Soma ülkenin gündemine belki daha önce hiç gelmemişti ve bu küçük sempatik ilçe, kömür karası yüzlerle emeğin harmanlandığı bir coğrafya olarak bilinmekte idi. Ama bir gün her birimizin yüreği dağlandı Soma’dan gelen acı haberle.

Maden ocağında yangın çıktı diye geçti haberleri tüm kaynaklar ama asıl yangın bir ulusun tam kalbinde çıkmıştı. Ve maalesef o acı ateşi hiç sönmeyecekti artık. Tam 301 can yitip gitmişti resmi kayıtlara göre ama milyonlar o acıyı hissetmişti ilk alevin tutuşmasıyla.

Evet, biz ne o tekmeyi unuttuk ne de çizmeleriyle kirlenmesin sedye diyen kardeşimizi. Önlem almayan patronu da unutmadı bu halk, içimizi acıtan 301 canın hesabının sorulmamasını da. Alnın teriyle ekmek parasını kazanmak için girmişti o gün madene Ali, Erdoğan, Gafur, İsa, Nurettin ve diğerleri yoksa işin fıtratında ölüm olduğu için madende değillerdi.

Naptık peki biz? Canlarını koruyamadığımız gibi emeklerine de bir tekme savurduk. Haklarını teslim etmek bir yana dursun açılan davalar neticesinde sanıkları alelacele tahliye ettik. Devletin bu 301 canda hiç sorumluluğu yokmuş gibi bir müdür dahi istifa etmezken, Enerji bakanının her gün ölüm sayılarını açıklamaları ile daha çok kahrolduk. Beraber madene giren baba-oğul da, aynı gün doğup aynı gün hayatını kaybeden ikiz kardeşler de, babama Galatasaray’ın maçı var desek gelir diyen koca yürekli çocuk da bizleri affetmedi. Affetmedi çünkü bizler onların sağlıklı çalışması için bir maden ocağını işletemediğimiz gibi onları gözünü para hırsı bulamış bir düzenin basit birer piyonu haline getirdik.

Yaşamlarına saygı duymadığımız gibi ölümleri de hiç bir zaman o saygıyı göremedi maalesef. Geride kalanların ne halde oldukları ülke gündeminde bir ay konuşuldu sonra ne maddi zararları giderildi ne bu iş cinayetinin asıl failleri yargılandı. Bakan bey zahmet edip sorumluluğu bile almazken şirket yetkilileri neredeyse ocaktan çıkamayan işçileri suçlayacaklardı. Cumhuriyet tarihinin sayıca en çok ölümünün yaşandığı iş cinayeti olarak tarihe geçen bu olayda dahi sorumluyu bulamadık ülkece ya da bulmak istemedik aslında.

Soma esasen bir kaza, bir facia, ibretlik bir hikaye değildir sadece. Soma kapitalist bir düzenin kuralları, kanunları ve kanun uygulayıcıları hiçe sayarak amacı uğruna hayatların yok olmasına göz yummasıdır. Hem de bunun devlet eliyle vatandaşı üzerinden yapılmasıdır. Soma insan hayatının ne kadar değersiz olduğunun, sermayenin yaşamdan büyük olduğunun, devlet himayesiyle vatandaşının nasıl ikinci plana atıldığının resmidir.

Şimdi bizler; önlem alınmadan, bile bile cinayeti hazırlayan bu düzene mi isyan edelim yoksa facia yaşandıktan sonra mahvolan hayatlara mı? Bizler, eksik hazırlanan iddianamelerle birilerinin kollanıp sözde açılan davaları mı konuşalım yoksa bu davalar neticesinde önce tahliyeler verip en son infaz yasasıyla son kalanların da dışarı çıkmalarını mı? Bizler, Soma’da bir halkın, bir mağduriyetin, bir haksızlığın avukatlığını binbir zorlukla yapan avukatların sözünün dinlenmemesine mi isyan edelim yoksa bu avukatların bu davalarda avukatlık yapması nedeniyle cezalandırılmalarına mı?

Son olarak altıncı yıldönümünde kaybettiğimiz canları saygıyla anarken, emeğin hakkının emekçiye teslim edildiği günler dileğiyle...