“1990’lara dönüyoruz.” “1990’lar geri geldi.” Son iki haftadır en sık duyduğumuz, okuduğumuz cümleler bunlar. Neden? Kral TV’ye faksla istek mi göndermeye başladık? Ucundan ip sarkan delik jeton elimizde sarı  kulübelerde ankesörlü telefonlara yumruk mu atıyoruz? Gazetelerin arasından Naim Süleymanoğlu maketleri mi çıkıyor? Kasetlere kalem takıp ileri mi sarıyoruz? Altın Rehber’den tesisatçı mı seçiyoruz? Yılan Hikâyesi reytinglerde bir numaraya yükseldi de yakışıklı Memoli polis imajına makyaj mı yapıyor?

Hiçbiri değil. 1990’lı yılların hissini bugüne taşıyan, yaşadığımız ve yaşamaya devam edeceğimizden şüphe etmez hâle geldiğimiz olaylar, bu olayların servis edilme biçimi, iktidarın ve bir kısım muhalefetin garip küfür ve tehditlerle sosladıkları söylemleri.

Elimdeki kitap, Gezi Hukuki İzleme Grubu tarafından geçen aralıkta açıklanan ve nihayet matbu olarak da yayımlanan Gezi Raporu. 90’lar benzetmesi yapmak için aslında iki yıl kadar geciktiğimizi düşündürüyor: “Gezi eylemleri yargının kolluk şiddetine ilişkin kayıtsızlığı, yer yer tarafgir ve partizan tutumuna ışık tutmuş, Türkiye’nin özellikle 1990’lı yıllarda  tepe noktasına varan kadim cezasızlık geleneğinin daha iyi anlaşılabilmesini sağlamıştır.”

Bugünleri Gezi eylemleri ile ilişkilendirmeyi “gezizekâlılığa” bağlayacaklar için önden hatırlatmak isterim. Türkiye Barolar Birliği’nin yayımladığı Gezi Raporu sadece Gezi eylemcileri için değil, insan sıfatını haiz herkesin başta yaşama, tüm temel hak ve özgürlüklerine sahip çıkmak için hazırlanmış. Av. Halit Çelenk birincilik ödülüne de layık görülen raporun altbaşlığı biraz fikir verebilir: “Demokrasi ve Totalitarizm Sarkacındaki Türkiye.” Totalitarizmden kastın ne olduğunu anlamak önemli. Bunun içinse tek başına “Gezi Parkı Eylemlerinin Mevzuatta Yarattığı Otoriter Değişiklikler” bölümünü okumak bile yeterli. Öğrencilerin izinsiz bildiri dağıtması yasak! Akademisyenlerin basına resmî konularda demeç vermesi yasak! Doktor ve sağlık personelinin kitlesel protestolarda yaralılara müdahale etmesi yasak! Dahası var da yer dar.

Peki iktidarlarla birlikte değişen yasa yapıcılar yeni suçlar icat edebilir, keyfî yasaklar koyabilirler mi? Anayasa Hukuku ve İnsan Hakları alanlarında sadece Türkiye’de değil uluslararası zeminde de saygın bir akademisyen olan Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu’nun sunuş yazısı bu açıdan açıklayıcı: “Gezi sürecini, farklı uzmanlık alanlarını buluşturan bir yaklaşımla bilimsel bir yöntemle incelemek, ulusal çerçevenin ötesine geçmeyi gerekli kılmıştır. Türkiye’nin uluslararası yükümlülükleri Avrupa ile sınırlı olmayıp Birleşmiş Milletler belgelerine de uzanmaktadır. Bu nedenle esas itibariyle ulusal düzlemde ele alınan konu, Türkiye’nin insan hakları Avrupa hukukundan kaynaklanan yükümlülükleri ve İnsan Hakları uluslararası belgeleri ışığında ele alınmıştır.”

Gezi’yi unutmamalı
Kuşaklar değişti, öncesi yakın tarih oldu, ama Gezi’yi unutmamalı. Gezi’yi sahiplenen toplumsal muhalefetin nasıl oluştuğunu, iktidarın bu süreci nasıl beslediğini unutmamalı. Devletin vatandaşına öfkesini, şiddetini, canına kast etmesini unutmamalı. Vatandaşı darp eden, canına kast eden polise “destan yazdı” diye methiyeler düzüldüğünü unutmamalı. Onyıllar içinde kazanılmış hakları peş peşe kaybetmemek için Gezi’yi unutmamalı. Yasaların taraftarları koruma, muhalifleri sindirme yok etme aracı olamayacağını hiç unutmamalı. 

Gezi Raporu bu yüzden önemli. Bugün bir iktidar Gezicileri istemez bertaraf etmeye çalışır, yarın başka bir iktidar “gezizekâlılar” sıfatının mucitlerinin üzerinden geçmek ister. Yasalar iktidarlara bu gücü vermemek için var. Hukuk herkese lazım, sana, bana, ötekine.

Gezi Raporu’ndan ben bunu anladım.

Gezi Raporu’nu temin etmek için Türkiye Barolar Birliği ile iletişime geçebilirsiniz. Raporu http://tbbyayinlari.barobirlik.org.tr/TBBBooks/518.pdf adresinden indirmek de mümkün.





PERİHAN ÖZCAN / Radikal