Kürtaj tartışması Türkiye’de de son bir yıldır gündemimizde. Önce yasal sürenin dört haftaya indirileceği konuşuldu, kadınlar sokaklara dökülünce bir süreliğine askıya alındı. Şimdi gündemdeki yasa taslağındaysa süre on hafta kalıyor ama kürtaja erişimi kısıtlayacak, yalnızca tam teşekküllü devlet hastanelerinde yapılması gibi şartlardan bahsediliyor...

 Türkiye bu taktikleri ABD’den ithal ediyor olmasın? ABD’de kürtaj karşıtları eyalet hukukunu değiştirmede çok başarılı oldu, özellikle de kanun yapıcılar ve politikacıların Cumhuriyetçi-muhafazakar olduğu eyaletlerde... Eyaletler Yüksek Mahkeme’nin (Supreme Court) 24 hafta tanımını çeşitli yasalar çıkartarak kısıtlayabiliyor. Örneğin Mississippi eyaletinde sadece tek bir kürtaj kliniği kaldı, şimdi yeni bir yasayla bu klinikte çalışan doktorlara hastanede ameliyat yapabilme lisansı alma şartı getirdiler. Kürtaj hakkını savunan gruplar da bu yasalara farklı eyaletlerde davalar açıyor. Bu arada Yüksek Mahkeme üyeleri de şu an ağırlıklı olarak sağda, yani mahkemenin önüne bir dava gelirse 73’ten kalma kürtaj yasasını değiştirebilir.
 
Avrupa’da durum nasıl?

 Sadece ABD’de değil, dünyada sağ kanat kadın haklarına saldırmaya devam ediyor. Batıda kadın düşmanlığının üstü İslamofobiyle örtülmeye çalışıyor: Almanya, Hollanda, Fransa’da ‘Biz kadın sorunumuzu çözdük, kadın eşitliği en yüksek değerimiz, sorun bu Müslümanlarda, töre cinayetlerinde’ deniyor. Aslında yüzleşmeyi beceremedikleri post kolonyal mirasları, göçmenler ve ekonomik eşitsizlik... Eşitlik ve tolerans konusunda kendileriyle çok övünüyorlar oysa aile içi şiddet bu ülkelerde de oldukça kötü. Ama Avrupa olduğu için suçlu ‘kültür’ değil de ‘birkaç manyak’ oluyor... Tarih gösteriyor ki laiklik, kadınlar için eşitliği otomatik olarak garanti etmiyor. Birçok seküler ülkede kadınlar politika ve kamusal alandan sistematik olarak dışlanıyor. Türkiye’de oy hakkı 1934’te geçti ama parlamentoda kaç kadın var? Batıda da durum farklı değil.
 
Fransa’da 2000’de geçen ‘parité’ yasası kadın ve erkeklerin siyasette eşit temsilini sağlamayı amaçlıyordu. Bu uygulama nasıl sonuç verdi? Kota uygulamalarını tavsiye ediyor musunuz?

 Eğer politikacıların erkek olacağının pek sorgulanmadığı bir düzenden bahsediyorsak, birileri ‘Bu mecliste en az şu kadar kadın olacak’ diye bastırmadıkça olmuyor. Hatta Fransa’da ‘parité’ yasası geçmesine rağmen bunu da sulandırmanın yolları bulundu. Şimdi yasa sadece adaylara uygulanıyor, yani adayların yüzde 50’sinin kadın olması lazım. Partiler de kadın adayları kaybedeceklerini bildikleri bölgelerde aday gösteriyor. Hatta bir ara erkek politikacılar, hizmet süreleri dolduktan sonra eşlerini kukla aday gösteriyordu. Kısacası böyle bir yasa olması, uygulanacağı anlamına gelmiyor.
 
Parité üzerine kitabınızda, yasanın geçmesiyle homofobi arasında ilginç bir bağ kuruyorsunuz.

 Parité’nin geçmesi için kadınlar uzun süre mücadele etti. Sonra 2000’lerde, sosyalistler iktidara geldi ve hem parité, hem de gaylere partnerlik (domestic partnership) hakkı için baskı yapmaya başladılar. Gayler için talep edilen haklardan rahatsız olanlar arasında eski başbakan Lionel Jospin’in karısı Sylviane Afacinski de vardı, ‘Tek cinsiyetli parlamento da olmaz aile de’ dedi. Bu görüş benimsendi, işte parité o zaman kabul edildi - aslında homofobi sayesinde, yani farklı iki cinsiyete vurgu yaptığı için. Biliyorsunuz gay evliliği Fransa’da yeni geçti. Fotoğraflarda gördüm, gay evliliği karşıtları protestolarda yine ‘Parité eşittir bir kadın, bir erkek’ afişleriyle yürüyorlardı!
 
“Zorla  takmak da yok çıkarmak da”

Başörtüsü Fransa’da yine yasaklarla gündemde... Gidişatı nasıl değerlendiriyorsunuz?

 Evet, 2004’te devlet okullarında yasaklandı önce, sonra 2011’de de kamusal alanda çarşaf yasağı çıktı, yani sokakta ceza kesilebiliyor çarşaf giyen bir kadına. Yakın zamanda Paris yakınlarındaki özel bir kreşte büyük bir olay patladı. 2008’de bir öğretmen, okula başörtüsüyle girdiği için işten atılmıştı. Birkaç hafta önce üst mahkeme öğretmeni haklı bulunca davaya bakan hakim inanılmaz tepki aldı, Fransız laikliğini bozuyor diye. Şimdi de sosyalist Hollande “Özel şirketler çarşaf giyen kadınlara ayrımclık yapabilir” diye bir yasa geçirmeye çalışıyor. Bu yasa her an geçebilir... Ama örneğin Alsace Lorraine, Alsace Moselle gibi bölgelerde Katolik temelli uygulamalar hâlâ devam ediyor, çocuklar din dersi almak zorunda... Bunlar göz ardı ediliyor, ülkenin  kendi içinde tutarlı bir politikası da yok yani.
 
Fransa’da başörtüsü yasağına karşı çıkan feministler yok mu?

 Türkiye’de bir zamanlar “Birbirimize Sahip Çıkıyoruz”  hareketi vardı, onun gibi bir “Eşitlik için Feminist Kolektif” (Collectif des Féministes pour l’égalité)  var mesela. “Zorla takmak da yok çıkarmak da, biz dominasyona karşıyız” diyorlar, güzel bir yerde duruyorlar. Ama grup kendi içinde LGBT (lezbiyen, gay, biseksüel, trans) meselesine gelince takıldı.  Sanırım Türkiye’deki grup da aynı yerde takılmıştı. Aslında bu bir politik taktik meselesi - her meselede anlaşmamız mı gerekiyor, stratejik olarak bazı meselelerde bir arada hareket edemez miyiz? Her grup her konuda aynı fikirde mi olmalı bir ittifak kurmak için?
 
Örnek kamusal aydın

 Judith Butler’a göre “Zamanımızın en etkileyici feminist tarihçisi”, Edward Said’e göre ise “örnek kamusal aydın”... Joan Scott, Brown Üniversitesi’ndeki Pembroke Kadın Eğitim ve Araştırma Merkezi’nin kurucusu, 1985’den bu yana Princeton’da İleri Araştırmalar Enstitüsü’nde (Institute for Advanced Study) çalışmalarını sürdürüyor. bgst (Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu) Yayınları’ından yeni çıkan ve ilk defa Türkçe olarak yayımlanan Feminist Tarihin Peşinde, Scott’un toplumsal cinsiyet ve feminist tarih yazımı üzerine önemli makalelerinden oluşuyor.