T.C

YARGITAY

HUKUK DAİRESİ

ESAS NO: 2014/3524

KARAR NO: 2015/3752

KARAR TARİHİ: 18.03.2015

> VEKALET GÖREVİNİN KÖTÜYE KULLANILMASI, TAPU İPTAL VE TESCİL DAVASI, EHLİYETSİZLİK İDDİASI.

ÖZETİ: Öncelikle dosyanın Adli Tıp Kurumu'na gönderilerek temliki işlemde kullanılan vekaletnamenin düzenlendiği (03.07.2006) tarihte davacının hukuki ehliyete sahip olup olmadığının raporla saptanması, ehliyetsizliğin saptanması halinde davanın kabul edilmesi aksi halde vekalet görevinin kötüye kullanılmasına ilişkin yukarıda değinilen ilkeleri karşılayacak şekilde soruşturmanın tamamlanması ve ondan sonra bir hüküm kurulması gerekirken eksik inceleme ile yetinilerek yazılı olduğu üzere karar verilmesi isabetsiz olup, hükmün BOZULMASI gerekmektedir.

Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın reddine ilişkin olarak verilen karar davacı vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, tetkik hakiminin raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;

Dava, ehliyetsizlik ve vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.

Davacı, yaşı itibariyle yaptığı işlemlerin hukuki sonuçlarını algılayabilecek durumda olmadığı gibi paydaş olduğu 184 parsel sayılı taşınmazdaki payın davalı kooperatife devri halinde devrettiği payın tam karşılığının imar uygulaması yapılırken düzenleme ortaklık payı kesildikten sonra verileceği yönündeki davalıların telkinlerine inanarak payının satışı için davalı M.'e 03.07.2006 tarih 17273 yevmiye nolu vekaletname verdiğini ve kendisine sunulan belgeleri imzaladığını, anılan vekaletname kullanılarak taşınmazdaki payının 13.04.2007 tarihinde diğer davalı kooperatife satış suretiyle temlik edildiğini, ancak payına karşılık 26.500 m² isabet etmesine rağmen kendisine davalı kooperatif tarafından 16.500 m² yüzölçümlü arsa tahsis belgesi verildiği gibi 26.500 m²lik yerinin 185.000,00 TL ye davalı kooperatife satıldığı halde kooperatif tarafından kendisine tahsis edilen yerin satış bedelinin 92.400,00 TL gösterildiğini ileri sürerek tapu iptali ile adına tesciline karar verilmesini istemiştir.

Davalı kooperatif, zamanaşımı itirazında bulunarak, diğer davalı ile birlikte davanın esastan da reddini savunmuştur.

Mahkemece, tanık sözlerine dayanılarak ehliyetsizlik hukuksal nedenine dayalı tapu iptal-tescil isteğinin reddine; hile ve vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğinin ise ispatlanamadığı gerekçesi ile reddine karar verilmiştir.

Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; 1929 doğumlu davacının 6218311680/197522841600 oranında paydaş olduğu 842.000 m² yüzölçümlü ağıl yeri niteliğindeki 184 parsel sayılı taşınmazdaki payını 03.07.2006 tarih 17273 yevmiye nolu vekaletname ile vekil kıldığı davalı M. aracılığıyla diğer davalı kooperatife dava dışı başkaca iki paydaşla birlikte 13.04.2007 tarihinde toplam 381.860,00 TL bedelle satış yoluyla devrettiği; çekişmeli taşınmazın imar uygulaması sonucu birçok imar parseline gittiği ve bu imar parsellerinden birçoğunun davalı kooperatif adına kayıtlandığı, davacının 19.12.2006 tarihinde davalı kooperatife ortak olduğu, davalı kooperatif tarafından davacıya 16.500 m² yüzölçümlü arsa tahsis edildiği ve 92.400,00 TL bedelli "tahsilat fişi" verildiği anlaşılmaktadır.

Hemen belirtilmelidir ki, davada dayanılan maddi olaylar bakımından birkaç hukuki nedenin bir arada gösterilmesinde ilke olarak usul ve yasaya aykırı bir yön olmadığı gibi vekaletnamenin hile ile alındığı iddiası, vekalet görevinin kötüye kullanıldığı iddiasını da içerir.

Davada, ehliyetsizlik hukuki sebebi yanında vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuki sebebine de dayanıldığına göre, hukuki ehliyetin kamu düzeni ile ilgili olduğu gözetilerek önemine binaen öncelikle inceleme yapılması gerekeceği kuşkusuzdur.

Ne var ki, mahkemece ehliyetsizlik yönünden yapılan araştırmanın hüküm kurmaya elverişli ve yeterli olduğunu söyleyebilme olanağı yoktur.

Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Türk Medeni Kanununun (TMK) "fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir" biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç (yükümlülük) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin (reşit) olmayı kabul ederek "ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır." hükmünü getirmiştir. "Ayırtım gücü" eylem ve işlev ehliyeti olarak da tarif edilerek, aynı yasanın 13. maddesinde "yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ya da bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir." denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.

Hemen belirtmek gerekir ki, TMK'nın 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından, karşı tarafın iyiniyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. Bu ilke 11.06.1941 tarih 4/21 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da aynen benimsenmiştir.

Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında; bir kimsenin ehliyetinin tespitinin şahıs ve malvarlığı hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar.

Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta gözlem (müşahede) kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar 6100 s. Hukuk Muhakemeleri Kanununun 282. maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin "oy ve görüşü" hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.

Hele ayırt etme gücünün nispi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumu Dördüncü İhtisas Kurulundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen TMK'nın 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.

Diğer taraftan, Borçlar Kanununun temsil ve vekaletaktini düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.

6098 s. Türk Borçlar Kanununda (TBK) sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 506. maddesinde (818 s. Borçlar Kanununun 390.) aynen; "Vekil, vekalet borcunu bizzat ifa etmekle yükümlüdür. Ancak vekile yetki verildiği veya durumun zorunlu ya da teamülün mümkün kıldığı hallerde vekil, işi başkasına yaptırabilir.

Vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekalet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür.

Vekilin özen borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde, benzer alanda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Vekaletin kapsamı, sözleşmede açıkça gösterilmemişse, görülecek işin niteliğine göre belirlenir. (TBK'nın 504/1) Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin son fıkrası uyarınca sorumlu olur. Bu sorumluluk BK'de daha hafif olan işçinin sorumluluğuna kıyasen belirlenirken, TBK'de benzer alanda iş ve hizmetleri üslenen basiretli bir vekilin sorumluluğu esas alınarak daha da ağırlaştırılmıştır.

Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi 4721 s. Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.

Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, TMK'nın 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.

Hal böyle olunca, öncelikle dosyanın Adli Tıp Kurumuna gönderilerek temliki işlemde kullanılan vekaletnamenin düzenlendiği (03.07.2006) tarihte davacının hukuki ehliyete sahip olup olmadığının raporla saptanması, ehliyetsizliğin saptanması halinde davanın kabul edilmesi aksi halde vekalet görevinin kötüye kullanılmasına ilişkin yukarıda değinilen ilkeleri karşılayacak şekilde soruşturmanın tamamlanması ve ondan sonra bir hüküm kurulması gerekirken eksik inceleme ile yetinilerek yazılı olduğu üzere karar verilmesi isabetsizdir.

SONUÇ: Davacı vekilinin bu yönlere değinen temyiz itirazı yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerle (6100 sayılı Yasanın geçici 3. maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'nın 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 18.03.2015 tarihinde oybirliği ile, karar verildi.



kararara.com