çıkması sonucu hastaneye getirildiğinin hasta yakınları tarafından bilindiğini, hastanın önceden mide ameliyatı olması nedeniyle ERCP yapılamadığını, ceza mahkemesinde alınan bilirkişi raporunda da müvekkilinin kusurunun bulunmadığının tespit edildiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.

Mahkeme Kararı:

6. Konya 3. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 06.11.2014 tarihli ve 2010/520 E., 2014/677 K. sayılı kararı ile; davalı S. A. hakkında ceza mahkemesince verilen mahkûmiyet kararının kesinleştiği, hukuk yargılaması sırasında alınan bilirkişi raporunda da davalı S. A.'nın kusurlu bulunduğu, davalılar E. K. ile D. K.'nun ise hekimin hukukî sorumluluğunu doğuracak şekilde hatalı tedavi yapmadıklarının bilirkişi raporuyla tespit edildiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüyle davacı eş A. B.için 15.000TL, diğer davacılar için ise ayrı ayrı 9.000TL manevi tazminatın 18.11.2003 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı S. A.'dan tahsiline, davalılar E.K. ve D.K.yönünden ise davanın reddine karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacılar vekili ile davalı S. A. vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

8. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 19.04.2016 tarihli ve 2015/11276 E., 2016/5336 K. sayılı kararı ile;

“...Dava doktorun tedavi hatası nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın davalılar D.K.ile E.K.yönünden reddine, davalı S. A. yönünden kısmen kabulüne karar verilmiş, hüküm; davacılar ve davalı S. A. tarafından temyiz edilmiştir.

Kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken veya görevlerini yaparken kişilere zarar vermesi, ilgili kamu kurumunun hizmet kusurunu oluşturur. Bu durumda sorumlu, kamu görevlisinin emrinde çalışmakta olduğu kamu kurumu olup dava o kurum aleyhine açılmalıdır. (T.C. Anayasası 40/III, 129/V, 657 Sy. K.13, HGK 2011/4-592 E., 2012/25 K.) Bu konuda yasal düzenlemeler, emredici hükümler içermektedir. Diğer yandan sorumluluk hukukunun temel ilkeleri açısından bakıldığında da; bu şekilde düzenlemenin mevzuatta yer almış olması zarar görenin zararının karşılanması yönünde önemli bir teminattır.

Davaya konu edilen olayda; Konya Numune Hastanesinde ve Başkent Üniversitesi Konya Uygulama ve Araştırma Hastanesinde doktor olarak çalışan ve kamu görevlisi olan davalıların, teşhis, tedavi ve müdahalede kusurlu davranmak suretiyle görevleri sırasında ve görevlerinden dolayı davacıları zarara uğrattığı ileri sürülmektedir. Anayasa'nın 129/5. maddesiyle 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 13/1. maddesi gereğince; kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken kusurlu eylemleri nedeniyle oluşan zararlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve yasada gösterilen koşullara uygun olarak, idare aleyhine açılabileceğine göre; davalılar S. A., D. K.ve E. K.'ye husumet tevcih edilmesi doğru değildir.

Mahkemece açıklanan yasal düzenlemeler gözetilerek, davalılar S. A., D. K.ve E. K.hakkında davanın husumet nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı gerekçe ile işin esasına girilerek karar verilmesi usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir…'' gerekçesiyle karar oy çokluğuyla bozulmuştur.

Direnme Kararı:

9. Konya 3. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 03.11.2016 tarihli ve 2016/460 E., 2016/589 K. sayılı kararı ile; önceki karar gerekçesi genişletilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

10. Direnme kararı süresi içinde davalı S. A.vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

11. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; eldeki davanın kamu görevlisinin hizmet kusurundan mı yoksa kişisel kusurundan mı kaynaklandığı, buradan varılacak sonuca göre; davalıya husumet yöneltilmesinin mümkün olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

12. Uyuşmazlığın çözümü için, konuya ilişkin yasal düzenleme ve ilkelerin ortaya konulmasında yarar vardır.

13. Kamu personelinin malî sorumluluğuna ilişkin düzenlemeler öncelikle Anayasa olmak üzere ilgili kanunlarda yer almaktadır.

2709 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası (Anayasa)'nın;

“Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40/3. maddesi “…Kişinin, resmi görevliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre, Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır.”

İdareye karşı yargı yolunu düzenleyen “Yargı yolu” başlıklı 125. maddesinin 1. fıkrasının ilk cümlesi: “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır.”, son fıkrası da “İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.”

Kamu görevlilerinin görev ve sorumluluklarını düzenleyen 129. maddesinin 1. fıkrası “Memurlar ve diğer kamu görevlileri Anayasa ve kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunmakla yükümlüdürler.” aynı maddenin 5. fıkrası ise; “Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir.”

hükümlerini içermektedir.

14. Görülmektedir ki, Anayasa'nın 40/3, 125/son ve 129/5. maddeleri ile uygulamanın çerçevesi net olarak çizilmiş; “memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının, rücu edilmek şartı ile idare aleyhine açılabileceği” açıkça ifade edilmiştir.

15. Anayasa'nın bu hükümleri ile amaçlanan, memur ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken kusurlu davrandıklarından bahisle haklı ya da haksız olarak yargı mercileri önüne çıkarılmasını önlemek, kamu hizmetinin sekteye uğratılmadan yürütülmesini sağlamak ve aynı zamanda zarara uğrayan kişi yönünden de memur veya diğer kamu görevlisine oranla ödeme gücü daha yüksek olan Devlet gibi bir sorumluyu muhatap kılarak kamu düzenini korumaktır.

16. Bu Anayasal hükümlerle aynı doğrultuda 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 13. maddesinde düzenleme yer almakta olup, Kanun'un “Kişilerin uğradıkları zararlar” başlıklı 13. maddesinin 06.06.1990 tarihli ve 3657 Sayılı Kanun'un 1. maddesiyle değişik 1. fıkrasında; “Kişiler kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı bu görevleri yerine getiren personel aleyhine değil, ilgili kurum aleyhine dava açarlar. Ancak, Devlet dairelerine tevdi veya bu dairelerce tahsil veya muhafaza edilen para ve para hükmündeki değerli kâğıtların ilgili personel tarafından zimmete geçirilmesi hâlinde, zimmete geçirilen miktar, cezai takibat sonucu beklenmeden Hazine tarafından hak sahibine ödenir. Kurumun, genel hükümlere göre sorumlu personele rücu hakkı saklıdır.” hükmü bulunmaktadır.

17. Uyuşmazlığın çözümünde Anayasa'nın 129/5. maddesinde yer alan “yetkilerini kullanırken işledikleri kusur” ifadesinden ne anlaşılması gerektiğinin belirlenmesi önem taşımaktadır ki, bu noktada “kusur” ile ilgili açıklama yapılmasında yarar vardır.

18. Kusurun kanunlarımızda tanımı yapılmamıştır. Türk Hukuk Lûgatında; kusur, “ödenceyi zorunlu kılan bir davranış” olarak tanımlanmıştır. Uygulama ve öğretide kabul edilen tanıma göre kusur, hukuk düzenince kınanabilen davranıştır. Kınamanın nedeni, başka türlü davranma olanağı varken ve zorunlu iken, bu şekilde davranılmayarak, bu tarzdan sapılmış olmasıdır. Kısacası kusur, genel tanımıyla hukuk düzeni tarafından bir davranış tarzının kınanması olup bu kınama, o davranışın belirli koşullar altında bireylerden beklenen ortalama hareket tarzından sapmış olmasından kaynaklanır.

19. Yine öğreti ve uygulamadaki hâkim görüşe göre, sorumluluk hukuku açısından kusurun, kast ve ihmal (taksir) olmak üzere ikiye ayrılacağı kabul edilmektedir. Bu bağlamda kast, hukuka aykırı sonucun bilerek ve isteyerek meydana getirilmesi; ihmal ise, hukuka aykırı sonucu istememekle birlikte, böyle bir sonucun önlenmesi için gerekli önlemlerin alınmaması ve gereken özenin gösterilmemesidir.

20. Yeri gelmişken “yetkilerini kullanırken” ve “bu görevleri yerine getiren personel” kavramlarıyla amaçlananın ne olduğu üzerinde de durulmalıdır.

21. Devletin sorumluluğunun diğer bir şartı da zararın, memur ve diğer bir kamu görevlisi tarafından “görevini yerine getirirken” ve “görevle ilgili yetkilerini kullanırken” gerçekleştirilmiş olmasıdır.

22. Şu hâlde “görevin ifası” ve “yetkinin kullanılması” ile gerçekleşen zarar arasında işlevsel (görevsel) bir bağ bulunmalı; zarar, kamu görevi (kamu yetkisi) yerine getirilirken, bu görev ve yetki nedeni ile doğmalıdır.

23. Memur ve diğer resmî görevliler kamu görevlisi sıfat ve kapasiteleri dışında özel bir kişi olarak, özel hukuk hükümlerine göre özel işlerini yaparken üçüncü kişilere verdikleri zarardan doğrudan doğruya kendileri sorumludur (Eren, Fikret: Borçlar Hukuku Genel Hükümleri, 17. Bası, Ankara 2017, s. 590 vd.).

24. Ne var ki, personelin kişisel eylem ve davranışlarının idari eylem ve işlem sayılmadığını da burada hemen belirtmek gerekir. Gerçekten de Anayasa'nın 125/son fıkrası uyarınca idare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür ve konusu suç olan emri yerine getiren kimsenin sorumluluktan kurtulamayacağı (m.137) düzenlenmiştir.

25. Görüldüğü üzere Anayasa'da kamu personelinin kanuna aykırı eylem ve işlemlerinden şahsen sorumlu tutulacağı ilkesinin de ayrıca kabul edildiği çok açıktır.

26. Memur veya kamu görevlisinin tamamen kendi iradesi ile kasten ya da kanunlardaki açık hükümler dışına çıkarak ve bunlara aykırı olarak suç sayılan eylemiyle verdiği zararlarda, eylem ile kamu görevinin yürütülmesi arasında objektif bir illiyet bağının varlığından söz edilemez. Bu gibi hâllerin 657 Sayılı Kanun'un 13. maddesinin hukuksal alanı dışında tutulduğunda şüphe olmamalıdır.

27. Zira, görevden kolayca ayrılabilen ve görev dışında kalan kusurlu eylem ile kamu görevi arasındaki bağ kesilerek salt memurun ya da kamu görevlisinin kişisel kusuru ile karşı karşıya kalınmaktadır. İşte bu noktada görev kusuru ile kişisel kusurun ayrımında kişisel kusurun alanı ve unsurlarının açık bir biçimde saptanması önem taşımaktadır.

28. Bilindiği gibi, görev kusuru daha çok kamu görevlisinin görevinden ayrılamayan kişisel kusuru olarak kendini gösterir. Bu kişisel kusur, görev içinde ve dolayısıyla idarenin ajanına yüklediği ödev, yetki ve araçlarla işlenmektedir. Kişisel kusurda ise; kamu görevlisinin eyleminde açıkça ve kolayca görevinden ayrılabilen tasarruf ve hatalar görülür. Bir başka deyişle, kişisel kusurda idare nam ve hesabına hareket eden bir kamu görevlisinin idareye atıf ve izafe olunacak yerde, doğrudan doğruya kendi şahsına isnat olunan ve kişisel sorumluluğunu intaç eden hukuka aykırı eylem ve işlemleri belirgindir ve burada kamu görevlisi zarar doğurucu eylemini kamusal görevin yerine getirilmesi saiki ile ancak salt kişisel kusuru ile işlemiştir. Gerek öğretide gerekse yargısal kararlarda personelin kişisel eylem ve davranışları idari eylem ve işlem sayılmamış, kişisel kusura dayanan davaların inceleme yerinin adli yargı olduğu, hasmının da kişinin kendisi olduğu kabul edilmiştir (Tekinay/Akman, Burcuoğlu/Altop,:Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 7. Bası, İstanbul 1993, s. 505; Ozansoy, C.: Tarihsel ve Kuramsal Açıdan İdarenin Kusurdan Doğan Sorumluluğu, Doktora Tezi, 1989, s. 330) .

29. Sonuç olarak, Anayasa'nın 129/5 ve 657 Sayılı Kanun'un 13/1. maddesi gereğince memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken kusurlu eylemleri nedeniyle oluşan zararlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve yasada gösterilen biçim ve koşullara uygun olarak idare aleyhine açılabilir. İdare aleyhine böyle bir davanın açılabilmesi, hizmet kusurundan kaynaklanmış, idari işlem ve eylem niteliğini yitirmemiş davranışlar ile sınırlıdır. Kamu görevlisinin, özellikle haksız eylemlerde, Anayasa ve özel yasalardaki bu güvenceden yararlanma olanağı bulunmamaktadır.

30. Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 30.01.2013 tarihli ve 2012/4-729 E., 2013/163 K.; 10.07.2013 tarihli ve 2013/4-4 E., 2013/1035 K.; 26.02.2014 tarihli ve 2013/4-579 E., 2014/155 K.; 19.11.2014 tarihli ve 2013/4-1120 E., 2014/922 K.; 27.03.2015 tarihli ve 2013/4-1533 E., 2015/1099 K. ve 14.02.2018 tarihli ve 2017/4-1366 E., 2018/210 K. sayılı kararlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir.

31. Tüm bu açıklamalar ve yasal düzenlemeler ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacıların davalı doktorların hatalı tedavilerinden dolayı murislerinin öldüğünü ileri sürerek ve davalı doktorları hasım göstererek eldeki tazminat davasını açtığı anlaşılmaktadır. Davacıların bu iddiaları, içerik bakımından davalı kamu görevlilerinin görevleri sırasında ve yetkilerini kullanırken işledikleri bir kusura dayanmaktadır.

32. Bu durumda, davalı S. A.'nın görevi dışında kalan kişisel kusuruna dayanılmadığına, eylemin görev sırasında ve görevle ilgili olmasına ve hizmet kusuru niteliğinde bulunmasına göre, eldeki davada husumet kamu görevlisine değil, idareye düşmektedir. Öyle ise dava idare aleyhine açılıp, husumetin de idareye yöneltilmesi gerekir.

33. Hâl böyle olunca; tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır

34. Bu nedenle, direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;

Davalı S. A. vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 Sayılı Kanun'un 30. maddesiyle 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'na eklenen Geçici 3. maddeye göre uygulanmakta olan 1086 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Aynı Kanun'un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 25.01.2022 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

Kazancı Elektronik ve Basılı Yay. A.Ş.ne ait Kazancı Hukuk Otomasyon veritabanından alınmıştır. © Tüm Hakları Saklıdır