Olaylar 

Başvurucu, başvuruya konu olayların yaşandığı dönemde milletvekilidir. Olayların meydana geldiği tarihlerde Hükûmet Türkiye'de uzun süredir devam eden ve terör olaylarının sona erdirilmesi amacıyla demokratik açılım adı verilen bir süreç yürütmektedir. Başvurucu, bu süreçte aktif rol almış; bir parti heyetinin de sözcülüğünü yapmıştır. Başvurucu, -çözüm süreci devam ederken- bir nevruz etkinliğinde alanda toplanan kalabalığa hitaben bir konuşma yapmıştır. Söz konusu toplantıda terör örgütünün propagandasının yapıldığı iddiasıyla şikâyette bulunulması üzerine Cumhuriyet Başsavcılığı başvurucunun dokunulmazlığının kaldırılması istemiyle bir fezleke düzenlemiş ve fezlekeyi TBMM’ye sunulmak üzere göndermiştir. Bu arada terör örgütü 2015 yılının Haziran ayından itibaren şiddeti tırmandırarak çözüm sürecinin devam ettirilmesi çabalarını sonuçsuz bırakmıştır.

TBMM Genel Kurulunda 20/5/2016 tarihinde kabul edilen 6718 sayılı Kanun’un 1. maddesiyle Anayasa’ya geçici 20. madde eklenmiş ve bu hüküm gereği sayılan mercilere intikal etmiş olan dosyalar hakkında Anayasa'nın 83. maddesinde yer alan yasama dokunulmazlığına ilişkin hüküm uygulanmamıştır. Bu kapsamda başvurucu hakkındaki fezlekeye konu olan soruşturma dosyası da 2016 yılının Haziran ayında Başsavcılığa gönderilmiştir. Başsavcılık başvurucu hakkında bazı ifadeleri nedeniyle terör örgütünün propagandasını yapma suçundan cezalandırılması için kamu davası açmıştır.

Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanan başvurucu 7/9/2018 tarihli kararla terör örgütünün propagandasını yapma suçundan 3 yıl 6 ay hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Başvurucu, mahkûmiyet kararına karşı istinaf yoluna başvurmuş, Bölge Adliye Mahkemesi başvurunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir. 

İddialar 

Başvurucu, bir toplantıda yaptığı açıklamalar üzerine terör örgütünün propagandasını yapma suçundan mahkûm edilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

Mahkemenin Değerlendirmesi

İfade özgürlüğü; kişinin düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanmaması, bunları çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir.

Başvurucunun düşünce açıklamaları nedeniyle terör örgütünün propagandasını yapma suçundan mahkûmiyetine hükmedilmesinin ve hapis cezasıyla cezalandırılmasının ifade özgürlüğüne bir müdahale teşkil ettiği kabul edilmiştir. Bu müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe ifade özgürlüğünün ihlalini teşkil edecektir.

Bu kapsamda sınırlamanın Anayasa’da öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanma, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesi'nin açıklayıcı raporunda belirtildiği üzere, yapılan açıklamanın bir terör suçunun işlenmesi tehlikesine neden olup olmadığı değerlendirilirken açıklanan düşüncenin muhatabının niteliği yanında suçun hangi bağlamda işlendiği de dikkate alınmalı, tehlikenin önemi ve inandırıcılığı iç hukukun gereklerine uygun olarak değerlendirilmelidir.

Aynı düşüncenin bir sonucu olarak AİHM de pek çok kararında terör örgütü yöneticisinin “Kürtlerin lideri” olarak ifade edilmesinin tek başına şiddeti teşvik etmediği kanaatine ulaşmıştır. Benzer sözlerin değerlendirilmesine ilişkin olarak Yargıtay da sanığın terör örgütünün kurucusu lehine slogan attığı olaylarda eylemin gerçekleştirildiği yer, koşullar ve muhatapları, dinleyici kitlesi ve bu kitleyi harekete geçirme potansiyeli bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerektiğine karar vermiştir.

Tespit edilmesi gereken mesele terör örgütü yöneticisini lider olarak benimseyen, onu öven sözler gibi tartışmalı açıklamaların tarihsel bağlamda ve konuşmanın bütünü içinde şiddete teşvik edip etmediğidir. Başvuruya konu konuşmanın terör guruplarına silah bıraktırılması, ülkede şiddet olaylarının sona erdirilmesi, toplumsal sorunların demokratik müzakere süreçleri işletilerek çözülmesi imkânlarının artırılması amacını taşıyan bir bağlamda yapıldığı gözönüne alınmalıdır. Bu nedenle başvurucunun sözlerinin şiddete teşvik ettiği kabul edilemez. 

Başvurucunun mahkûm edilmesinin diğer nedeni ise konuşmasında "Kürdistan" ifadesini kullanmasıdır. “Kürdistan” kelimesinin ne anlama geldiği ancak konuşmanın bütününde kullanılan ifadelerle birlikte konuşmanın yapıldığı özel koşulların da değerlendirilmesi ile belirlenebilir. Başvurucu bahse konu konuşmasında bir bütün olarak sürdürülmekte olan çözüm süreci hakkında kalabalığı bilgilendirmektedir. Konuşmanın tümü değerlendirildiğinde genel olarak meseleleri şiddeti dışlayan yöntemlerle çözmek için başlatılan politikaların devam ettirilmesi çağrısında bulunulduğu kanaatine ulaşılmıştır.

Başvuruya konu kararı veren ilk derece mahkemesi başvurucunun "Türkiye Cumhuriyeti Devletinin güvenlik güçlerince yürütülen meşru ve haklı terörle mücadele operasyonları ile ilgili olumsuz bir algı oluşturmaya çalıştığı" sonucuna ulaşmıştır. Herhangi bir düşünce açıklamasının şiddete teşvik ettiği gösterilmeden soyut olarak algı yaratılmaya çalışıldığından bahisle terör örgütünün propagandası olarak kabul edilmesi hukuksal bir değerlendirme olarak kabul edilemez. İlk derece mahkemesi ise başvurucunun hangi sözünün bu kanaate ulaşmasına neden olduğuna ilişkin hiçbir açıklamada bulunmamıştır.

Başvuruya konu konuşmanın yapıldığı tarihsel bağlam, başvurucunun kullandığı ifadelerin nesnel anlamı ve konuşmanın tamamı bir bütün olarak değerlendirildiğinde başvurucunun başkalarınca aynı suçların işlenmesi amacıyla terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini savunduğu değerlendirilmemiştir.

Somut olayın koşullarında başvuruya konu konuşmanın büyük bir mitingde yapılmasının, basın yayın organlarında yer almasının ve video sitelerinde yayımlanmaya devam etmesinin devlet ve toplum hayatında olumsuz sonuçlar doğurduğu, devletin terörle mücadele faaliyetleri üzerinde kayda değer bir etkisi olduğu gösterilememiştir.

Hangi dil ve üslup kullanılırsa kullanılsın başvuruya konu konuşmada nihai olarak o tarihlerde yürütülmekte olan çözüm sürecinin başarılı bir şekilde yürütülmesi ve sona erdirilmesi talebinin baskın olduğu değerlendirilmiştir. Dolayısıyla başvurucunun konuşmasının bir terör örgütünün siyasi veya sosyal etkinliğini artırmak, sesinin kitlelere duyurulmasını sağlamak, örgütün başa çıkılması imkânsız bir güç olduğu ve amacına ulaşabileceği kanaatini toplum üzerinde oluşturmak, halkın örgüte sempatisini artırmak ve giderek aktif desteğini sağlamak amacıyla yapıldığı kabul edilmemiştir.

Olay tarihinde seçilmiş bir milletvekili ve yürütülmekte olan çözüm sürecinin önemli bir aktörü olan başvurucunun açıklamalarına müdahalede kamusal yetki kullanan makamların çok dar bir takdir aralığı olduğu ve çok daha titiz değerlendirmeler yapılması gerektiği açıktır.

İlk derece mahkemesi başvurucunun mahkûmiyetinin zorunlu toplumsal bir ihtiyaca karşılık geldiğini ilgili ve yeterli bir gerekçe ile ortaya koyamamıştır.

Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir.

>> AYM KARARI İÇİN TIKLAYINIZ