1980 öncesindeydi, öğrenciyken çalıştığım büronun şirket kurma işleri için Ankara'ya haftada iki üç kere gittiğim günlerdi. Bir arkadaşımın mektubunu ve hediyesini nişanlısına elden götürdüğüm şehrin en kenar semtine, bilmeden, ülkücülerin kontrolündeki minibüsle gidip devrimcilerin kontrolündeki otobüsle dönmeye kalkmışım.

O zamanlar şehirlerimiz, ilçelerimiz ve hatta bazı köylerimiz "kurtarılmış bölgeler"e ayrılmıştı. Bir bölgeden diğerine geçebilmek için neredeyse pasaport gerekirdi. Bazı yerlerde hiçbir siyasi görüşü olmayan "ot" olmak yetmez, ülkücü veya devrimci söylemleri ve teorileri bilmek, sorgu-sınavından geçebilmek gerekirdi.

Bir manga devrimci gençten esaslı bir dayak yemekten, kuzenimin, içlerinden birinin tanıdığının tanıdığını tanıyor olması sayesinde kurtulmuştum. Allah, kardeşin kardeşe düşman olduğu, birbirini vurmak, kırmak ve hatta öldürmek için sudan bahaneler aradığı o günleri Türkiye'ye bir daha göstermesin...

Eski "kurtarılmış mahalle ve semtler" yok artık; ama, devletimizin üst yönetimi, bir nevi, "Kurtarılmış Hesapvermezlik Bölgeleri" ile doludur.

En başta da, devlet yönetiminde hesapverirliği sağlaması beklenen yüksek yargı organları gelir. Yargıtay Kanunu m.46'daki, üyelerinin görev ve kişisel suçlarının soruşturmasını kendi kurumunun kararına bırakan yaklaşım, Danıştay'a [m.76(3), (4) ve m. 82] ve Sayıştay'a [m.66(1), (3) ve (6)]; oradan da BDDK'ya [(m.104(2)] ve BTİK'a [m.5(10)] sirayet etmiş durumda...

Üyelerinin şahsi suçlarının soruşturmasını bile kendi kurumlarının kararına bırakmak, hesapverirlik kurallarını, ayyuka çıkan durumlar dışında, fiilen işlemez hale getirmez mi! Kurumlarda kendilerini dışarıya karşı koruma ve kollama içgüdüsü harekete geçmez mi! Böyle durumlar fiili dokunulmazlık durumları ortaya çıkarmaz mı! Kuralların fiilen işlemediği durumlarda ise bir nevi kurtarılmış, hesapvermezlik, fiili dokunulmazlık bölgeleri oluşmaz mı!

Oysa bu fiili durumlar, kurumların normal işlevi ile denetimi birbirinden ayrılarak (yani dualite sağlanarak) kolayca önlenebilir: Örneğin; Danıştay'ın Sayıştay, Yargıtay'ın Danıştay, Anayasa Mahkemesi'nin Yargıtay üyelerinin görev ve şahsi suçlarını soruşturup kovuşturması işlevini üstlenmesi suretiyle yargıda etkin hesapverirlik sağlanabilir; böyle bir Yargı da devlet üst yönetimini bağımsızca denetleyerek devletimizde denge işlevini yerine getirebilir.

Bana göre, milletvekili dokunulmazlığı değil, devlet üst yönetimindeki fiili dokunulmazlık durumu tartışılıp kaldırılmalı; en başta yargı hiç bir kurumun mensuplarının hesapverirliği kendi kararına bıkarılmamalı; Anayasa'ya "Hiçbir kurum, kendi üyelerinin görev veya şahsi suçları hakkındaki soruşturma veya kovuşturma hakkında karar veremez" mealinde bir kural konulmalıdır.

"Yazarın izni ile Facebook/Mehmet Gün sayfasından aynen alınmıştır."