Olaylar

Başvurucular, kamu görevlerinden kendi ihraçlarını ya da genel olarak yaşanan ihraçları ve OHAL dönemi uygulamalarını protesto etmek veya görevlerinden ihraç edilmeleri nedeniyle açlık grevine başlayan eski öğretmen S.Ö. ve eski akademisyen N.G.ye destek vermek amaçlarıyla çeşitli tarihlerde Ankara’da toplantılara katılmıştır.

Ankara Valiliği olağanüstü hâl tedbiri olarak il genelinde toplantıların yasaklanması ya da izne bağlanmasına dair kararlar almıştır. Başvurucular hakkında 2016 yılının sonundan başlayarak 2018 yılının ortalarına kadar uzanan bir süreçte, çeşitli tarihlerde söz konusu toplantılara katılmaları nedeniyle 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 32. maddesi uyarınca emre aykırı davranışta bulunmaktan idari para cezaları verilmiştir. Başvurucuların haklarında uygulanan idari para cezalarına itirazları sulh ceza hâkimliğince, idari para cezalarının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle kesin olarak reddedilmiştir.

İddialar

Başvurucular, çeşitli toplantılara katıldıkları için haklarında emre aykırı hareket ettikleri gerekçesiyle idari para cezası uygulanması nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.  

Mahkemenin Değerlendirmesi

Somut olayda 15 Temmuz 2016 tarihli darbe teşebbüsü ardından ilan edilen olağanüstü hâl süresince 2935 sayılı Kanun'un 11. maddesinin (m) bendi uyarınca -3/7/2017 tarihli ve 24/5/2017 tarihli yasaklama kararları dışında Ankara'nın tamamında ve 24/5/2017 tarihli yasaklama kararı dışında 24 saat boyunca- toplantı ve gösteri yürüyüşü yapmak yasaklanmış, 21/1/2018 tarihli karar uyarınca ise izne bağlanmıştır. Anılan Kanun'da toplantıların ertelenmesi, izne bağlanması ya da toplantı için yer ve zaman gösterilmesi gibi daha az sınırlayıcı tedbirlere de yer verilmiş olmasına rağmen idare, takdirini olağanüstü hâl sürecinde uzunca bir süre (2 yıllık olağanüstü hâl sürecinde 8 ayı kesintisiz olmak üzere toplam yaklaşık 11 ay) tüm toplantı ve gösterileri yasaklamaktan yana kullanmıştır.

Ülkemizin olağanüstü hâl dışında da birçok farklı terör tehdidi altında bulunduğu bir gerçektir. Keza ülkemiz terör örgütlerinin komşu ülkelerdeki faaliyetlerinden de birincil derecede etkilenmektedir. Tam da bu sebeple somut olgulardan hareket etmeksizin salt ülkemizde terör tehlikesi bulunduğu gerekçesine dayalı olarak temel haklara yapılacak sürekli müdahaleler hakkın özünü ortadan kaldırma tehlikesi barındırır. Üstelik başvuru konusu yasaklama kararlarının çoğunda somut olarak S.Ö. ve N.G.ye destek eyleminden ve bu eylemin yarattığı rahatsızlıktan, bir kısmında ise park ya da bahçe gibi vatandaşların yoğun olarak tercih ettiği bölgelerde yüksek sesle eylem yapılması gibi nedenlerle çevreye rahatsızlık verildiğinden bahsedilirken terör tehdidine soyut olarak yer verilmesi, idarenin takdir yetkisini kullanırken herhangi bir somut terör tehdidine odaklandığı konusunda tereddüt yaratmaktadır. 

Ankara Valiliğinin başvuru konusu diğer yasaklama kararlarının aksine 30/8/2017 tarihli yasaklama kararı, Valiliğin internet sitesinde yer almamaktadır. Bu durumda başvuru konusu diğer yasaklama kararlarının aksine Ankara Valiliğinin kamuoyuna uygun bir biçimde duyurmadığı görülen 30/8/2017 tarihli yasaklama kararına dayanılarak verilen idari para cezalarının demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olduğundan söz edilemez. Nitekim belirliliği ve öngörülebilirliği ortadan kaldıran bu durum, idarenin keyfî olarak hareket etmesinin önünü açabilecek niteliktedir.

Ankara Valiliğinin 21/1/2018 tarihli izne bağlama kararında ise başvuru konusu diğer yasaklama kararlarından farklı olarak bir süre belirtilmemiş; kararın geçerlilik süresi, sona ereceği zaman tamamen idarenin takdir yetkisi kapsamında kalan ve bireyler tarafından hiçbir öngörülebilirliği bulunmayan, yurt dışında gerçekleştirilen bir askerî operasyona bağlanmıştır. Kesinlik ve öngörülebilirlikten oldukça uzak böyle bir belirlemenin de idarenin keyfîliğini gündeme getireceği açıktır. Bu nedenle Ankara Valiliğinin geçerli olacağı süre gerçekleştirilen operasyonun sona ermesine bağlanmış olan 21/1/2018 tarihli izne bağlama kararı uyarınca verilen idari para cezalarının da bu sebeple demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmadığı değerlendirilmiştir.  

Anayasa'nın 15. Maddesi Yönünden Değerlendirme

Ankara Valiliği, başvuru konusu yasaklama kararlarıyla bireylerin toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme hakkı yönünden, süresi belli olmayan kategorik  yasaklama kararlarıyla aynı etkiyi oluşturan bir külfet yaratmış; buna karşın kamu düzeninin karşılaştığı tehlikenin olağanüstü hâl tedbirleri çerçevesinde işlerini kaybeden veya onların yakınları olan ve ilgililere seslerini duyurmaya çalışan ya da düşünceleri için paydaş bulmaya çabalayan başvurucular yönünden yaratılan bu külfete baskın geldiğini hiçbir şekilde göstermemiştir. Ayrıca idare, başvuru konusu olayda yarışan değerler arasında adil bir denge kurulabilmesi için daha hafif tedbirler alınmasının yetersiz kalacağını hiçbir şekilde ortaya koymadan ilgili Kanun'da öngörülen en ağır tedbire başvurmuştur. Bunun yanında başvuru konusu toplantılarda herhangi bir şiddet olayı yaşandığı da tespit edilmemiştir. Kamuoyuna ilan edilmeyen 30/8/2017 tarihli yasaklama kararı ve geçerli olacağı süre bir askerî operasyonunun bitişi olarak belirlenen 21/1/2018 tarihli izne bağlama kararlarının öngörülebilirliği tamamen ortadan kaldırdığı ve bu nedenle keyfîliğe yol açabileceği değerlendirilmiştir. Keyfî uygulamalara yol açabilecek bu kararların somut olayda hiçbir şekilde olağanüstü hâlin gerektirdiği ölçüde olmadığı sonucuna varılmıştır.

Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.  

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

ADNAN VURAL VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2017/36237)

 

Karar Tarihi: 10/3/2022

R.G. Tarih ve Sayı: 15/9/2022-31954

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

Başkan

:

Zühtü ARSLAN

Başkanvekili

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Başkanvekili

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

Basri BAĞCI

 

 

İrfan FİDAN

 

 

Kenan YAŞAR

Raportör

:

Ceren Sedef EREN

Başvurucular

:

Adnan VURAL ve diğerleri (Ekli tablo)

Vekili

:

Ekli tablo

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, olağanüstü hâl döneminde kamu makamlarının toplantı ve gösterilere ilişkin kararlarına uymayarak çeşitli toplantılara katılan başvurucular hakkında emre aykırı hareket ettikleri gerekçesiyle idari para cezası uygulanmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvurular çeşitli tarihlerde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle ekli tabloda yer verilen bireysel başvuru dosyalarının birleştirilmesine karar verilmiştir.

3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular Veli Saçılık, Adnan Vural, Aslıhan Han Özden ve Ömer Faruk Kök Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.

4. Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. 15 Temmuz 2016 Tarihli Darbe Teşebbüsü Nedeniyle Olağanüstü Hâl İlanı

5. Türkiye 15 Temmuz 2016 gecesi silahlı bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmıştır. Millî Güvenlik Kurulu, darbe teşebbüsünün savuşturulmasından hemen sonra 20/7/2016 tarihinde yaptığı toplantıda "demokrasinin, hukuk devleti ilkesinin, vatandaşların hak ve özgürlüklerinin korunmasına yönelik tedbirlerin etkin bir şekilde uygulanabilmesi amacıyla" Hükûmete olağanüstü hâl ilan edilmesi tavsiyesinde bulunmayı kararlaştırmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12, 47).

6. Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu 20/7/2016 tarihinde, 21/7/2016 Perşembe günü saat 01.00'den itibaren ülke genelinde doksan gün süreyle olağanüstü hâl ilan edilmesine karar vermiştir. Anılan karar 21/7/2016 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Olağanüstü hâl ilan edilmesine ilişkin karar, aynı gün Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından onaylanmıştır. TBMM Genel Kurulunda yapılan görüşme sırasında Hükûmet adına söz alan Adalet Bakanı, olağanüstü hâl ilan edilme nedenini şu sözlerle ifade etmiştir:

"...darbe teşebbüsünde bulunan terör örgütünün tüm unsurlarıyla ve süratle bertaraf edilmesi, bundan sonra da demokrasimiz ve hukuk devletimiz, milletimiz, millî irade ve ülkemiz için tehlike ve tehdit olmaktan çıkarılması, bir daha hiçbir şekilde darbe teşebbüsünün tekrarlanmaması ve bu konuda bu amaçla alınması gereken tedbirlerin hızlı ve kararlı bir biçimde alınıp hayata geçirilmesini sağlamak maksadıyla olağanüstü hâl ilan edilmesi yönündeki görüş ... Bakanlar Kuruluna ilet[il]miştir. Cumhurbaşkanımızın başkanlığında Anayasa gereği toplanan Bakanlar Kurulumuz, bu görüş doğrultusunda Türkiye'de üç ay süreyle olağanüstü hâl ilan edilmesine karar vermiştir ... Anayasa ile kurulan hür demokrasi düzenini korumak, temel hak ve hürriyetleri korumak, genel güvenlik, asayiş ve kamu düzenini korumak, şiddet olaylarını önlemek, başarısız kılınan darbe teşebbüsünün tekrarı ile bundan sonra Türkiye'de darbe teşebbüslerine teşebbüs edilebilmesinin önüne geçmek, halkımıza en büyük kötülüğü yapan, kamu düzenimizi bozan, ekonomimize zarar veren, demokrasimizi, hukuk devletimizi, millî irademizin tecelligâhı Meclisimizi ve seçilmiş Cumhurbaşkanı ve Hükûmetimizi darbe teşebbüsüyle yok etmeye çalışan, devletimizi âdeta bir kanser hücresi gibi sarmış bulunan bu Fetullahçı terör örgütüyle ve bu örgütün Türk Silahlı Kuvvetleri, yargı, Emniyet ve üniversitelerimiz başta olmak üzere, kamu içindeki bütün uzantılarının kamudan temizlenmesi ve demokrasimizin, devletimizin, milletimizin, hukuk devletimizin emniyeti bakımından tam emniyetli hâle getirilmesi ve bunların ülkemiz için, demokrasimiz ve hukuk devletimiz için bir daha tehlike ve tehdit olmaktan çıkarılması maksadıyla bu karar alınmıştır."(Aydın Yavuz ve diğerleri, § 48).

7. Diğer taraftan darbe teşebbüsünün ülkemizin birçok terör örgütünün açık hedefi olduğu ve neredeyse her gün bir terör saldırısının yapıldığı veya engellendiği bir dönemde gerçekleştirilmesi, demokrasi ve hukuk devletinin devamı yönünden oluşturulan tehlikenin ağırlığını daha da artırmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 214). Darbe teşebbüsünden önceki ve sonraki yaklaşık bir yıllık süreçlerde, ülkemizin doğu ve güneydoğusu ağırlıklı olmak üzere İstanbul, Ankara ve İzmir de dâhil birçok ilde Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) dışındaki terör örgütleri tarafından terör saldırıları gerçekleştirilmiş, güvenlik güçlerinin yanında birçok sivil yaralanmış ya da hayatını kaybetmiştir (detaylı bilgi için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 40-46).

8. Olağanüstü hâl ilanından hemen sonra, 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin genel gerekçesinde "Anayasal düzenin, milli iradenin, hukuk devletinin, demokrasinin ve temel hak ve hürriyetlerin korunması, ülkemizde yaşanan bu son darbe teşebbüsünün tamamen sonlandırılması ve buna benzer bir müdahale girişiminin yeniden yaşanmaması"nın yanı sıra "terörle mücadelenin daha etkin bir şekilde sürdürülebilmesi için" olağanüstü hâl süresince birtakım ivedi tedbirlerin alınmasının zorunlu hâle geldiği belirtilmiştir. Anılan Kararname'nin 1. maddesinde de olağanüstü hâl ilanının amacı, "olağanüstü hal kapsamında, darbe teşebbüsü ve terörle mücadele çerçevesinde alınması zaruri olan tedbirler ile bunlara ilişkin usul ve esasları belirlemek" olarak ifade edilmiştir. Dolayısıyla olağanüstü hâlin ilanına sebebiyet veren olay temelde 15 Temmuz darbe teşebbüsü olmakla birlikte ülkenin maruz kaldığı terör saldırılarının da bu hususta etkisinin olduğu anlaşılmaktadır. Türkiye tarafından Avrupa Konseyi Genel Sekreteri'ne sunulan derogasyon beyanlarında, darbe teşebbüsünün yanı sıra diğer terör saldırılarına da atıfta bulunulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 227).

9. Yapılan terör saldırıları dikkate alındığında Türkiye'deki terörizm tehdidinin ülkenin belirli bir bölgesi ile sınırlı olmadığı, nüfusun tümünü, üstelik de şiddetli bir şekilde etkiler boyutta ve sıklıkta olduğu anlaşılmaktadır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 228).

10. Yukarıdaki bilgiler ışığında olağanüstü hâl döneminde uygulanan tedbirlerin genel olarak 15 Temmuz darbe teşebbüsünün faili olduğu belirtilen FETÖ/PDY ve ayrıca terörden kaynaklanan tehdit ve tehlikenin bertaraf edilmesine yönelik olduğu görülmektedir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 229).

11. Olağanüstü hâl, Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu tarafından 5/10/2016, 3/1/2017, 17/4/2017, 17/7/2017, 17/10/2017, 18/1/2018 ve 18/4/2018 tarihlerinde alınan kararlarla üçer ay daha uzatılmış ve 19/7/2018 tarihinde sona ermiştir. Olağanüstü hâl süresince çıkarılan otuz dört olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnamesiyle (OHAL KHK) olağanüstü hâlin sona erdiği dönemde toplam 125.806 kişi kamu görevinden çıkarılmıştır. Bu bakımdan Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanlıkları bünyesindeki askerî personelle birlikte Emniyet Genel Müdürlüğünde görev yapan polisler de ilk sırada yer almıştır. Olağanüstü hâl süresince görevden çıkarmalarla birlikte kamu görevlisi alımları yapılmaya devam edilmiştir.

B. Başvuru Konusuna İlişkin Olaylar

12. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

13. Başvurucular Veli Saçılık, Mahmut Konuk, Ömer Faruk Kök, Adnan Vural ve Aslıhan Han Özden başvuru konusu toplantılara katıldıkları tarihlerde OHAL KHK'larıyla kamu görevinden çıkarılmış durumdadır. Başvurucu Simge Aksan ve Mustafa Aydın Keçeli başvuru konusu toplantılara katıldıkları tarihlerde üniversite öğrencisidir. Başvurucu Murat Çeşme başvuru konusu toplantılara katıldığı tarihlerde kamu görevlisi olarak, başvurucu Mustafa Anil ise işçi olarak çalışmakta; başvurucu Öztürk Türkdoğan ise avukatlık yapmaktadır. Son olarak başvurucu Perihan Pulat başvuru konusu toplantılara katıldığı tarihlerde emekli olduğunu ifade etmiş, başvurucu Aslı Saraç ise bu konuda herhangi bir açıklamada bulunmamıştır.

14. Görevinden çıkarılması nedeniyle açlık grevine başlayan eski akademisyen N.G. tarafından 2016 yılı Kasım ayında Ankara'nın Yüksel Caddesi İnsan Hakları Anıtı önünde başlatılan ve Konur Sokak'ın Yüksel Caddesi'yle kesiştiği bölgede uzunca bir süre devam ettiği anlaşılan protesto gösterileri yaşanmıştır. Başvurucular, kendilerinin kamu görevinden çıkarılmalarını ya da genel olarak yaşanan görevden çıkarmaları ve OHAL dönemi uygulamalarını protesto etmek veya görevlerinden çıkarılmaları nedeniyle açlık grevine başlayan eski öğretmen S.Ö. ve eski akademisyen N.G.ye destek vermek amaçlarıyla çeşitli tarihlerde söz konusu toplantılara katılmıştır.

15. Başvurucu Mahmut Konuk anılan toplantılar dışında ayrıca çeşitli tarihlerde, kamu görevinden çıkarılmadan önce çalıştığı Çankaya Toplum Sağlığı Merkezi önünde ve bir gün de Altındağ Defterdarlığı Muhasebe Müdürlüğü önünde kendisinin görevden çıkarılmasını protesto etmek amacıyla yapılan toplantılara katılmıştır. Başvurucular Ömer Faruk Kök ve Murat Çeşme ise söz konusu toplantılar dışında ayrıca, öğretmen olan arkadaşlarının görevden çıkarılmasını protesto etmek amacıyla arkadaşlarının eskiden görev yaptığı Ankara'nın Altındağ ilçesinde bir ortaokul önündeki toplantıya katılmıştır.

16. 2016 yılının sonundan başlayarak 2018 yılının ortalarına kadar uzanan bir süreçte, çeşitli tarihlerde söz konusu toplantılara katılmaları nedeniyle 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 32. maddesi uyarınca başvurucular hakkında emre aykırı davranışta bulunmaktan idari para cezalarına hükmedilmiştir.

17. Bu kapsamda başvurucu Veli Saçılık hakkında elli altı, başvurucu Mahmut Konuk hakkında yirmi sekiz, başvurucu Ömer Faruk Kök hakkında beş, başvurucu Murat Çeşme hakkında iki, başvurucu Aslı Saraç hakkında altı, başvurucu Perihan Pulat hakkında yirmi beş, başvurucu Öztürk Türkdoğan hakkında bir, başvurucu Simge Aksan hakkında otuz altı, başvurucu Adnan Vural hakkında dört, başvurucu Aslıhan Han Özden hakkında bir, başvurucu Mustafa Anil hakkında altı ve başvurucu Mustafa Aydın Keçeli hakkında ise on dört idari para cezasına hükmedilmiştir. İdari para cezalarının miktarı 2016 yılı için 219,60 TL, 2017 yılı için 227 TL ve 2018 yılı için 259 TL'dir. Başvurucular hakkında hükmedilen idari para cezaları, olağanüstü hâlin devam ettiği süreç içinde verilmiştir.

18. Başvurucuların5326 sayılı Kanun'un 32. maddesi uyarınca aykırı davrandıkları kabul edilen emir, Ankara Valiliğinin çeşitli tarihlerdeki izne bağlama ve yasaklama kararlarıdır. Ankara Valiliğinin 30/8/2017 tarihli yasaklama kararı dışındaki tüm kararları aynı gün ya da birkaç gün sonra Valiliğin internet sitesinden duyurulmuştur. Ankara Valiliği, 30/8/2017 tarihli kararının ise Medya-Protokol ve Halkla İlişkiler Şube Müdürlüğüne gönderildiğini fakat kamuoyuna ilanının yapılıp yapılmadığına dair bir bilginin bulunmadığını belirtmiştir.

19. Ankara Valiliğinin ilgili kararları şu şekildedir:

"17/10/2016 tarihli

Valiliğimize ulaşan istihbarı bilgilere göre, yasadışı terör örgütlerinin ilimizde eylem arayışı içinde oldukları ve bazı hazırlıklar yaptıkları tespit edilmiştir. Özellikle insanların toplu olarak bulundukları açık ve kapalı alanlarda toplantı, gösteri yürüyüşleri ve benzeri faaliyetlerde eylem yapılmak istendiği tahmin edilmektedir.

Bu nedenle, can ve mal güvenliğinin sağlanması, kamu düzeni ve esenliğinin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, hak ve özgürlüklerin korunması amacıyla Ankara il sınırları içinde;

2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu kapsamında yol, meydan, cadde, sokak, park gibi umuma açık alanlarda yapılacak her türlü toplantı ve gösteri yürüyüşleri ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanununun Ek 1 inci maddesi kapsamında umuma açık alanlarda düzenlenecek oyun, temsil, açıklama ve çeşitli şekillerdeki gösteriler 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanununun 11 inci maddesinin verdiği yetkiye istinaden 17 Ekim 2016 tarihinden başlamak üzere 30.11.2016 tarihine kadar yasaklanmıştır.

Kamu kurum ve kuruluşlarının umuma açık alanlarda yapacağı etkinlikler, Valilik iznine tabidir.

Yukarıda belirtilen emir ve yasaklamalara uyulmaması halinde, ilgili mevzuat hükümleri çerçevesinde adli ve idari işlem yapılacaktır.

24/5/2017 tarihli

Ankara’da bulunan bazı cadde ve sokaklarda güneşin batmasından sonra gece geç saatlerde ateş yakarak, şarkı-türkü ve marş söyleyerek eylem yapıldığı görülmektedir. Bu durum vatandaşlarımızı tedirgin etmekte, kamu düzeni ve güvenliğini bozmakta, terör örgütlerinin eylem yapan topluluklara yönelik bombalı saldırı yapma riskini artırmakta ve güvenlik güçlerinin bu olaylara müdahalesini zorlaştırmaktadır. Bu sebeple;

Ankara İli genelinde bulunan cadde ve sokaklarda güneşin batımından sonra ateş yakmak suretiyle eylem yapılması, yüksek sesle çevreyi rahatsız edici şekilde şarkı, türkü, marş vb. sloganlar atmak suretiyle toplantı, basın açıklaması vb. her ne suretle olursa olsun eylem yapılması, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 17. maddesi, 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11/C maddesi ve 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 11/m maddesi hükümleri kapsamında yasaklanmıştır.

Yukarıda belirtilen emir ve yasaklara uymayanlar hakkında; fiilleri ile ilgili olarak kanunlarda özel bir hüküm bulunmadığı takdirde, 2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 17. ile 28. maddeleri, 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 11/m ile 25/b maddeleri, 5442 Sayılı İl İdare Kanunu’nun 11/C ile 66. madde hükümleri, 5326 Sayılı Kabahatler Kanunu ve 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu gereğince yasal işlem yapılacaktır.

3/7/2017 tarihli

Toplumsal güvenliği tehlikeye düşüren ve terör örgütleri (DEAŞ-PKK/KCK) tarafından bu türden toplantılara yönelik eylem istihbaratının yapılması da göz önüne alındığında ekli krokide (Çankaya ilçesi Atatürk Bulvarı Kızılay Kavşak’tan Ziya Gökalp Caddesi Mithatpaşa Caddesi kesişimi arasında kalan güzergah, Ziya Gökalp Caddesi Mithatpaşa Caddesi kesişiminden Mithatpaşa Caddesi Meşrutiyet Caddesi arasında kalan güzergah, Meşrutiyet Caddesi Mithatpaşa kesişiminden Meşturiyet Caddesi Atatürk Bulvarı kesişimi arasında kalan güzergah ile Meşrutiyet Caddesi Atatürk Bulvarı kesişiminden Atatürk Bulvarı Kızılay Kavşak arasında kalan [Yüksel Caddesi, Selanik Caddesi, Bayındır 2 Sokak, Konur Sokak, Ihlamur Sokak, Karanfil Sokak, Hatay Sokak] ve bağlayan yol üzerinde bulunan yerler) gösterilen tüm cadde ve sokaklar ile bağlayan yollar üzerinde ve çevresinde; geceli/gündüzlü (24 saat esasına göre) yüksek sesle çevreyi rahatsız edici şekilde şarkı, türkü, marş, vb. sloganlar atmak suretiyle toplantı, basın açıklaması vb. her ne suretle olursa olsun eylem yapılması 2911 sayılı Toplantı Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nun 17. Maddesi, 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nun 11/C maddesi ve 2935 sayılı Olağanüstü Kanunu'nun 11/m maddesi hükümleri kapsamında yasaklanmıştır.

31/7/2017 tarihli

OHAL kapsamında çıkarılan KHK’lar ile görevlerinden ihraç edilen, işe geri dönme talebiyle açlık grevi yaptıkları sırada gözaltına alınan ve tutuklanan DHKP-C Kamu Emekçileri Cephesi (KEC) mensubu N. G. ve S. Ö. ye destek vermek ve tutuklanmalarını protesto etmek amacıyla, 24 saat esasına göre ilimiz muhtelif yerlerinde, parklarında açlık grevi, oturma eylemi düzenleneceğine dair istihbarat alınmıştır.

Bu tür eylemlerin, mevsim şartları da göz önünde bulundurulduğunda hava sıcaklığından dolayı vatandaşların parkları yoğun olarak tercih etmesinden dolayı çevreye rahatsızlık verebileceği, DEAŞ terör örgütü ve benzeri örgütlerin, katılımcılar ve vatandaşlara yönelik olarak eylem yapabileceği, böylelikle kamu güvenliğini tehlikeye düşürebileceği değerlendirilmektedir.

Bu nedenlerle Ankara genelinde park, bahçe ve umuma açık alanlarda, 2017 Ağustos ayı boyunca açlık grevi, oturma eylemi, anma toplantısı, konser ve bu gibi toplu etkinlikler; 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11/c maddesine göre ilimiz sınırları içerisinde huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığının, tasarrufa müteallik emniyet kamu esenliğinin sağlanması amacıyla, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 17. maddesi ve 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 11/m maddesi hükümleri doğrultusunda yasaklanmıştır.

Yukarıda belirtilen emir ve yasaklara uymayanlar hakkında, fiilleri ile ilgili olarak kanunlarda özel bir hüküm bulunmadığı takdirde, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 17. ile 28. maddeleri, 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 11/m ile 25/b maddeleri, 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11/c ile 66. madde hükümleri, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu gereğince yasal işlem yapılacaktır.

30/8/2017 tarihli

OHAL kapsamında çıkarılan KHK’lar ile görevlerinden ihraç edilen ve işe geri dönme talebiyle açlık grevi yaptıkları sırada gözaltına alınan ve tutuklanan DHKP-C Kamu Emekçileri Cephesi (KEC) mensubu N. G. ve S. Ö. ye destek vermek ve tutuklanmalarını protesto etmek amacıyla, 24 saat esasına göre ilimiz muhtelif yerlerinde/ parklarında açlık grevi/ oturma eylemi düzenleneceğine dair istihbarat alınmıştır.

Bu tür eylemlerin, mevsim şartları da göz önünde bulundurulduğunda hava sıcaklığından dolayı vatandaşların parkları yoğun olarak tercih etmesinden dolayı çevreye rahatsızlık verebileceği, DEAŞ terör örgütü ve benzeri örgütlerin, katılımcılar ve vatandaşlara yönelik olarak eylem yapabileceği, böylelikle kamu güvenliğini tehlikeye düşürebileceği değerlendirilmektedir. Bu nedenlerle Ankara genelinde park, bahçe ve umuma açık alanlarda, Eylül 2017 ayı boyunca açlık grevi, oturma eylemi, anma toplantısı, konser ve bu gibi toplu etkinlikler; 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11/c maddesine göre ilimiz sınırları içerisinde huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığının, tasarrufa müteallik emniyet kamu esenliğinin sağlanması amacıyla, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 17. maddesi ve 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 11/m maddesi hükümleri doğrultusunda yasaklanmıştır.

Yukarıda belirtilen emir ve yasaklara uymayanlar hakkında, fiilleri ile ilgili olarak kanunlarda özel bir hüküm bulunmadığı takdirde, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 17. ile 28. maddeleri, 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 11/m ile 25/b maddeleri, 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11/C ile 66. madde hükümleri, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu gereğince yasal işlem yapılacaktır.

29/9/2017 tarihli

OHAL kapsamında çıkarılan KHK’lar ile görevlerinden ihraç edilen, işe geri dönme talebiyle açlık grevi yaptıkları sırada gözaltına alınan ve tutuklanan DHKP-C Kamu Emekçileri Cephesi (KEC) mensubu N. G. ve S. Ö. ye destek vermek, tutuklanmalarını protesto etmek amacıyla 24 saat esasına göre ilimizin muhtelif yerlerinde, parklarında açlık grevi veya oturma eylemi düzenleneceğine dair istihbarat alınmıştır.

Bu tür eylemlerin, vatandaşların parkları yoğun olarak tercih etmeleri nedeniyle çevreye rahatsızlık verebileceği; DEAŞ terör örgütü vb. örgütlerin katılımcılar ve vatandaşlara yönelik olarak eylem yapabileceği, böylelikle kamu güvenliğini tehlikeye düşürebileceği değerlendirilmektedir. Bu nedenlerle Ankara genelinde park, bahçe ve umuma açık alanlarda 2017 Ekim ayı boyunca açlık grevi, oturma eylemi, anma toplantısı, konser vb. toplu etkinlikler; 5442 sayılı İl idaresi Kanunu’nun 11/c maddesine göre ilimiz sınırları içerisinde huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığının, tasarrufa müteallik emniyet, kamu esenliğinin sağlanması amacıyla 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 17. maddesi ve 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 11/m maddesi hükümleri doğrultusunda yasaklanmıştır.

Yukarıda belirtilen emir ve yasaklara uymayanlar hakkında; fiilleri ile ilgili olarak kanunlarda özel bir hüküm bulunmadığı takdirde, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 17. ile 28. maddeleri, 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 11/m maddesi ile 25/b maddeleri, 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11/C ile 66. madde hükümleri, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu gereğince yasal işlem yapılacaktır.

30/10/2017 tarihli

OHAL kapsamında çıkarılan KHK’lar ile görevlerinden ihraç edilen, işe geri dönme talebiyle açlık grevi yaptıkları sırada gözaltına alınan ve tutuklanan DHKP-C Kamu Emekçileri Cephesi (KEC) mensubu N. G. ve S. Ö.’ye destek vermek, tutuklanmalarını protesto etmek amacıyla 24 saat esasına göre ilimizin muhtelif yerlerinde, parklarında açlık grevi veya oturma eylemi düzenleneceğine dair istihbarat alınmıştır.

Bu tür eylemlerin, vatandaşların istirahat ve dinlenme amacıyla kullanılan parkları yoğun olarak tercih etmeleri nedeniyle çevreye rahatsızlık verebileceği; terör örgütleri tarafından, katılımcılar ve vatandaşlara yönelik olarak eylem yapılabileceği ve böylelikle kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunmasının tehlikeye düşebileceği değerlendirilmektedir.

Bu nedenlerle Ankara genelinde park, bahçe ve umuma açık alanlarda 1 Kasım 2017 tarihinden itibaren üç (3) ay süreyle açlık grevi, oturma eylemi, anma toplantısı, konser vb. toplu etkinlikler; 5442 sayılı İl idaresi Kanunu’nun 11/c maddesine göre ilimiz sınırları içerisinde huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığının, tasarrufa müteallik emniyet, kamu esenliğinin sağlanması amacıyla 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 17. maddesi ve 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 11/m maddesi hükümleri doğrultusunda yasaklanmıştır.

Yukarıda belirtilen emir ve yasaklara uymayanlar hakkında; fiilleri ile ilgili olarak kanunlarda özel bir hüküm bulunmadığı takdirde, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 17. ile 28. maddeleri, 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 11/m maddesi ile 25/b maddeleri, 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11/C ile 66. madde hükümleri, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu gereğince yasal işlem yapılacaktır.

21/1/2018 tarihli

...

... Ankara'nın muhtelif yerlerinde birtakım eylem ve etkinlikler yapılacağı yönünde paylaşımlarla toplanma çağrısında bulunulduğuna dair istihbarî bilgiler elde edilmiştir.

Bu tür eylemlerin, umuma açık alanları, meydanları, yolları, parkları ve diğer dinlenme mekânlarını kullanan vatandaşlarımız ile eylemi gerçekleştiren şahıslar arasında, istenmeyen olayların yaşanmasına yol açabileceği; bu eylemler sırasında, terör örgütlerinin katılımcılar ve vatandaşlarımıza yönelik olarak bombalı eylemler yapabileceği yönünde istihbari duyumlar alınmaktadır.

Bu sebeple, 21 Ocak 2018 tarihinden itibaren, ... Operasyonunun devam ettiği sürece park, bahçe, genel yollar, kamu binalarının önleri ve umuma açık alanlarda düzenlenecek açık ve kapalı yer toplantıları, basın açıklamaları, açlık grevi, oturma eylemi, konser, şenlik, şölen ve benzeri eylem ve etkinlikler; kamu düzeni ve güvenliğinin sağlanması, temel hak ve özgürlükler ile can ve mal emniyetinin sağlanması amacıyla, 2911 sayılı Toplantı Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 17’nci maddesi ve 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 11/m maddesi hükümleri doğrultusunda Valiliğimizden izin alınarak yapılacaktır.

Yukarıda belirtilen düzenlemelere uymayanlar hakkında, fiilleri ile ilgili olarak kanunlarda özel bir hüküm bulunmadığı takdirde, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 17’nci ile 28’nci maddeleri, 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 11/m maddesi ile 25/b maddeleri, 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11/C ile 66’ncı madde hükümleri, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu gereğince yasal işlem yapılacaktır."

20. Başvurucular hakkında uygulanan idari para cezalarının dayanağı olmamakla birlikte Ankara Valiliğinin 10/1/2017 tarihinde de genel bir yasaklama kararı verdiği görülmektedir. Anılan karar şu şekildedir:

"Valiliğimize ulaşan istihbarı bilgilere göre, yasadışı terör örgütlerinin ilimizde eylem arayışı içinde oldukları ve bu amaçla hazırlık yaptıkları tespit edilmiştir. Özellikle insanların toplu olarak bulunduğu açık ve kapalı alanlarda yapılan toplantı, gösteri yürüyüşü ve benzeri faaliyetlerde eylem yapılmak istendiği tahmin edilmektedir.

Bu nedenle, can ve mal güvenliğinin sağlanması, kamu düzeninin ve esenliğinin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, hak ve özgürlüklerin korunması amacıyla Ankara il sınırları içinde;

1. 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu kapsamında yol, meydan, cadde, sokak, park gibi umuma açık alanlarda yapılacak her türlü toplantı ve gösteri yürüyüşleri,

2. 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanununun Ek 1 inci maddesi kapsamında umuma açık alanlarda düzenlenecek oyun, temsil, açıklama ve çeşitli şekillerdeki gösteriler ile basın açıklamaları,

3. Kamusal alanlarda stant açılması,

2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanununun 11 inci maddesinin verdiği yetkiye istinaden 30 gün süre ile yasaklanmıştır. "

21. Başvurucular, haklarında uygulanan idari para cezalarına itiraz etmiştir. Başvurucuların itirazları ilgili Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince idari para cezalarının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle kesin olarak reddedilmiş ve bu kararlar başvuruculara tebliğ edilmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

22. 25/10/1983 tarihli ve 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu'nun 11. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Bu Kanunun 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi gereğince olağanüstü hal ilanında; genel güvenlik, asayiş ve kamu düzenini korumak, şiddet olaylarının yaygınlaşmasını önlemek amacıyla 9 uncu maddede öngörülen tedbirlere ek olarak aşağıdaki tedbirler de alınabilir:

...

m) Kapalı ve açık yerlerde yapılacak toplantı ve gösteri yürüyüşlerini yasaklamak, ertelemek, izne bağlamak veya toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin yapılacağı yer ve zamanı tayin, tespit ve tahsis etmek, izne bağladığı her türlü toplantıyı izletmek, gözetim altında tutmak veya gerekiyorsa dağıtmak

..."

23. 10/6/1949 tarihli ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nun 11. maddesinin (C) bendinin ilgili kısmı şöyledir:

"İl sınırları içinde huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığının, tasarrufa müteaallik emniyetin, kamu esenliğinin sağlanması ve önleyici kolluk yetkisi valinin ödev ve görevlerindendir. Bunları sağlamak için vali gereken karar ve tedbirleri alır.

Vali, kamu düzeni veya güvenliğinin olağan hayatı durduracak veya kesintiye uğratacak şekilde bozulduğu ya da bozulacağına ilişkin ciddi belirtilerin bulunduğu hâllerde on beş günü geçmemek üzere ildeki belirli yerlere girişi ve çıkışı kamu düzeni ya da kamu güvenliğini bozabileceği şüphesi bulunan kişiler için sınırlayabilir; belli yerlerde veya saatlerde kişilerin dolaşmalarını, toplanmalarını, araçların seyirlerini düzenleyebilir veya kısıtlayabilir ve ruhsatlı da olsa her çeşit silah ve merminin taşınması ve naklini yasaklayabilir."

24. 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nun 17. maddesi şöyledir:

"Bölge valisi, vali veya kaymakam, millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlâkın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla belirli bir toplantıyı bir ayı aşmamak üzere erteleyebilir veya suç işleneceğine dair açık ve yakın tehlike mevcut olması hâlinde yasaklayabilir."

25. 5326 sayılı Kanun'un 32. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

"Yetkili makamlar tarafından adlî işlemler nedeniyle ya da kamu güvenliği, kamu düzeni veya genel sağlığın korunması amacıyla, hukuka uygun olarak verilen emre aykırı hareket eden kişiye yüz Türk Lirası idarî para cezası verilir. Bu cezaya emri veren makam tarafından karar verilir.

Bu madde, ancak ilgili kanunda açıkça hüküm bulunan hallerde uygulanabilir."

26. 5442 sayılı Kanun'un 66. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"İl genel kurulu veya idare kurulları yahut en büyük mülkiye amirleri tarafından kanunların verdiği yetkiye istinaden ittihaz ve usulen tebliğ veya ilan olunan karar ve tedbirlerin tatbik ve icrasına muhalefet eden veya müşkülat gösterenler veya riayet etmeyenler, mahallî mülkî amir tarafından Kabahatler Kanununun 32 nci maddesi hükmü uyarınca cezalandırılır..."

B. Uluslararası Hukuk

27. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Christians Against Racism and Fascism/Birleşik Krallık ((k.k.), B. No: 8440/78, 16/6/1980) kararında, idarenin toplantı ve gösteri yürüyüşlerini genel olarak yasaklamasıyla ilgili değerlendirmelerde bulunmuştur. Anılan kararda, bir süredir National Front isimli aşırı sağcı bir siyasi parti önderliğinde gerçekleştirilen eylemler ile karşıt görüşteki eylemler nedeniyle şiddetli çatışmaların yaşandığı Londra'da emniyet müdürü tarafından verilen yasaklama kararı incelenmiştir. Söz konusu karar uyarınca Londra'nın tamamında iki ay boyunca, geleneksel olarak düzenlenen dinî, eğitim amaçlı, festival ya da törensel niteliktekiler hariç olmak üzere tüm yürüyüşler yasaklanmıştır (Christians Against Racism and Fascism/Birleşik Krallık, § 141).

28. Başvurucu Christians Against Racism and Fascism isimli topluluk, birkaç kilisenin ortak girişimiyle düzenlenen bir konferansta bir araya gelmiş ve daha sonra resmî olarak dernek statüsü kazanmıştır. Söz konusu Dernek genel olarak ırkçılık ve faşizme karşı kilisenin tavrını temsil ettiğini belirtmektedir. Bununla birlikte amaçları arasında aşırı sağcı partiler olan National Front ya da National Partynin ayrımcı politika ve eylemlerine karşı ulusal düzeyde harekete geçmeleri için kilise liderlerini teşvik etmek olduğunu da açıkça ilan etmiştir. Başvurucu Dernek anılan yasaklama kararından önce kuruluşunu ve politikalarını kamuoyuna duyurmak amacıyla Londra'da oldukça geniş bir topluluğa ulaşabilecekleri bir yürüyüş organize etmiş ve böyle bir yükümlülük olmamasına rağmen gerekli önlemlerin alınması talebiyle yürüyüş yapacaklarını Londra Emniyetine bildirmiştir. Fakat söz konusu yasaklama kararı uyarınca başvurucu Derneğin planladığı yürüyüş eylemi de iptal edilmiştir (Christians Against Racism and Fascism/Birleşik Krallık, §§139, 140).

29. Yasaklama kararının öngörüldüğü Kamu Düzeni Kanunu'nun kanunilik koşulunu karşıladığını ve kamu düzeninin korunması meşru amacına yöneldiğini kabul eden AİHM, daha sonra söz konusu kararın demokratik toplum düzeninde gerekli olup olmadığını incelemiştir. Öncelikle ilgili Kanun'da belli bir toplantı ya da yürüyüşün yasaklanmasına izin verilmediği, yalnızca genel olarak toplantıların tamamı ya da -yine spesifik bir eylem belirlenmeden- belli nitelikteki toplantı veya yürüyüşlerin yasaklanabileceğinin öngörüldüğü, ayrıca bu yasaklamanın belirli bir süre uyarınca verilebileceği hususları dikkate alınmıştır. AİHM bu doğrultuda ilgili Kanun'un belli toplantı ya da yürüyüşler yönünden keyfî olarak uygulanmasını önleyebilecek garantileri içerdiğini kabul etmiştir (Christians Against Racism and Fascism/Birleşik Krallık, § 150).

30. AİHM daha sonra toplantı ve yürüyüşlerin genel olarak yasaklanmasının demokratik bir toplumda gerekli kabul edilebilmesi için ortada kamu düzeni yönünden tehlike teşkil eden ciddi bir durum bulunması ve bu tehlikenin daha az sınırlayıcı önlemlerle giderilmesi imkânı olmaması gerektiğini belirtmiştir. Bu doğrultuda yasaklama kararıyla giderilmeye çalışılan güvenlik kaygısının bireylerin toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme hakkı yönünden yaratılan dezavantaj karşısında ağır basması, ayrıca yaratılan bu dezavantajın gerek yasağın süresi gerek geçerli olduğu yer yönünden yapılabilecek kısıtlamalarla giderilemeyecek olması gerektiğini açıkça ifade etmiştir (Christians Against Racism and Fascism/Birleşik Krallık, § 150).

31. AİHM son olarak belirlediği söz konusu ilkeleri somut olaya uygulamıştır. İlk olarak ilgili zamanda Londra'daki atmosferin gergin olduğunu kabul eden AİHM, National Front topluluğunun gerçekleştirdiği eylemler ve karşı eylemler nedeniyle polisin etkin müdahalesine rağmen can ve mal zararının engellenemediği durumlar oluştuğunu, anılan topluluğun parlamento seçimlerinden sonra yapmayı planladığı yürüyüşün de başvuru konusu yasak kapsamında kaldığını belirtmiştir. Bu bağlamda gerek parlamento seçimlerinden üç gün sonrasına kadar devam edeceği kabul edilen yasağın süresi gerekse anılan siyasi topluluğun daha önce kabul edilen başka bir yasak kararının yer yönünden kapsamı dışında kalan bir mekânda tekrar kamu düzenini bozan eylemlerde bulunduğu dikkate alındığında başvuru konusu yasağın tüm Londra'yı kapsamasının makul olduğunu kabul etmiştir. AİHM, yasak kararının alındığı tarihte başvurucunun planladığı yürüyüşten haberi olmasına rağmen somut olayda Londra Emniyetinin başvurucu yönünden özel ayarlamalar yapmasını gerektiren ve mümkün kılan bir durum olmadığını, ayrıca bu konuda başvurucu topluluğun açıkça National Front adlı siyasi partisinin ideolojisine ters bir görüşe sahip olduğunun ve bu nedenle yürüyüşlerini gerçekleştirmeleri hâlinde kamu düzeninin bozulabileceğinin de gözönüne alınması gerektiğini ifade etmiştir (Christians Against Racism and Fascism/Birleşik Krallık, § 151).

32. Ortada kamu düzeni yönünden daha az sınırlayıcı uygulamalarla giderilemeyecek bir tehlike olduğunu belirten AİHM daha sonra somut olayda başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı yönünden yaratılan dezavantajın orantılı olup olmadığını tartışmıştır. AİHM; başvurucu topluluğun planladığı yürüyüşü yalnızca iki gün sonra yapmasının mümkün olduğunu, bunun dışında planlanan tarihte de Londra dışında söz konusu yürüyüşün gerçekleştirilebileceğini hatta başvurucu topluluğun planlanan tarihte zaten Londra'da yürüyüş şeklinde değil fakat belli bir yerde toplantı biçiminde bir eylem gerçekleştirdiğini ifade etmiştir. Bu bağlamda somut olayın koşullarında toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı yönünden oluşan dezavantajı makul biçimde gidermesinin başvurucudan beklenebileceğini kabul eden AİHM, başvuru konusu yasaklama kararının orantısız da olmadığına ve demokratik toplum düzeninde gerekli olduğunun yeterince gösterildiğine karar vermiştir (Christians Against Racism and Fascism/Birleşik Krallık, § 151).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

33. Anayasa Mahkemesinin 10/3/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Adli Yardım Talebi Yönünden

34. Başvuruculardan bir kısmı adli yardım talebinde bulunmuştur. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler dikkate alınarak geçimini önemli ölçüde güçleştirmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun oldukları anlaşılan -adli yardım talebinde bulunan- başvurucuların açıkça dayanaktan yoksun olmayan adli yardım taleplerinin kabulüne karar verilmesi gerekir.

B. Başvurucu Perihan Pulat Yönünden

35. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) 80. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç) bendine göre başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir sebebin olmadığı kanaatine varılması hâlinde başvurunun düşmesine karar verilebilir. İçtüzük'ün 80. maddesinin (2) numaralı fıkrasında ise Anayasa'nın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi ya da insan haklarına saygının gerekli kıldığı hâllerde başvurunun incelenmesine devam edilebileceği öngörülmüştür.

36. Bireysel başvuru tarihinden sonra ölen başvurucuların mirasçılarının makul bir süre içinde başvuruyu devam ettirme yönündeki iradelerini Anayasa Mahkemesine bildirmemeleri hâlinde anılan İçtüzük hükümleri uyarınca başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir sebebin olmadığı kanaatine varılabilir (İskender Kaya ve diğerleri, B. No: 2014/7674, 23/3/2017, §§18-21). Somut olayda başvurucu Perihan Pulat başvuru tarihinden sonra 1/3/2021 tarihinde ölmüş ancak mirasçıları makul bir süre içinde başvuruyu devam ettirme yönünde iradelerini bildirmemiştir. Anılan başvurucu yönünden başvurunun incelenmesine devam etmeyi gerekli kılan ve İçtüzük'ün 80. maddesinin (2) numaralı fıkrasında öngörülen nedenlerden biri de bulunmamaktadır.

37. Açıklanan gerekçelerle başvurucu Perihan Pulat yönünden başvurunun düşmesine karar verilmesi gerekir.

C. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

38. Başvurucuların tümü, şiddete başvurmadan barışçıl bir şekilde katıldığı toplantılar nedeniyle haklarında idari para cezası uygulanmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme haklarını ihlal ettiğini iddia etmiştir. Başvurucuların bir kısmı bu nedenle ifade özgürlüklerinin de ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

39. Üye oldukları sendikanın kararı uyarınca başvuru konusu toplantılara katılan başvurucuların bir kısmı, sendikal bir faaliyete katılmaları nedeniyle haklarında idari para cezasına hükmedilmesinin sendika haklarını da ihlal ettiğini ileri sürmüştür.

40. Bakanlık görüşünde, öncelikle başvuru konusu toplantıların darbe girişimine sebep olan olayların bastırılmaya ve bozulan kamu düzeninin yeniden tesis edilmeye çalışıldığı bir dönemde yapıldığı belirtilmiştir. Bu itibarla millî güvenlik ile kamu düzeni ve esenliğinin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması, mal ve can güvenliğinin sağlanması amacıyla toplantı, gösteri yürüyüşleri, konser, stant kurma, bildiri dağıtma, çadır kurma, oturma eylemi gibi eylemlerin olağanüstü hâl süresince yasaklanması hususunun Ankara Valiliği tarafından değerlendirildiğini ifade eden Bakanlık, Ankara Valiliğinin kullandığı takdir yetkisinin usul ve yasaya uygun olup olmadığının yargı kararlarıyla da denetlenerek keyfî uygulamalara karşı güvenceler sağlandığını kabul etmiştir. Sonuç olarak Bakanlık, başvuru konusu müdahalelerin Anayasa'da yer alan hak ve özgürlükleri ihlal eder nitelikte olmadığına veya adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda açık bir keyfîlik içermediğine dair görüşünü bildirmiştir.

41. Başvurucular Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında bireysel başvuru formlarındaki iddiaları yinelemiştir.

2. Değerlendirme

42. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Bu bağlamda başvurucuların şiddete başvurmadan katıldıkları toplantılar nedeniyle haklarında hukuka aykırı olarak idari para cezasına hükmedildiği iddialarının bir bütün olarak toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

43. Anayasa’nın "Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı" kenar başlıklı 34. maddesi şöyledir:

"Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir."

a. Uygulanabilirlik Yönünden

44. Ankara Valiliğinin başvurucular hakkında verilen idari para cezalarının dayanağı olan yasaklama kararları, tüm ülkede olağanüstü hâlin devam ettiği bir süreçte verilmiştir. Söz konusu kararların olağanüstü hâl ilanıyla bağlantılı olarak terör örgütlerinin olası saldırılarını engellemek amacıyla verildiği ve bu nedenle olağanüstü hâlin ortaya çıkardığı tehlikeleri bertaraf etmek amacına yöneldiği görülmektedir. Başvuru konusu yasaklama kararları uyarınca verilen idari para cezaları, süre olarak olağanüstü hâli aşan sonuçlar da doğurmadığından başvurucuların toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme haklarının ihlal edilip edilmediğine dair inceleme Anayasa'nın 15. maddesi uyarınca yapılacaktır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 324).

45. Bu inceleme sırasında öncelikle Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan güvencelere aykırılık olup olmadığı tespit edilecek, aykırılık saptanması hâlinde ise Anayasa'nın 15. maddesindeki ölçütlerin bu aykırılığı meşru kılıp kılmadığı değerlendirilecektir (kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı bağlamında bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 193-195, 242; eğitim hakkı bağlamında bkz. Mehmet Ali Eneze, B. No: 2017/35352, 23/5/2018, § 31; aile hayatına saygı hakkı ve haberleşme hürriyeti bağlamında bkz. Bayram Sivri, B. No: 2017/34955, 3/7/2018, § 47; toplantı hakkı bağlamında bkz. Selma Elma, B. No: 2017/24902, 4/7/2019, §§ 29-62).

Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Engin YILDIRIM, Hicabi DURSUN, M. Emin KUZ ve Yusuf Şevki HAKYEMEZ bu sonuca farklı gerekçeyle katılmışlardır.

b. Kabul Edilebilirlik Yönünden

46. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

c. Esas Yönünden

i. Müdahalenin Varlığı

47. Ankara Valiliğinin yasaklama kararlarına aykırı hareket ettikleri gerekçesiyle başvurucular hakkında idari para cezasına hükmedilmesi, başvurucuların toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme haklarına müdahale oluşturmuştur.

ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

48. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:

Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.

49. Sınırlamanın Anayasa'nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, Anayasa'nın 34. maddesinde belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

 (1) Kanunilik

50. Ankara Valiliğinin ilgili kararları uyarınca yaklaşık iki yıl boyunca enaz birer aylık sürelerle tüm toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin yasaklandığı veya izne bağlandığı görülmektedir. Bu durumda söz konusu kararların sürenin on beş günle sınırlandığı 5442 sayılı Kanun'un 11. maddesinin (C) bendi veya ertelenebileceği sürenin bir ay ile sınırlandırıldığı ve belirli bir toplantının yasaklanabileceğinin öngörüldüğü 2911 sayılı Kanun'un 17. maddesi uyarınca verildiğinin kabulü mümkün görünmemektedir. Dolayısıyla ilgili yasaklama kararlarının 2935 sayılı Kanun'un 11. maddesinin (m) bendi uyarınca verildiği anlaşılmıştır.

51. Ankara Valiliğinin 2935 sayılı Kanun uyarınca verdiği yasaklama kararları ile söz konusu yasaklama kararlarına aykırı davranıldığı gerekçesiyle 5326 sayılı Kanun uyarınca verilen idari para cezaları şeklindeki müdahalelerin kanunilik koşulunu karşıladığı değerlendirilmiştir.

 (2)Meşru Amaç

52. Başvuru konusu müdahalenin Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan sebeplerden kamu düzeninin korunması meşru amacına yönelik olarak verildiği değerlendirilmiştir.

 (3) Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk

 (a) Genel İlkeler

53. Demokratik bir toplumda toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının önemi ile bu hakkın sınırlandırılmasının demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmasına ilişkin genel ilkeler için Dilan Ögüz Canan (B. No: 2014/20411, 30/11/2017, §§32-34), Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK] (B. No: 2013/3924, 6/1/2015, § 115-117), Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri ([GK] B. No: 2014/920, 25/5/2017, §§ 71-74), Osman Erbil (B. No: 2013/2394, 25/3/2015, §§ 45-47), Gülşah Öztürk ve diğerleri (B. No: 2013/3936, 17/2/2016, §§ 66-70; Erdal Karadaş, B. No: 2017/22700, 28/5/2019, §§ 54-58, 60,61) kararlarına bakılabilir.

54. Anayasa’nın 34. maddesi fikirlerin silahsız ve saldırısız, başka bir ifade ile barışçıl bir şekilde ortaya konabilmesi için toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını güvence altına almıştır. Dolayısıyla toplantı hakkının amacı, şiddete başvurmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır. Demokratik bir toplumda, mevcut düzene itiraz eden ve barışçıl yöntemlerle düzenin değiştirilmesini savunan kişilere siyasi fikirlerini toplantı özgürlüğü ve diğer yasal araçlarla ifade edebilme imkânı sunulmalıdır (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 118; Osman Erbil, § 47; Gülşah Öztürk ve diğerleri, §§ 67, 68; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 80; Dilan Ögüz Canan, § 37; Ömer Faruk Akyüz, B. No: 2015/9247, 4/4/2018, § 54). Eğer toplantı şiddet içeriyorsa veya bu toplantıda şiddete çağrıda bulunuluyorsa toplantının barışçıl olduğu, dolayısıyla Anayasa'nın 34. maddesinin sağladığı korumadan yararlanacağı söylenemez (Ferhat Üstündağ, B. No: 2014/15428, 17/7/2018, § 51).

55. Toplanma özgürlüğünün kullanımından kaynaklanan kamu düzenine yönelik tehditlerin gerçeklik değeri taşıması hâlinde yetkili makamlar bu tehditleri bertaraf etmek amacıyla tedbirler alabilir. Bu tedbirlere aykırı toplantılar düzenlenmesi, bu tür toplantılara katılınması veya bu tür toplantılarda suçlar işlenmesi hâlinde de ceza verilebilir (Dilan Ögüz Canan, § 40; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 81). Bu tedbir ve cezalar barışçıl toplantı hakkına yönelik dolaylı sınırlamalara dönüşmemelidir. Toplantı hakkını kullanırken kamu otoritelerinin keyfî müdahalelerine karşı da bireyin korunması gerekir (Dilan Ögüz Canan, § 42; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 82; Gülşah Öztürk ve diğerleri, § 76; Erdal Karadaş, § 61).

 (b) İlkelerin Somut Olaya Uygulanması

56. Somut olayda 15 Temmuz 2016 tarihli darbe teşebbüsü ardından ilan edilen olağanüstü hâl süresince 2935 sayılı Kanun'un 11. maddesinin (m) bendi uyarınca-3/7/2017 tarihli ve 24/5/2017 tarihli yasaklama kararları dışında Ankara'nın tamamında ve 24/5/2017 tarihli yasaklama kararı dışında 24 saat boyunca-toplantı ve gösteri yürüyüşü yapmak yasaklanmış, 21/1/2018 tarihli karar uyarınca ise izne bağlanmıştır. Anılan Kanun'da toplantıların ertelenmesi, izne bağlanması ya da toplantı için yer ve zaman gösterilmesi gibi daha az sınırlayıcı tedbirlere de yer verilmiş olmasına rağmen idare, takdirini olağanüstü hâl sürecinde uzunca bir süre (2 yıllık olağanüstü hâl sürecinde 8 ayı kesintisiz olmak üzere toplam yaklaşık 11 ay) tüm toplantı ve gösterileri yasaklamaktan yana kullanmıştır.

57. Kamu gücünü kullanan organlar anayasal haklara, somut olayda olduğu gibi tamamen yasaklamak şeklinde bir müdahalede bulunduğunda yasaklama kararıyla giderilmeye çalışılan güvenlik kaygısını ya da diğer bir meşru amacı açıkça ortaya koymalıdır. Valiliklerin ve kamu gücünü kullanan diğer organların yapması gereken, temel haklara müdahale gerekçesi bir tehlikenin varlığına dayanıyorsa somut ve güncel tehlikenin varlığını somut olgulara dayalı olarak göstermektir. Söz konusu somut olgular güvenlik güçlerinin raporlarına dayanabileceği gibi yakın tarihlerde yaşanan, toplum ve devlet hayatı ile bireyler üzerinde olumsuz etkileri açıkça görülen olaylara, söz konusu olaylar nedeniyle kamu düzeninin henüz sağlanamamış olmasına veya bu tehlikenin devam ettiği düşüncesine de dayanabilir.

58. Ülkemizin olağanüstü hâl dışında da birçok farklı terör tehdidi altında bulunduğu bir gerçektir. Keza ülkemiz terör örgütlerinin komşu ülkelerdeki faaliyetlerinden de birincil derecede etkilenmektedir. Tam da bu sebeple somut olgulardan hareket etmeksizin salt ülkemizde terör tehlikesi bulunduğu gerekçesine dayalı olarak temel haklara yapılacak sürekli müdahaleler hakkın özünü ortadan kaldırma tehlikesi barındırır. Üstelik başvuru konusu yasaklama kararlarının çoğunda somut olarak S.Ö. ve N.G.ye destek eyleminden ve bu eylemin yarattığı rahatsızlıktan, bir kısmında ise park ya da bahçe gibi vatandaşların yoğun olarak tercih ettiği bölgelerde yüksek sesle eylem yapılması gibi nedenlerle çevreye rahatsızlık verildiğinden bahsedilirken terör tehdidine soyut olarak yer verilmesi, idarenin takdir yetkisini kullanırken herhangi bir somut terör tehdidine odaklandığı konusunda tereddüt yaratmaktadır.

59. Süresiz olan ya da süresi makul olmayan yasaklama önlemleri, müdahale edilen hakların özüne dokunma hatta o hakkı tamamen ortadan kaldırma tehlikesi yaratır. Başvuru konusu olayda da yaklaşık 11 ay boyunca ortada kamu düzeni yönünden daha az sınırlayıcı uygulamalarla giderilemeyecek bir tehlike olduğu gösterilmeden toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı yönünden oluşturulan dezavantajlı durum devam ettirilmiştir. Bu süreç boyunca başvurucuların katılımları nedeniyle idari para cezasıyla cezalandırıldıkları toplantılarda herhangi bir şiddet olayı yaşanmadığı yani toplantıların barışçıl olmaktan çıkmadığı da vurgulanmalıdır.

60. Bu doğrultuda başvuru konusu olayda, şablon gerekçelerle birbiri ardına alınan yasaklama kararlarının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını anlamsız ve imkânsız kılacak bir dereceye ulaştırdığı sonucuna varılmıştır.

61. Öte yandan Ankara Valiliğinin 30/8/2017 tarihli yasaklama kararı ve 21/1/2018 tarihli izne bağlama kararları yönünden ayrıca bir değerlendirme de yapılmalıdır. Ankara Valiliğinin başvuru konusu diğer yasaklama kararlarının aksine 30/8/2017 tarihli yasaklama kararı, Valiliğin internet sitesinde yer almamaktadır. Söz konusu kararın alındığı tarihte diğer kararlar gibi Valiliğin internet sitesinden kamuoyuna duyuru yapılıp yapılmadığı konusunda ise Valilik, bir bilgi bulunmadığını belirtmiştir (bkz. § 18). O hâlde Ankara Valiliğinin 30/8/2017 tarihli yasaklama kararını kamuoyuna herhangi bir şekilde duyurmadığı kabul edilmelidir. Bu durumda başvuru konusu diğer yasaklama kararlarının aksine Ankara Valiliğinin kamuoyuna uygun bir biçimde duyurmadığı görülen 30/8/2017 tarihli yasaklama kararına dayanılarak verilen idari para cezalarının bu sebeple de demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olduğundan söz edilemez. Nitekim belirliliği ve öngörülebilirliği ortadan kaldıran bu durum, idarenin keyfî olarak hareket etmesinin önünü açabilecek niteliktedir.

62. Ankara Valiliğinin 21/1/2018 tarihli izne bağlama kararında ise başvuru konusu diğer yasaklama kararlarından farklı olarak bir süre belirtilmemiş; kararın geçerlilik süresi, sona ereceği zaman tamamen idarenin takdir yetkisi kapsamında kalan ve bireyler tarafından hiçbir öngörülebilirliği bulunmayan, yurt dışında gerçekleştirilen bir askerî operasyona bağlanmıştır. Kesinlik ve öngörülebilirlikten oldukça uzak böyle bir belirlemenin de idarenin keyfîliğini gündeme getireceği açıktır. Bu nedenle Ankara Valiliğinin geçerli olacağı süre gerçekleştirilen operasyonun sona ermesine bağlanmış olan 21/1/2018 tarihli izne bağlama kararı uyarınca verilen idari para cezalarının da bu sebeple demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmadığı değerlendirilmiştir.

63. Açıklanan gerekçelerle başvurucular hakkında başvuru konusu yasaklama ve izne bağlama kararları uyarınca verilen idari para cezalarının demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmadığı ve Anayasa'nın 13. maddesine aykırılık teşkil ettiği sonucuna varılmıştır. Bununla birlikte anılan müdahalelerin olağanüstü dönemlerde temel hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını düzenleyen Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında meşru olup olmadığının incelenmesi gerekir.

d. Anayasa'nın 15. Maddesi Yönünden Değerlendirme

64. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı savaş, seferberlik, sıkıyönetim ve olağanüstü hâl gibi olağanüstü yönetim usullerinin benimsendiği dönemlerde Anayasa'nın 15. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, dokunulması yasaklanan çekirdek haklar arasında değildir. Dolayısıyla bu hak yönünden olağanüstü hâllerde Anayasa'daki güvencelere aykırı tedbirler alınması mümkündür.

65. Ayrıca anılan hakkın, insan hakları alanında Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerden özellikle Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmesi'nin 4. maddesinin (2) numaralı fıkrası ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) 15. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile AİHS'e ek protokollerde dokunulması yasaklanan çekirdek haklar arasında olmadığı gibi somut olayda başvurucuların toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme haklarına yapılan müdahalenin milletlerarası hukuktan kaynaklanan diğer herhangi bir yükümlülüğe (olağanüstü dönemlerde de korunmaya devam eden bir güvenceye) aykırı olduğu da saptanmamıştır.

66. Bu doğrultuda başvurucuların toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme haklarının ihlal edildiği iddiası incelenirken Anayasa'nın 15. maddesi uyarınca ilgili tedbirin olağanüstü hâlin gerektirdiği ölçüde olup olmadığı değerlendirilmelidir.

67. 21/7/2016 tarihli olağanüstü hâl kararı esas olarak, yaklaşık bir hafta kadar önce gerçekleştirilen darbe teşebbüsünün faili olarak değerlendirilen FETÖ'nün tüm unsurlarıyla bertaraf edilmesi, Türk Silahlı Kuvvetleri, yargı, emniyet ve üniversiteler başta olmak üzere kamu içindeki bütün uzantılarının temizlenmesi ve bu suretle bir daha darbe teşebbüsünde bulunulması önlenerek hukuk devleti ve demokrasi düzeninin garanti altına alınması amaçlarıyla ilan edilmiştir (bkz. §§ 5,6). Dolayısıyla darbe teşebbüsünden sonra devletin özellikle kamu düzeni ve güvenliğinden başlıca sorumlu kurumlarında söz konusu terör örgütü nedeniyle yaşanan sorunların devleti belli bir süre oldukça kırılgan bir konumda bıraktığı kabul edilmelidir. Nitekim bu süreçte çıkarılan OHAL KHK'larıyla FETÖ ya da diğer terör örgütleriyle iltisaklı bulundukları gerekçesiyle özellikle anılan kurumlarda çalışan birçok kişi kamu görevinden çıkarılmıştır (bkz. § 11).

68. Somut olay bağlamında bu durumun devletin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını kullananların güvenliği ile yaşanabilecek çatışmaları önleyerek kamu düzenini sağlama şeklindeki yükümlülüğünü olağan hâlde kendisinden beklenen şekilde yerine getirmesini engelleyeceği açıktır. Bunun yanında başvuru konusu kararların tamamında FETÖ dışındaki terör tehditleri de dikkate alınmış ve terör örgütlerinin eylem gerçekleştirebileceğine dair istihbarat alındığı belirtilmiştir. Olağanüstü hâl ilanında FETÖ dışındaki terör tehditlerinin de etkili olduğu ve sonuç olarak darbe teşebbüsüyle oluşturulan genel tehlikeyi ağırlaştırdığından daha önce bahsedilmiştir(bkz. §§ 7-10). Bu bağlamda gerek olağanüstü hâl ilanından önce gerekse sonra diğer terör odaklarınca terör saldırıları gerçekleştirilmiş olması da somut olayda mevcut tehlikenin ağırlığını göstermektedir.

69. Bununla birlikte yukarıdaki bölümde de açıklandığı üzere başvuru konusu yasaklama kararlarında terör tehdidine dair somut hiçbir olgudan hareket edilmediği gibi 31/7/2017 tarihli karardan itibaren tüm yasaklama kararlarında başvurucuların bir kısmının da katılması nedeniyle idari para cezası aldığı, görevlerinden çıkarılmaları nedeniyle açlık grevine başlayan eski öğretmen S.Ö. ve eski akademisyen N.G.ye destek amacıyla, Kızılay Yüksel Caddesi ve çevresinde gerçekleştirilen toplantılara odaklanıldığı, özellikle DHKP/C terör örgütünün bu toplantılara terör saldırısı düzenleyebileceği ve söz konusu toplantılar nedeniyle vatandaşların rahatsız olduğu gerekçelerine dayanıldığı görülmektedir. 24/5/2017 tarihli yasaklama kararında da anılan destek eyleminden açıkça bahsedilmemiş olmakla birlikte ekli krokide toplantıların yasaklandığı yerler dikkate alındığında idarenin yine söz konusu destek eylemine odaklanarak karar verdiği anlaşılmaktadır.

70. Yasaklama kararlarında, park ya da bahçe gibi vatandaşların yoğun olarak tercih ettiği bölgelerde yüksek sesle eylem yapılması gibi nedenlerle çevreye rahatsızlık verildiği şeklinde ifade edilen gerekçenin olağanüstü hâl olmadığı durumlarda da -özellikle somut olay bağlamında başvurucuların toplandıkları alanlar dikkate alındığında- toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı karşısında meşruluğunu ileri sürmek oldukça tartışmalıdır (bkz. § 58). Başvuru konusu olayda da gerekçenin olağanüstü hâlin gerektirdiği ölçüde olduğunu kabul etmeye de imkân bulunmamaktadır.

71. 15 Temmuz darbe teşebbüsünden hemen sonra soruşturmaların yoğun bir şekilde devam ettiği günlerde kamu düzeni yönünden tehlike teşkil eden ciddi bir durum bulunduğu kabul edilmelidir. Çok sayıda kamu görevlisi aleyhine idari veya adli soruşturmaların açıldığı, darbe teşebbüsü ile ortaya çıkan güvenlik açığının devam ettiği ve kamu düzeninin sağlanmasına ilişkin sorunların sıcak bir şekilde hissedildiği belirli ve kısa bir süre başvuru konusu yasağın tüm Ankara'yı kapsamasının makul olduğu da kabul edilebilir. Buna karşın idarenin ilerleyen süreçte başvurucular gibi toplantı hakkını kullanmak isteyen kimseler yönünden o tarihlerde var olan koşulların hassasiyetlerini de gözeterek bazı ayarlamalar yapılmasının mümkün olup olmadığını değerlendirmesi gerektiği açıktır. Bununla birlikte darbe teşebbüsünden üç ay sonra başlayan ve olağanüstü hâl sürecinde neredeyse kesintisiz olarak 11 ay gibi uzun bir süre devam ettirilen yasaklama sürecinde idare ve derece mahkemeleri bu konuda hiçbir değerlendirme yapmamıştır. Dolayısıyla ilk yasaklama kararının verildiği tarihte dahi devletin kamu düzeni ve güvenliği ile kamu hizmetlerinin işleyişi kapsamında oluşan tehlikeleri bir ölçüde bertaraf edebilmesi ve gerekli tedbirleri alabilmesi yönünden makul bir sürenin geçtiği dikkate alındığında Ankara Valiliğinin başvuru konusu kararlarında yer verilen gerekçelerin başvurucuların toplantı hakkına gerçekleştirilen müdahalelerin olağanüstü hâlin gerektirdiği ölçüde olduğunu ortaya koyamadığı değerlendirilmiştir.

72. Ankara Valiliği, başvuru konusu yasaklama kararlarıyla bireylerin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı yönünden, süresi belli olmayan kategorik yasaklama kararlarıyla aynı etkiyi oluşturan bir külfet yaratmış; buna karşın kamu düzeninin karşılaştığı tehlikenin başvurucular yönünden yaratılan külfete baskın geldiğini hiçbir şekilde göstermemiştir. Ayrıca idare, başvuru konusu olayda yarışan değerler arasında adil bir denge kurulabilmesi için daha hafif tedbirler alınmasının yetersiz kalacağını hiçbir şekilde ortaya koymadan ilgili kanunda öngörülen en ağır tedbire başvurmuştur. Bunun yanında başvuru konusu toplantılarda herhangi bir şiddet olayı yaşandığı da tespit edilmemiştir.

73. Son olarak Ankara Valiliğinin 30/8/2017 ve 21/1/2018 tarihli kararları yönünden de olağanüstü hâlin gerekleri kapsamında bir değerlendirme yapılmalıdır. Kamuoyuna ilan edilmeyen 30/8/2017 tarihli yasaklama kararı ve geçerli olacağı süre bir askerî operasyonunun bitişi olarak belirlenen 21/1/2018 tarihli izne bağlama kararlarının öngörülebilirliği tamamen ortadan kaldırdığı ve bu nedenle keyfîliğe yol açabileceği yukarıda ifade edilmiştir (bkz.§§ 61,62). Keyfî uygulamalara yol açabilecek bu kararların somut olayda hiçbir şekilde olağanüstü hâlin gerektirdiği ölçüde olmadığı da vurgulanmalıdır.

74. Tüm bu açıklamalar ışığında Ankara Valiliğinin başvuru konusu kararlarına aykırı hareket ettiklerinden bahisle başvurucular hakkında idari para cezasına hükmedilmesinin olağanüstü hâlin gerektirdiği ölçüde olduğundan bahsedilemeyeceği ve bu nedenle Anayasa'nın 15. ve 34.maddelerinin ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

75. Başvurucuların bir kısmı, sulh ceza hâkimliklerine itiraz sürecinde idarenin cevabının kendilerine tebliğ edilmemesi ya da söz konusu cevaplara karşı sundukları beyanların dikkate alınmaması nedenleriyle adil yargılanma haklarının da ihlal edildiğini belirtmişlerdir. Başvurucuların toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme haklarının ihlal edildiğine karar verildiğinden adil yargılanma hakkına ilişkin şikâyetlerinin incelenmesine gerek olmadığı sonucuna varılmıştır.

D. İşkence ve Kötü Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

76. Başvurucuların bir kısmı söz konusu toplantılar sırasında güvenlik güçlerinin müdahalesi nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

77. Başvurucuların işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğine dair iddialarının -incelemeyi gerektirecek hiçbir açıklama yapmadıkları görüldüğünden- temellendirilmemiş şikâyet niteliğinde bulunduğu gerekçesiyle açıkça dayanaktan yoksun olduğu değerlendirilmiştir.

E. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

78. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

79. Öte yandan ihlalin niteliğine göre yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından başvurucuların tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir .

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Talepte bulunan başvurucuların adli yardım taleplerinin KABULÜNE,

B. Başvurunun Perihan Pulat yönünden başvurucunun ölümü nedeniyle DÜŞMESİNE,

C. 1. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. İşkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

D. Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

E. Kararın bir örneğinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere ekli tabloda belirtilen ilgili mahkemelere GÖNDERİLMESİNE,

F. Başvurucuların manevi tazminat taleplerinin REDDİNE,

G. Yargılama giderlerinin; Perihan Pulat yönünden başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA, ekli tabloda gösterilen harç ve vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderlerinin diğer başvuruculara ÖDENMESİNE,

H. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

İ. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 10/3/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

 

 

 

FARKLI GEREKÇE

1. Kararın “uygulanabilirlik” konusunun tartışıldığı kısmında, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkına yönelik müdahalenin bir olağanüstü hâl (OHAL) tedbiri olup olmadığı belirlenirken, Aydın Yavuz ve diğerleri kararıyla başlayan yerleşik içtihatla uyumlu olarak, tedbirin (a) OHAL ilanına neden olan tehlikenin tasfiyesine yönelik olup olmadığı ve (b) OHAL dönemiyle sınırlı uygulanıp uygulanmadığı yönlerinden bir inceleme yapılmak suretiyle başvuruların Anayasa’nın 15. maddesi yönünden incelenmesine, ancak öncelikle Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan güvencelere aykırılık olup olmadığının tespit edilmesine karar verilmiştir (§§ 44, 45).

2. Belirtmek gerekir ki, sonuçtan bağımsız olarak, olağanüstü hâl tedbirlerine yönelik ikili inceleme yönteminin zaman içinde bazı eksiklikler ve fazlalıklar içerdiği, bu nedenle de güncellenmesi gerektiği anlaşılmıştır. Aşağıda detaylı şekilde açıklanacağı üzere inceleme yönteminin gözden geçirilerek Anayasa’nın sözü ve ruhuyla daha uyumlu hale getirilmesi gerektiği düşünüldüğü için bu farklı gerekçe kaleme alınmıştır.

3. Mevcut yöntemdeki eksiklik bir müdahalenin OHAL tedbiri olup olmadığına karar verilirken şekil şartlarının dikkate alınmamasıdır. İnceleme yöntemindeki fazlalık ise bir müdahalenin OHAL tedbiri olduğuna, dolayısıyla 15. madde yönünden incelenmesi gerektiğine karar verildikten sonra bu incelemeden önce müdahalenin 13. madde yönünden incelenmesidir. Dolayısıyla yapılması gereken (a) anılan kriterlere, müdahalenin kanun veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesi (CBK) şeklinde bir olağanüstü hâl mevzuatına dayanıp dayanmadığı kriterinin de eklenmesi, (b) şekli ve maddi kriterler uygulandıktan sonra bir müdahalenin olağanüstü hâl tedbiri olduğu tespit edildiğinde bireysel başvurudaki incelemenin sadece Anayasa’nın 15. maddesi yönünden yapılmasıdır.

4. Anayasa Mahkemesinin kararlarında belirtildiği üzere demokratik ülkelerde olağanüstü yönetimlerin sınırları anayasa ve yasalarla belirlenmiştir. Bu anlamda “olağanüstü hâl, yürütme organına önemli yetkiler vermesine, hak ve özgürlükleri de önemli ölçüde sınırlandırmasına karşın sonuçta hukuki bir rejimdir” (AYM, E.2016/171, K.2016/164, 02/11/2016, § 4).

5. Anayasa’da olağanüstü hâlin nasıl ilan edileceği, onaylanacağı ve bu dönemde temel hakların nasıl sınırlandırılacağı belirtilmiştir. Bu kapsamda Anayasa’nın 119. maddesine göre “15 inci maddedeki ilkeler doğrultusunda temel hak ve hürriyetlerin nasıl sınırlanacağı veya geçici olarak durdurulacağı … kanunla düzenlenir”. Aynı maddede olağanüstü hâllerde temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılmasına yönelik CBK çıkarılabileceği belirtilmektedir. 2017 Anayasa değişikliğinden önce de olağanüstü hâllerde “Olağanüstü Hâl Kanunu” ve Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu tarafından çıkarılacak olan “kanun hükmünde kararnameler” (OHAL KHK) ile temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılması veya durdurulması öngörülmekteydi (mülga 121. madde).

6. Buna göre olağanüstü hâlde temel hak ve hürriyetlere yönelik bir sınırlandırmanın Anayasa’nın 15. maddesi kapsamında incelenebilmesi için öncelikle Anayasa’nın 119. maddesi uyarınca çıkarılmış bir kanun/OHAL Kanunu ya da CBK/KHK hükmünün bulunması gerekir. Bunun dışında kalan olağan dönem kanunları, CBK’ları ve bunlara dayalı olarak çıkarılan düzenleyici işlemlerle yapılan müdahaleler Anayasa’nın 13. maddesi yönünden denetlenmelidir. Zira bu noktada kanun koyucunun veya yürütme erkinin olağanüstü hâle neden olan tehlikeyle mücadelede olağan dönem kurallarını tercih ettiğinin kabulü gerekmektedir.

7. Mahkememizin bir müdahalenin 15. madde kapsamında incelenip incelenmeyeceğini belirlerken şekli kriteri dikkate almayan yaklaşımının iki temel sakıncaya yol açtığı söylenebilir. Birincisi, bu yöntem olağanüstü hâllerde Anayasa’nın sadece yasama organına ve CBK koyucu olarak Cumhurbaşkanına tanıdığı olağanüstü hâlin gerektirdiği konularda tedbir alma ve bu kapsamda temel hak ve hürriyetleri sınırlama yetkisinin idareye de tanınması sonucunu doğurabilmektedir. İdarenin olağanüstü hâlin gerektirdiği bir konuda olsa bile hiçbir kanuna veya CBK’ya dayanmayan bir düzenleyici ya da bireysel işlemiyle temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılması hatta durdurulması sonucu ortaya çıkabilmektedir. Bunun da Anayasa’nın başta hukuk devleti ilkesine yer veren 2. maddesi olmak üzere, hiçbir kimse veya organın kaynağını Anayasa’dan almayan bir devlet yetkisi kullanamayacağını öngören 6. maddesine, yasama yetkisinin devredilemezliğini güvenceye alan 7. maddesine ve bilhassa da 119. maddesine aykırılık teşkil edeceği açıktır.

8. Mevcut yöntemin birincisiyle bağlantılı ikinci sakıncası ise olağanüstü tedbirlerin yaygınlaştırılarak bir anlamda olağanüstünün olağanlaştırılmasına yol açabilecek olmasıdır. Gerçekten de temel hak ve hürriyetlere yönelik bir müdahale için usulüne uygun yürürlüğe girmiş olan bir kanun veya CBK hükmünün aranmaması durumunda, olağan dönem için geçerli kabul edilen düzenlemelerin Anayasa’nın açıkça “savaş, seferberlik ve olağanüstü hâllerde” alınan tedbirlerin denetimi için öngördüğü 15. madde kapsamında incelenmesine neden olacaktır. Hâlbuki Anayasa olağan dönem müdahalelerinde denetimin 13. madde yönünden yapılmasını öngörmektedir.

9. Bu noktada belirtilmelidir ki, şekli kriterin mevcut kriterlere eklenmesi, Mahkememizin başvurunun esasıyla ilgili vereceği kararı etkilemeyeceği gibi “uygulanabilirlik” bakımından da sonucu değiştirmeyebilir. Nitekim somut başvuruya konu olayda idare toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yönelik müdahaleyi 2935 sayılı Olağanüstü Hâl Kanunu’nun 11. maddesinin verdiği yetkiye dayandırmıştır. Bu nedenle şekli kriter eklendiğinde de inceleme yine 15. madde yönünden yapılabilecektir.

10. Diğer taraftan Anayasa’nın 15. maddesi yönünden incelenmesi gerektiğine karar verilen müdahalenin önce Anayasa’nın 13. maddesindeki güvencelere uygunluğunun incelenmesi de bazı sakıncaları beraberinde getirebilmektedir. Mevcut yönteme göre 13. madde yönünden yapılan incelemede ihlal bulunmadığında ayrıca 15. madde yönünden inceleme yapılmamakta, buna karşılık 13. madde yönünden bir aykırılık tespit edildiğinde Anayasa’nın 15. maddesi yönünden bir inceleme daha yapılmaktadır.

11. Bu ikili inceleme yönteminin en az üç olumsuz sonucu olduğu söylenebilir. Birincisi, olağanüstü hâlin özel şartları altında bir temel hak veya hürriyete yönelik müdahalenin olağan dönemin kriterleriyle incelenmesi, konunun somut gerçeklikten uzaklaşılarak değerlendirilmesine yol açabilmektedir. Olağanüstü hâl düzenlemesine dayanılarak yapılan bir müdahaleyi adeta olağan dönemde yapılmış bir müdahale gibi görerek 13. madde yönünden incelemek, kaçınılmaz olarak soyut bir değerlendirme yapılmasını gerektirmektedir. Oysa bireysel başvuruda ihlale neden olup olmadığı incelenen müdahale soyut ya da farazi değil, bizzat başvurucuya uygulanmış olan somut işlem veya karara dayanmaktadır.

12. Bu yöntemin ikinci sakıncası -hiç gerekmediği halde- Anayasa Mahkemesinin bir OHAL tedbirini olağan dönem tedbiri gibi değerlendirip ihlalin varlığı ya da yokluğuna dair bir sonuca ulaşmasına neden olmasıdır. Bu durum Mahkemenin OHAL sonrasında önüne gelebilecek benzer bir konuda önceden 13. madde incelemesi yaparak görüş açıklaması sonucunu doğurmaktadır. Hâlbuki Anayasa Mahkemesinin önüne gelen başvuruda OHAL tedbiri mahiyetinde bir müdahale bulunuyorsa bunu olağanüstü dönemin şartlarını dikkate alarak değerlendirmesi gerekmektedir.

13. Üçüncü ve daha ciddi sakınca ise iki ayrı hukuki rejimin temel hakların sınırlandırılmasına yönelik kriterlerinin kavram kargaşasına yol açacak şekilde iç içe geçmesidir. Bu karmaşanın bilhassa “kanunilik”, “meşru amaç” ve “ölçülülük” kriterlerinde tecessüm ettiğini söylemek mümkündür.

14. Anayasa’nın 13. maddesine göre bir temel hak veya hürriyetin sınırlandırılabilmesi için yasama organı tarafından “kanun” adı altında çıkarılmış bir kural bulunmalı, bu kural da açık, net ve belirli olmalıdır. Buna karşılık olağanüstü hâlde kanunun yanında OHAL KHK’larıyla da (yeni sistemde CBK) temel hak ve hürriyetler sınırlandırılabilmektedir. Bu durumda bir OHAL kararnamesinin veya CBK’nın Anayasa’nın olağan dönemler için öngördüğü 13. maddede düzenlenen “kanunilik” şartı bakımından değerlendirilmesi ontolojik olarak mümkün değildir. Tam da bu nedenle OHAL KHK’sı ile yapılan bir müdahale 13. madde yönünden incelendiğinde bazen olağanüstü dönemlerde temel hak ve özgürlüklerin OHAL KHK’sı ile sınırlandırılabileceğine dair anayasal hükme atıfla “kanunilik şartını sağladığı”, bazen de bunun yanlış olacağı düşünülerek “kanuniliğin istisnası” olduğu değerlendirmesi yapılmıştır. Hâlbuki şekli ve maddi kriterler kullanılarak OHAL tedbiri olduğu tespiti yapıldıktan sonra artık incelemenin Anayasa’nın 13. maddesi değil, olağanüstü dönemde temel hakların sınırlandırılması rejimini düzenleyen 15. maddesi yönünden yapılması gerekir.

15. İkili inceleme yöntemi benzer şekilde “meşru amaç” kriteri yönünden de soruna yol açabilmektedir. Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen özel sınırlama sebeplerinin olağanüstü tedbirler için de geçerli olduğu söylenemez. Başka bir ifadeyle olağanüstü dönemlerde temel hak ve özgürlükler sınırlandırılırken Anayasa’da bunlar için öngörülmüş olan sınırlama sebepleriyle bağlı kalınması zorunluluğu bulunmamaktadır. Olağanüstü hâle neden olan tehlikenin bertaraf edilmesi amacıyla, olağanüstü "durumun gerekleri" dikkate alınarak hak ve özgürlükler sınırlandırılabilmektedir. Bu sebeple, olağanüstü bir tedbirle yapılan sınırlandırmanın “meşru amacı”nın Anayasa’nın 13. maddesi bağlamında incelenmesi anayasal hükümlerin hatalı yorumlanmasına ve karışıklığa neden olabilmektedir.

16. Öte yandan “ölçülülük” ilkesi Anayasa’nın 13. maddesinde ve 15. maddesinde öngörülen ortak kriterdir. Bu ilkenin olağan ve olağanüstü dönemde aynı alt ilkelere sahip olduğu malumdur. Buna göre bir müdahalenin ihlal teşkil etmemesi için müdahale için öngörülen meşru amaç bakımından elverişli, gerekli ve orantılı olması zorunludur. Kuşkusuz olağan dönemdeki ölçülülük ile olağanüstü dönemdeki ölçülülük arasında derece farkı bulunmaktadır. Bu bakımdan olağan dönemde “ölçüsüz” kabul edilen bir müdahale olağanüstü hâl şartlarında “durumun gerektirdiği ölçüde” kabul edilebilir. Lakin bu derece farkı zaten somut olayın şartlarından kaynaklandığından, her müdahalenin özel şartlarında ve “durumun gerekleri” bağlamında değerlendirme yapılabilmektedir. Bu nedenle bir müdahalenin hem 13. maddedeki hem de 15. maddedeki “ölçülülük” ilkesi yönünden incelenmesi kaotik bir duruma yola açabilmektedir. Dahası bir müdahalenin Anayasa’nın 15. maddesi yönünden “ölçüsüz” olduğu sonucuna ulaşılırken, çoğu kez daha önce 13. madde yönünden yapılan incelemelerdeki değerlendirmelere yer verilmektedir.

17. Belirtilen tüm bu sakıncaların giderilmesi için bir yandan olağanüstü tedbirin varlığını tespit ederken, maddi kriterlerin varlığından önce, bir OHAL mevzuatının bulunup bulunmadığının dikkate alınması, diğer yandan da OHAL tedbirinin varlığı tespit edildikten sonra da müdahalenin sadece 15. maddeden incelenmesi gerekir.

18. Mevcut ikili inceleme yönteminin yukarıda açıklanan şekilde revize edilmesi ve güncellenmesi gerektiği düşüncesiyle, çoğunluğun somut başvuruda incelemenin 15. madde kapsamında yapılması gerektiği görüşüne farklı gerekçeyle katılıyorum.

Başkan

 Zühtü ARSLAN

 

FARKLI GEREKÇE

1. Mahkememiz çoğunluğunca OHAL dönemi işlemlerine yönelik bireysel başvurulara ilişkin inceleme yöntemi AYM’nin Aydın Yavuz ve diğerleri (B. No: 2016/22169, 20.6.2017, par. 193-195, 242) kararında benimsenmiş olan yöntemin sürdürülmesi benimsenmiştir. Bu yöntem uyarınca önce Anayasanın 13. maddesi yönünden denetim yapılmakta, Anayasaya aykırılık tespit edilmişse bu kez Anayasanın 15. maddesi yönünden denetim yapılarak inceleme sonuçlandırılmaktadır. Anılan karar ve toplantı hakkı yönünden aynı yöntemin uygulandığı diğer bir emsal kararda (Selma Elma, B. No: 2017/24902, 4.7.2019, par. 29-62) tercih edilen inceleme yöntemi tarafımızca da benimsenerek uygulanagelmiş ise de zaman içerisinde bu yöntemin bazı mahzurlarının ortaya çıkması karşısında anayasal denetime ve temel haklar güvencesine uygun olarak içtihadın geliştirilmesi ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Bu nedenle ihlal sonucuna katıldığımız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının inceleme yönetimine ilişkin olarak farklı gerekçenin yazılması gerekmiştir.

2. Bilindiği gibi Anayasa’nın 119. maddesinde belirtilen nedenlerin gerçekleşmesi durumunda usulüne uygun olarak OHAL ilan edilebilmekte ve bu süreçte Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle temel hakların kısmen veya tamamen durdurulması veya vatandaşlara kimi yükümlülükler getirilmesi mümkün olabilmektedir. Fakat OHAL döneminde temel haklara yönelik sınırlama konusunda idareye verilen tek yetkinin Cumhurbaşkanlığı Kararnamesine özgü olduğu, diğer idari işlem ve eylemlerle bu yetkinin kullanılamayacağı ifade edilmelidir. Mahkememiz daha önce sözü edilen Aydın Yavuz kararında OHAL ilanı ile başlayan sürecin de Anayasal hukuk düzenin bir parçası olduğunu, temel haklara yönelik müdahalelerin kapsamı genişletilmekle birlikte OHAL hukuk düzeninde de bireylerin özgürlüklerine yönelik müdahalelerin keyfi olamayacağını ifade etmiştir (bkz. Aydın Yavuz, par. 348). Yine Anayasanın 15. maddesinde düzenlendiği ve Mahkememizin bir kararında (AYM 2.11.2016,2016/171 E. – 2016/164 K.) belirtildiği üzere OHAL hukuk düzeni Devlete sınırsız yetkiler vermemektedir. Anayasanın 15. maddesi uyarınca OHAL kararnameleri ile temel haklara yönelik müdahalelerin; milletlerarası hukuktan doğan yükümlülüklere aykırı olmaması, anılan maddenin 2. fıkrasındaki hak ve özgürlüklere dokunulmaması ve müdahalenin durumun gerektirdiği ölçüyü aşmaması zorunludur. Yine OHAL Kararnameleri ile (ve bunların kanunlaşması halinde) yapılan sınırlamalar geçici olup, OHAL sona erdiğinde bu sınırlamalar da kalkar. Öte yandan Anayasanın 15. maddesi ile siyasal otoriteye verilen sınırlı yetki temel hakların kısmen veya tamamen durdurulmasına yönelik olup, OHAL ilan edilmesi Anayasanın Devletin temel düzenine ve diğer anayasal ilkelere ilişkin hükümlerinin bu dönemde geçerli olmadığı anlamına gelmemektedir. Başka deyişle Anayasanın 119 ve 115. maddeleri kapsamında verilen yetkiler dışında kalan hükümleri OHAL döneminde aynı şekilde yürürlüğünü sürdürmektedir. Diğer taraftan OHAL ilan edilmesi ile temel hak ve özgürlükler üzerindeki durdurma etkisi kendiliğinden ortaya çıkmamakta, bu durum ancak gerekli hususlarda Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile düzenleme yapılması veya TBMM’nin çıkaracağı kanunlarda ya da OHAL ilan edilmesi durumunda kendiliğinden yürürlüğe giren 2935 sayılı OHAL Kanunu’nda öngörülmüş olması halinde söz konusu olmaktadır.

3. Anayasal denetim bakımından OHAL ilanı sonucunda temel hakları sınırlandıran bir konu Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile düzenlenmişse, derogasyonun bir sonucu olarak denetimin 13. madde yerine 15. madde kapsamında yapılması gerekmektedir. Çünkü OHAL mevzuatıyla (OHAL Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri, 2935 sayılı OHAL Kanunu ve TBMM’nin kanun çıkararak alacağı OHAL tedbirleri) gerçekleştirilen bir müdahalede, bir OHAL mevzuatı öngörmenin kendisi Anayasa’nın 13. maddesindeki ölçütlere aykırı olduğundan hâlihazırda Anayasa’nın 13. maddesinin öngördüğü ölçütler askıya alınmış durumdadır. Nitekim OHAL mevzuatıyla düzenleme yapabilme yetkisi zaten Anayasa’nın 15. ve 119. maddelerinde verilmiştir. Bu durumda OHAL mevzuatıyla öngörülmüş OHAL tedbirlerinin anayasal denetimi için ölçü norm yalnızca Anayasa’nın 15. Maddesi olmalıdır.

4. Diğer taraftan anayasal denetime ilişkin yöntemin belirlenmesinde öncelikle bireysel başvuruya konu kamu gücü işlem veya eyleminin bir OHAL tedbiri, kuralı niteliğinde olup olmadığının tespiti gerekmektedir. Çoğunluk görüşünde temel alınan Aydın Yavuz kararında bu konuda; olağanüstü durumun varlığı ve olağanüstü hal ilanının bulunması, tedbirin OHAL süresinde alınmış olması, tedbirin OHAL süresince geçerli olması ve tedbirin olağanüstü durumla bağlantılı olması kriterlerinden yararlanılmıştır (p. 188-191). Buna karşın sözkonusu kriterler arasında başvuruya konu OHAL tedbirinin hukuki dayanağı konusunda bir ayrım yapılmamıştır. Bu nedenle sözgelimi bu konuda OHAL CBK’sı ile bir düzenleme yapılmadığı (temel haklar kısıtlanmadığı) veya OHAL Kanununa ya da OHAL tedbiri olarak çıkarılan bir kanuna dayanılmadığı halde idarenin konuyla ilgili genel hükümlerden hareketle yaptığı tali düzenleme veya fiili uygulama hakkında da Anayasanın 13-15. maddeleri üzerinden bir denetim yapılması gerektiği kabul edilmiştir. Bu kabul ve uygulamanın Anayasanın öngördüğü OHAL düzenine aykırı olacağı söylenmelidir. Çünkü Çoğunluk görüşünde temel alınan yöntem esas alındığında, OHAL tedbiri alma konusunda Anayasa uyarınca yetkili olan yasama organı veya yürütme organının kullanmadığı bir yetkinin, bu konuda yetkisi olmayan idari merciler tarafından kullanılması sonucuna yol açılmaktadır. Aslında Anayasanın 15. maddesi bağlamında hiçbir yeni düzenleme yapılmadığı halde, önceki uygulamaları OHAL döneminde sürdüren kimi idari işlem ve eylemler özünde OHAL tedbiri olamayacağı ve hukuken böyle bir niteleme yapılamayacağı halde, anayasal denetimde kullanılan yöntem böyle bir sonuca yol açabilmektedir. Başka deyişle bu yöntem uygulanmakla, olağan dönem kanununun uygulanmasına dair bir idari eyleme veya idarenin genelgesiyle koyduğu kural gereği tesis edilen işleme OHAL tedbiri nitelemesi (tabiri caizse ‘muamelesi’) yapılmaktadır. Örneğin 5271 sayılı CMK’nın tutuklamaya ilişkin kurallarında değişiklik yapılmamışsa, olağanüstü durumla bağlantılı olarak OHAL döneminde yapılan bir tutuklamanın “OHAL tedbiri” olduğu söylenemeyeceği halde, 13-15 inceleme yönteminin uygulanması, bu tedbire bir tür OHAL tedbiri işlevini yüklemektedir. Her durumda 15. madde denetimini zorunlu gören bu yöntem, OHAL tedbiriyle ilgili düzenleyici bir işlem tesisi konusunda Anayasal bir yetkisi olmadığı ve böyle bir düzenleme bulunmadığı halde kamu kurumlarının fiilen böyle bir yetki varmış gibi, olağanüstü durumun gereklerinden bahisle yetkisizce hareket etmelerine zemin oluşturma riskine neden olmaktadır.

5. Şu halde bireysel başvuruya konu işlem veya eylemin OHAL tedbiri niteliğinde olup olmadığının belirlenmesinde içtihadın geliştirilmesi gerekmektedir. Bu doğrultuda konuya ilişkin tartışmalarda da ifade edildiği üzere önceki kriterlere; OHAL tedbirinin bir kanun veya Cumhurbaşkanlığı Kararnamesine dayalı olması kriterinin de eklenmesi gerekir. Bu durumda kriterleri tekrarlamak gerekirse; 1- Olağanüstü durumun bulunması ve OHAL ilan edilmesi, 2- OHAL tedbirinin bulunması, a) sözkonusu tedbirin bir Kanuna ya da 2935 sayılı OHAL Kanununa veya OHAL Kararnamesine (CBK-KHK) dayanması, b) tedbirin OHAL süresince geçerli olması, c) tedbirin OHAL’in yer bakımından yetki ölçütüne (Bölgesel OHAL gibi) uygun olması, d) tedbirin olağanüstü durumla (OHAL nedeni ile) bağlantılı olması, gerekir.

6. Somut olayda valilikçe toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin en az birer aylık sürelerle aralıklı olarak 2 yıl boyunca yasaklandığı ve izne bağlandığı görülmektedir. Bu kapsamdaki bir yetkinin yasal dayanağının 5442 sayılı Kanunun 11/C maddesinin olamayacağı açıktır. Bu durumda idari para cezasının dayanağı olan izne bağlama ve yasaklama kararlarının 2935 sayılı OHAL Kanunu kapsamında verildiği, bu nedenle incelemenin de yalnızca Anayasanın 15. maddesi uyarınca yapılması gerektiği kabul edilmelidir.


Başkanvekili

Hasan Tahsin GÖKCAN

 

FARKLI GEREKÇE

1. Somut başvuruda Mahkememizce ulaşılan ihlal sonucuna katılmakla birlikte Mahkememizin Aydın Yavuz ve diğerleri (GK), No: 2016/22169, 20/6/2017) kararında olağanüstü hâl dönemi ile ilgili başvuruların inceleme yönteminde benimsediği ilkelerin aradan geçen zaman zarfında aşağıda değineceğimiz çeşitli sorunlara yol açma olasılığından dolayı bu ve benzer nitelikteki bireysel başvuruların inceleme yönteminin değiştirilmesi gerektiği düşüncesiyle bu farklı gerekçe kaleme alınmıştır. Mevcut başvuru da bu gerekçe doğrultusunda değerlendirilecektir.

A) İnceleme Yöntemi

2. Olağanüstü Hal (OHAL) döneminde alınan OHAL tedbirleriyle ilgili bireysel başvurularda inceleme yöntemi olarak Anayasa Mahkemesi (AYM) yapılan müdahalenin önce Anayasanın 13. maddesindeki ölçütlere uygunluğunu denetlemekte, aykırılık tespiti halinde 15. maddeden de bir inceleme yapmaktadır. Buna karşılık, OHAL mevzuatına (OHAL Kanunu, OHAL Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi veya OHAL KHK’sı) dayanan temel haklara dönük yapılan müdahalelerin incelenmesinin doğrudan 15. madde üzerinden yapılması gerektiği görüşü savunulacaktır.

3. Olağanüstü hallerde temel hak ve hürriyetlerin, olağan döneme göre çok daha fazla bir şekilde sınırlandırılmasına ihtiyaç duyulabilir. Anayasanın 15. maddesi, bu gibi hallerde devlete temel hak ve hürriyetleri olağan dönemlere nazaran daha geniş bir şekilde sınırlandırmaya ve Anayasa da bunlar için öngörülen güvencelere aykırı tedbirler almaya izin vermektedir. Bununla birlikte 15. maddenin devlete olağanüstü hallerde sınırsız yetki verdiği söylenemez.

4. Anayasal düzene yönelik ciddi bir tehdit karşısında uygulamaya sokulan olağanüstü hal düzeninde haklar ve özgürlüklerin olağan dönemdeki gibi kullanılmasını beklememek gerekir. Aksi bir tutum, Anayasanın bir tür “intihar antlaşması”na1 dönüşmesine neden olabilir. Bununla birlikte, devletin ve milletin varlığını tehdit eden ciddi bir tehlike karşısında, demokratik bir devletin yapması gereken sürekli bir tehdit algısı altında, olağanüstü hali olağanlaştırmak değil, o tehdidi bertaraf edici önlemleri anayasa ve hukuk içinde kalarak almaktır.

5. John Locke “Hükümet Üzerine İkinci İnceleme” adını taşıyan incelemesinde, “insanların sansar veya tilkilerden gelebilecek zararlara karşı kendilerini korumaktan kaçınacak, fakat aslanlar tarafından yutulmaktan memnun olacak kadar aptal…” olmadıklarına dikkat çekmişti.2 Anayasal düzen, insanların tilkiler ve sansarlardan gelebilecek tehlikelere karşı korunmasını sağlarken, aslanlar tarafından yutulmamasını da güvence altına almalıdır.

6. Olağanüstü hal bir istisna halidir ama bu özelliği hakların ve hürriyetlerin askıya alındığı, anayasanın ve hukuk normlarının tamamen devre dışı bırakıldığı, hukuksuzluğun esas alındığı bir duruma Anayasanın “intiharı önlemek adına” izin verdiği anlamına gelmez. İnsan haklarını, kişilerin özgürlüğünü, can ve mal güvenliğini, kamu düzenini, ülkedeki mevcut anayasal demokratik sistemi ve bütün bunları korumakla mükellef olan devleti tehdit eden savaş, isyan, kalkışma, darbe ve terör gibi tehditlerle mücadele etmek devletin varlık nedenlerinden ve asli görevlerinden biridir. Ancak, bu görev yerine getirilirken alınan ve alınacak tedbirlerin, anayasaya, hukuk devletine ve uluslararası insan hakları yükümlülüklerine ters düşmemesi, insan haklarına mümkün olduğunca asgari seviyede tutması gerekmektedir.

7. Anayasa Mahkemesi norm denetiminde, OHAL KHK'larının Anayasaya uygunluğu denetiminin yapılamayacağının Anayasa'nın lafzı uyarınca açık olduğunu belirtmiş (AYM, E.2016/205, K.2019/63, 24/07/2019, § 9) fakat OHAL KHK'larının uygun bulunmasına dair kanunların anayasallık denetimine tabi olacağını ifade etmiştir. Bu kapsamda Anayasa Mahkemesi, OHAL KHK'larında ve daha sonra onay kanunlarında olağanüstü halin bertaraf edilmesine ilişkin olduğu değerlendirilen tedbirleri içeren hükümlerin Anayasa'nın 15. maddesi uyarınca incelenmesi, olağanüstü duruma ilişkin olmadığı görülen tedbirlerin ise Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca incelenmesi gerektiğini kabul etmiştir.

8. Mevcut yöntemde Anayasanın 13.maddesine dayanılarak yapılan inceleme sonucunda temel hak ve hürriyetlere yapılan müdahalenin -olağan dönemde- anayasayı ihlal ettiği tespit edilirse, 15. madde değerlendirmesine geçilmektedir. Nihai sonucu belirleyen 15. madde incelemesi olmaktadır.

9. Anayasanın 15. maddesinin ilk fıkrasına göre “Savaş, seferberlik (…) veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlal edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir.” Buna göre, temel hak ve hürriyetler Anayasanın 15. maddesine aykırı düşmemek şartıyla, başta 13. maddeye ve Anayasanın diğer maddelerinde vücut bulan güvencelere aykırı olarak sınırlandırılabilir. Elbette, 15. madde devlete tamamen kuralsız, sınırsız ve keyfi yetki vermemekte, fütursuzca at koşturacağı bir alan açmamaktadır. Bu maddenin hayat bulması için savaş, seferberlik veya olağanüstü hallerden birinin mevcut olması, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülüklerin ihlal edilmemesi, maddenin ikinci fıkrasında sayılan hak ve ilkelerden oluşan çekirdek alana dokunulmaması ve son olarak ölçülülük ilkesine aykırı olacak şekilde davranılmaması gerekmektedir. Bu ölçütler AYM kararlarında net olarak vurgulanmaktadır (Örneğin, AYM E.2016/171, K.2016/164, 2/11/2016).

10. Anayasada, olağan dönemlerde temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılması yönünden 13. madde devredeyken, olağanüstü hallerde ise 15. madde devreye girmektedir ve bu nedenle olağanüstü hallerde temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılması incelenirken olağan döneme ait 13. madde çerçevesinde bir değerlendirme yapılmamalıdır, buna gerek yoktur. Buna karşılık OHAL’le ilgili olmayan ama OHAL döneminde gerçekleşen durumlarda, sınırlandırmalarla ilgili inceleme yapılırken 13. madde kullanılmalıdır. Anayasa’nın 15. maddesine uygun olan bir işlem veya eylemin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen güvencelere aykırı olması Anayasa’nın 13. maddesinin ihlal edildiği anlamına gelmez, zira OHAL’le ilgili olan durumlarda dayanak olarak alınması gereken madde 15. maddedir. Bu iki madde arasında bir ast-üst ilişkisi olmadığından 13.maddeyi, 15. maddeyi devreye sokmanın adeta bir ön şartı gibi algılamamak gerekmektedir. 15. maddenin uygulanması için 13. maddeye aykırı davranıldığının tespiti gerekmemektedir. Bu iki madde aslında aynı işlevi farklı dönemlerde görmektedir. Olağan dönemlerde ve OHAL döneminde OHAL’le ilgili olmayan durumlarda 13. madde temel hak ve hürriyetler yönünde bir güvence sunarken. OHAL döneminde OHAL’le ilgili durumlarda aynı güvence için 15. madde devreye girmektedir.

11. Anayasanın 13. ve 15. maddelerinde yer alan ölçülülük ilkesi bu iki maddede çok farklı şekillerde zuhur etmemektedir. Her iki maddede de ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. 15. maddenin ilk fıkrasında hüküm altına alınan ölçülülük ilkesine göre OHAL kapsamında alınan tedbirin, olağanüstü halin ilan edilme amacını gerçekleştirmeye elverişli ve gerekli olması ve aracın amaç ile ölçüsüz bir oran içinde bulunmaması gerekir. Temel hak ve hürriyetleri sınırlayan bir tedbir, olağan dönemlerde ölçüsüz, olağanüstü hallerde ise ölçülü bulunabilir. Çünkü 15. madde, 13. maddeden farklı olarak ölçülülüğü “durumun gerektirdiği ölçüde" ibaresiyle nitelendirmiştir. Buradaki “durum” OHAL ilanına neden olan olgu, olay veya olaylar silsilesidir. Olağanüstü hallerde çok sayıda temel hak ve hürriyet bu halin doğası gereği sınırlanabilir ancak bu sınırlamalar “durumun gerektirdiği ölçüde” kriterine uymak zorundadır. Aksi takdirde, 15. maddeye aykırı davranılmış olacaktır.

12. OHAL dönemlerinde temel hak ve hürriyetlerin sınırlanmasında, 13. maddede düzenlenen kanunla sınırlama, ilgili maddede belirtilen sebeplere dayanma, Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olma, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olma, hakkın özüne dokunmama, şartları aranmaz ancak sınırlamaların 15. maddeye uygun olması gerekir. Buna ek olarak Anayasanın 119. maddesine göre sınırlamalar yalnızca ya olağanüstü hal kanunu ile veya cumhurbaşkanlığı kararnamesi (veya OHAL KHK’sı) ile öngörülebilir. Dolayısıyla yetkili organlar dışında hiçbir organın ilk elden Anayasanın temel hak ve hürriyetlere ilişkin çeşitli maddelerinde getirdiği güvencelere aykırı düzenlemeler yapması, kararlar alması mümkün değildir.

13. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 15. maddesinin İngilizce metninin kenar başlığı “Derogation in time of emergency (olağanüstülük zamanında derogasyon)”, Fransızca metninin de “Derogation en cas d'etat d'urgence (olağanüstü hal durumunda derogasyon)”dur. Bu başlık Türkçeye resmi olarak “Olağanüstü hallerde yükümlülükleri askıya alma” şeklinde çevrilmiştir. Sözleşmenin 15. maddesinin İngilizce ve Fransızca metinlerine de "derogasyon" kavramı yer almaktadır. Bu kavram dilimize resmi olarak “Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir” şeklinde aktarılmıştır. Sözleşmede geçen “derogation” kavramı “askıya alma” biçiminde yorumlanmamalıdır. Bu kavram “bir hukuk kuralından müstesna tutulma…bir kuralın içeriğinin gevşetilmesi, hafifletilmesi” şeklinde anlaşılmalıdır.3

14. “Temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması” başlığını taşıyan Anayasanın 15. maddesinin metninde “durdurulabilir” kavramı bulunmaktadır. Görüldüğü gibi hem başlıkta, hem de metinde “durdurma”dan söz edilmektedir. “Durdurma” kavramı temel hak ve hürriyetlerin tamamen ortadan kaldırılabileceği anlamını çağrıştırmaktadır. Bununla birlikte, Anayasanın 15. maddesinin, Sözleşmenin 15. maddesinden büyük oranda esinlendiğini göz önüne aldığımızda Sözleşmede geçen “derogasyon” kavramının Anayasal sistemimizde durdurma veya askıya alma şeklinde anlaşılmaması gerekir. Anayasanın 15. maddesindeki “durdurma” kavramı temel hak ve özgürlüklerin OHAL döneminde olağan döneme göre daha fazla sınırlanabileceği şeklinde yorumlanmalıdır. Nitekim maddenin gerekçesine baktığımızda “... hak ve hürriyetlerin durdurulması yahut bunlar için öngörülen güvencelere aykırı tedbirler getirilmesinde ‘durumun gerektirdiği ölçü içinde kalınacak’, yani ‘istisna’da orantı korunacak…” şeklinde bir değerlendirme yapıldığını görmekteyiz.4 Bu da bize “durdurma”nın aslında bir sınırlama olduğunu ve buradaki ana ölçütün “durumun gerektirdiği” olduğunu göstermektedir.

15. Anayasanın 121. maddesinin ikinci fıkrası olağanüstü hallerde temel hak ve hürriyetlerin “15 inci maddesindeki ilkeler doğrultusunda sınırlanacağı”nı hükme bağlamıştır. Bunu da dikkate aldığımızda “durdurma” ve “sınırlama” kavramları arasında esas olarak önemli bir fark bulunmamaktadır. Anayasa koyucu, kamu gücüne OHAL döneminde Anayasaya aykırı eylem ve işlemler yapma yetkisi vermemiştir. Verilen yetki durumun gerektirdiği ölçüde hak ve özgürlüklerin sınırlandırılabilmesidir.

16. Anayasanın 15. maddesi OHAL düzeni içerisinde OHAL Kanunu, OHAL Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi (veya OHAL KHK’sı) ile veya bunlara dayanan kamu gücü eylem ve işlemlerine uygulanır. Bu çerçevede OHAL kapsamında temel hak ve özgürlüklere yapılan bir müdahalenin gerçekten de OHAL’in gerektirdiği bir tedbir olup olmadığı ve eğer OHAL’in gerektirdiği bir tedbir ise ölçülü olup olmadığı değerlendirilmelidir. Müdahale OHAL mevzuatına dayanmıyorsa, Olağanüstü halin bertarafıyla ilgisi olmayan bir tedbirse veya ölçülü değilse Anayasaya aykırı düşecektir.

17. Olağan dönem kanunları uyarınca yapılan ve Anayasanın 13. maddesine aykırı olduğu saptanan bir müdahalenin ilaveten Anayasanın 15. maddesine göre uygunluğunun incelenmesi kamu gücünü kullanan organların yalnızca OHAL'in gerekliliklerini öne sürerek 2935 sayılı OHAL Kanunu ya da OHAL KHK'sı dayanmadan karar almalarının önüne açma riski taşımaktadır. Bireysel başvuru kapsamında OHAL mevzuatı esas alınarak gerçekleştirilen müdahalelerle ilgili incelemenin yalnızca Anayasa'nın 15. maddesi yönünden yapılması bu riskin doğmasına engel olacaktır. Bu sayede OHAL’den dolayı gerekli olduğu kamu organlarınca ileri sürülen ama OHAL mevzuatından kaynaklanmayan müdahalelere olağan dönem incelemesi (13. madde kapsamında) yapılmış olacaktır. Aksi takdirde, kamu makamlarının OHAL mevzuatına dayanmadan, olağanüstü hâl bunu gerektiriyor diyerek aldıkları tedbirlerin OHAL kapsamında durumun gerektiği ölçüde olduğunun meşru görülmesi sonucu doğabilecektir.

18. Kamu makamlarının, OHAL Kanunu ya da OHAL Kararnamesine dayanmadan sırf kendi değerlendirmelerine dayanarak durumun gerektirdiği tedbirleri alabilmeleri anayasal açıdan son derece sorunlu olacaktır. Anayasanın 119. maddesinin beş, altı ve yedinci fıkralarında OHAL dönemlerinde “15 inci maddedeki ilkeler doğrultusunda temel hak ve hürriyetlerin nasıl sınırlanacağı veya geçici olarak durdurulacağı, hangi hükümlerin uygulanacağı ve işlemlerin nasıl yürütüleceği”nin kanun veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenleneceği kuralına yer vermiştir. OHAL ilan edildiğinde 119. madde hükümleri askıya alınmadığına göre kamu makamlarının OHAL Kanunu ya da OHAL Cumhurbaşkanlığı Kararnamesine (veya OHAL KHK'sına) veya bir olağan dönem mevzuatına dayanmadan herhangi bir eylem veya işlem yapmaları mümkün değildir.

Yapıldığı taktirde bu Anayasanın 2., 15. ve 119. maddeleri başta olmak üzere müdahale ettiği temel hak ve özgürlükleri düzenleyen maddelere aykırılık oluşturacaktır.

19. OHAL döneminde ve OHAL mevzuatı dayanak alınarak yapılan ancak somut olayla ilgili olarak OHAL ilanına sebep olan durumla hiçbir bağlantısı olmayan tedbirler, ilan edilen OHAL'in bertaraf edilmesi için gerekmeyen tedbirler veya gerekli olmakla birlikte ölçülü olmayan tedbirler Anayasanın 15. maddesine uygun olmayacaktır.

20. Özetlemek gerekirse, Anayasanın 15. maddesinin doğrudan inceleme yöntemi olarak kullanılabilmesi için öncelikle bir olağanüstü durumun bulunması ve OHAL ilan edilmesi ve bir OHAL tedbirinin mevcut olması gerekmektedir. OHAL tedbirinin var olabilmesi için de bu tedbirin bir kanun veya Cumhurbaşkanlığı Kararnamesine (Kanun Hükmünde Kararnameye) dayalı olması, OHAL süresi boyunca geçerli olması ve olağanüstü duruma ilişkin olması aranacaktır.

21. Anayasanın 15. maddesine göre yapılacak incelemenin kapsamı yönünden de ilk olarak bu maddenin ikinci fıkrasında sayılan ve çekirdek haklar olarak nitelendirilen hak ve özgürlüklere dokunmaması, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülüklere aykırı olmaması ile durumun gerektirdiği ölçüde olması şeklinde sıralanan ölçütlere uygunluğu incelenecektir.

B) Somut Başvuru

22. Yukarıdaki açıklamalardan sonra somut başvuruya geldiğimizde Ankara Valiliğinin iki yıl boyunca art arda verdiği kararlarla bu kentte tüm toplantı ve gösterileri şablon gerekçelerle yasaklaması veya izne bağlaması söz konusudur. Başvurucular anılan valilik emirlerine aykırı davrandıklarından dolayı idari para cezaları ile cezalandırılmıştır. Cezaların bir kısmı emniyet görevlilerince bir kısmı da cumhuriyet başsavcılığı idari suçlar bürosunca verilmiştir. Ankara Valiliği idari para cezalarını olağanüstün halin devam ettiği süre içinde ve 2935 sayılı Kanun uyarınca vermiştir. Bununla birlikte 17.10.2016 tarihli karar dışında diğer kararlarda 2935 sayılı Kanunun 11. maddesinin (m) bendi yanında 5442 sayılı Kanunun 11. maddesinin (c) bendi ve 2911 sayılı Kanunun 17.maddesine dayanıldığı görülmektedir. Bu nedenle gerek dayanılan hükümler gerek kararların içeriği dikkate alındığında başvuru konusu müdahaleyi oluşturan para cezalarının dayanağı olan kararların bir olağanüstü hâl tedbiri mi yoksa olağan durum uygulaması mı olduğu konusunda belirsizlik bulunmaktadır. Nitekim 2935 sayılı Kanunun ilgili hükmü bir olağanüstü hal tedbiriyken anılan diğer hükümler gereğince işlem yapılması için olağanüstü hal ilanına gerek bulunmamaktadır.

23. Başvuru konusu müdahalenin bir olağanüstü hâl tedbiri mi yoksa bir olağan durum uygulaması olduğunun tespiti, kullanılacak anayasal güvencelerin belirlenmesi bakımdan önemlidir. Müdahalenin bir olağanüstü hal mevzuatına dayanılarak yapılması halinde Anayasa’nın 15.maddesine başvurmak gerekecektir. Bu çerçevede yapılacak incelemede, bireysel başvuruya konu müdahalenin anılan maddenin ikinci fıkrasında sayılan hak ve özgürlüklere dokunup dokunmadığı, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülüklere aykırı bulunup bulunmadığı ve durumun gerektirdiği ölçüde olup olmadığını değerlendirilecektir.

24. Ankara Valiliğinin ilgili kararları uyarınca genel olarak Ankara’nın tamamında, kesintisiz olmamakla birlikte 2016 yılının sonundan başlayarak yaklaşık iki yıl boyunca, bir kısmında süre belirtilmemesine rağmen en az bir aylık sürelerle tüm toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin yasaklandığı ve son olarak izne bağlandığı görülmektedir. Bu durumda söz konusunu kararların süresinin on beş günle sınırlandığı 5442 sayılı Kanunun 11 maddesinin (c) bendi veya ertelenebileceği sürenin bir ayla sınırlandırıldığı ve belirli bir toplantının yasaklanabileceğinin öngörüldüğü 2911 sayılı Kanun’un 17. maddesi uyarınca verildiğinin kabulü mümkün görünmemektedir.

25. Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında başvuru konusu idari para cezalarının dayanağı olan izne bağlama ve yasaklama kararlarının 2935 sayılı Kanun gereğince verildiği tespit edilmiştir. Dolayısıyla bir önceki (A) bölümünde inceleme yöntemi konusunda yapılan açıklamalar gözetildiğinde başvuru konusu müdahalenin değerlendirilmesi doğrudan Anayasanın 15. maddesine göre yapılacaktır.

26. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı savaş, seferberlik, sıkıyönetim ve olağanüstü yönetim usullerinin benimsendiği dönemlerde Anayasa’nın 15. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan dokunulması yasaklanan çekirdek hakları arasında değildir. Dolayısıyla olağanüstü hallerde bu hakla ilgili olarak Anayasa’daki güvencelere aykırı tedbirler alınması mümkündür.

27. Ayrıca anılan hakkın, milletlerarası hukuktan kaynaklanan yükümlülük olarak insan hakları alanında Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerden özellikle Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmesi‘nin 4.maddesinin (2) numaralı fıkrası ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 15. Maddesinin (2)numaralı fıkrası ile bu Sözleşme’ ye ek protokollerde dokunulması yasaklanan çekirdek haklar arasında olmadığı gibi somut olayda başvurucuların toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme haklarına yapılan müdahalenin milletlerarası hukuktan kaynaklanan diğer herhangi bir yükümlülüğe aykırı olduğu da saptanmamıştır.

28. Başvurucuların toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme haklarının ihlal edildiği iddiası incelenirken Anayasa’nın 15. maddesi uyarınca ilgili tedbirin olağanüstü halin gerektirdiği ölçüde olup olmadığı değerlendirilmelidir.

29. Başvuru konusu yasaklama kararlarında terör tehdidine dair somut hiçbir olgu ve bilgi edilmediği gibi 31/7/2017 tarihli karardan itibaren tüm yasaklama kararlarında başvurucuların bir kısmına katıldıkları açık hava toplantılarında vatandaşların rahatsız olduğu gerekçesiyle idari para cezası verilmiştir. Yasaklama kararlarında gerekçe olarak park ya da bahçe gibi vatandaşların yoğun olarak bulunduğu bölgelerde yüksek sesle eylem yapılması gösterilmiştir. Somut olay bağlamında başvurucuların toplandıkları alanlar özellikle göz önüne alındığında, bu gerekçenin bırakın olağanüstü hali, olağan dönemde bile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı karşısında meşruluğu son derece tartışmalıdır. Bu nedenle somut başvuruda yasaklama kararı olağanüstü halin gerektirdiği ölçüde bir tedbir değildir.

30. Kamu gücünü kullanan organların anayasal haklara, somut olayda olduğu gibi bir müdahalede bulunduklarında yasaklama kararıyla sağlanmaya çalıştıkları güvenlik ya da diğer bir meşru amacı kararlarında açıkça ve somut olgulara dayalı olarak ortaya koymaları gerekir. Somut olgulara dayanmadan soyut ve şablon ifadelerle ülkemizdeki terör tehlikesi gerekçe gösterilerek temel haklara yapılacak sürekli müdahaleler hakkın özünü ortadan kaldırma tehlikesi içermektedir.

31. Ankara Valiliği, başvuru konusu yasaklama kararlarıyla bireylerin toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme hakkı yönünden, şablon gerekçelere dayanan, süresi belli olmayan kategorik yasaklama kararları almıştır. Darbe teşebbüsünden 3 ay sonra başlayan ve neredeyse kesintisiz olarak 11 ay gibi uzun bir süre devam ettirilen yasaklamalar hakkında idare ve derece mahkemeleri herhangi bir değerlendirme de bulunmamışlardır. Süresiz ya da süresi makul olmayan yasaklama önlemleri, müdahale edilen hakların özüne dokunma ve hatta tamamen ortadan kaldırma tehlikesi yaratırlar. Yaklaşık 11 ay boyunca daha az kısıtlayıcı bir yola başvurulmadan ve bir tehlikeye neden olduğu gösterilmeden toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının kullanılması engellenmiştir. Somut olguları ve koşulları gözetmeksizin şablon gerekçelerle birbiri ardına alınan kararlarının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını imkânsız hale getirdiği görülmektedir.

32. Öte yandan Ankara Valiliğinin 30/8/2017 tarihli yasaklama kararı yönünden ayrıca bir inceleme yapılmalıdır. Ankara Valiliğinin başvuru konusu diğer yasaklama kararlarının aksine 30/8/2017 tarihli yasaklama kararı, Valiliğin internet sitesinde yer almamaktadır. Söz konusu kararın alındığı tarihte diğer kararlar gibi Valiliğin internet sitesinden kamuoyuna duyuru yapılıp yapılmadığı konusunda ise Valilik bir bilgi bulunmadığını belirtmiştir. Dolayısıyla, Ankara Valiliğinin 30/8/2017 tarihli yasaklama kararının kamuoyuna herhangi bir şekilde duyurulmadığı son derece açık olduğundan başvuru konusu diğer yasaklama kararlarının aksine kamuoyuna uygun bir biçimde duyurulmadığı görülen bu yasaklama kararına dayanılarak verilen idari para cezalarının da olağanüstü halin gerektirdiği ölçüde olduğu kabul edilemez.

33. Son olarak Ankara Valiliğinin 21/1/2018 tarihli izne bağlama kararı da değerlendirilmelidir. Bu kararda başvuru konusu diğer yasaklama kararlarından farklı olarak belli bir süre belirtilmemiş, “Zeytin Dalı operasyonu devam ettiği sürece” denilerek kesinlik ve öngörülebilirlikten oldukça uzak bir süre belirlenmiştir. Bu belirsizlik, söz konusu kararın Olağanüstü Hal Kanunu uyarınca verildiği dikkate alındığında, olağanüstü halin sona ermesi durumunda yasağın sürmesi söz konusu olabilecektir. Dolaysıyla, geçerli olacağı süre “Zeytin Dalı” askeri harekâtının sona ermesine bağlanmış olan Ankara Valiliğinin 21/1/2018 tarihli izne bağlama kararı uyarınca verilen idari para cezalarının da olağanüstü halin gerektirdiği ölçüde olmadığı tespit edilmelidir. Başvuruculara verilen idari para cezalarının olağanüstü halin gerektirdiği ölçüde oldukları idarece ortaya konulamamıştır.

34. Belirtilen nedenlerle başvurucuların toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yönelik yasaklama kararları ve bu hakkı kullanmalarından dolayı verilen idari para cezaları Anayasanın 15. ve 34. maddelerini ihlal etmiştir.


Üye

 Engin YILDIRIM

FARKLI GEREKÇE

1. Olağanüstü halin yürürlükte olduğu zamanda bir olağanüstü hal tedbirine dayalı tasarrufla ilgili gerçekleştirilen bireysel başvurular 15 Temmuz 2016 tarihli darbe teşebbüsü sonrasında ilan edilen olağanüstü hal döneminde Anayasa Mahkemesince ilk olarak Aydın Yavuz ve diğerleri kararı (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017) ile incelenmeye başlanmıştır. Bu kararda benimsenen inceleme yöntemine bağlı kalınarak Mahkememizce benzer bireysel başvurular karara bağlanmaya devam etmiştir.

2. Mahkememizce benimsenen inceleme yöntemine göre başvuru konusu müdahalenin olağanüstü hâl tedbiri olup olmadığı değerlendirilirken müdahale edildiği tarihte olağanüstü hâl olup olmadığı, tedbirin olağanüstü hâlin tehlikelerini bertaraf etmeye yönelik bulunup bulunmadığı ve süre olarak olağanüstü hâli aşan sonuçlar doğurup doğurmadığı hususları dikkate alınmaktadır. Tüm bu kriterlerin karşılanmış olması durumunda başvuru konusu müdahale olağanüstü hâl tedbiri olarak değerlendirilmekte ve Anayasa’nın 15. maddesinden inceleme yapılmaktadır. Ancak bu inceleme için ise öncelikle Anayasa’nın 13. maddesine göre inceleme yapılmakta, olağan dönem Anayasa kuralları esas alınarak yapılan inceleme sonucunda başvurucunun Anayasa’nın 13. maddesi bağlamında hakkının ihlal edildiği kanaatine ulaşılması durumunda ihlal iddiası ile ilgili olarak Anayasa'nın 15. maddesindeki güvencelere aykırı bir durumun olup olmadığı incelemesine geçilmekte ve bu aşamada yapılan incelemeye göre başvurucunun ihlal iddiası sonuçlandırılmaktadır.

3. Bu koşulların varlığı durumunda ise Anayasa’nın 15. maddesindeki üç önemli güvenceye uygunluk denetimi yapılarak sonuca ulaşılmaktadır. Bu güvenceler maddede belirtilen ve olağanüstü hal döneminde dahi dokunulamayacak nitelikteki sert çekirdek haklara dokunulup dokunulmaması, olağanüstü halde başvurulan tedbirin milletlerarası hukuktan doğan yükümlülüklere aykırı olup olmaması ve bu tedbirin olağanüstü halin gerektirdiği ölçüde olup olmaması şeklinde somutlaştırılmaktadır.

4. Mahkememiz olağanüstü halin ilanından bugüne değin bu yaklaşımla birçok bireysel başvuruyu incelemiş ve karara bağlanmıştır. Bu bağlamda yapılan incelemelerde asıl önemli olanın ise Anayasa’nın 15. maddesi yönünden yapılan inceleme olduğunu ifade etmek gerekir. Zira bahse konu ihlal iddialarının, aşağıda daha ayrıntılı açıklanacağı üzere Anayasa’nın 119. maddesi uyarınca öngörülen olağanüstü hâl tedbirlerine ilişkin olması durumunda, mevcut içtihat uyarınca gerçekleştirilen öncelikle Anayasa’nın 13. maddesi yönünden yapılan incelemenin ve bu incelemeden çıkan bir ihlalin varlığının pratikte bir anlam ifade etmediği düşünülmektedir. Bu incelemede asıl önemli olan başvurulan olağanüstü hal tedbirlerinin Anayasa’nın 15. maddesindeki güvencelere aykırılık teşkil edip etmediğidir.

5. Bu bağlamda öncelikle şu tespitin yapılması önem arz etmektedir. Gerek Anayasa’da ve gerekse demokratik ülke anayasalarında ve uluslararası insan hakları sözleşmelerinde olağanüstü yönetim usullerine yer verilmiş ve olağanüstü dönemlerde temel hak ve özgürlüklerin olağan döneme göre daha fazla sınırlandırılabileceği öngörülmüş ise de uygulamada bunun ne şekilde uygulanacağı ile ilgili somut içtihadi örneklerin pek bulunmadığı görülmektedir. Başka bir ifade ile olağanüstü hallerde temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması ile ilgili bir yargısal / içtihadi standart mevcut değildi. Bu bağlamda insan haklarına olağanüstü halin uygulandığı dönemlerde yapılan müdahalelerin gerçekleştirilecek bireysel başvuru incelemelerinde ne şekilde ele alınacağı konusunda Avrupa ülkelerinde de örnek bulmak mümkün olmamıştır. 15 Temmuz 2016 tarihli darbe teşebbüsü sonrasında ilan edilen olağanüstü hal ile birlikte bunun uygulamada somutlaştırılması, bu konuya ilişkin inceleme usulünün ortaya çıkışı ilk kez Türkiye örneği üzerinde gerçekleşmiştir. İşte bu yönüyle Anayasa Mahkemesinin Aydın Yavuz ve Diğerleri kararından bu yana olan içtihadı önemli bir standart ortaya koymuştur.

6. Anılan kararın üzerinden beş yıla yakın bir süre geçtikten sonra bu kapsamda verilen birçok kararın değerlendirilmesi sürecinin kazandırdığı deneyimle birlikte bugün gelinen aşamada bu inceleme yöntemi ile ilgili standardın ana çatısını korumak şartıyla bazı revizyonlara tabi tutulması gereği Mahkemenin inceleme yöntemi ile ilgili içtihadının tekamülü açısından önem arz etmektedir. Bu bağlamda şunu ifade etmek gerekir ki gerek olağanüstü hallerde temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması rejiminin uygulaması ile ilgili Türkiye’de 15 Temmuz darbe girişiminin yaşandığı zamana kadar başka bir örneğin bulunmaması ve gerekse özellikle Anayasa’ya uygunluk denetimi ve bireysel başvuru incelemelerindeki teknik boyutlar dolayısıyla 15 Temmuz sonrası ilan edilen olağanüstü hal sonrasında içtihadın ilk ortaya konulduğu zamanlarda konunun tüm yönlerinin aynı netlikte ortaya konulamaması söz konusu olmuştur. Bunun içindir ki Mahkememizin olağanüstü hal dönemine ilişkin bireysel başvuru incelemelerindeki beş yıla yakın olan deneyimi ve bu süreçte karşılaşılan detaya ilişkin bazı yeni hususlardan hareketle bu alana ilişkin inceleme yönteminde bazı katkılar yapılması faydalı olacaktır.

7. İşte bu nedenle somut bireysel başvuruda olağanüstü hal tedbirlerinin incelenmesi noktasında öncelikle “uygulanabilirlik”le ilgili olarak mevcut inceleme yönteminde değişikliğe ihtiyaç olduğunu ve bu nedenle çoğunluk görüşünden bu noktada ayrıldığımızı ifade etmek gerekir. Uygulanabilirlik yönü ile çoğunluk kararından farklı bu yöntemin benimsenmesinin olağanüstü hal tedbirlerine dayalı olarak ortaya çıkan hak ihlali ile ilgili bireysel başvurularda daha yalın bir inceleme yöntemi ortaya çıkaracağı kanaatindeyiz.

8. Bahse konu uygulanabilirlik noktasındaki görüşümüz bağlamında Mahkemenin bugüne dek benimsediği ve çoğunluğun sürdürülmesine karar verdiği inceleme yöntemindeki yaklaşımdan farklı iki önemli husus ortaya çıkmaktadır:

9. Birinci olarak, Mahkememiz olağanüstü hal kapsamında yapılan bireysel başvuru incelemelerinde ihlal iddialarını ilk olarak olağan dönem güvenceleri olan Anayasa’nın 13. maddesine uygunluk yönüyle ele almakta, eğer burada bir ihlal sonucuna ulaşıyorsa ancak bu durumda Anayasa’nın 15. maddesindeki güvenceler yönü ile inceleme aşamasına geçmektedir. Kanaatimizce bireysel başvuru inceleme sürecini uzatan bu biçimdeki bir incelemenin pratik bir faydası bulunmamaktadır. Zira bir olağanüstü hal tedbiri ile ilgili olan bir ihlal iddiasını bireysel başvuru incelemesinde ancak olağanüstü hale ilişkin anayasal güvenceler boyutu ile değerlendirerek sonuca ulaşmak Anayasa’nın öngördüğü sistematiğe de daha uygun olacaktır. Bu nedenle bu nitelikteki bireysel başvurularda doğrudan Anayasa’nın 15. maddesindeki güvencelerden hareketle inceleme yapmak daha isabetli bir yöntem olarak görülmelidir.

10. Zira, yukarıda da ifade edildiği üzere, böyle bir ihlal iddiası ile ilgili Anayasa’nın 13. maddesi yönüyle yapılan bir incelemede ihlal sonucuna ulaşmanın pratik bir etkisi de bulunmamaktadır. Çünkü bahse konu ihlal bir olağanüstü hal tedbirinden kaynaklanmakta ise bu durumda bireysel başvuru ile ilgili bir anayasal incelemenin mutlaka Anayasa’nın 15. maddesindeki güvenceler yönüyle yapılması gerekmektedir.

11. Öte yandan bir olağanüstü hal tedbirine dayalı ihlal iddiasıyla ilgili yapılan bir bireysel başvuru incelemesinde Anayasa’nın 13. maddesi yönü ile yapılan inceleme bazı teknik hukuki sorunlara da sebebiyet verebilecek hatta bazı çelişkilere yol açabilecektir. Söz gelimi bir olağanüstü hal Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ya da 2017 Anayasa değişikliği öncesi şekliyle olağanüstü hal kanun hükmünde kararnamesine dayalı bir tedbirle ilgili ihlal iddiasında 13. maddeye uygunluk denetiminde henüz kanunilik aşamasında sorun ortaya çıkacaktır. Oysa temel hakların kanunla sınırlandırılması şartı temel bir Anayasal güvence olarak sadece olağan döneme ilişkindir. Bir olağanüstü hal tedbirinde buna dayalı bir sorunu 13. maddeden hareketle incelemenin pratik faydası olmaması yanında temel hak ve özgürlüklerin rejimi ve güvenceleri boyutu ile başka sorunlara yol açması da mümkündür. Bunun gibi 13. maddeden yapılacak incelemelerde özellikle sınırlamanın meşru amacını ortaya koyma aşamasında eğer bahse konu hak ile ilgili maddede bir özel sınırlama sebebi yer almıyorsa bu durumda olağanüstü hal tedbiri ile ilgili olarak hiç de gerekli olmadığı halde Anayasa’nın 13. maddesinden hareketle anayasal sorunlarla karşılaşılacaktır.

12. Dolayısıyla olağanüstü hal tedbirlerinden kaynaklanan bireysel başvurulardaki incelemelerin doğrudan Anayasa’nın 15. maddesinden hareketle gerçekleştirilmesi pratiklik sağlayacağı gibi yukarıda bahsedilen çelişkili durumların ortaya çıkmasını da tamamen ortadan kaldıracaktır.

13. Yukarıdaki iki örnekteki sorunlara işaret edildiğinde bu durumda akla olağanüstü hal döneminin sanki güvencesiz ve hukuki olmayan bir rejim olduğu algısı gündeme gelebilir. Ancak bu bağlamda özellikle vurgulamak gerekir ki olağanüstü hal de bir hukuk rejimidir ve bu hukuk rejimini güvenceleri Anayasa’nın 15 maddesinde çok açık biçimde ortaya konulmuştur. Bu konunun detayına burada girmemekle birlikte bu bağlamda uygulanabilirlik yönüyle çoğunluk görüşünden ayrılma noktasında ikinci görüş olarak aşağıda ifade edeceğimiz husus da bu görüşümüzü desteklemekte olup olağanüstü halin kendi içinde tutarlı dayanakları olan bir hukuk rejimi olduğunu ve keyfiliğe karşı sıkı bir hukuk düzeni öngördüğünü ortaya koymaktadır.

14. Bunun bir gereği olarak Anayasa Mahkemesi de gerçekleştirdiği denetimde, kendisine tanınan Anayasal yetki sınırları dahilinde hareket ederek ilan edilen olağanüstü hallerde temel hak ve özgürlüklerin tabi olduğu hukuki rejimi belirleyip ona uygun bir denetim yaparken olağanüstü halin bu yönünü dikkate almaktadır.

15. Olağanüstü hal dönemine ilişkin bireysel başvurulardaki inceleme yönteminin geliştirilmesine yönelik “uygulanabilirlik” başlığı altında ifade edeceğimiz ikinci husus işte doğrudan bununla ilgilidir. Olağanüstü hal döneminde başvurulacak olağanüstü hal tedbirinin mutlaka “Olağanüstü hal yönetimi” başlıklı Anayasa’nın 119. maddesinde belirtilen şekliyle bir kanun ya da olağanüstü hal Cumhurbaşkanlığı kararnamesine (2017 Anayasa değişikliği öncesinde ise olağanüstü hal kanun hükmünde kararnamesine) dayanması gerekmektedir. Olağanüstü hâl ilan edildiğinde kendiliğinden yürürlüğe giren 2935 sayılı Olağanüstü Hâl Kanunu yanında TBMM’nin çıkaracağı kanunlarla farklı olağanüstü hâl tedbirleri öngörebileceği açıktır. Bu durumda Anayasa’nın 119. maddesi uyarınca olağanüstü hâl tedbirleri; 2935 sayılı Olağanüstü Hâl Kanunu, Olağanüstü Hâl Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ve TBMM’nin olağanüstü hâlle ilgili ve sınırlı olmak üzere kanunla öngöreceği tedbirlerden ibarettir.

16. Zira bir hukuki rejim olarak olağanüstü hallerde temel hakların sınırlandırılması noktasındaki güvenceler Anayasa’nın 15. maddesinde düzenlendikten sonra olağanüstü hallerde alınabilecek tedbirlerle ilgili olarak Anayasa’nın 119. maddesinde önemli detaylara yer verilmiştir. Anayasa koyucu olağanüstü hallerde alınacak tedbirleri bu şekilde sadece kanun (2935 sayılı Kanun ve TBMM’nin çıkaracağı olağanüstü hâl tedbirleri öngören diğer kanunlar) ve olağanüstü Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinde belirleme yetkisi verdiğine göre bunun dışındaki başka hiçbir kuralla bunların öngörülmesi mümkün değildir. Dolayısıyla ne normal dönemde çıkarılan Cumhurbaşkanlığı kararnamesinde ne de bir düzenleyici idari işlemde doğrudan olağanüstü hâl tedbirleri öngörülebilir.

17. Bir olağanüstü hal tedbiri olağanüstü hal kanunu veya olağanüstü Cumhurbaşkanlığı kararnamesine dayanıyor ise bireysel başvuru incelemesinde Anayasa’nın 15. maddesi yönünden yapılacak incelemedeki ön koşul olan uygulanabilirlik koşulu karşılanmış olur. Bunun sağlanması durumunda ancak olağanüstü hal ile ilgili olan bireysel başvuru incelemelerinde Anayasa’nın 15. maddesindeki güvenceler olarak sert çekirdek hakların korunup korunmadığına, getirilen sınırlayıcı tedbirin milletlerarası hukuktan kaynaklanan yükümlülükleri ihlal edip etmediğine ve olağanüstü hale ilişkin ölçülülük ilkesinin belirtildiği durumun gerektirdiği ölçüde olup olmadığı noktalarındaki denetime geçilebilir.

18. Uygulanabilirlik noktasında Mahkememiz çoğunluğundan farklı düşünmemize sebep olan bu koşul esasında bugüne değin bireysel başvuru incelemelerinde pek kendisini göstermemiş olsa da kanaatimizce olağanüstü hal tedbiri ile ilgili olarak yapılan başvurularda olağanüstü halin bir hukuk rejimi olduğunu vurgulamayı ve bu yönü ile çok kolay biçimde herhangi bir tedbirin kanun koyucu veya Cumhurbaşkanının iradesi olmaksızın bir olağanüstü hal tedbiri olmasının önüne geçmeyi amaçlamaktadır. Nitekim bugüne değin verilen kararlarda böyle bir dayanağı olmayan bir idari tasarrufa bağlı bir biçimde ihlal iddialarının reddedildiği bir Anayasa Mahkemesi kararı mevcut değildir. Aksine bu biçimdeki bir pozitif dayanaktan yoksun bir olağanüstü hal tedbiri ile ilgili tasarruflar Anayasa’nın 15. maddesinin öngördüğü temel haklar rejimi ile çelişmektedir.

19. Bu bağlamda çoğunluk görüşünden ayrıldığımız temel husus bir olağanüstü hal tedbirinin Anayasa’nın 119. maddesinde öngörülen şekli koşullarda gerçekleştirilip gerçekleştirilmediğinin açık bir kriter olarak ifade edilmesidir. Kanaatimizce bu biçimdeki bir şekli kriterin olağanüstü hal dönemindeki bir ihlal iddiası ile ilgili yapılan başvurularda uygulanabilirlik koşulu boyutu ile aranması gerekmekte olup bu nedenle bu hususun kararlarda açıkça ifade edilmesi önerilmektedir.

20. Bahse konu şekli kritere yer verilmemesi durumunda herhangi bir idari tasarrufla bir olağanüstü hal tedbirinin ihdas edilip buna dayalı biçimde işlem tesis edilebileceği hususu akla gelmektedir. Oysa bu durum olağanüstü hal rejiminde temel hakları fevkalade güvencesiz hale sokacaktır. Zira Anayasa’nın 15. ve 119. maddelerinin birlikte yorumlanması durumunda bir olağanüstü hal tedbirinin ilan edilen olağanüstü hal sebebine bağlı biçimde olmak kaydı ile ancak bir ancak bir kanun ya da olağanüstü hâl Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile belirlenebilmesi mümkündür. Bunun dışında ise herhangi bir idari tasarrufla bir olağanüstü hal tedbirinin belirlenmesi ve bunun dayanak olarak gösterilmesi Anayasa’nın amir hükümleri ile bağdaşmayacaktır.

21. Nitekim bugüne değin Anayasa Mahkemesi buna imkan veren bir karar zaten vermemiştir. Aksi yaklaşım zaten olağanüstü hal döneminde Anayasa’nın öngördüğünün aksine olağanüstü hal tedbirlerini çok daha rahat başvurulabilir tedbirler haline getirir ki bu da Anayasa’nın öngördüğü olağanüstü hal rejimi ile bağdaşmaz. Bu nedenle bu hususun Anayasa Mahkemesi kararlarında açıkça ifade edilmesi olağanüstü haldeki insan haklarının güvence düzeyini ortaya koymak açısından fevkalade önem arz etmektedir.

22. Yukarıda sıralanan sebeplerle somut başvuruda incelemenin doğrudan Anayasa’nın 15. maddesi yönünden yapılması gerektiği ve Anayasa’nın 15. maddesinin uygulanabilirlik koşulları başlığı altında da şekli kriter olarak olağanüstü hal tedbirinin ya bir kanuna (2935 sayılı Kanun ve TBMM’nin çıkaracağı olağanüstü hâl tedbirleri öngören diğer kanunlar) ya da olağanüstü hâl Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükmüne dayanması gerektiği gerekçesiyle Mahkememiz çoğunluğunun “uygulanabilirlik” başlığı altındaki inceleme yöntemine katılmaktayız.

Üye

Hicabi DURSUN

Üye

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

FARKLI GEREKÇE

Olağanüstü hâl döneminde kamu makamlarının kararlarına uymayarak çeşitli toplantı ve gösterilere katılan başvurucular hakkında emre aykırı hareket ettikleri gerekçesiyle idarî para cezaları verilmesinden dolayı toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkin başvurularda söz konusu hakkın ihlal edildiğine karar verilmiştir.

İhlal kararı oybirliğiyle alınmış olmakla birlikte, uygulanabilirlik yönünden yapılan değerlendirmelerle ulaşılan sonuca farklı gerekçeyle katılıyorum.

Bilindiği gibi, olağanüstü hâllerde temel hak ve hürriyetlerin olağan döneme göre daha fazla sınırlanmasına ihtiyaç olabilmekte; Anayasanın 15. maddesi, bu ihtiyaca cevap vermek üzere temel hakların olağan döneme göre daha fazla sınırlandırılmasına ve Anayasada bunlar için öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınmasına izin vermektedir. Kuşkusuz 15. maddenin keyfî bir sistem kurduğu ve Devlete sınırsız yetkiler verdiği de söylenemez.

15 Temmuz askerî darbe teşebbüsünün ardından 21/7/2016 tarihinde ilân edilen ve 20/7/2018 tarihine kadar uygulanan olağanüstü hâl döneminde alınan tedbirlere ilişkin bireysel başvurularda esas alınan ilkeler ve inceleme yöntemi Aydın Yavuz ve diğerleri kararında ([GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017) belirlenmiş ve Mahkememizce istikrarlı bir şekilde uygulanmıştır.

Anılan kararda, olağanüstü hâlin tehlikelerinin bertaraf edilmesi amacıyla olağanüstü hâl mevzuatında öngörülen tedbirlerin esasen Anayasadaki güvencelere aykırı da olmayabileceği, bu nedenle öncelikle Anayasanın 13. maddesine göre inceleme yapılarak ihlal bulunması hâlinde 15. madde yönünden değerlendirme yapılması şeklinde bir inceleme yöntemi benimsenmiş ve bu usul olağan dönemde de sürdürülmüştür. Anayasanın 13. maddesine göre yapılan bu incelemenin, kanunîlik ve meşru amaç yönünden çıkabilecek sorunlar sebebiyle gerekli olup olmadığı tartışılabilir. Diğer taraftan, anılan içtihadımız ve takip eden kararlarımız incelendiğinde bu yöntemle veya doğrudan 15. maddeye göre yapılacak bir inceleme neticesinde varılacak sonuçlar arasında esas itibariyle önemli bir fark olmayacağı da görülecektir.

Nitekim bu kararda da uygulanabilirlik yönünden ortaya çıkan farklı görüşlere rağmen oybirliğiyle ihlal sonucuna ulaşılmıştır.

Bu itibarla, olağanüstü hâl mevzuatına dayanarak yapılan eylem ve işlemlerin olağan dönemde gerçekleşen müdahaleler gibi Anayasanın 13. maddesi yönünden incelenmesinin artık gerekli olmadığı ve esasen 13. ve 15. maddelerden yapılacak bir inceleme yerine, şartları bulunduğunda doğrudan 15. madde yönünden değerlendirme yapılmasının yeterli olduğu düşüncesiyle, çoğunluğun inceleme yöntemine ilişkin aksi yöndeki görüşünden farklı gerekçeyle ihlal sonucuna katılıyorum.

Üye

 M. Emin KUZ

-------------------

1    Bu kavram ilk defa Birleşik Devletler Yüksek Mahkemesi yargıçlarından Robert Jackson tarafından yazılan bir karşıoy görüşünde kullanılmıştır. Bkz. Terminiello v. City of Chicago, 337 U.S. 1 (1949). Yargıç Jackson karşıoy yazısında kavramı şu şekilde kullanmıştır: “…willl convert the constitutional Bill of Rights into a suicide pact”. Kavramla kastedilen devlet gücü üzerindeki anayasal sınırlamalarla, devletin ve milletin varlığını sürdürme ihtiyacı arasında denge kurulmasıdır.

2    John Locke, Hükümet Üzerine İkinci İnceleme, çev. Aysel Doğan, İzmir: İlya Yayınevi, 2010, s. 88-89.

3    Batur Kaya, Semih “2017 Anayasa Değişiklikleri Çerçevesinde Olağanüstü Halin Hukuki Rejimi Üzerine Bir İnceleme”, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, 2022, sayı 158, s.5.

4    T.C. Anayasa Mahkemesi, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası (Gerekçeli), Ankara, 2019, s. 80.