Ray Bradbury, Fahrenheit 451 isimli distopya-bilimkurgu fantastik türündeki romanındaki bir diyalogta, ölünce  geride bir şey bırakmayı ve insan hayatına dokunmayı çok güzel anlatır; “Herkes ölünce ardında bir şeyler bırakmalı, derdi dedem. Bir çocuk, bir kitap, bir tablo, inşa edilmiş bir ev veya duvar, yapılmış bir çift ayakkabı. Veya ekilmiş bir bahçe. Elinin bir şekilde dokunduğu bir şey, öldüğünde ruhunun gideceği bir yer olsun diye; böylece insanlar ektiğin o ağaca veya çiçeğe baktığında, sen orada olursun. Ne olduğu önemli değil, dokununca onu değiştirdiğin ve ellerini çektiğinde sana benzeyeceği bir şeye dönüştürdüğün sürece, derdi. Sadece çim biçen adamla bahçıvan arasındaki fark dokunuştadır, derdi. Çim biçen adam orada olmasa da olurdu; bahçıvansa bir ömür boyu orada olacak.” – “Dedem öleli yıllar oldu, ama Tanrı aşkına… kafatasımı açsan, beynimin kıvrımlarında onun büyük parmak izini görürsün. O bana dokundu. Dediğim gibi, o heykeltraştı.”

Geçen hafta, Çankaya Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde kopya çekerken yakalanan bir öğrencinin, insanlık dışı bir şekilde öğretim üyesi Ceren Damar Şenel'i katlettiği haberlerini ve daha bir çok detayı biz hukukçular da içimiz daha bir yanarak takip ettik. Daha doğrusu belki de her zamanki gibi seyrettik!

Haberleri seyredince ve bir taraftan Ceren Hoca’nın resmini, ailesinin halini, eşinin vakur duruşunu gördükçe yüreğim sızladıkça sızladı. Diğer taraftan da katil yaftasını ölünceye kadar boynundan çıkaramayacak olan o öğrencinin ifadelerini, ‘iki kurşunu ve onyedi bıçak darbesini’ duyunca damağım kurudu, dilim tutuldu.

Ceza Kanununda geçen “Kasten Öldürme” suçunun “Canavarca Hislerle” işlenmesi tabiri bu olsa gerek. Nasıl böyle canavarlaşabildin be çocuk! Daha dün annen baban üzerine titrerdi, koşarken sendelesen canları çıkardı sana bir şey olacak diye. Sen ise, bir başka ana babanın ciğerparesini nasıl katlettin böyle canavarca?

Bu hunhar cinayetle ilgili üst üste birkaç gün haberler çıktı. Kopya çekerken yakalandığı için cinayeti işlediği ve cinayeti işleme şekline dair kolluk ifadelerini içeren sonraki haberleri özellikle biz hukukçular, içimiz daha bir burkularak, öğrenciye daha da kızarak takip ettik!

Hem kopya çekmişsin hem de bir hocanı katletmişsin. Nasıl böyle bir şey yaparsın? Etrafında sana dur diyecek hiç mi dostun, arkadaşın, akraban yoktu?

Ceren Hoca’yı katleden bu öğrencinin kopyadan dolayı işlem yapılsa idi karşılaşacağı müeyyide ne olurdu?

Yükseköğretim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliği, m. 5/1-d’de gösterilen “Sınavda kopyaya teşebbüs” disiplin suçu “Kınama” cezası gerektiriyor.

Yönetmelik m. 7’de “Sınavda Kopya çekmek veya çektirmek” disiplin suçu ise, “Yükseköğretim kurumundan bir yarıyıl için uzaklaştırma” cezasını gerektiriyor.

Yani kınama veya en kötü ihtimalle bir yarıyıl okuldan uzaklaştırma cezası ile karşılaşacaktı. Şimdi ise “Ağırlaştırılmış müebbet” cezasına hak kazandı!!

Hukuk 4. Sınıf öğrencisi, Ceza Genel ve Ceza Özel Hukuku derslerini almış ve fiillerinin müeyyidelerini tartabilecek bir kabiliyettedir diye düşünüyorum.

“Değer miydi?” sorusunu dahi soramayacağım.

Ya kalanlara yaşattıkların…?

Ekranlarda Ceren Hoca’nın cenaze töreni.

“Benim eşim bir eğitim şehididir” diyen eşi de; onca acısına rağmen, eşinin karanfillerle bezeli Türk Bayrağına sarılı naaşı başında bir mum yakmaya çalışıyordu.

 

Ceren Damar'ın Dışişleri Bakanlığında görevli diplomat eşi 28 yaşındaki Levent Şener, "Sizlerle bir eş, bir evlat, bir abla, sadık bir dost ve çok değerli birisi adına konuşuyorum. Ceren Damar adına konuşuyorum. Hayat bizlere hiç beklemediğimiz anda acılar yaşatabiliyor. Bunu kimi zaman 50 yaşında, kimi zaman 60 yaşında, kimi zaman 30 yaşında yaşatabiliyor. Ben bu acıyı 28 yaşında yaşadım. Bu olay bana şunu gösterdi, Ceren her zaman kurallara uyan, işini dört dörtlük yapan bir insandı. Hiçbir zaman kimse hakkında iftira atmaz ve kötü konuşmazdı. Hocalarımızın dediği gibi kıymetli bir bilim insanıydı. Bu olayları hiçbir zaman kötülükle yenemeyeceğiz, her zaman iyi insan olup iyilikle hareket etmeliyiz. Benim eşim eğitim şehididir. Bunun altını çizmek istiyorum. Görevini harfiyen yapmaya çalışırken azılı bir katil tarafından şehit edilmiştir. Biricik aşkımın annesi Feyzan Hanım, babası Mustafa Bey ve kardeşi Selin Hanım ve tüm akrabalarımız adına sizlere teşekkür ediyoruz. Genç arkadaşlarımdan şunu rica ediyorum, iyi bir mühendis, iyi bir hukukçu, iyi bir doktor değil iyi bir insan olmaya çalışın. En önemlisi insanları sevin ve kötülüğe kötülükle cevap vermeyin. Bu olayda da inşallah eğitim sistemindeki yanlışlıklar ve bazı konularda da duyarlılık oluşacaktır" dedi.

Ceren Hoca’nın eşi, Levent Şener’i dinleyince, elinde karanlığı aydınlatan kocaman bir meşale tuttuğunu gördüm. En başta oradaki tüm hocalara, öğrencilere ve de bizlere yaktığı bu meşaleden birer mum yakmamız gerektiğini gösterdiği için ona ayrı bir saygı duydum.

Ne Ceren Hoca’yı ne de eşi Levent Bey’i Türkiye gibi ben de tanımıyordum. Kederini ah vah etmek yerine olgunlukla yaşayan  Levent Bey, eşine olan sevgisinin büyüklüğünü sözleriyle ve duruşuyla gösterdi. Onun yüzündeki o acı ifadeyle birleşen bu konuşmayı dinleyen etrafındaki insanlar gibi ekranları başında milyonlar da ağlamıştır eminim benim gibi.

Ceren Hoca da eşi Levent Bey de milyonların yüreklerine dokundu. Bir daha olmasın böyle cenaze törenleri artık. Yeter…

Bu elim hadise; yabani ayrık otları sarmış yüreklerimizi, anlayışımızı, eğitim sistemimizi ideale kanalize ederek değiştirecek bir bahçıvan dokunuşu olmalıdır.

Ateş bizim hanemize düşmediği için elbet hemen unuttuk Ceren Hoca’yı ve ailesini ve günlük yaşamımıza devam etmeye başladık.

Hemen sonra Ukrayna’dan Tıp Fakültesi öğrencisi iki kızımızın yine hunharca öldürülmesi haberleri geldi.

William Shakespeare’in Romeo ve Juliet isimli trajedik eserinde geçen bir diyalogta, arkadaşı Bonvolio, Romeo’ya;

“Adam sen de, bir ateş bir ateşi söndürür,

bir ağrı başka bir acıyla hafifler;

başın döndü mü, tersine çevir onu;

umutsuz bir keder başka bir kaygıyla giderilir;

Yeni bir zehir bul gözlerine,

Öncekinin öldürücü zehri yok olur.” der.

Maalesef ülkemizde özellikle bu tür cinayetlerin ardı arkası kesilmiyor. Gün geçmiyor ki ekranlar, gazeteler, internet haber siteleri bu tür can yakıcı haberlerle çalkalanmasın. Bir acıyı hakkıyla hissetmeye ve sorgulamaya bile vaktimiz kalmıyor ki; hemen yeni bir acı yeni bir ateş, yeni bir zehir…

“Karanlığa küfretmek yerine bir mum yak!” diyen Konfiçyus’u dinlemeliyim. Katillere küfretmek hiçbir işe yaramıyor biliyorum.

Sebepsiz yere yitip giden onca kıymetli insanımıza rağmen maalesef cenaze törenlerini de kanıksadık sanırım.

Bir suçun nasıl değil neden işlendiğini araştırmak ve buna çözüm geliştirmek en başta devletin ve belki de ondan daha önce, öğretim üyelerinin, psikologların, pedagogların, öğretmenlerin ve biz hukukçuların görevi olmalı. Artık niçin ve nedenlere kafa yormamızın zamanı gelmedi mi?

Ama yine bir maalesef çekerek söylemeliyim ki; bu olayda da kopya çekme suçunun neden işlendiğini, öğrencileri kopya çekmeye iten sebepleri sorgulamadık ve bu sorunu yine es geçtik.

İnsanların içi nasıl bu kadar boşalabiliyor? Sadece görüntüden ibaret, insanlıktan uzaklaşmış insan müsveddelerini durmadan çoğaltan, cinnet getirenleri arttıran yanlış giden bir şeyler var…

Bir şeyi emeği ile inşaa etmeyen bireyler, olaylar karşısında sağduyu ile hareket edip aklını kullanmak yerine; hemencecik yakıp yıkmaya, vurup kırmaya ve de cinnete meyilli olurlar.

2002 yılında yapılmış olan “Kopya Çekme Davranışları Ve Kopya Çekmeye İlişkin Tutumlar” konulu çalışmanın girişinde yer alan aşağıda aktardığım açıklamalar sizin de dikkatinizi çekecektir.

“Bir disiplin suçu olarak kopyacılık, "öğrencilerin sınavlarda sorulara karşılık yazarken gizlice kitaba, ders notlarına ya da başkasının kağıdına bakma alışkanlığı" olarak tanımlanmaktadır.” (Oğuzkan, 1981: 97).

Kopya çekmek terimi yerine, bu eylemin İngilizcedeki anlamı olan hile, aldatma, dolandırma, hırsızlık kelimeleri hafızalarda öncelikle yer etmelidir.

“ "Suret çıkarmak" anlamına da gelen kopya (copy) sözcüğü, İngilizcede "yazılı sınavda bir kaynaktan gizlice yararlanma" anlamı taşımamaktadır. İngilizcede, kopya çekme eyleminin karşılığı  olarak; hile, aldatma, dolandırma, hırsızlık anlamına gelen "cheating" sözcüğü kullanılmaktadır. Türkçede herhangi bir ayırım yapılmadan hem "suret çıkarmak" hem de "sınavda bir kaynaktan gizlice yararlanmak"ın karşılığı olarak olumlu bir içerik taşıyan "copy" sözcüğünün kullanılması, insan yetiştirme düzenimiz açısından üzerinde durulması gereken önemli bir sorundur.” (Selçuk, 1995).

İçinde yaşadığımız toplumda "çalışmadan kazanmak", "köşeyi dönmek", "gemisini kurtaran kaptan" felsefesinin geçerli olduğu ortamlarda yetişen kişilerin sınavda kopya çekmemesi zor görünmektedir (Yıldırım, 1998).

Ayrıca, "yakalanmamak şartıyla kopya çekmek serbesttir!" anlayışı; bizleri "kimse görmediği takdirde bir şey çalınabilir, kaçırılabilir! vs." gibi toplum düzenini bozabilecek bir anlayışa götürmektedir. Tüm bunlar, kopya çekme davranışının bireyin manevi değerleriyle, ahlaki gelişimiyle yakından ilgili olduğunu göstermektedir.

Öztürk ve Yeşilyaprak'ın (1997) yaptığı bir araştırmada, kopya çeken öğrencilerin bu durumu olumsuz bir davranış olarak görmediği, kopya çekmeyenlerin ise bu eylemi olumsuz bir davranış olarak niteledikleri sonucuna varılmıştır.

Bir başka araştırmada kopya çeken öğrencilerin bunu bir yaşam biçimi olarak algıladıkları görülmüştür (McCabe, 1999).

Üniversite öğrencileri üzerinde yapılan bir araştırmada (Moring, 1999) ise, öğrencilerin % 73'ü dinsel inançlarından dolay kopya çekmediklerini ifade etmişlerdir.

Abramovitz (2000), kopya çeken öğrencilerin öğrenme ve dürüstlükten daha çok, alınacak nota değer verdiklerini belirlemiştir.

Ancak, kopya çekmeyle ilgili tutum ve davranış arasında bir ilişki olduğunu destekleyen araştırmalar olduğu gibi; birçok araştırmada bireylerin ahlaki tutumlar konusunda ortaya koydukları değer ve yargılara uygun davranışlar göstermedikleri de saptanmıştır. (Morgan, 1988: 314).

Kopya çekme sorunu, etik değerlerden yoksun olmanın yanında öğretmen, aile, eğitim ortamındaki olumsuzluklara da bağlanabilir. Öğrencilerin geçerli not alma isteği, yeterli çalışamamaları, öğretmenlerin olumsuz tutumları, sınav ve derslerin ezbere dönük olması, anlatılan dersi anlamama, kendine güvensizlik, ailenin psikolojik baskısı gibi durumlar kopya çekmeye neden olmaktadır (Oksal ve Bilgin 1999; Moring, 1999; Lupton, Chapman ve Weiss, 2000).

Kopya çekme, sınavlarda gizlice bir kaynaktan yararlanma olarak ele  alındığında, öğrencilerin daha çok; küçük kağıtlara hazırlama, etrafındakilere bakma, sıranın üzerine yazma, sınav kağıdını değiştirme gibi çeşitli yollara başvurdukları görülmektedir (Yeşilyaprak ve Öztürk, 1996; Selçuk, 1995). (Akıllı telefonlarla, telsizle, mikrofonlu kulak içi kulaklıkla, tablet bilgisayarlarla vs. bu araştırmanın yayınlandığı yıllardan günümüze ne de çok yeni kopya malzemesi çıkmış böyle!)

Fakat, kopya çekme genel olarak ele alındığında, sadece sınavlarda yapılan bir eylem olmanın dışında, eğitim-öğretim çalışmalarının her safhasında söz konusu olabilmektedir. Yabancı literatürde bu durum "akademik dürüstsüzlük" (academic dishonestly) olarak ifade edilmektedir. Yapılan bir araştırmada (Thorpe, Pittenger ve Reed, 1999) başkasının yapmış olduğu ödev, proje çalışmalarını aynen kopya etme ve ders materyallerini çalma eylemlerinin; sınavda kopya çekme eylemlerinden daha yaygın olduğu belirlenmiştir.

Ülkemizde ve yurt dışında yapılan çalışmalarda öğrencilerin kopya çekme sıklığı, çeşitli değişkenlere bağlı olarak araştırılmıştır. Örneğin: Üniversite öğrencileri arasında kopya çekmenin erkek öğrencilerde, kız öğrencilerden daha yaygın olduğu; akademik yeteneği yüksek olan öğrencilerin kopya çekme olasılığının daha az olduğu; kopya çekme karşıtı bir tutuma sahip olanların, bunu kabul edilebilir bir davranış olarak algılayanlardan daha az kopya çekme eğilimi içinde oldukları; kopya çekme sıklığı, öğrencilerin bölümlerine göre farklılaşırken, sınıf düzeyine göre farklılaşmadığı görülmüştür (Tang ve Zuo, 1997; Thorpe, Pittenger ve Reed, 1999; Yeşilyaprak ve Öztürk, 1996).

Kopya çekme davranışının, "hak", "adalet", "dürüstlük" gibi etik kavramlarla da ilişkilendirilerek incelenmesi, eğitimin bireylerde olumlu tutum ve davranışlar geliştirme fonksiyonunun daha etkili bir şekilde gerçekleşmesine hizmet edeceği düşünülebilir. Ayrıca, kopya çekme olayının, yapılan ölçme ve değerlendirme işlemlerinin geçerlik ve güvenirliğini olumsuz yönde etkileyeceği de bir gerçektir.” -  {“Kopya Çekme Davranışları Ve Kopya Çekmeye İlişkin Tutumlar” konulu çalışma. Yrd. Doç. Dr. Mustafa AKDAĞ, Uzm. Hasan GÜNEŞ, İnönü Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Kuram ve Uygulamada Eğitim Yönetimi -Yaz 2002, Sayı 31, Sayfa 330-343}

Toplumsal çürümenin, öğrencilikteki kopya çekme alışkanlığının sebep sonuç ilişkilerinden biri olduğunu görmemiz gerekiyor.

İnsanlar insanlıktan çıkmadan önce insanların içindeki insanlığı ortaya çıkarmamız gerekiyor. Bunun yolu da aileden geçiyor.

Ne okul, ne eğitim sistemi; dürüstlük, erdem, hak, adalet, iyilik, sevgi, mutluluk, sağduyu, emeğin kıymeti gibi  bir çok iyi hasleti çocuğa kazandıracak ve örnek olarak tattıracak, yaşattıracak yegane kurum ailedir.

Toplumda yaşayan bireyler olarak ve özellikle biz ebeveynler çocuklarımızın insanlığını öne çıkarmalıyız. Yoksa karşılaştıkları en basit bir sorunda insanlıktan çıkmalarına sebep oluruz.

Yaşar Kemal’in Kuşlar da Gitti isimli romanındaki bir diyalogda insanlığın özüne inmeyi ve öze indikçe güzelleştiğini şöyle ifade eder; “İnsanlıktır bu… Kat kattır, en sağlam, en güzel mücevherleri en alttadır, soydukça insanlığı, kabuğundan soydukça, bir kat, iki, üç, dört, beş kat, gittikçe aydınlanır insanlık, güzelleşir. Çirkin olan insanlığın en üst kabuğudur. Adam olan hem kendi kabuğunu, hem insanlığın kabuğunu durmadan soymaya çalışır. Soydukça ortalık aydınlanır, soydukça…”

Sorunların köküne inelim, neden ve niçinini irdeleyelim. Çocuklarımızı dış kabuğu ile değerlendirmeyelim. Onların derinlerindeki insani özleri sağlam oluşturuyor muyuz? Çocuklarımızın dertlerini tasalarını paylaşıyor muyuz? Kendi olmak istedikleri için mi yoksa bizim hayallerimiz için mi gayret ediyorlar durup düşünelim.

Yazının başındaki alıntıdan yola çıkarsak; herkes ölünce ardında bir şeyler, bir eser bırakmak ister. Çocuklarımızı, insanlıkla dolu insanlar olarak bırakmak en güzel eser, en güzel miras değil midir? Mal mülk hiç bir zaman bizim olmadı ki çocuklarımızın olsun. Giderken götürdüğümüz tek şey kefen, onun da cebi yok. Nice Sultan Süleymanlara, dünyanın zerresi dahi kalmamış be dostlar.

Unutmayalım; Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır.” (Ali İmran Suresi 180. Ayet) Miras davalarına bakan meslektaşlar bunu yakinen biliyorlardır!

Çocuklarımıza, “kopya mı? asla, sakın ha, kötü not alabilirsin ama kendi emeğinin karşılığını almış olursun, geçemezsen de üzülme çalışır bir daha yaparsın, sen dürüst ol yeter ki, emeksiz kazançtan fayda gelmez, kopya çekmek hırsızlıktır, sen hırsız değilsin, sen hırsız olamazsın…” diyebilmeliyiz. Bu dediklerimizi de yaşamalıyız ki çocuklarımız üzerinde etkili olsun…

‘Kopya’ çeken kendine sahte bir dünya kurar. Mimarı olduğu kendi hayat binasının temellerini çürük atmış olur. ‘Kopya’ çeken kişi, hakkını yediği insanların hayatlarını çaldığı gibi; kendi öz hayatını da yine kendinden çalmış olur. ‘Kopya’ çekip yakalanmasa dahi, bu işin zararı yine kendisine olacaktır. Hayat bir şekilde bu ‘kopyanın’ acısını, en iyi ihtimalle ceremesini ondan mutlaka çıkaracaktır.

Bu suç fiili için “suret çıkarmak” anlamı yerine;  hile, aldatma, kandırma, dolandırma, hırsızlık, dalavereci, üçkağıtçı kavramlarını karşılamak üzere yeni bir tanım bularak işe başlamalıyız.

Yani “copy” değil "cheating"!

Değerli öğrenciler, geleceğin mutlu ve huzurlu insanları olmak istiyorsanız siz de unutmayın;

‘Kopya’, hayatı es geçmektir, hırsızlıktır, hiledir, üçkağıtçılıktır, dolandırıcılıktır, haksız kazançtır ve en başta da kendini kandırmadır.

Emek vermek ve çalışmak  ise, gerçek hayattır, yaşamaktır, hakiki kazançtır.…

Ve bir yani daha; “cheat(ing)” değil “work(ing)”…

FARZ-I MUHAL PAŞA