Olaylar

Başvurucular Ali Karakılıç ve Songül Karakılıç’ın oğulları, Cengizhan Karakılıç’ın ise kardeşleri olan B.K. ve A.K. (kardeşler) ikametgâhlarında yalnız oldukları sırada yangın meydana gelmiştir. Olay yerine intikal eden itfaiye erleri yangına müdahale etmiş ve evde bulunan iki kardeş kardiyopulmoner arrest (solunum ve dolaşım durması) hâlinde devlet hastanesine kaldırılmıştır. Uygulanan kalp masajı sonucu kalp atışları sağlanan kardeşler üniversite tıp fakültesi hastanesine sevk edilmiş, yapılan değerlendirme sonucu kardeşlerin durumunun ağır olduğu ve ileri tedavi (hiperbarik oksijen tedavisi) için başka bir merkeze sevkleri gündeme gelmiş ancak kardeşleri kabul edebilecek bir hastane bulunamamıştır. Başvurucular, kendi imkânlarıyla çocuklarını başka bir ilde bulunan ve yoğun bakım ünitesi bulunmamakla birlikte hiperbarik oksijen tedavisi imkânı olan özel bir tıp merkezine nakletmiştir. Kardeşlerden A.K. tıp merkezinde yapılan tedavilere cevap vermeyerek vefat etmiş, B.K. da farklı hastanelere nakledilmiş ancak tedavi sürecine cevap veremeyerek hayatını kaybetmiştir. Ölüm olaylarını takiben Sağlık Bakanlığı tarafından başlatılan inceleme sonucunda kardeşlerin tedavi sürecine dâhil olan/temas eden sağlık personelinin tedavi sürecinde ve nakil aşamalarında bir kusurlarının bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. İdare mahkemesi nezdinde hizmet kusuruna dayalı açılan tam yargı da davası esastan reddedilmiş ve hüküm kesinleşmiştir.

İddialar

Başvurucular, yangında yaralanıp akabinde vefat eden çocukların tıbbi müdahalesinde gereken korumanın sağlanmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

Mahkemenin Değerlendirmesi

Somut olayda başvurucular yangın sebebiyle dumandan etkilenen/zehirlenen çocuklarının bir bütün olarak tedavi sürecinde yaşanan aksaklıkların etkisiyle vefat ettiğini, sağlık hizmetinin (Samsun'dan başlayıp Ankara'ya uzanan süreçte) hatalı/eksik/kusurlu yürütüldüğünü, çocuklarının gereken tedaviye ulaşamadığını, yeterli teçhizatı olmayan ambulansla hastaneler arasında dolaştırıldığını belirterek Sağlık Bakanlığını da hasım göstermek suretiyle tam yargı davası açmıştır. Yargısal süreçte mahkeme tarafından Adli Tıp Kurumundan istenen bilirkişi raporu raporuna bakıldığında Samsun'da yürütülen sağlık hizmeti ile sınırlı olarak inceleme yapıldığı hatta sadece A.K. yönünden değerlendirmede bulunulduğu görülmüştür. Başvurucular olayın yeterince aydınlatılmadığını ileri sürmesine karşın mahkeme söz konusu bilirkişi raporunu yeterli bularak hükme esas almıştır. Buna karşın başvurucular sadece Samsun'la sınırlı olarak değil Ankara'ya uzanan tedavi sürecinden de şikâyet etmiş; yetersiz teçhizatı olan ambulansla nakilden, 112 Acil Servisin ambulans sağlamamasından, Ankara'daki hastanelerin çocuklarını kabul etmemesinden de yakınmıştır. Mahkemenin başvurucuların ileri sürdüğü bu hususlara ilişkin olarak bir değerlendirmede bulunmadığı anlaşılmıştır.

Tüm bu aktarılan tespitler ışığında iki çocuğun ölümü ile sonuçlanan söz konusu sürece ilişkin olarak devletin yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülükleri bağlamında hukuki sorumluluğun ortaya çıkarılması adına Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik, özen ve süratle bir inceleme yapılmadığı ve sonuç olarak devlete ait pozitif yükümlülüklerin (usul yükümlülüğünün) gereği gibi yerine getirilmediği, yaşam hakkının bu yönüyle ihlal edildiği kanaatine ulaşılmıştır.

Yaşam hakkı kapsamında devletin yerine getirmek zorunda olduğu etkili soruşturma yükümlülüğünün gerektiği şekilde yerine getirilmemesi hâlinde olayı çevreleyen tüm koşullar açıklıkla ortaya konulamadığı için mahkemenin değerlendirmesine konu olmayan (112 Acil Servisin ambulans sağlamaması, Ankara'daki hastanelerin çocukları kabul etmemesi gibi) iddiaların bir başka ifadeyle koruma yükümlülüğünün gereklerinin yerine getirilip getirilmediğinin tespit edilmesi mümkün değildir. Bu bağlamda Mahkemece devletin koruma yükümlülüğüne uyup uymadığının tüm süreç bakımından açık bir şekilde değerlendirilmemiş olması nedeniyle bu aşamada yaşam hakkının maddi (koruma) boyutu yönünden değerlendirme yapılması mümkün değildir.

Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine karar vermiştir.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

A. K. VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/2549)

 

Karar Tarihi: 21/9/2022

R.G. Tarih ve Sayı: 14/10/2022-31983

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Muammer TOPAL

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

İrfan FİDAN

Raportör

:

Volkan ÇAKMAK

Başvurucular

:

1. A. K.

 

 

2. C. K.

 

 

3. S. K.

Başvurucular Vekili

:

Av. Enes Oğuz KARAKILIÇ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; yangında yaralanıp akabinde vefat eden çocukların tıbbi müdahalesinde gereken korumanın sağlanmaması, yangına müdahalede gerekli önlemlerin alınmaması ve olayla ilgili tazminat davasının makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle yaşam ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 18/1/2019 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucular Ali Karakılıç ve Songül Karakılıç'ın oğulları, Cengizhan Karakılıç'ın ise kardeşleri olan B.K. ve A.K. (kardeşler) 7/4/2006 tarihinde Samsun'daki ikametgâhlarında yalnız oldukları (anne, baba ve ağabeyin yokluğunda) sırada yangın çıkmıştır. Olay tarihinde kardeşler 5 ve 6 yaşlarındadır. 11/4/2016 tarihli yangın raporuna göre yangının fişe takılı bırakılan elektrikli battaniyenin aşırı ısınması sonucu kısa devre yapan kablolardan kaynaklandığı tahmin edilmektedir.

9. 11/4/2016 tarihli yangın raporunun eki olup olmadığı anlaşılmayan ve üzerinde tarih bulunmayan ancak itfaiye görevlileri tarafından imzalanan bir diğer belgeye/rapora göre "7/4/2016 tarihinde saat 14.12'de bina önündeki çöp bidonundan duman yükseldiği yönünde itfaiyeye ihbarda bulunulmuş, 14.16'da olay yerine itfaiye ekipleri olay yerine geldiğinde dumanın bidonlardan değil bina kapısından geldiği anlaşılmış, komşuların meskende çocuk olduğu yönünde bilgi vermesi üzerine meskenin kapılarının kilitli olduğu tespit edilmiş ve meskenin kapı/camları kırılarak içeri girilmiştir." Belgenin devamında "dumanın kapı ve pencerenin kırılması ile tahliye olması sonucu temiz hava cihazı ve maskeye ihtiyaç duyulmadığı, kilitli kapıya ilaveten pencere kanatlarının çivilenmek suretiyle kapatıldığının görüldüğü ve çocukların en yakın camdan dışarı çıkarılarak hastaneye sevk edildiği" ifade edilmiştir.

10. 11/4/2006 tarihli yangın raporundaki ihbar ve intikal saati, içeriği yukarıda aktarılan imzalı belge ile örtüşmektedir. Ayrıca 11/4/2016 tarihli raporda yangının söndürülme saati 14.50 olarak belirtilmiş, olayda yaralanan ve ölen olmadığı ifade edilmiştir. Rapora "yanan şeyin son durumu" bölümüne "Yatak yorgan ve elektrikli battaniye tamamen yanmaktan, diğer kısımlar ıslanmak ve islenmekten zarar görmüştür." ve "Evde bulunan 5-6 yaşlarında 2 kardeş yoğun dumandan zehirlenerek hastaneye kaldırıldı." şeklinde notlar düşülmüştür.

11. Kardiyopulmoner arrest (solunum ve dolaşım durması) hâlinde 14.30'da Samsun Devlet Hastanesine kaldırılan ve uygulanan kalp masajı sonucu kalp atışları alınan kardeşler saat 15.30'da Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine karbonmonoksit zehirlenmesi tanısıyla sevk edilmiştir.

12. Tıp Fakültesi Hastanesinde yapılan değerlendirme sonucu kardeşlerin durumunun ağır olduğu tespit edilmiş ve ileri tedavi (hiperbarik oksijen tedavisi) için başka bir merkeze sevk edilmeleri gündeme gelmiştir. Bu bağlamda doktorlar tarafından Ankara Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Gülhane Askerî Tıp Akademisi Hastanesi (GATA), Dr. Sami Ulus Çocuk Hastanesi, Dışkapı Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Yıldırım Beyazıt Araştırma ve Eğitim Hastanesi ile iletişime geçilmiş ancak yoğun bakım ünitesi ve hiperbarik oksijen tedavisi olan, kardeşleri kabul edebilecek bir hastane bulunamamıştır.

13. Başvurucular, çocuklarını Ankara'daki yoğun bakım ünitesi bulunmamakla birlikte hiperbarik oksijen tedavisi imkânı olan özel bir tıp merkezine özelambulansla naklettirmiştir. Doktorların beyanlarına göre kardeşlerin Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Yoğun Bakım Ünitesinde takip edilmeleri önerilmiş ancak aile riski göze alarak hiperbarik oksijen tedavisi için Ankara'ya gitmeyi tercih etmiştir, başvuruculara göre ise hekimler kendilerine "Hiperbarik oksijen tedavisi yapılsın, yoğun bakımı bulursunuz." şeklinde telkinde bulunmuştur. Kardeşler olay günü saat 23.45 sıralarında Ankara'daki özel tıp merkezine giriş yapmıştır. Kardeşlerden A.K.nın durumu tıp merkezinde "genel durumu kötü, şuuru kapalı, solunum düzensiz" olarak tespit edilmiş, hiperbarik oksijen tedavisine başlanarak A.K.ya kalp masajı uygulanmış ancak tedaviye cevap alınamadığı için (8/4/2006 tarihinde) saat 02.30'da canlandırma işlemine son verilmiştir. Vefat eden A.K. için zehirlenmeye bağlı kalp ve solunum durması yönünde adli rapor düzenlenmiştir. B.K. için ise A.K. ile benzer tespitler yapılarak hiperbarik oksijen tedavi yöntemi uygulanmıştır. B.K. için Ankara'da yoğun bakımı olan farklı hastaneler tıp merkezi görevlilerince telefonla aranmış ve B.K. özel ambulansla saat 03.00 sıralarında GATA'ya nakledilmiştir. Bu sırada A.K. da anne ve babası ile birlikte taksiyle GATA'ya getirilmiştir. Yapay solunum desteğiyle yaşatılmakta olan B.K.nın GATA bünyesinde çocuk yoğun bakım ünitesi ve mekanik ventilasyon desteği bulunmaması nedeniyle yeniden başka hastaneye nakli gündeme gelmiştir. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi yetkilileri, boş durumda ventülatör bulunmaması nedeniyle talebi karşılamayacaklarını bildirmiştir. Hiçbir hastanenin kabul etmediği bilgisinin verilmesi üzerine çocuk yoğun bakım ünitesi bulunmasa da uygun yer temin edebileceğini belirten Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesine B.K.nın nakli özel ambulansla sağlanmıştır. Vefat eden A.K. ise GATA'nın morguna alınmıştır.

14. Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesine saat 05.00 sıralarında getirilen B.K. Yetişkin Yoğun Bakım Ünitesinde tedavi altına alınmıştır. Hekimlerin çocuk yoğun bakım ünitesi olan bir kurumda tedavisinin uygun olacağı kanaatine varması üzerine B.K., Hacettepe Üniversitesi İhsan Doğramacı Çocuk Hastanesine saat 06.30'da sevk edilmiştir. Yoğun Bakım Ünitesinde tedavisi yapılan B.K. tedavi sürecine cevap vermeyerek 10/4/2006 tarihinde hayatını kaybetmiştir.

15. Ölüm olaylarını takiben Sağlık Bakanlığı konu hakkında inceleme başlatmıştır. Sağlık Bakanlığı müfettişleri yürüttükleri soruşturma sürecinde kardeşlerin tedavi sürecine dâhil olan/temas eden sağlık personelinin ifadesine başvurmuş, hastane kayıtlarını incelemiş ve bilirkişi incelemesi yaptırmıştır. Yine soruşturma sürecinde 112 Acil Komuta Kontrol Merkezine yapılan aramalar incelenmiş; 112 görevlilerinin uygun sağlık kurumu bulunduğunda nakil için ambulans gönderileceği, aksi hâlde hastaların ambulans içinde gezdirilmesi nedeniyle mağdur oldukları bilgisi verildiği tespit edilmiştir. Sağlık Bakanlığı soruşturmasına esas olan ve Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesinde görevli akademisyenler tarafından düzenlenen 6/6/2006 tarihli bilirkişi raporunda özetle zehirlenme bulguları ağır olan çocuklarda ventilatör desteğine gereksinim duyulduğu, hiperbarik oksijen tedavisinin de uygulanabilir olduğu ancak bu yöntemin yaşam kurtarıcı olduğu hususunun tartışmalı olduğu, başvurulan ilk hastanede bu yöntemin denenmesine karar verildiği, bunun ise yanlış bir tercih olmadığı, hekimlerin yoğun bakım ünitesi bulunan bir sağlık kurumu aramak için çaba sarf ettikleri, bir sağlık kurumunda tüm ventilatörlerin dolu olması hâlinde hasta kabul edilmemesinin zorunluluktan kaynaklandığı, böyle durumlarda hastanın bekletilerek uygun yer bulunduğunda yola çıkarılmasının en iyi yöntem olduğu, somut vakada çocuklar için hiperbarik tedavi imkânı sunan bir merkez bulunması üzerine sevkin kararlaştırıldığı, gerek ilk ulaşılan gerekse daha sonra sevk edilen kurumlarda görev alan hekimlerin izlediği yöntemin ve uygulamanın bilimsel bir hata, eksiklik, kusur içermediği ifade edilmiştir. Soruşturma raporunda sonuç olarak gerek Samsun'daki gerekse Ankara'daki sağlık kurumlarının (Hacettepe Üniversitesi hariç) ve 112 Acil Komuta Kontrol Merkezi görevlilerinin tedavi sürecinde ve nakil aşamalarında bir kusurunun olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Bununla birlikte soruşturma raporunda "Hacettepe Üniversitesinin sürecin ilerleyen safhada B.K.yı kabul etmesi nedeniyle anılan kurumda çocuk yoğun bakım imkanlarının bulunduğunun anlaşıldığı, dolayısıyla olayın hemen akabinde gerçekleşen süreçte ellerinde uygun imkan bulunmadığını, boş yatak olmadığını belirten Hacettepe Üniversitesi yetkililerinin keyfi ve yasaya aykırı davranışları bulunup bulunmadığı hususlarının Yükseköğretim Kurulu tarafından incelenmesi gerektiği" belirtilmiştir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) kayıtlarında ve dosya içeriğinde Yükseköğretim Kurulu(YÖK) tarafından yapılmış bir inceleme/soruşturma kaydına rastlanmamıştır.

16. Samsun Cumhuriyet Başsavcılığı 26/5/2006 tarihli iddianameyle başvurucu Songül Karakılıç hakkında taksirle ölüme neden olma ve genel güvenliği tehlikeye sokma suçları isnadıyla kamu davası açmıştır. Samsun 1. Ağır Ceza Mahkemesi 14/7/2006 tarihli kararı ile başvurucunun beraatine hükmetmiştir. Karar temyiz edilmeden kesinleşmiştir. Beraat kararı gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"...yangının kesin çıkış nedenini tam olarak belirlenmediği, bu konuda yeterli delil de elde edilemediğinden olayda taksirle genel güvenliği tehlikeye sokma suçunun unsurlarının bulunmadığı, ancak sanığın 5 ve 6 yaşlarında kendilerini idare edemeyecek durumdaki çocuklarını rahatsız da olsa yalnız başına bırakarak nedeni tam belirlenemeyen yangın sonucu çocuklarının ölümüne neden olarak taksirle çocuklarının ölümüne neden olduğu sabit ise de, olayda iki çocuğunun ölmüş bulunması nedeni ile kişisel ve ailevi durumu bakımından artık bir ceza hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede kendisinin de mağdur olduğu..."

17. Başvurucular 10/12/2007 tarihinde Samsun 1. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde süreçten bir bütün olarak şikâyet etmiş, itfaiye ve sağlık hizmetinin sunumundaki gecikme/yeterlilik hususunun yanında kardeşlerin gerek 112 Acil Servis ambulansıyla nakledilmemesinde gerekse Ankara'daki hastanelerin onları kabul etmemesinden, uygun tedavinin uygulanamamasından, sağlık hizmetine erişilememesinden ve gecikmeden yakınmışlardır.

18. Mahkeme olayda sağlık hizmetinin sunumuna dair hata, eksiklik bulunup bulunmadığının anlaşılması adına Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Dairesi nezdinde bilirkişi incelemesi yaptırmıştır. Raporun sonuç bölümünün ilgili kısmı şöyledir:

"... 07/04/2006 tarihinde öğlen saatlerinde, fişe takılı bırakılan elektrikli battaniyenin aşırı ısınmasıyla kısa devre yapan kabloların yangına sebebiyet vermesi sonucunda evde yalnız bırakılan ve yoğun dumana maruz kalan [A.K.]'nın itfaiyeciler tarafından kurtarılarak Samsun Devlet Hastanesi'ne kardiopulmoner arrestle götürüldüğü, yapılan resusitasyona yanıt vermediği ve tedavi edildiği hastanede 08/04/2006 gününde öldüğü bildirilen [A.K.] hakkında düzenlenmiş adli ve tıbbi belgelerdeki veriler değerlendirildiğinde; zamanında otopsi yapılarak iç organ değişimleri araştırılmamış olmakla birlikte olayın gelişimi ve tıbbi belgelere göre yangın ortamında kaldığı bildirilen çocuğun karbonmonoksit zehirlenmesi sonucu öldüğünün kabulü gerektiği, 07/04/2006 gününde yangın ortamında kalmaya bağlı kardiopolmoner arrestle Samsun Devlet Hastanesi'ne getirildiğinde CPR yapıldığı, kalp atımının döndüğü, solunumun olmadığı, ambu yardımıyla solunumu sağlandığı, entübe edilip, damar yolu açıldığı, TA 80/40 mmHg tespit edilerek Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'ne sevk edilmesinin ve Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'ne geldiğinde genel durumu kötü, bilinci kapalı, pupiller fiks dilate, IR -/-, ağrılı uyaranlara yanıt alınamayan hastaya yapılan labaratuar tetkikleri, takip ve tedavisinin tıp kurallarına uygun olduğu, Samsun Devlet Hastanesi'ne kardiak arrestle gelen CPR'le kalp atımı dönen hastaya Samsun Devlet Hastanesi'nde hiperbarik oksijen ünitesinin bulunması durumunda da kurtarılmasının kesin olmadığı oybirliği ile mütlaa olunur... "

19. Başvurucular bilirkişi raporuna olayın yeterince aydınlatılmadığını belirterek itiraz etmiştir.

20. Bilirkişi raporunu yeterli bulan Mahkeme 14/7/2011 tarihli kararı ile davayı reddetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

" ... Adli Tıp Kurumu raporuna davacı tarafca itiraz edilmekle beraber, itirazın raporu kusurlandıracak mahiyette olmadığı görülerek rapor karara esas alınacak nitelikte bulunmuştur.

Buna göre Sağlık Bakanlığı ve 19 Mayıs Üniversitesi yönünden vefat eden çocuklara gerekli tıbbi müdahalelerin yapıldığı 'hiperbarik oksijen' ünitesinin bulunmamasının somut olayda, vefatı engelleyici bir durum oluşturmayacağı anlaşıldığından bu idareler yönünden tazmin sorumluluğu bulunmamaktadır.

Samsun Büyükşehir Belediyesi yönünden, olaya geç müdahale edildiği ve itfaiye görevlilerinin gaz maskesi olmadığı için konuta girmediği, vatandaşlarca olaya müdahale edilip, evden çocukların vatandaşlarca çıkarıldığı, olaya geç ve hatta hiç müdahale olmaması nedeniyle böyle sonuçlandığı iddiası açısından, Büyükşehir İtfaiyesince düzenlenen yangın raporunda, yangın ihbarının 14:12'de yapıldığı, çıkışın 14:13'de, varış ve müdahalenin 14:16'da başladığı, 14:50'de söndürme işleminin gerçekleştirildiği, 5 katlı betonarme binadaki meskende, evde bulunan 5-6 yaşlarında 2 kardeşin yoğun dumandan zehirlenerek hastaneye kaldırıldığı, olay yerinde yapılan incelemede, fişe takılı bırakılan elektrikli battaniyenin aşırı ısınmayla kısa devre yapan kabloların yangına sebebiyet verdiği tahmin edildiğinin belirtildiği, davacılar tarafından dava dilekçesi ekinde olay yerindeki vatandaşlardan alınan ifade tutanaklarına göre itfaiye görevlilerinin yanlarında 'gaz maskesi' olmadığı gerekçesiyle eve bir müdahalede bulunmadıkları, bizzat vatandaşlarca camı kırıp içeri girildiği ve çocukların kendilerince dışarıya çıkarıldığının belirtildiği ancak bu ifadelerden sadece birinin resmi olarak kabul edilebileceği polis tarafından alınmış bir ifade olduğu, konuyu açıklığa kavuşturmak amacıyla Samsun 1. Ağır Ceza Mahkemesinde E:2006/160 sayılı dosyanın getirildiği, bu davanın anneye karşı açıldığı ve beraatle sonuçlandığı dava dosyası içerisinde, [S.K.] isimli bahsi geçen ifade tutanağıyla beraber 07/04/2006 gün ve saat 15:00 olarak belirtilen 2 polis memurunca imzalı bir tutanağın olduğu, tutanakta diğer konularla beraber, itfaiye görevlilerinin bina giriş ön camlarını kırarak içeriye girdikleri ve çocukları camdan çıkararak ambulansa bindirdiklerinin belirtildiği görülmüştür.

Bu durumda Samsun Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı İtfaiye görevlilerinin olaya müdahale ettikleri ve çocukları ambulansa bıraktıklarının resmi tutanakla belirtilmesi karşısında, olayda idarenin tazmin sorumluluğunun bulunmadığı..."

21. Ret hükmü, esas yönünden Danıştay Onbeşinci Dairesince 15/1/2018 tarihinde onanmış; karar düzeltme istemi de aynı Daire tarafından 6/11/2018 tarihinde reddedilmiştir.

22. Başvurucular nihai hükmü 20/12/2018 tarihinde tebellüğ etmelerinin ardından 18/1/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

23. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun “İdari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı” kenar başlıklı 2. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “1. İdari dava türleri şunlardır:

...

b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,

...”

24. 2577 sayılı Kanun'un “Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması” kenar başlıklı 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

 “İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.”

25. 2577 sayılı Kanun'un 14. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"...

Dilekçeler, Danıştayda daire başkanının görevlendireceği bir tetkik hakimi, idare ve vergi mahkemelerinde ise mahkeme başkanı veya görevlendireceği bir üye tarafından:

a) Görev ve yetki,

b) İdari merci tecavüzü,

...

f) Husumet,

...

Yönlerinden sırasıyla incelenir."

26. 2577 sayılı Kanun'un 15. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Danıştay veya idare ve vergi mahkemelerince yukarıdaki maddenin 3 üncü fıkrasında yazılı hususlarda kanuna aykırılık görülürse, 14 üncü maddenin;

a) 3/a bendine göre ... idari yargının görevli olduğu konularda görevli veya yetkili olmayan mahkemeye açılan davanın görev veya yetki yönünden reddedilerek dava dosyasının görevli veya yetkili mahkemeye gönderilmesine,

 ...

c) 3/f bendine göre, davanın hasım gösterilmeden veya yanlış hasım gösterilerek açılması halinde, dava dilekçesinin tespit edilecek gerçek hasma tebliğine,

...

e) 3/b bendinde yazılı halde dilekçelerin görevli idare merciine tevdiine,

Karar verilir."

27. Ayrıca konu hakkında ilgili hukuk için bkz. Ayhan Keçeli ve diğerleri, B. No: 2019/24231, 23/2/2022, §§ 39-72; Saadet Ergün ve diğerleri, B. No: 2013/4194, 14/10/2015, §§ 24-30; Ali Abidin Saruhanoğlu ve diğerleri, B. No: 2014/15478, 6/12/2017, §§ 39-42.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

28. Anayasa Mahkemesinin 21/9/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Adli Yardım Talebi Yönünden

29. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler dikkate alınarak geçimini önemli ölçüde güçleştirmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan başvurucuların adli yardım taleplerinin kabulüne karar verilmesi gerekir.

B. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

30. Başvurucular; çocuklarının itfaiye ve sağlık hizmetinin sunumundaki eksiklik ve hatalar sonucu öldüğünü, itfaiye raporunun hiçbir ayrıntı içermediğini, itfaiyenin olaya geç müdahale ettiğini, çocukların Hacettepe Üniversitesine neden kabul edilmedikleri hususunun yargılama boyunca araştırılmadığını, zamanında gerekli tedavinin uygulanması hâlinde çocuklarının yaşama ihtimalinin yüksek olduğunu, tıbbi açıdan yetersiz ambulansla nakledildiklerini, Ankara'daki hastanelerin uzun süre çocukları kabul etmediğini, tam yargı davasının usul yükümlülüğüne aykırı olarak süratle sonuçlandırılmadığını belirterek yaşam, etkili başvuru ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

31. Bakanlık görüşünde, Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihatlarına yer verildikten sonra Anayasa Mahkemesi temyiz mercii olmadığından Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru ile önüne gelen şikâyetleri inceleme yetkisinin ikincil nitelikte olduğu, bu yönüyle dosya bazında delillerin takdiri ile somut dava şartlarında idarenin mesuliyetinin mevcut olup olmadığına ilişkin takdir yetkisinin idare mahkemelerinde olduğu, mevcut dosya kapsamı itibarıyla idare mahkemesi tarafından varılan, vakıaya ve nitelendirmeye dair sonuçtan ayrılmayı gerektiren maddi ve hukuki bir nedenin olmadığı, ayrıca yaşam hakkının usule ilişkin boyutunun uzun yargılama yönünden değerlendirilmesindeki takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğu ifade edilmiştir. Başvurucular Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

C. Değerlendirme

32. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

 “Herkes, yaşama ... hakkına sahiptir.”

33. Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Devletin temel amaç ve görevleri, …Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

34. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvuru, iddiaların niteliği dikkate alındığında bir bütün olarak yaşam hakkı kapsamında incelenmiştir.

1. İtfaiye Görevlilerinin Sorumluluğuna İlişkin Şikâyet Yönünden

35. Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşama hakkı, Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete pozitif ve negatif ödevler yükler (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 50). Devletin negatif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme yükümlülüğünün yanı sıra pozitif bir yükümlülük olarak yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 50, 51). Söz konusu pozitif yükümlülükler, bireyler arası ilişkiler alanında olsa da belirtilen haklara saygıyı sağlamaya yönelik tedbirlerin alınmasını zorunlu kılar (Marcus Frank Cerny [GK], B. No: 2013/5126, 2/7/2015, §§ 36, 40). Alınması gereken tedbirlerin neler olduğu her somut olayın kendi koşulları çerçevesinde değerlendirilmelidir.

36. Devlet, öncelikle yaşam hakkına yönelen tehdit ve risklere karşı caydırıcı ve koruyucu yasal düzenlemeler yapmalı ve bununla da yetinmeyerek gerekli idari tedbirleri almalıdır. Bu ödev ayrıca bireyin yaşamını her türlü tehlike, tehdit ve şiddetten koruma yükümlülüğünü de içerir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 51). Pozitif yükümlülükler kapsamında devletin sahip olduğu koruma yükümlülüğü, hem hukuki hem de fiilî tedbirler alınmasını gerektirmektedir. Bu tedbirler korumasız kişilerin etkili bir şekilde korunmalarını sağlamalı, yetkililerin bilgi sahibi oldukları veya olmaları gerektiği durumlarda makul adımlar atmalarını içermelidir (R.K., B. No: 2013/6950, 20/4/2016, § 75).

37. Devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında can kaybının gerçekleştiği durumlarda Anayasa’nın 17. maddesi devlete elindeki tüm imkânları kullanarak yaşam hakkını korumak için oluşturulan yasal ve idari çerçevenin gereği gibi uygulanmasını, bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili idari ve yargısal tedbirleri alma görevi yüklemektedir. Bu yükümlülük -kamusal olsun veya olmasın- yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet bakımından geçerlidir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 52). Bir kişinin yaşamına yönelik gerçek ve yakın bir tehlikenin bulunduğunun kamu makamlarınca bilindiği ya da bilinmesi gereken durumlarda makul ölçüler çerçevesinde kamu makamlarının bu tehlikenin gerçekleşmesini önleyebilecek şekilde önlem alması gerekir ancak özellikle insan davranışlarının öngörülemezliği, öncelikler ve kaynaklar değerlendirilerek yapılacak işlem veya yürütülecek faaliyet tercihi dikkate alındığında pozitif yükümlülük kamu makamları üzerinde aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanamaz (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 53).

38. Öte yandan yaşam hakkının gerektirdiği pozitif yükümlülüklerin yerine getirilmesi kapsamında alınacak tedbirlerin belirlenmesi idari ve yargısal makamların takdirinde olan bir husustur. Hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması adına pek çok yöntem benimsenebilir ve mevzuatta düzenlenmiş herhangi bir tedbirin yerine getirilmesinde başarısız olunsa bile pozitif yükümlülükler diğer bir tedbir ile yerine getirilebilir (Bilal Turan ve diğerleri, B. No: 2013/2075, 4/12/2013, § 59).

39. Somut başvuruya ilişkin süreçte başvurucular, oğullarının zehirlendiği yangın vakasında itfaiye ekiplerinin olaya geç müdahale ettiğini, gaz maskesi kullanılmaması nedeniyle müdahalede aksama yaşandığını ve itfaiye raporlarının olayı açıklığa kavuşturmadığını ileri sürmüştür.

40. Bireysel başvuru dosyasına başvurucuların sunduğu bilgi/belge ile UYAP üzerinden elde edilen verilerden yangının yaşları 5 ve 6 olan çocukların evde tek başlarına bulunduğu esnada büyük olasılıkla elektrikli battaniyeden çıktığı, mahalle sakinlerinin olay günü saat 14.12'de çöp bidonlarından duman yükseldiği ihbarı yaptığı, itfaiye ekiplerinin olay yerine 14.16'da intikal ettiği, dumanların çöp bidonlarından değil çocukların bulunduğu binadan yükseldiğinin anlaşıldığı, ekiplerin kapı ve pencereleri kırarak meskene girdiği ve çocukları çıkardığı, ardından ambulansa teslim ettiği, saat 14.30'da çocukların sağlık kurumuna ulaştığı, yangının saat 14.50'de söndürüldüğü anlaşılmıştır.

41. Olaya dair zaman çizelgesine göre yangın evdeki elektrikli eşyadan kaynaklanmış, yangının ihbar edilmesinden sadece 4 dakika sonra itfaiye ekipleri olay yerine ulaşmış, bundan 14 dakika sonra da yangından/dumandan etkilenenmiş/zarar gören çocuklar sağlık kurumuna ulaştırılmıştır. İtfaiye hizmetinin sunumu/yürütümü bağlamında yangının söndürülememesi, meskene girilememesi, çocukların yangın/duman ve/veya teçhizat eksikliği nedeniyle tahliye edilememesi gibi bir durum söz konusu değildir. Öte yandan başvurucular söz konusu silsileyi/durumu yalanlayan bir bilgi/belge de sunmamıştır. Bu bağlamda anılan zaman çizelgesi, olayın seyri, çocukların sağlık kurumuna kısa sürede ulaştırılması dikkate alındığında yaşamı koruma yükümlülüğü bağlamında kişilerin yaşamını tehlikeye atabilecek bir risk karşısında tedbirli olunmadığından, gerçekleşen riske yönelik makul adımların atılmadığından ve kişilerin yaşamının korunması adına gereken tedbirlerin alınmadığından söz edilemeyecektir.

42. Sonuç olarak yangın riskine karşı yaşamı koruma yükümlülüğü bağlamında yaşam hakkına yönelik bir ihlal bulunmadığının açık olduğu sonucuna ulaşılmıştır.

43. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Sağlık Hizmetinin Sunumuna İlişkin Şikâyet Yönünden

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

44. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını kaybeden kişi açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak yaşanan ölüm olayı nedeniyle ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 41). Başvurucular, başvuruya konu olan süreçte hayatını kaybeden çocukların birinci derece yakınlarıdır. Bu nedenle başvuruda başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.

45. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Genel İlkeler

46. Yaşam hakkını güvence altına alan Anayasa'nın 17. maddesi, devletin temel amaç ve görevlerini düzenleyen Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete, negatif yükümlülükler yanında egemenliği altındaki kişilerin yaşamlarının korunması için bazı pozitif yükümlülükler de yükler (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 50, 51).

47. Anılan pozitif yükümlülükler sağlık alanında yürütülen faaliyetler için de geçerlidir. Nitekim Anayasa’nın 56. maddesinde herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu, devletin “herkesin hayatını beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak … amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini” düzenleyeceği ve bu görevini kamu kesimindeki ve özel kesimdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine getireceği kurala bağlanmıştır. Bu sebeple devlet, sağlık hizmetlerini -ister kamu ister özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- hastaların yaşamlarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Nail Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014, §§ 34, 35). Şüphesiz anılan düzenlemeler, sağlık personelin sahip olması gereken yüksek mesleki standartları da içermelidir.

48. Pozitif yükümlülüğü kapsamında devlet, yaşam hakkını korumak için oluşturulan yasal ve idari çerçevenin gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili bir yargısal sistem kurmakla da yükümlüdür (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 52).

49. Sözü edilen usul yükümlülüğü uyarınca şüpheli her ölüm olayı hakkında olayın tüm yönleriyle ortaya konulmasına, sorumlu kişilerin belirlenmesine ve gerektiğinde bu kişilerin cezalandırılmasına imkân tanıyan bağımsız bir soruşturma yürütülmelidir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54; Sadık Koçak ve diğerleri, B. No: 2013/841, 23/1/2014, § 94).

50. Kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelen ölüm olaylarında Anayasa'nın 17. maddesi gereğince devletin sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte cezai soruşturmalar yürütme yükümlülüğü bulunsa da kasıtlı olmayan eylemler açısından farklı bir yaklaşım benimsenebilir. Bu bakımdan genel olarak ihmal suretiyle ortaya çıkan diğer ölümlerde olduğu gibi tıbbi ihmal sonucu ortaya çıktığı iddia edilen, bir başka ifadeyle bir tedavinin kusurlu, yanlış veya gecikmiş olması ya da sağlık çalışanlarının tedavi sırasındaki koordinasyon eksiklikleri sonucu meydana geldiği ileri sürülen ölüm olaylarında da etkili bir yargısal sistem kurma yönündeki pozitif yükümlülük; mağdurlara hukuki, idari ve hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması ile yerine getirilmiş sayılabilir (Nail Artuç, § 37; Zeki Kartal, B. No: 2013/2803, 21/1/2016, § 78). Tıbbi ihmal iddialarının söz konusu olduğu hâllerde devletin egemenliği altındaki kişilerin yaşamlarının korunması yönündeki pozitif maddi yükümlülük, sağlık kurumlarının (kamu ya da özel) hastaların yaşamlarını koruyabilmesi için gerekli tedbirleri almalarının sağlanması ile sağlık çalışanlarının yüksek mesleki standartlara sahip olmalarını temin edecek etkili bir mevzuat oluşturulmasından ibarettir. Oluşturulan mevzuat, kişilerin yaşamının korunması yönünden eksik olmadığı sürece sağlık çalışanlarının hastayı tedavi ederken yaptığı değerlendirme hataları, tedavi sürecindeki gecikmeler ya da tedavi sırasında sağlık çalışanları arasında yaşanan koordinasyon eksikleri devleti yaşam hakkının maddi boyutunun ihlalinden dolayı sorumlu tutmak için yeterli değildir (Ayhan Keçeli ve diğerleri, § 89).

51. Öte yandan ölümün tıbbi ihmalden değil de sağlık durumunun ciddiyeti bilinen ya da bilinmesi gereken hastaya gerekli acil sağlık hizmetinin sunulmaması sonucu meydana geldiği ya da sağlık hizmetlerinde var olan ve yetkililerce bilinen veya bilinmesi gereken ancak ortadan kaldırılması için gerekli önlemlerin alınmadığı sistemsel veya yapısal bir işlevsizliğin hastanın sağlık hizmetlerinden yoksun kalarak ölmesine neden olduğu durumlarda, sorumlular aleyhine hiçbir suçlamada bulunulmaması ya da bu kişilerin yargılanmaması yaşam hakkının (maddi ve/veya usul boyutu yönünden) ihlaline neden olabilir (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Kenan Sayın, B. No: 2013/5376, 14/10/2015, § 47). Nitekim Anayasa Mahkemesi başvurucuların hükümlü olarak bir ceza infaz kurumunda tutulan yakınlarının çıkan bir yangında yanması sonrasında yanık tedavi üniteleri olan sağlık kuruluşları tarafından kabul edilmemesinin konu edildiği İrfan Durmuş ve diğerleri (B. No: 2014/4153, 11/5/2017, §§ 108-110) başvurusunda başvurucuların ceza soruşturmasına ilişkin başvuru yolunu tüketmelerini başvurunun incelenmesi için yeterli görmüştür.

52. Yaşam hakkı kapsamında hukuki sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat davalarında makul derecede ivedilik ve özen şartının yerine getirilmesi, dolayısıyla derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri yargılamalarda, Anayasa'nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede bir inceleme yapıp yapmadıklarının Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi şarttır. Zira derece mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet, yürürlükteki yargı sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer hak ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Perihan Uçar, B. No: 2013/5860, 1/12/2015, § 52). Bununla birlikte söz konusu özen şartı, yaşam hakkı ile ilgili her davada mutlaka mağdurlar lehine bir sonuca varılmasını garanti altına almaz (Aysun Okumuş ve Aytekin Okumuş, B. No: 2013/4086, 20/4/2016, § 73).

53. Son olarak ifade etmek gerekir ki herhangi bir davada bilirkişi incelemesine başvurulmasının gerekli olup olmadığına karar vermek ya da başvuru dosyasındaki tıbbi bilgilerden hareketle bir davada görüş bildiren bilirkişilerin vardıkları sonuçların veya sahip oldukları bilimsel bakış açılarının doğru olup olmadığını irdelemek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir. Delillerin ve bilirkişi incelemesi de dâhil olmak üzere delillerin değerlendirilmesinde kullanılan araçların kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi hususları kural olarak derece mahkemelerinin takdirinde olan bir husustur ve açık hata veya keyfîlik ihtiva etmemesi hâlinde Anayasa Mahkemesinin bu takdire müdahalesi söz konusu olamaz. Bu bakımdan tıbbi ihmal iddiasıyla yapılan başvurularda yaşam hakkının usul boyutunun incelenmesi sırasında yapılması gereken iş, başvuruya konu edilen tam yargı veya tazminat davasının, ölümle neticelenen olayın seyrini ve sağlık personelinin olası sorumluluğunu aydınlatmaya imkân verip vermediğini belirlemektir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. İrfan Durmuş ve diğerleri, §§ 127, 128; Bağı Akay ve diğerleri, B. No: 2014/5101, 22/6/2017, § 56. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kendisi yönünden yaptığı benzer değerlendirmeler için bkz. Yirdem ve diğerleri/Türkiye, B. No: 72781/12, 4/9/2018, § 46; Tülay Yıldız/Türkiye, B. No: 61772/12, 11/12/2018, § 55).

54. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı kapsamında devletin yerine getirmek zorunda olduğu etkili soruşturma yükümlülüğünün gerektiği şekilde yerine getirilmemesi hâlinde devletin negatif ve pozitif (öldürmeme ve koruma) yükümlülüklerine gerçekten uyup uymadığının tam olarak tespit edilmesi mümkün değildir. Bu nedenle soruşturma yükümlülüğü, devletin bu madde kapsamındaki negatif ve pozitif yükümlülüklerinin güvencesini oluşturmaktadır (Salih Akkuş, B. No: 2012/1017, 18/9/2013, § 29).

ii. İlkelerin Somut Olaya Uygulanması

55. Başvurucular yangın sebebiyle dumandan etkilenen/zehirlenen çocuklarının tedavi sürecinde yaşanan aksaklıklar nedeniyle vefat ettiğini, sağlık hizmetinin Samsun'dan başlayıp Ankara'ya uzanan süreçte hatalı/eksik/kusurlu yürütüldüğünü, çocuklarının gereken tedaviye ulaşamadığını, yeterli teçhizatı olmayan ambulansla hastaneler arasında dolaştırıldığını belirterek Sağlık Bakanlığını da hasım göstermek suretiyle tam yargı davası açmış ve yargısal sürecin sonuçlanmasının ardından benzer iddialarla yaşam hakkının ihlal edildiği temelinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

56. Yargısal süreçte Mahkeme, Adli Tıp Kurumundan bilirkişi raporu almıştır. Bilirkişi raporuna bakıldığında nihai olarak salt Samsun'da yürütülen sağlık hizmeti ile sınırlı olarak inceleme yapıldığı hatta sadece A.K. yönünden değerlendirmede bulunulduğu görülmektedir. Başvurucular olayın yeterince aydınlatılmadığını ileri sürmesine karşın Mahkeme söz konusu bilirkişi raporunu yeterli bulmuş ve hükme esas almıştır. Buna karşın başvurucular sadece Samsun'la sınırlı olarak değil Ankara'ya uzanan tedavi sürecinden de şikâyet etmiş; yetersiz teçhizatı olan ambulansla nakilden, 112 Acil Servisin ambulans sağlamamasından, Ankara'daki hastanelerin çocuklarını kabul etmemesinden yakınmıştır. Mahkeme, başvurucuların ileri sürdüğü bu hususlara ilişkin olarak bir değerlendirmede bulunmamıştır.

57. Ayrıca 2577 sayılı Kanun uyarınca ilgili olabilecek diğer kurumların (Sağlık Bakanlığının hazırladığı soruşturma raporunda anılan hatta inceleme yapılması yönünde görüş bildirilen YÖK ve Hacettepe Üniversitesi) hasım konumuna alınması ve/veya yetki hususunda sorun olduğunun düşünülmesi hâlinde dosyanın yetkili mahkemeye gönderilmesi mümkündür. Bu bağlamda Mahkemenin sahip olduğu resen araştırma, inceleme yetkisini olayı tüm boyutlarıyla açığa çıkarmak, ileri sürülen esasa etkili tüm hususları aydınlatmak için kullandığından söz edilemez.

58. Diğer taraftan yargılama sürecinin yaklaşık 11 yılda sonuçlandığı görülmüştür. Anayasa Mahkemesinin etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin müstakar içtihatları dikkate alındığında karmaşıklık ve/veya belirsizlik içermeyen somut olaya ilişkin yargılamanın makul bir süratle yürütüldüğünden söz edilemeyecektir.

59. Tüm bu aktarılan tespitler ışığında iki çocuğun ölümü ile sonuçlanan söz konusu sürece ilişkin olarak devletin yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülükleri bağlamında hukuki sorumluluğun ortaya çıkarılması adına Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik, özen ve süratle bir inceleme yapılmadığı ve sonuç olarak devlete ait pozitif yükümlülüklerin (usul yükümlülüğünün) gereği gibi yerine getirilmediği, yaşam hakkının bu yönüyle ihlal edildiği kanaatine ulaşılmıştır.

60. Yaşam hakkı kapsamında devletin yerine getirmek zorunda olduğu etkili soruşturma yükümlülüğünün gerektiği şekilde yerine getirilmemesi hâlinde olayı çevreleyen tüm koşullar açıklıkla ortaya konulamadığı için mahkemenin değerlendirmesine konu olmayan (112 Acil Servisin ambulans sağlamaması, Ankara'daki hastanelerin çocukları kabul etmemesi gibi) iddiaların, bir başka ifadeyle koruma yükümlülüğünün gereklerinin yerine getirilip getirilmediğinin tespit edilmesi mümkün değildir (bkz. § 54). Bu bağlamda Mahkemece devletin koruma yükümlülüğüne uyup uymadığının tüm süreç bakımından açık bir şekilde değerlendirilmemiş olması nedeniyle bu aşamada yaşam hakkının maddi (koruma) boyutu yönünden değerlendirme yapılması mümkün değildir.

61. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkına ilişkin pozitif yükümlülükler bağlamında usul yükümlülüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

62. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

63. Başvurucular ihlalin tespiti ve maddi, manevi tazminata hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.

64. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

65. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

66. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

67. İncelenen başvuruda Samsun 1. İdare Mahkemesi tarafından yapılan yargılama neticesinde yaşam hakkının pozitif yükümlülükler kapsamındaki usul boyutunun ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

68. Bu durumda yaşam hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise usul hukukunda yer alan benzer kurumlardan farklı ve bireysel başvuruya özgü bir düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yeniden yargılama sürecinde mahkemelerce yapılması gereken iş, öncelikle hak ihlaline yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılmasından ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

69. Diğer taraftan yaşam hakkına ilişkin pozitif yükümlülüğün usul boyutu bağlamında yargılamanın makul bir süratle sonuçlandırılmadığı sonucuna da ulaşıldığından ihlalin tespiti ve yeniden yargılama ile giderilemeyecek olan zararlarına karşılık olarak 90.000 TL manevi zarara hükmedilmesi gerekir. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucuların bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin ve tazminata ilişkin diğer taleplerin reddine karar verilmesi gerekir.

70. 9.900 TL vekâlet ücretinin başvuruculara ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Adli yardım talebinin KABULÜNE,

B. 1. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın itfaiye hizmetinin sunumuna ilişkin şikâyet yönünden açıkça dayanaktan yoksunluk nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın sağlık hizmetinin sunumuna ilişkin şikâyet yönünden KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

C. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutu yönünden İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. Kararın bir örneğinin Anayasa'nın 17. maddesinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Samsun 1. İdare Mahkemesine (E.2007/1543, K.2011/873) GÖNDERİLMESİNE,

E. Başvuruculara net 90.000 TL tutarındaki manevi tazminatın MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

F. 9.900 TL vekâlet ücretinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

G. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 21/9/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.