T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2017/11-120
K. 2019/334
T. 21.3.2019

SÖZLEŞMEDEN KAYNAKLANAN CEZAİ ŞART İSTEMİ ( Temyiz Aşamasında Davacı Tarafça Sunulan Protokolün Tarafların Karardan Sonra Eldeki Davaya Konu Uyuşmazlıkla İlgili Olarak Aralarında Anlaşmaya Vardıkları ve Bu Nedenle Söz Konusu Protokolün Davaya Son Veren Taraf İşlemi Niteliğinde Olduğu Kabul Edilerek Karar Verilmesi Gerektiği - Direnme Kararının Özel Daire Bozma Kararında Gösterilen Nedenlerden Dolayı Bozulması Gerektiği )

KARAR TARİHİNDEN SONRA İMZALANAN PROTOKOLÜN DAVAYA SON VEREN TARAF İŞLEMİ NİTELİĞİNDE OLMASI ( Uyuşmazlık Konusu ile İlgili Feragat Vazgeçme Kabul veya Sulh Anlamına Gelen Bir İbarenin Protokolde Mevcut Olmadığı ve Protokolün Tamamen Mahkeme Kararında Hüküm Altına Alınan Miktarın İcra Takibi Konusu Olması Halinde İnfazı Çözümler Nitelikte Olup Protokol Doğrultusunda Bir Karar Verilmesinin Mümkün Olmadığı Gerekçesiyle Direnme Kararı Verilmesinin Hatalı Olduğu )

PROTOKOLÜN KARARIN İNFAZINA YÖNELİK ANLAŞMA NİTELİĞİNDE OLMAMASI ( Davacının Temyiz Dilekçesine Ekli Olarak Sunduğu Protokolde Karardan Kaynaklanan Borcun Tüm Ferileri ile Davaya Konu Sözleşme Nedeniyle Davalının Davacıya Ödeme Yapacağının Kararlaştırıldığı - Ödemenin Yapılması Durumunda Davacının Davalıdan Dava ve Sözleşme Gereğince Hiçbir Talepte Bulunmayacağının Belirtildiği/Davalı Tarafından Ciro Edilerek Davacıya Verilen Çeklerin Davacı Tarafından Tahsil Edildiğinin Taraf Beyanları ile Sabit Olduğu )

PROTOKOL GEREĞİ ÖDEME YAPILMASI ( Uyuşmazlıkla İlgili Taraflar Anlaşmaya Varmış Olduklarından Protokolün Davaya Son Veren Taraf İşlemi Niteliğinde Olduğunun Kabulü Gerektiği - Davaya Son Veren Taraf İşleminin Sonucuna Göre Bir Karar Verilmesi Gerektiğinden Yerel Mahkeme Direnme Kararının Bozulduğu/Bozma Nedenine Göre Taraf Vekillerinin İşin Esasına İlişkin Temyiz İtirazlarının İncelenmesine Yer Olmadığına Karar Vermek Gerektiği )

6100/m.74,154,307,308,313,315

ÖZET : Dava, “Televizyon Dizi Film Oyuncu Sözleşmesi”nden kaynaklanan cezai şart istemine ilişkindir.

Bozma gerekçesi olan ve taraflar arasında karar tarihinden sonra düzenlenen protokol ile davada verilen karardan kaynaklanan ve davalı tarafından davacıya yapılacak ödemenin, vekalet ücreti ve yargılama gideri kalemlerini de kapsar şekilde belirlenen miktarın ödemesi ile ilgili anlaşmaya vardıkları anlaşılmış; davadaki uyuşmazlık konusu ile ilgili HMK'nda belirtilen feragat, vazgeçme, kabul veya sulh anlamına gelen bir ibarenin bu protokolde mevcut olmadığı, protokolün tamamen mahkeme kararında hüküm altına alınan miktarın icra takibi konusu olması halinde infazı çözümler nitelikte olduğu, bu nedenle protokol doğrultusunda bir karar verilmesinin mümkün olmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Davacı tarafından temyiz dilekçesine ekli olarak sunulan protokolde; işbu dava sonucunda verilen karardan kaynaklanan borcun tüm ferîleri ile işbu davaya konu sözleşme nedeniyle davalının davacıya ödeme yapacağının kararlaştırıldığı, ayrıca ödemenin yapılması durumunda davacının davalıdan işbu dava ve davaya konu sözleşme gereğince hiçbir talepte bulunmayacağının belirtildiği, yine ödeme yapıldığında davalının tüm sonuçları ile ibra edileceği hususunun kararlaştırıldığı anlaşılmakta olup protokol gereğince davalı tarafından ciro edilerek davacıya verilen çeklerin davacı tarafından tahsil edildiği de taraf beyanları ile sabittir.

Yerel mahkemece, temyiz aşamasında davacı tarafça dosyaya sunulan protokolün, tarafların karardan sonra eldeki davaya konu uyuşmazlıkla ilgili olarak aralarında anlaşmaya vardıkları ve bu nedenle söz konusu protokolün davaya son veren taraf işlemi niteliğinde olduğu kabul edilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerektiğinden, yerel mahkeme direnme kararının, Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı bozulmasına, bozma nedenine göre taraf vekillerinin işin esasına ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına karar vermek gerekmiştir.

DAVA : Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İstanbul 3. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 28.09.2011 tarihli ve 2009/104 E., 2011/204 K. sayılı karar, taraf vekilleri tarafından temyiz edilmekle, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 27.02.2014 tarihli ve 2013/17881 E., 2014/3621 K. sayılı kararı ile;

“…Davacı vekili, müvekkili ile davalı arasında 26.10.2007 tarihinde "Televizyon Dizi Film Oyuncu Sözleşmesi" imzalandığını, ancak davalı göndermiş olduğu 05.11.2007 tarihli ihtarname ile anılan sözleşmeyi hiçbir hukuki bilgisi olmadan, sözleşmeyi kontrol etme fırsatı elinden alınmış olarak ve daha önce üçüncü bir şahıs ile imzalamış bulunduğu sözleşmeye rağmen durumun farkında olmaksızın hataen imzaladığı gerekçesiyle sözleşmeyi tek taraflı olarak feshettiğini bildirdiğini, davalının sözleşmeyi fesih gerekçesinin yasalara aykırı olduğunu, davalının sözleşme uyarınca 140.000,00 TL cezai şart ödemekle yükümlü olduğunu ileri sürerek, 140.000,00 TL cezai şart bedelinin bankaların uyguladığı en yüksek reeskont faiziyle birlikte davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, davaya konu sözleşmenin müvekkiline avukatı ya da menajeri olmaksızın hatta okutmadan imzalatıldığını, sözleşmedeki cezai şartın fahiş ve haksız kazanç elde etmeye yönelik olduğunu, ayrıca belirsiz süreli sözleşmelerde cezai şart talep edilemeyeceğini savunarak, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece iddia, savunma, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre, davalının sözleşmeyi feshetmesinin hukuken ve haklı bir gerekçeye dayanmadığı, davacının cezai şartı talep etme hakkının bulunduğu ancak tarafların belirledikleri 140.000,00 TL cezai şart ücretinden % 30 oranında indirim yapılmasının uygun görüldüğü sonucuna varılarak, davanın kısmen kabulüyle takdiren 98.000,00 TL cezai şartın dava tarihinden itibaren bankaların uyguladığı en yüksek reeskont faiziyle birlikte davalıdan alınmasına karar verilmiştir.

Kararı, davalı vekili ile katılım yolu ile davacı vekili temyiz etmiştir.

1-) Dava, taraflar arasında yapılan sözleşmenin davalı tarafından haksız olarak feshedildiği iddiasıyla sözleşmede kararlaştırılan cezai şart bedelinin tahsili istemine ilişkindir. Mahkemece, yazılı şekilde davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, verilen karar taraf vekillerince temyiz edilmiş ise de temyiz aşamasında davacı tarafça dosyaya sunulan 04.11.2011 tarihli Protokol başlıklı sözleşme ile tarafların karardan sonra işbu davaya konu uyuşmazlıkla ilgili olarak aralarında anlaşmaya vararak, bu konuda protokol yaptıkları görülmüştür. Bu durumda mahkemece, taraflar arasında davaya konu uyuşmazlıkla ilgili olarak yapılan Protokol uyarınca hüküm tesis edilmesi gerektiğinden kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir.

2-) Bozma sebep ve şekline göre, taraf vekillerinin temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine gerek görülmemiştir…”

gerekçesi ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Dava, “Televizyon Dizi Film Oyuncu Sözleşmesi”nden kaynaklanan cezai şart istemine ilişkindir.

Davacı vekili; müvekkili ile davalı arasında 26.10.2007 tarihinde "Televizyon Dizi Film Oyuncu Sözleşmesi" imzalandığını ve sözleşme gereğince davalı ile deneme çekimleri yapıldığını, ancak davalı tarafından gönderilen 05.11.2007 tarihli ihtarname ile anılan sözleşmeyi hiçbir hukuki bilgisi olmadan, sözleşmeyi kontrol etme fırsatı elinden alınmış olarak ve daha önce üçüncü bir şahıs ile imzalamış bulunduğu sözleşmeye rağmen durumun farkında olmaksızın hataen imzaladığından bahisle sözleşmenin tek taraflı olarak feshedildiğinin bildirdiğini, davalının sözleşmeyi fesih gerekçesinin hukuka aykırı olduğunu, davalının sözleşme gereğince 140.000,00TL cezai şart ödemekle yükümlü olduğunu ileri sürerek cezai şart bedelinin en yüksek reeskont faiziyle birlikte davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili; davaya konu sözleşmenin müvekkiline avukatı ya da menajeri olmaksızın hatta okutulmadan imzalatıldığını, sözleşmedeki cezai şartın fahiş ve haksız kazanç elde etmeye yönelik olduğunu, ayrıca belirsiz süreli sözleşmelerde cezai şart talep edilemeyeceğini savunarak davanın reddini istemiştir.

Yerel mahkemece; davalının sözleşmeyi feshetmesinin hukuken haklı bir gerekçeye dayanmadığı, davacının cezai şartı talep etme hakkının bulunduğu ancak tarafların belirledikleri 140.000,00TL cezai şart ücretinden % 30 oranında indirim yapılmasının hakkaniyete uygun görüldüğü gerekçesiyle davanın kısmen kabulüyle 98.000,00TL cezai şartın dava tarihinden itibaren en yüksek reeskont faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiştir.

Taraf vekillerinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.

Yerel mahkemece, önceki kararda dayanılan gerekçeler tekrar edilmek suretiyle ve taraflar arasında karar tarihinden sonra 04.11.2011 tarihinde düzenlenen protokol ile temyize konu edilen ve işbu davada verilen karardan kaynaklanan ve davalı tarafından davacıya yapılacak ödemenin, vekâlet ücreti ve yargılama gideri kalemlerini de kapsar şekilde 123.000,00TL olarak belirlendiği ve bu miktarın ödemesi ile ilgili anlaşmaya vardıkları, davadaki uyuşmazlık konusu ile ilgili HMK'nın 307, 308 ve 313. maddelerinde belirtilen feragat, vazgeçme, kabul veya sulh anlamına gelen bir ibarenin bu protokolde mevcut olmadığı, protokolün tamamen mahkeme kararında hüküm altına alınan miktarın icra takibi konusu olması hâlinde infazı çözümler nitelikte olduğu, bu nedenle protokol doğrultusunda bir karar verilmesinin mümkün olmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme kararı, davalı vekili ve katılma yoluyla davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; taraflar arasında karar tarihinden sonra imzalanan 04.11.2011 tarihli protokolün davaya son veren taraf işlemi niteliğinde olup olmadığı, buradan varılacak sonuca göre söz konusu protokole göre karar verilip verilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.

Uyuşmazlığın çözümü için davaya son veren taraf işlemlerinin usul hukuku bakımından sonuçları hakkında kısa bir açıklama yapılmasında yarar vardır.

Davaya son veren taraf işlemleri olan feragat, kabul ve sulh, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 307 ilâ 315. maddeleri arasında düzenlenmiştir. Tasarruf ilkesinin bir sonucu olarak davaya son veren taraf işlemleri hüküm kesinleşinceye kadar yapılabilir. Bir başka ifade ile taraflar davayı kabul ederek ya da davadan feragat ederek veya sulh sözleşmesi yaparak yargılamanın her aşamasında ve hatta kanun yollarında herhangi bir hükme gerek kalmaksızın davayı sona erdirebilirler. Ancak bu işlemler vekil tarafından yapılacaksa vekilin vekâletnamesinde özel yetkinin bulunması gerekir (HMK m. 74).

Davadan feragat, davayı kabul ve sulh, içerikleri itibariyle birer maddi hukuk işlemi olmakla birlikte, yapılış şekli itibariyle birer usulü işlemdir. Bu nedenle söz konusu işlemler bir taraftan maddi hukuk anlamında uygulama imkânı bulan iradeyi bozan hâllere dayanılarak iptal edilebilirken, diğer taraftan kesin hüküm gibi sonuç doğurmaktadır.

Davadan feragat, davacının talep sonucundan kısmen veya tamamen vazgeçmesidir (HMK m. 307). Davadan feragat eden davacı, bununla dava dilekçesinin talep sonucu bölümünde istemiş olduğu haktan kısmen veya tamamen vazgeçer.

Davayı kabul, davacının talep sonucuna, davalının kısmen veya tamamen muvafakat etmesidir (HMK m. 308/1). Davayı kabul eden davalı, bu şekilde, davacının talep sonucu bölümünde istemiş olduğu hakkı kısmen veya tamamen kabul eder.

Davadan feragat ve davayı kabul tek taraflı usul işlemidir; bu nedenle karşı tarafın izni ve mahkemenin onayına gerek kalmaksızın hüküm ifade eder. Sulh ise bir sözleşme olup, iki taraflıdır ve yapılabilmesi için her iki tarafın iradesinin birbiri ile uyuşmasını gerektirir.

Somut olayda 04.11.2011 tarihli Protokol iki tarafça imzalandığı için sulh sözleşmesinden ayrıca bahsedilmesi gerekir.

Sulh sözleşmesi ile taraflar birbirinden karşılıklı olarak ödünlerde (tavizlerde, fedakârlıklarda) bulunarak aralarında mevcut bir hukuki ilişki üzerindeki anlaşmazlığa veya tereddüt (kararsızlık) hâline son veren ve tam iki taraf borç yükleyen bir sözleşmedir (Tandoğan, Haluk; Borçlar Hukuku Özel Borç İlişkileri, C. 1, İstanbul, 1988, s. 14).

Uygulamada ve teoride kabul edilmekle birlikte 1086 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nda yer almayan sulh, ilk defa HMK ile düzenlenmiş ve HMK'nın 313. maddesinde bir kurum olarak yer almıştır. Anılan maddede sulh; “görülmekte olan bir davada, tarafların aralarındaki uyuşmazlığı kısmen veya tamamen sona erdirmek amacıyla, mahkeme huzurunda yapmış oldukları bir sözleşme” olarak tanımlanmıştır (HMK m. 313/1).

Hemen belirtilmelidir ki tarafların aralarındaki uyuşmazlığı anlaşarak gidermesi anlamına gelen sulh sözleşmesinin kurulması için tıpkı diğer sözleşmelerde olduğu gibi karşılıklı ve birbirine uygun irade beyanları, yani icap (öneri) ve kabul bulunmalıdır. Bu icap ve kabul açık olabileceği gibi zımni (örtülü) de olabilir. Bu sözleşme ile taraflar dava konusu uyuşmazlığa bir fedakârlık ve özveri göstererek son verirler. Genellikle, davacı talep sonucunun bir bölümünden feragat ederek ve davalı da davacının talep sonucunun kalan bölümünü kabul etmek suretiyle sulh sözleşmesi hukuken vücut bulur. En önemlisi bunun sonucunda uyuşmazlık ortadan kaldırılmış sayılır. Bu nedenle sadece tarafların üzerinde tasarruf yetkisine sahip oldukları davalar bakımından söz konusu olur.

Sulh yapılması kural olarak şekle tabi değildir. Ancak HMK'nın 154/3-ç maddesinde mahkeme huzurunda yapılan sulhlar için bir geçerlilik şartı öngörülmüştür. Buna göre, taraflar mahkeme huzurunda sulh olmak istediklerini bildirdikleri taktirde, bu sözlü beyanlarının tutanağa geçirilerek sulh olan taraflara okunması ve imzalattırılması gerekmektedir. Sulhun yazılı olarak yapılması hâlinde ise tarafların bu konudaki beyanlarını içeren dilekçelerinin tutanağa yazılarak eklenmesi gerekir (HMK m. 154/4). Bu hükümden hareketle sulhun tutanağa geçirilmesinin, taraflara okunmasının, onların onayının alınmasının ve (varsa) itirazlarının da tutanağa geçirilmesinin sulhun sonuç doğurabilmesi için zorunlu şartlar olduğu söylenebilir (Kuru, Baki; Hukuk Muhakemeleri Usulü, C. IV, İstanbul, 2001, s. 3753).

Sulhun şekli konusunda üzerinde durulması gereken bir başka husus da mahkeme dışında yapılmış olan sulh sözleşmesinin mahkeme içi sulhe dönüşebilmesi için mahkemeye verilmesi ve mahkeme tarafından tutanağa geçirilmesi, duruşmada taraflara okunması, okunduğunun da duruşma tutanağına yazılması ve ondan sonra tutanağın taraflarca imzalanması gerekmektedir. Burada sulh sözleşmesinin içeriğinin ayrıca duruşma tutanağına geçirilmesine de gerek yoktur. Çünkü duruşma tutanağına eklenen belgeler de tutanak hükmündedir (Tanrıver, Süha; İlâmlı İcra Takibinin Dayanakları ve İcranın İadesi, Ankara, 1996, s. 90).

Sulhun etkisi HMK'nın 315. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre sulh, ilgili bulunduğu davayı sona erdirir ve kesin hüküm gibi hukuki sonuç doğurur. Şu hâlde mahkeme içi sulh, mahkeme tarafından bir hüküm verilmesine gerek olmaksızın davayı sona erdirir. Tarafların sulh yapmaları durumunda mahkeme sulh sözleşmesine göre karar verecek; taraflar sulhe göre karar verilmesini istemezlerse “karar verilmesine yer olmadığına” karar vermek suretiyle yargılamaya son verecektir. Diğer bir deyişle, mahkeme içi sulh davayı kendiliğinden sona erdirdiğinden mahkemenin bu sonucun ortaya çıkmasını sağlamak için ayrıca bir hüküm vermesine de gerek yoktur. Zira sulhun temel işlevi hükmün tamamlayıcısı olmak değil; hüküm yerine geçmektir. Dolayısıyla sulhun bizzat kendisinin ayrıca bir mahkeme hükmü verilmesine gerek olmaksızın doğrudan doğruya davayı sona erdirmesi doğaldır. Bu bakımdan mahkemenin vereceği “esas hakkında karar verilmesine yer olmadığı kararı” davanın sulh nedeniyle konusuz kaldığını tespit ve tevsikten öte bir anlam taşımayacaktır (Tanrıver, s. 97).

Yukarıdaki açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde; davacı vekili tarafından temyiz dilekçesine ekli olarak sunulan 04.11.2011 tarihli protokolün davalı ... D. ile davacı vekili tarafından imzalandığı, anılan protokolde; işbu dava sonucunda verilen karardan kaynaklanan borcun tüm ferîleri ile işbu davaya konu sözleşme nedeniyle davalının davacıya toplam 123.000,00TL ödeme yapacağının kararlaştırıldığı, ayrıca ödemenin yapılması durumunda davacının davalıdan işbu dava ve davaya konu sözleşme gereğince hiçbir talepte bulunmayacağının belirtildiği, yine ödeme yapıldığında davalının tüm sonuçları ile ibra edileceği hususunun kararlaştırıldığı anlaşılmaktadır. Söz konusu protokol gereğince davalı tarafından ciro edilerek davacıya verilen toplam 123.000,00TL bedelli çeklerin davacı tarafından tahsil edildiği de taraf beyanları ile sabittir.

Hâl böyle olunca yerel mahkemece, temyiz aşamasında davacı tarafça dosyaya sunulan 04.11.2011 tarihli protokolün, tarafların karardan sonra eldeki davaya konu uyuşmazlıkla ilgili olarak aralarında anlaşmaya vardıkları ve bu nedenle söz konusu protokolün davaya son veren taraf işlemi niteliğinde olduğu kabul edilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekmektedir.

Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında; taraflar arasında karar tarihinden sonra imzalanan 04.11.2011 tarihli protokolün mahkeme kararının infazına yönelik bir anlaşma niteliğinde olduğu, bu nedenle direnme kararının onanması gerektiği ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

O hâlde, yerel mahkeme direnme kararının Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı bozulmasına, bozma nedenine göre taraf vekillerinin işin esasına ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ : Taraf vekillerinin temyiz itirazlarının kabulüyle direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun Geçici 3. maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre taraf vekillerinin işin esasına ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı Kanunun 440. maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 21.03.2019 tarihinde oy çokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY

Dava, cezai şart alacağına ilişkindir.

Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, verilen karardan sonra taraflarca imza altına alınan 4.11.2011 tarihli protokolun uyuşmazlığa son veren taraf işlemi niteliğinde olup olmadığı, buradan hareketle mahkeme kararının bu protokol gereğince bozulması gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

kazanci.com.tr