NOT: Değerlendirilen husus; davacı mirasçıların, murisin bankaya olan kredi borcu sebebiyle yaptıkları ödemenin TMK m.610/2 anlamında mirası sahiplenme olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceğine ilişkindir.

[b]Yerel Mahkeme.Direnme kararında; "mirasbırakanın taşınır ve taşınmaz hiçbir malvarlığının bulunmadığı, ödemeden aczinin açıkça belli ve yasal karinenin doğruluğunun saptandığı, mirasçıların haciz baskısı altında kendilerini zarardan kurtarmak amacıyla ödeme yaptıkları, niyetlerinin terekeyi sahiplenme olmadığı, tereke borcunun mirasçının kendi malvarlığından ödenmesinin de mirası sahiplenme anlamına gelmeyeceği" gerekçe gösterilmiştir.


HGK; davacı mirasçılar tarafından ödendiği ileri sürülen borcun cüz'i bir miktar olup, mirasçıların kendi malvarlığından ödenmiş olmasının olağan işlemlerden olduğu, murisin öldüğü tarih itibariyle borca batık olduğu anlaşılan terekenin, cüz'i kısım borçlarının davacılar tarafından ödenmesinin terekeyi kabullenme olarak değerlendirilemeyeceğine karar vermiştir.

Karşı Oy'da; murisin borcunu ödemeyi taahhüt veya kısmen tediyenin, mirasın kabulü anlamına geleceği; ödenen borcun, tereke ile ilgili olmasının yeterli olduğu; murisin bir kısım borçlarını ödeyen mirasçının, murisin başka borçlarının olduğu anlaşılınca, sonradan terekenin borca batık olduğunu, bu sebeple mirası reddetmiş sayılması gerektiğini ileri süremeyeceği; ödemenin hangi mirasçı tarafından yapıldığı ve ödeme yapılırken herhangi bir ihtirazi kayıt konulup konulmadığının tespit edilip sonucu uyarınca karar verilmesi gerektiği belirtilmiştir.


T.C
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
ESAS NO: 2013/2-1607
KARAR NO: 2013/1675
KARAR TARİHİ:20.12.2013


DAVA; terekenin borca batık olduğunun tespiti istemidir.



"Taraflar arasındaki "mirasın reddi" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kayseri 3. Asliye Hukuk Mahkemesi'nce davanın kabulüne dair verilen 27.10.2009 gün ve 2009/250 E.-2009/422 K. sayılı kararın incelenmesi davalı Hazine vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi'nin 14.2.2011 gün ve 2010/480 E. - 2011/2400 K sayılı ilamı ile;

"...Davacılar dava dilekçesinde miras bırakanın Vakıf bank'a olan kredi borcu sebebiyle aleyhlerine takip yapıldığını ve 2.000 TL ödeme yaptıklarını belirtmişlerdir. Belirtilen bu takip dosyasının tespit ve celbi ile ödemenin miras bırakanın borcu sebebiyle davacı mirasçılar tarafından yapılıp yapılmadığı belirlenmeden eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir..." gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HGK'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Dava; terekenin borca batık olduğunun tespiti istemine ilişkindir.

Davacılar, miras bırakan babalarından intikal eden mal varlığı bulunmadığını, terekeden tasarrufta bulunmadıklarını, mirasın açıldığı tarih itibariyle terekenin borca batıklığı sabit ise karine olarak mirasçıların mirası reddetmiş sayılacağını ileri sürerek miras bırakanın öldüğü tarihte terekesinin borca batık olduğuna karar verilmesini talep ve dava etmişlerdir.

Davalı Hazine vekili; davanın süresinde açılmadığını, esastan da davanın yerinde olmadığını bildirip davanın reddine karar verilmesi istemiştir.

Mahkemece; miras bırakanın taşınır, taşınmaz hiçbir malı olmadığı gibi, herhangi bir işte de çalışmadığı, maaşının da bulunmadığı, ödemeden aczinin açıkça belli olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Davalı Hazine vekilinin temyizi üzerine, Özel Daire'ce yukarıda açıklanan sebeplerle karar bozulmuş, Yerel Mahkeme'ce; önceki karardaki gerekçeler genişletilmek suretiyle direnme kararı verilmiş, direnme kararı davalı tarafından temyiz edilmiştir.


HGK önüne gelen uyuşmazlık; tereke borcunun bir kısmının mirasçıların kendi malvarlığından ödenmesinin, terekeyi sahiplenme anlamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.


HGK'nca işin esasına yönelik yapılan görüşme sonucu ilk oylamada nisap sağlanamaması üzerine yapılan 2. görüşme sırasında, davacılardan E.. A..'un yargılama aşmasında ergin olduğu, mahkemece ergin olan çocuğa tebligat yapıldıktan sonra Özel Daire bozma ilamına uyulup uyulmayacağı yönünde karar verilmesi gerekirken, bu husus yerine getirilmeden velayeti sona ermiş olan veliye tebligat yapılarak direnme kararı verilemeyeceği ileri sürülmüştür. Bu hususun işin esasının görüşülmesinden sonra görüşülüp görüşülemeyeceği ön sorun olarak ele alınmış, bu konuda nisap sağlanamaması üzerine yapılan son görüşmede Kurul çoğunluğunca bu hususun her aşamada görüşülebileceği oy çokluğu ile kabul edilmiş, bundan sonra yapılan görüşme sonucunda, her ne kadar davacılardan E.. A..'a ergin olduktan sonra usulüne uygun olarak tebligat yapılmadan karar verilmiş ise de kararın davacı aleyhine olmadığı, ergin olmadan kanuni temsilcisinin dava açtığı ve onun adına beyanda bulunduğu, dosyanın geri çevrilmesi üzerine ergin olan E..'ya gerekçeli kararın tebliğ edildiği, gözetildiğinde bu konuda usul bozması yapılmasının uygun olmadığı oy birliği ile kabul edilmiş işin esasının incelenmesine geçilmiştir.

Bilindiği üzere; TMK' nın 610/2. maddesinde "Ret süresi sona ermeden mirasçı olarak tereke işlemlerine karışan, terekenin olağan yönetimi niteliğinde olmayan veya miras bırakanın işlerinin yürütülmesi için gerekli olanın dışında işler yapan, ya da tereke mallarını gizleyen veya kendisine mal eden mirasçı, mirası reddedemez" hükmü yer almaktadır. Madde metninden de anlaşıldığı üzere; yasa koyucu mirasçılardan birinin tereke işlerine gereğinden fazla karışmasının mirası örtülü kabul anlamına geleceğini ve tıpkı açık kabulde olduğu gibi, ret hakkının bu mirasçı bakımından sona ereceğini düzenlemiştir.

Diğer taraftan, HGK'nun 8.2.1950 T. ve 140/20 Sayılı kararında; "Bir muamelenin alelade idari muamelattan olup olmadığını tayin için bilhassa muameleyi yapan varisin maksadını nazara almak lazımdır... Eğer bunun maksadı mirasçı sıfatıyla terekeden tasarruf olmayıp mücerret bilahare mirası kabul ettiği zaman ihmal yüzünden gelebilecek zararın önüne geçmek ise, yaptığı muamelenin alelade idari muamele olarak kabulü zaruridir. Ezcümle malların çalınmaması için tedbir ittihazı, malları deftere geçirmek, zamanaşımını kesmek için derhal dava açmak, bir otelin, gazinonun müşterilerinin dağılmaması için vergi vermek, davaya mani olmak için müstacel borçları ödemek alelade idarenin istilzam ettiği muamelattandır..." denilmek suretiyle mirasçının eyleminin tereke işlerine karışma olarak değerlendirilebilmesi için onun bu eylemde bulunurken hangi maksatla hareket ettiğinin belirlenmesi gerektiğini, mirasçının amacının mirasçı sıfatı ile terekede tasarruf değilse, eylemlerinin tereke işlerine karışma olarak nitelendirilmeyeceği ve ret hakkının düşmesine sebebiyet verilmeyeceği benimsenmiştir.

Bunun yanında, doktrinde ileri sürülen güven nazariyesine göre; bir irade beyanının ya da iradi bir davranışın ne anlama geldiğini tespit etmek için, beyanda bulunan veya sözü edilen davranışta bulunanın iç iradesine değil, beyana yahut anılan davranışa muhatap olan karşı tarafın, dürüstlük kuralına göre, kendisince bilinebilen bütün hal ve şartlar gereği gibi değerlendirerek buna ne anlam vermesi gerektiğine bakılmaktadır.

Yukarıda yapılan açıklamaların ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı mirasçılar tarafından ödendiği ileri sürülen borcun cüz'i bir miktar olup, mirasçıların kendi malvarlığından ödenmiş olmasının olağan işlemlerden olduğu, miras bırakanın öldüğü tarih itibariyle borca batık olduğu anlaşılan terekenin, cüz'i kısım borçlarının davacılar tarafından ödenmesinin terekeyi kabullenme olarak değerlendirilemeyeceği, davacıların beyanlarının aleyhte yorumlanmaması gerektiği ve bu konuda bir araştırma yapılmasına da gerek olmadığı sonucuna varılmış, Yerel Mahkeme'ce davanın kabulüne karar verilmesinin usul ve yasaya uygun olduğu HGK'nun çoğunluğunca benimsenmiştir.

HGK'nda yapılan görüşmeler sırasında, bir kısım üyelerce; Özel Daire bozma ilamının araştırmaya yönelik olduğu, esas yönünden değerlendirmenin ilgili dosyanın tetkiki sonucu verilmesinin yerinde olduğu, yerel mahkemenin direnme kararının bu sebeple usul ve yasaya uygun olmadığı ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğunca yukarıda belirtilen sebeplerle benimsenmemiştir.


O halde, HGK'nun çoğunluğunca usul ve yasaya uygun olduğu benimsenen direnme kararının onanması gerekmiştir.


KARAR : Davalı Hazine vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarda açıklanan sebeplerle ONANMASINA, 6217 Sayılı Kanunun 30. maddesiyle 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'na eklenen "Geçici madde 3" atfıyla uygulanmakta olan 1086 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 440/I maddesi uyarınca hükmün tebliğden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere yapılan görüşmeler sonucunda 20.12.2013 gününde oyçokluğuyla karar verildi.



KARŞI OY YAZISI

Türk Medeni Kanununun 605. maddesinin (2.) fıkrası şöyledir:

"Ölümü halinde mirasbırakanın ödemeden aczi açıkça belli veya resmen tespit edilmiş ise, miras reddedilmiş sayılır."

Kanun koyucu bu hükümle, ret lehine bir karine getirmiştir. Buna göre, ölümünde mirasbırakanın ödemeden aczi açıkça belli veya resmen tespit edilmiş ise, mirasçılar, ret yönünde bir irade açıklamasında bulunmalarına ihtiyaç olmaksızın mirası reddetmiş sayılacaklardır. Bunun için, mirasbırakanın ölümü anında borçlarını ödemekten aciz olması, bu durumun açıkça belli veya resmen tespit edilmiş olması gerekir. Bu şartlar gerçekleştiği takdirde mirasçıların karine olarak mirası reddettikleri kabul edilecek, dolayısıyla mirasçılar mirasbırakanın borçlarından sorumlu tutulamayacaklardır. Bu sonuç kendiliğinden ortaya çıkar. Ne var ki, mirasçıların bu yasal karineden yararlanabilmeleri için, ret hakkının düşmemiş olması gerekir.

Türk Medeni Kanununun 610. maddesinin (2.) fıkrası şöyledir:

"Ret süresi sona ermeden mirasçı olarak tereke işlemlerine karışan, terekenin olağan yönetimi niteliğinde olmayan veya mirasbırakanın işlerinin yürütülmesi için gerekli olanın dışında işler yapan ya da tereke mallarını gizleyen veya kendisine maleden mirasçı mirası reddedemez."

Aynı maddenin (3.) fıkrası ise şöyledir:

"Zamanaşımı veya hak düşümü sürelerinin dolmasına engel olmak için dava açılması ve cebri icra takibi yapılması, ret hakkını ortadan kaldırmaz."

Anılan hüküm gereğince; mirasçıların yukarıda 1. paragrafta açıklanan yasal karineden yararlanabilmesi için, ret hakkının düşmesine sebep olan iş ve işlemlerde bulunmamış olmaları gerekir. Başka bir ifade ile, ret süresi sona ermeden mirasçı, mirasın sarih veya örtülü olarak kabulü anlamına gelen iş ve işlemleri yapmış ise, yasal karineden yararlanamaz.

Davacılar, ölümü tarihinde mirasbırakanın ödemeden aczinin açıkça belli olduğunu ileri sürerek, Türk Medeni Kanununun 605/2. maddesinde yer alan yasal karineden yararlanmak amacıyla bu hususun tespitini istemişler, mahkemece, istek kabul edilmiş, davalının temyizi üzerine hüküm Dairemizce bozulmuştur.

Yüksek Özel Daire; "Davacılar dava dilekçesinde mirasbırakanın Vakıfbank'a olan kredi borcu sebebiyle aleyhlerine takip yapıldığını ve 2.000.TL. ödeme yaptıklarını belirtmişlerdir. Belirtilen takip dosyasını tespit et, getirt, ödemenin mirasbırakanın borcu sebebiyle mirasçılar tarafından yapılıp yapılmadığını belirle, sonucuna göre karar ver." demektedir. Mahkeme ise; ilk hükmünde direnmiştir.

Direnme kararında; "mirasbırakanın taşınır ve taşınmaz hiçbir malvarlığının bulunmadığı, ödemeden aczinin açıkça belli ve yasal karinenin doğruluğunun saptandığı, mirasçıların haciz baskısı altında kendilerini zarardan kurtarmak amacıyla ödeme yaptıkları, niyetlerinin terekeyi sahiplenme olmadığı, tereke borcunun mirasçının kendi malvarlığından ödenmesinin de mirası sahiplenme anlamına gelmeyeceği" gerekçe gösterilmiştir. Buna göre, Yüksek Özel Daire ile ile yerel mahkeme arasındaki uyuşmazlık; mirasçıların Türk Medeni Kanununun 605. maddesinin (2.) fıkrasında yer alan yasal karineden yararlanabilmesi için, dava haklarının düşüp düşmediğinin belirlenmesi bakımından araştırmanın yeterli olup olmadığı; dava dilekçesindeki açıklama, mirasbırakanın borcunun mirasçılar tarafından ödendiğini kabul için yeterli ve başka bir araştırmaya lüzum yok ise; mirasbırakanın borcunun mirasçılar tarafından kendi malvarlıklarından ödenmesinin, tereke işlemlerine karışma olarak nitelendirilip nitelendirilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.

Genel Kuruldaki görüşmelerde; gerek yürürlükten kaldırılan 743 Sayılı Türk Kanunu Medenisi'nin, gerekse 4721 Sayılı Türk Medeni Kanununun; mirasın mirasçılara intikalinde külli halefiyet ilkesini benimsediği, Türk Medeni Kanununun 599. maddesi hükmünden kaynaklanan bu ilke uyarınca; mirasbırakanın ölümüyle, başka her hangi bir işleme ve mirasçıların mirası kabul ettiklerine dair bir irade açıklamalarına lüzum bulunmaksızın, mirasın mirasçılara kendiliğinden geçtiği ve mirasçıların mirasbırakanın borçlarından kendilerine bırakılan mallarla sınırlı olmaksızın tüm şahsi malvarlıklarıyla sorumlu oldukları, bu bakımdan direnme kararının gerekçesinde yer alan "tereke borcunun mirasçının kendi malvarlığından ödenmesinin mirası sahiplenme anlamına gelmez" şeklindeki ifadenin yasaya açıkça aykırı olduğu, bu ifadenin gerekçeden çıkartılması gerektiği, Daire kararına muhalefet şerhi koyan sayın üye de dahil olmak üzere ittifakla kabul edilmiştir. Genel Kurul da, "mirasçıların, mirasbırakanın borçlarından kendilerine geçen mallarla sınırlı olmaksızın şahsi malvarlıklarıyla sorumlu olduklarını" kabul ettiğine göre, mirasbırakanın borcunun mirasçıların kendi malvarlıklarından ödenmiş olmasının sorunun çözümünde artık bir önemi bulunmamaktadır. Bu yön tartışmanın dışında bırakılmıştır. O halde, tartışılması ve çözümü gereken asıl sorun; mirasbırakanın borcunu kısmen ödeyen mirasçıların, mirası kabul etmiş sayılıp sayılmayacakları, başka bir ifade ile, kısmen ödemenin "tereke işlerine karışma" anlamına gelip gelmediğidir. Eğer bu işlem, "tereke işlerine karışma" olarak görülmez ise, davacıların borca batıklığı ileri sürme haklarının düşmediği kabul edilmiş olacak, bundan sonra mirasbırakanın ölümü anında borçlarını ödemekten aciz olup olmadığının tespitine gidilecek; "tereke işlerine karışma" veya mirasın örtülü kabulü anlamında ise, davacıların terekenin borca batıklığını ileri sürme hakları kalmamış olacak, dolayısıyla mirasbırakanın borçlarını ödemekten aciz olup olmadığının tespitine artık lüzum kalmayacaktır. Çünkü, mirasçılar mirası örtülü olarak kabul etmişlerdir. Mirası örtülü olarak kabul eden mirasçıların ise, mirasın reddedilmiş sayılmasına dair yasal karineden yararlanmak için terekenin borca batıklığının tespitini isteme hakları yoktur.

Türk Medeni Kanununun 610. maddesinin yukarda yer verilen (2.) fıkrası gereğince; ret süresi içinde tereke işlemlerine karışan, terekenin olağan yönetimi niteliğinde olmayan veya mirasbırakanın işlerinin yürütülmesi için gerekli olanın dışında işler yapan mirasçı ret hakkını yitirir. Kanun koyucu bu hükümle, sayılan bu hareketlerin mirasın "örtülü" biçimde kabul edildiğine dair iradeyi gösterdiğini kabul etmiştir. Terekenin olağan yönetimi niteliğinde olmayan veya mirasbırakanın işlerinin yürütülmesi için gerekli olanın dışında kalan işlerden, başka bir ifade ile "tereke işlerine karışma" olgusundan neyin anlaşılması gerektiği, somut davadaki nesnel olgulara bakılarak tespit edilebilir. Mirasçının hangi maksatla hareket ettiğini araştırma veya niyetinin tespiti kural olarak gerekli değildir. Bir mirasın kesin biçimde kazanılması için hiçbir kabul beyanı gerekli değildir. Eğer mirasçı kanunda öngörülen süre içinde mirası reddetmez ise, mirasçı olmayı istemiş olsun ya da olmasın mirasçı haline gelir. (TMK m. 610/1) Mirasçının niyeti bu açıdan dikkate alınmadığına göre, aynı maddenin 2. fıkrasında öngörülen hal açısından da dikkate alınamaz. Bu bakımdan mirasçının niyet ve maksadı ve borcun miktarının bir önemi bulunmaktadır. Somut olay, nesnel olarak "tereke işlerine karışma" niteliğinde midir, değil midir; önemli olan budur.

Dairemizin istikrar bulmuş kararlarına göre; mirasbırakanın borcunu ödemeyi taahhüt veya kısmen tediye, mirasın kabulü anlamına gelir. İster yapılan bir takip sebebiyle olsun, ister olmasın, tamamı muaccel hale gelmiş miktarı belirli bir borca karşılık kısmen vukubulan ödeme, kısmi ödemeyi alacaklı reddetmedikçe borcun tamamının kabulü anlamına gelir. (eBK. m.68, 6098 s.TBK. m. 84) Bu borcun davalıya ait olması zorunluluğu bulunmamaktadır. Tereke ile ilgili olması yeterlidir. Mirasbırakanın, bir kısım borçlarını ödeyen mirasçı, mirasbırakanın başka borçlarının olduğu anlaşılınca, sonradan terekenin borca batık olduğunu, bu sebeple mirası reddetmiş sayılması gerektiğini ileri süremez. Veya mirasbırakanın örneğin (A)'ya olan borcunu ödeyip, (B)'ye olan borcuna gelince terekenin borca batıklığının ileri sürülmesi ve mirasçının Kanunun 605. maddesinin (2.) fıkrasında yer alan yasal karneden yararlandırılması genel hukuk prensipleri ile bağdaşmaz. Bu bakımdan, miktarı ne olursa olsun, mirasbırakanın borcunu ödemeyi taahhüt veya kısmen ya da tamamen ödeme, tereke işlemlerine karışma niteliğindedir. Bu bakımdan, Yüksek Özel Dairenin bozma kararında belirttiği, icra takip dosyasının tespit edilip, ödemenin mirasçılar tarafından yapılıp yapılmadığı, yapılmış ise hangi mirasçı tarafından yapıldığı ve ödeme yapılırken herhangi bir ihtirazi kayıt konulup konulmadığı tespit edilmeli, sonucu uyarınca karar verilmelidir. Öyleyse, özel Dairenin bozma kararına uyulmak gerekirken direnme kararı verilmesi doğru bulunmamıştır. Kararın açıklanan sebeple bozulması gerektiği düşüncesiyle sayın Genel Kurul çoğunluğunun "onama" yönünde oluşan görüşüne katılmak mümkün olmamıştır."


kararara.com