5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “İfade alma ve sorguda yasak usuller” başlıklı 148. maddesinin beşinci fıkrasına göre; “Şüphelinin aynı olayla ilgili olarak yeniden ifadesinin alınması ihtiyacı ortaya çıktığında, bu işlem ancak Cumhuriyet savcısı tarafından yapılabilir”. Buna göre; bir olaya ilişkin yürütülen soruşturmada ilk kez kolluk tarafından ifadesi alınmış şüphelinin, yeni delillere ulaşılması sonucu, yeniden dinlenmesi ihtiyacı ortaya çıkarsa, bu ifade alma faaliyeti ancak cumhuriyet savcısı tarafından yapılabilir. Aynı olayla ilgili tekrar ifade alma; cumhuriyet savcısı yerine kolluk tarafından yürütülürse, ifade alma işlemi hukuka aykırı hale gelecek, hem bu ifade ve hem de bu ifade yoluyla elde edilen deliller, yasak delil/hukuka aykırı delil niteliği taşıyacaktır. Kanun koyucu; CMK m.148/4’te yer alan düzenlemede[1] olduğu gibi, müdafiin ifade almada bulunup bulunmamasına CMK m.148/5’de öngörülen yasak bakımından bir önem atfetmemiştir. Başka bir ifadeyle, kolluğun aynı olayla ilgili aldığı ifadeye müdafiin katılması, alınan bu ifadeyi hukuka uygun hale getirmez.

Anayasa m.38/6, CMK m.206/2-a ve m.217/2 uyarınca; hangi şekilde olursa olsun hukuka aykırı yol ve yöntemle elde edilen delil ve bu delil vasıtasıyla elde edilen diğer deliller (hukuka aykırı delilin uzak etkisi/zehirli ağacın meyvesi de zehirlidir) yargılamada sanık aleyhine kullanılamaz. Kanun koyucu belirttiğimiz mevzuatta; bir delilin hukuka aykırı elde edilişinde aykırılığın ağırlığına ve niteliğine bakmadan, hukuka aykırı yol ve yöntemle delilin elde edilmesini, delilin sanık aleyhine kullanma yasağı kapsamında kabul etmiştir. Bu kabul, “hukuk devleti” ilkesi anlayışına da uygundur.

Bu durumda; CMK m.148/5’e aykırı olarak alınan ifadelerin, duruşma safhasında delillerin ortaya koyulması sırasında CMK m.206/2-a’ya göre[2] mahkeme tarafından reddi ve reddedilen bu delilin CMK m.230/1-b’ye[3] göre verilen kararın gerekçesinde hükme esas alınmayan deliller arasında gösterilmesi gerekir. Hukuka aykırı olan bu delilin hükme esas alınmaması, sübut tartışmasının bu delil dışında kalan diğer delillerden hareketle gerçekleştirilmesini zorunlu kılar.

Yargıtay; kolluğun soruşturma aşamasında ikinci kez ifade almasının CMK m.148/5’i ihlal ettiğini, bu haliyle hukuka aykırı olan delilin hükme esas alınamayacağını kabul etmektedir. Yargıtay 6. Ceza Dairesi’nin 5.5.2011 tarihli, 2010/30146 E. ve 2011/6501 K. sayılı kararına göre[4]; “Sanık N. Ö.'nün kollukta savunmanı olmadan alınan 02.11.2007 günlü ilk ifadesinde atılı suçlamaları kabul etmediği, aynı sanığın gene kollukta savunmanı olmadan alınan 28.11.2007 günlü ikinci ifadesinde ise hırsızlık ve işyeri dokunulmazlığını bozmak suçlarını işlediğine dair detaylı anlatımda bulunduğu, sanığın bu eylem nedeniyle Cumhuriyet Savcısınca ifadesinin alınmadığı, tutuklama istemli olarak Sulh Ceza Mahkemesi'ne sevk edildiği, 29.11.2007 günlü Zonguldak 1. Sulh Ceza Mahkemesi'ndeki sorgusunda ise atılı suçlamaları kabul etmediği, kamu davası açılması üzerine Zonguldak 2. Asliye Ceza Mahkemesi'nin 08.01.2008 günlü celsesinde alınan savunmasında da atılı suçlamaları kabul etmediği ve dosyada sanığın atılı suçu işlediğine dair kollukta savunmanı bulunmadan alınan ikinci ifadesindeki ikrarı dışında da kesin, yeterli, inandırıcı ve hukuki bir kanıt bulunmadığının anlaşılması karşısında Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 4709 Sayılı Kanun ile değişik 38/6 maddesi uyarınca ‘Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular, delil olarak kabul edilemez.’ hükmü ile 5271 sayılı CMK’nın 148/4 ve 5. fıkralarında yer alan ‘Müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade, hakim veya mahkeme huzuru da şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz.’ ve ‘Şüphelinin aynı olayla ilgili olarak yeniden ifadesinin alınması ihtiyacı ortaya çıktığında, bu işlem ancak Cumhuriyet Savcısı tarafından yapılabilir.’ hükümlerine aykırı şekilde sanığın başkaca kesin, yeterli, inandırıcı ve hukuki kanıtlarla desteklenmeyen kolluk anlatımının hükme esas alınarak sanığın atılı suçlardan beraatı yerine yazılı şekilde cezalandırılmasına karar verilmesibozmayı gerektirmektedir.

Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu’nun 2014/4704 başvuru numaralı ve 01.02.2018 tarihli “Orhan Kılıç” kararının 54 ila 56. paragraflarında; Yerel Mahkemenin gerekçeli kararında belirleyici delil olarak hukuka aykırı arama kararına dayandığı, belirli bir davaya ilişkin delilleri değerlendirme yetkisi kural olarak yargılamayı yapan mahkemeye ait olsa da, hukuka aykırı olarak elde edilen delile dayanılarak verilen mahkumiyet hükmünün yargılamanın bir bütün olarak hakkaniyetini zedelediği belirtilerek, delilin elde ediliş biçimin hukuka aykırılığının, yargılamanın bütünü yönünden dürüst/adil yargılanma hakkını ihlal ettiğine hükmedilmiştir[5].

Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu’nun 2015/19012 başvuru numaralı ve 27.03.2019 tarihli “B.P.O.” kararının 85. paragrafında; başvurucudan elde edilen uyuşturucu maddenin mahkumiyet hükmünde tek veya belirleyici delil niteliğinde olup olmadığına bakılmasının gerektiği, bunun tek veya belirleyici delil niteliği taşıdığı durumda, bu delile dayanılamayacağı ve mahkumiyet kararı verilemeyeceğine işaret edilmiştir. Yine İHAM’ın Schenk-İsviçre kararında[6]; hukuka aykırı elde edilmiş delilin sanığın mahkumiyetinde belirleyici delil olduğu durumda, İHAS m.6’nın ihlal edildiğine karar vermiştir. İHAS m.53’e göre; iç hukukta bir temel hak ve hürriyet daha fazla güvence altına alınmışsa, o hüküm dikkate alınmalıdır.

17.08.2016 tarihinde yürürlüğe giren ve 21.07.2018 tarihinde yürürlüğü son bulan 670 sayılı KHK’nın 8. maddesine göre; “26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar ile 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar bakımından, şüphelinin aynı olayla ilgili olarak yeniden ifadesinin alınması ihtiyacı ortaya çıktığında bu işlem, olağanüstü halin devamı süresince, cumhuriyet savcısı veya cumhuriyet savcısının yazılı emri üzerine kolluk tarafından yapılabilir”. Ancak olağanüstü hal devam etmediğinden bu madde yürürlükte olmayıp, CMK m.148/5’in tatbikine devam edileceği düşünülse de, 31.07.2018 tarihinde yürürlüğe giren ve kanun koyucu tarafından uzatılmadığı takdirde 31.07.2021 tarihine kadar yürürlükte kalmak üzere, 7145 sayılı Kanunun 13. maddesi ile Terörle Mücadele Kanunu’na eklenen Geçici Madde 19’a göre; “Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren üç yıl süreyle; 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar ile 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar veya örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlar bakımından:

a) Gözaltı süresi, yakalama yerine en yakın hâkim veya mahkemeye gönderilmesi için zorunlu süre hariç, yakalama anından itibaren kırk sekiz saati, toplu olarak işlenen suçlarda dört günü geçemez. Delillerin toplanmasındaki güçlük veya dosyanın kapsamlı olması nedeniyle gözaltı süresi, birinci cümlede belirtilen sürelerle bağlı kalmak kaydıyla, en fazla iki defa uzatılabilir. Gözaltı süresinin uzatılmasına ilişkin karar, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine yakalanan kişi dinlenilmek suretiyle hakim tarafından verilir. Yakalama emri üzerine yakalanan kişi hakkında da bu bent hükümleri uygulanır.

b) Şüphelinin aynı olayla ilgili olarak yeniden ifadesinin alınması ihtiyacı ortaya çıktığında bu işlem, Cumhuriyet savcısı veya Cumhuriyet savcısının yazılı emri üzerine kolluk tarafından yapılabilir.

c) 1. Tutukluluğa itiraz ve tahliye talepleri dosya üzerinden karara bağlanabilir.

2. Tahliye talepleri en geç otuzar günlük sürelerle tutukluluğun incelenmesi ile birlikte dosya üzerinden karara bağlanabilir.

3. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 108 inci maddesi uyarınca yapılan tutukluluğun incelenmesi en geç, otuzar günlük sürelerle dosya üzerinden, doksanar günlük sürelerle kişi veya müdafi dinlenilmek suretiyle resen yapılır”.

31.07.2021 tarihine kadar yürürlükte kalacak Geçici Madde 19’un 1. fıkrasının (b) bendinde, “Şüphelinin aynı olayla ilgili olarak yeniden ifadesinin alınması ihtiyacı ortaya çıktığında bu işlem, Cumhuriyet savcısı veya Cumhuriyet savcısının yazılı emri üzerine kolluk tarafından yapılabilir.” hükmüne yer verilmekle, maddenin giriş kısmında belirtilen suçlar bakımından cumhuriyet savcının yazılı emri ile şüphelinin aynı olayla ilgili olarak yeniden ifadesinin alınması mümkün kılınmıştır.

Geçici m.19’un giriş kısmında sayılan suçlar yönünden dikkat çekici bir ibarenin, 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 8. maddesinden farklı olarak “veya örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlar” olarak eklendiği görülmektedir. Geçici m.19’un eklendiği kanun 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu olduğundan burada geçen “örgüt” kavramının Terörle Mücadele Kanunu kapsamında Türk Ceza Kanunu m.314’de tanımlanan “silahlı örgüt” sınırlı anlaşılıp uygulanması gerektiğini düşünmekteyiz. Her ne kadar kanun koyucunun; Geçici m.19’un ilk kısmında TCK m.314’ü de içine alan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun Beşinci Bölümünde tanımlanan suçları sayarak, “veya örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlar” ibaresi ile TCK m.314 dışında kalan suç örgütlerinin faaliyetlerini kapsama almayı hedeflediği ileri sürülecek olsa da, TCK m.78’de ve 220’de düzenlenen suç örgütlerinin faaliyetleri yönünden yapılacak düzenlemenin, terör suçları yönünden özel kanun niteliği taşıyan Terörle Mücadele Kanunu’nda değil, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda yapılması gerekirdi.

Bu nedenle; 31.07.2021 tarihine kadar bazı suçlar yönünden tatbiki kabul edilen ve şüpheli ile sanık hakları bakımından öngörülen kısıtlamaların, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar ile 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar ve bu suçlar kapsamında kurulan örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla sınırlı uygulanabileceğini düşünmekteyiz. Geçici m.19’un 1. fıkrasının ilk kısmında geçen “örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlar” ibaresi geniş ele alınarak, yalnızca terör örgütlerinin değil, silahlı ve silahlı olmayan tüm örgütlerin şüphelilerinin ve sanıklarının Geçici m.19 ile öngörülen kısıtlamalara tabi olduğunun kabul edilmesi, “Temel hak ve hürriyetlerin kısıtlanması” başlıklı Anayasa m.13’e ve bu madde nedeniyle kişi hak ve hürriyetlerinin ancak kanunun açık hükmü ile sınırlandırılabileceğini öngören “hukuk devleti” ve “kanunilik” ilkelerine aykırı olacaktır.

Esasen kolluğun aynı olayla ilgili şüphelinin yeniden ifadesini alma yasağının öngörülme sebebi; bu konuda yaşanabilecek keyfiliği ve şüphelinin özgür iradesini koruyarak, ifade almada yasak usulleri önlemektir. Bu konuda yasal değişikliğe gidilmeden, soruşturmaya konu fiille ilgili aynı soruşturma veya açılacak bir başka soruşturma kapsamında kolluk tarafından şüphelinin yeniden ifadesinin alınması mümkün değildir. Kanunu dolanmak suretiyle yeni bir soruşturma açılması suretiyle, CMK m.148/5’de geçen, “şüphelinin aynı olayla ilgili olarak yeniden ifadesinin alınması” yasağı bertaraf etmez. Bir yasa değişikliğine gidilecekse de, sadece cumhuriyet savcısının yazılı iznine bağlı olarak kolluğun, aynı olayla ilgili şüphelinin ifadesini yeniden almasının yolu açılabilir. Ancak şu an için kolluk, soruşturmaya ve suça konu bir fiille ilgili cumhuriyet savcısının izni ile dahi şüpheliyi yeniden dinleyemez.

Şüpheli olayın aynı zamanda tanığı olabilir, fakat ifadesinin alınmasında “tanık” değil “şüpheli” olarak değerlendirilmeli, buna göre ifadesi alınmalıdır. Çünkü kolluk tanık dinleyemez, hatta şikayetini öğrendiği şikayetçinin de “tanık” olarak ifadesini alamaz. Şu an için kolluk, sadece hastane içinde meydana gelen olaylarda hekimin, hemşirenin veya hasta bakıcının şikayetçi ve tanık olarak ifadesini alabilir. Bunun dışında kolluk; bir soruşturmada şüpheliyi dinleyebildiği halde, tanığın beyanını alamaz. Soruşturmaya katılan adli kolluğun şüphelinin ifadesini alabilirken tanık dinleyememesinin isabetli olmadığı ileri sürülse de, bu eksiklik yasal dayanak bulunmamasından kaynaklanmaktadır. 7151 sayılı Kanunun 21. maddesi ile 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu’nun ek 12. maddesine eklenen fıkraya göre; “Sağlık kurum ve kuruluşlarında görev yapan personele karşı görevleri sebebiyle kasten işlenen suçlardan şüpheli olanlar, kolluk görevlilerince yakalanır ve gerekli işlemleri yapılarak Cumhuriyet başsavcılığına sevk edilir. Cumhuriyet savcısı adli işlemleri tekemmül ettirir. Bu suçların soruşturmasında, kolluk tarafından müşteki, mağdur veya tanık olan sağlık personelinin ifadeleri işyerlerinde alınır. Bu fıkra hükmü, özel sağlık kurum ve kuruluşlarında görev yapan personele karşı görevleri sebebiyle kasten işlenen suçlar hakkında da uygulanır”. Bu hüküm, kolluğun tanık dinlemesi konusuna getirilen bir istisnadır. Böylece kamu veya özel sağlık kurum ve kuruluşlarında görev yapan personele (hekime, hemşireye, hasta bakıcıya ve diğer çalışanlara) karşı görevleri sebebiyle kasten işlenen suçların soruşturmasında, kolluk tarafından müşteki mağdur veya tanık olan sağlık personelinin ifadesi işyerinde alınabilecektir.

Mevcut yasal düzenlemeye göre, 3359 sayılı Kanunun ek 12. maddesine eklenen bu fıkra dışında esasen kolluk tanık dinleyemez ve “bilgisine başvurulan” sıfatıyla yapılan dinlemeler ile bu dinlemelerden elde edilen deliller yargılamada sanık aleyhine kullanılamaz. Kolluğun soruşturmaya konu bir olayla ilgili tanık dinleyebilmesinin önü açılmak istenmekte ise, bu konuda kanuni düzenlemeye gitmekten başka çare bulunmamaktadır. Kolluk, tanığın ifadesini yeminsiz alacaktır. Tanığa yemin ettirme yetkisi, CMK m.49’a göre münhasıran cumhuriyet savcısına ve hakime aittir. Kolluğun yeminsiz aldığı tanık ifadesi, yalnızca ek 12. maddede gösterilen suçlar yönünden delil niteliğine sahiptir.

Kolluğun, tanık olarak dinleyemediği bir kişiyi “bilgisine başvurulan” sıfatıyla da dinlemesi mümkün değildir. Kolluğun “bilgisine başvurulan” sıfatıyla dinlediği kişiden elde ettiği deliller, yargılamada şüpheli veya sanık aleyhine kullanılamaz. Bu nedenle, CMK m.148/5’de yer alan hükmün tanıklar yönünden uygulanma imkanı bulunmamaktadır. Çünkü kolluğun yürütülen bir soruşturmada bir veya ikinci kez dinlemesi, hastane içi gerçekleşen olaylar dışında hukuki dayanaktan yoksundur. Hastane içinde meydana gelen suça konu olaylarda ise; kolluk tarafından tanık dinlenebilecek iken, şüphelinin ifadesinin ikinci kez alınmasına ilişkin CMK m.148/5’de öngörülen yasak varlığını korumaya devam edecektir. Hastanede dinlenecek tanıkların kolluk tarafından ikinci kez ifadelerinin alınabilmesi ise mümkündür, çünkü CMK m.148/5’de öngörülen yasak şüpheliler için geçerlidir.

2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’nun 15. maddesine göre; “Polis; yaptığı tahkikat esnasında ifadelerine müracaat lazımgelen kimseleri çağırır ve kendilerine lüzumu olan şeyleri sorar.

Polis; müşteki, mağdur veya tanık ifadelerini, talepleri halinde ikamet ettikleri yerlerde veya işyerlerinde de alabilir. Bu fıkranın kapsamı ile uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar İçişleri Bakanlığınca belirlenir”.

PVSK m.15’in 2. fıkrası, 04.04.2015 tarihinde yürürlüğe giren 6638 sayılı Kanunun 3. maddesi ile eklenmiştir. Bu hükme göre polis; müşteki, mağdur veya tanık ifadelerini, talepleri halinde ikamet ettikleri yerlerde veya işyerlerinde de alabilir. Konu ile ilgili yaptığımız açıklama dikkate alındığında, polisin “adli kolluk” sıfatıyla tanık dinleyebilmesi mümkün değildir.

Ceza soruşturması ve kovuşturma aşamalarını düzenleyen CMK’da; Yargıtay kararları ile de sabit olduğu üzere, polisin tanık dinleme yetkisi bulunmamaktadır. Ancak PVSK m.15’e 04.04.2015 tarihinde eklenen fıkraya göre polis tarafından; müştekinin, mağdurun veya tanığın ifadelerinin alınabileceği, hatta ilgilinin talebi halinde bu ifadenin ikamet ettiği yerde veya işyerinde de alınabileceği belirtilmektedir. Konuyu esas olarak düzenleyen PVSK m.15’in ilk fıkrasında polisin; tanığın ifadesini alabileceğinden bahsedilmeyip, yaptığı tahkikat sırasında ifadesinin alınması gereken kişileri çağırabileceği ve kendilerine lüzumlu olan hususları sorabileceği öngörülmüştür.

CMK’ya göre polis; şüphelinin ifadesini alabildiği halde, tanık konusunda yetkilendirilmemiş olup, “bilgi alma tutanağı” adı altında soruşturma ile ilgili kişilerin beyanlarını tespit ettiği görülmektedir.

CMK ile PVSK dayanak alınarak hazırlanan Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliği incelendiğinde; yasal dayanağı gösterilerek, müştekinin veya tanığın ifadesinin alınmasına dair, ayrıntılı hükümlere yer verilmediği, yalnızca Yönetmelik m.23 ve m.24’de şüphelinin ifadesinin alınmasının düzenlendiği, Yönetmeliğin “Tanımlar” başlıklı 4. maddesi altında yer alan “Bilgi alma” usulünden bahsedildiği, bu hükmün PVSK m.15’den farklı olduğu, m.15/1’de polisin yaptığı tahkikat sırasında ifadelerine müracatı gereken kimseleri çağırıp, lüzumlu olan soruları soracağı belirtilmekle birlikte, Yönetmeliğin 4. maddesinde bir suçun tespiti veya aydınlatılmasına yönelik olarak, müşteki ve suçtan zarar gören ile suç işleme şüphesi bulunmayan kişilerin dinlenmesinden ve beyanlarının tutanağa geçirilmesinden bahsedildiği, 4. maddede “İfade alma” tanımının yer aldığı, ancak bu tanımda yalnızca şüpheden söz edildiği, sonuç olarak polisin bir soruşturma sırasında CMK m.236/1’e göre “tanık” olarak dinlenmesi gerektiği durumda, şikayetçinin ve soruşturmaya konu olayın tanıklarının ifadelerini alabilmesine dair yasal dayanağın bulunmadığı, Yönetmelikte de “Tanımlar” başlıklı 4. madde dışında hiçbir yerde şikayetçilerin ve tanıkların nasıl dinleneceğine dair prosedürün bulunmadığı görülmektedir.

3359 sayılı Kanunun ek 12. maddesine eklenen fıkra ile PVSK m.15’i birbirinden ayırmak gerekir. 3359 sayılı Kanunun ek 12. maddesine eklenen fıkra tipik bir tanığın ifadesini alma usulü öngördüğü halde, aynı tespiti PVSK m.15 için yapamayız. Çünkü 3359 sayılı Kanun ek madde 12’de, adli kolluğun nasıl ifade alacağı gösterilmiştir. PVSK m.15’de ise; başlayan bir soruşturmada kolluk tarafından tanığın ifadesinin alınmasından bahsedilmediğinden, bu yönüyle Ceza Muhakemesi Kanunu’nun öngördüğü tanığın ifadesini alma usulüne bağlı kalındığı görülmektedir. PVSK m.15, uygulamada “bilgisine başvurulan” olarak bilinen bilgi toplamada kullanılan bir yöntem olarak değerlendirilmektedir. Kanun özel olarak kolluğun tanık dinleyebilmesini mümkün kılmışsa, belki kolluk PVSK m.15’de gösterilen şekilde tanık dinleyebilir. Bunun dışında; bir bilgi toplama biçimi olarak adlandırılan PVSK m.15 yoluyla elde edilen tanık beyanı ve bu beyandan hareketle ulaşılan deliller yargılamada kullanılamaz. Bu tespite bir itiraza göre; PVSK m.15 zaten bilgi toplama amaçlı olduğu için, her ne kadar bilgisine başvurulanın ifadesi, “beyan delil” olarak kabul edilmezse de, bu bilgiler yoluyla elde edilen diğer deliller hukuka aykırı sayılmalıdır.

Bu görüşe göre örneğin; kolluk tarafından tanığın alınan ifadesi yargılamada delil olarak kullanılamayacak olsa da, bu beyandan hareketle suça konu fiilde kullanılan tabancaya veya uyuşturucu maddeye ulaşılması, arama ve elkoyma prosedürü yasal zeminde olduğu sürece hukuka uygun delil sayılmalıdır.

Sonuç olarak kolluk; şüphelinin aynı olayla ilgili ifadesini bir kez alabilirken, hastanede meydana gelen olaylar dışında “tanık” sıfatıyla kimseyi dinleyemez.

Prof. Dr. Ersan Şen

Ar. Gör. Erkam Malbeleği

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

-----------------------------------

[1] “Müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade, hakim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz”.

[2] “(2) Ortaya konulması istenilen bir delil aşağıda yazılı hallerde reddolunur: a) Delil, kanuna aykırı olarak elde edilmişse”.

[3] “Mahkumiyet hükmünün gerekçesinde aşağıdaki hususlar gösterilir: … b) Delillerin tartışılması ve değerlendirilmesi, hükme esas alınan ve reddedilen delillerin belirtilmesi; bu kapsamda dosya içerisinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça gösterilmesi.”

[4] Aynı yönde bkz. Yargıtay 16. Ceza Dairesi 2015/4672 E., 2016/2330 K., Yargıtay 21. Ceza Dairesi 2015/8131 E., 2016/5550 K., T. 23.06.2016.

[5] Aynı yönde bkz. Anayasa Mahkemesi 19.11.2014 tarihli ve 2013/6183 başvuru numaralı Yaşar Yılmaz kararının 58 ve 59. paragrafları.

[6] Schenk-İsviçre, Başvuru No: 10862/84, Karar Tarihi: 12 Haziran 1988.