“Magna Carta Libertatum”; diğer bir ifadeyle Büyük Özgürlük Fermanı ya da Büyük Şart diye adlandırılan bu tarihi ve hukuksal nitelikteki sözleşme; Kral Yurtsuz Jean tarafından tanzim edilmiş bir Kraliyet Şartıdır. [1]Büyük Şart olarak adlandırılmasının sebebi; bu fermanda hükme alınan özgürlüklerin belli bir kesime değil; krallıktaki tüm özgür kişilere tanınmış olmasıdır.[2]

Büyük Özgürlük Fermanının 12.maddesinde; Krallıkta, Genel Meclis’in (Magnum Concilium) izni olmadıkça; zorla, askerlik hizmeti karşılığı olarak vergi ya da yardım parası alınamayacağı belirtilmiştir. Fermanın bu maddesi mali hukuka ilişkin olması hasebiyle oldukça önemlidir. Zira bu hüküm meclisin yetkisi olmaksızın kralın vergi toplayamayacağını açıkça ifade etmektedir.[3] Ferman gereğince kralın belirtilen hususlarda karar alabilmesi için feodal beylerin ve din adamlarının onayını almak amacıyla bu kişilerle bir toplantı gerçekleştirmesi gerekiyordu. Söz konusu bu toplantılara ise Magnum Concilium Regis diğer adıyla “Büyük Kral Konseyi” adı veriliyordu.[4] Feodal beyler, din adamları ve asilzadelerden oluşan bu konseye Magnum Concilium ismi Normanlar döneminde verilmiş olup; söz konusu konsey 13.yüzyıl itibariyle güçlenerek nitelik değiştirmiş; parlamento haline gelmiştir.

Fermanın 12. Maddesi ile birlikte Genel Meclisin vergiye icazet verme yetkisi sayesinde yasama yetkisini dolaylı olarak eline geçirdiği savunulabilir.[5] Zira; söz konusu madde gereği halkı temsil eden meclis her ne kadar kendi kararıyla vergi borcu yaratamayacak idiyse de; kralın vergi ya da yardım parası alınması talebini ret ederek kralı bu talebinden tamamen vazgeçirmek ya da revize ettirmek suretiyle miktarını düşürerek yeniden meclisin onayına sunulmasını sağlamak hususunda tek söz sahibi olabilmeyi başarabilmiştir. Bu hüküm gereği; kralların halktan vergi almayı amaçladıklarında meclisi toplamak ve onay almak mecburiyetinde olması meclisin gücünü oldukça arttırmış; bu güçlenme meclisin zamanla nitelik değiştirerek parlamento halini almasında başrol oynamıştır. Önem derecesine göre sıralama yapılması durumunda fermandaki en önemli maddenin bu olduğu savunulabilecektir. Zira bir toplumun refah seviyesi, gelişmişliği, ileriye dönük yapacağı yatırımlar vb. hususlarda en temel etken ekonomidir. Bu çerçeve de bir devletin gücü; ekonomisi ile doğru orantılı olduğu gibi; devlet içerisindeki kurumların yine devlet içerisindeki gücü ve niteliği ise mali hususlarda karar alma konusunda ne ölçüde yetkin ve yetkili olduğuna bağlıdır. Fermanın bu hükmünün 1982 Anayasa’sının Vergi Ödevi başlıklı 73.maddesinde vücut bulduğu ifade edilebilir. 1982 Anayasası m.73/3 gereğince vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler ancak kanunla konulabilecek değiştirilebilecek ya da kaldırılabilecektir (1982 Any.m.73/3). Verginin kanuniliği ilkesini tanımlayan bu hüküm; vergilendirme işleminin ancak yasama organı tarafından yapılabileceğini ifade etmektedir. Yukarıda da ifade edildiği üzere; genel meclis vergiye icazet verme yetkisi sayesinde Anayasa m.73/3’te yasama organına verilen bu yetkiyi dolaylı olarak ele geçirmiştir. Öte yandan 1982 Anayasası m.73/2’ de vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımının maliye politikasının sosyal amacı olduğu ifade edilmiştir. (1982 Any.m.73/2). 13. Yüzyıl İngiltere’sinde ise kralın Anayasa m.73/2 de belirtilen sosyal amaca uygun hareket etmeme ihtimaline binaen yine vergi yükünün bu madde de belirtilen adaletli ve dengeli dağılımını sağlama görevini Magnum Concilium’un ifa ettiği söylenebilir.

Fermanın 38. Maddesinde Hiçbir hakimin herhangi bir kimseyi ilgili olayla ilgili doğru ve güvenilir deliller ortaya koymadan dava edemeyeceği belirtilmiştir. Fermanın bu maddesinin 1982 Anayasa’sı m.38/4’te yer verilen masumiyet karinesine hizmet ettiği ifade edilebilir. 1982 Anayasa’sı m.38/4’e göre Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamayacaktır (1982 Any.m.38/4). Ferman da düzenlenen bu hükümle kralın mutlak otoritesinin verdiği güce dayanarak yargıçlara baskı yapmak ve yönlendirmek suretiyle muhalif kesime gözdağı vermesinin engellenmesinin amaçlandığı düşünülebilir.

Fermanın 39. Maddesinde bir karar olmadıkça hiçbir özgür kişinin tutuklanamayacağı, malı ve mülkünün elinden alınamayacağı, sürgüne yollanamayacağı ya da kötü bir biçimde kötü muameleye maruz bırakılamayacağı ifade edilmiştir. Düzenlenen bu hükmün bilhassa kişi güvenliği bakımından son derece elzem olduğu gerçeği değişmemekle birlikte, fermanın tanzim edildiği dönemde feodalitenin hüküm sürdüğü gerçeğini de göz ardı etmemek gerekmektedir. Zira bu madde yalnızca feodal düzende “özgür” sayılan kimseler açısından hüküm ifade etmiştir. Bu sebeple esasında oldukça az kişinin bu madde kapsamındaki birtakım güvencelere sahip olduğu görülmektedir. Hal böyle olmakla birlikte çok küçük bir kitle için de geçerli olsa; son tahlilde can ve mal güvenliğinin resmen tanınmış olması ve kralın bu husustaki keyfiyeti ve mutlak otoritesini sonlandırması bakımından oldukça önem arz etmektedir.[6] 1982 tarihli Anayasamızın Kişi Hürriyeti ve Güvenliği başlıklı 19. maddesinin de belli ölçüde fermanın 39. Maddesi ile paralellik gösterdiği ifade edilebilir. Söz konusu 39.maddenin 1982 tarihli Anayasamızın birden çok bölümünde karşılık bulduğu ifade edilebilir. Bu kapsamda Anayasamızın kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı başlıklı 17. Maddesi bu bölümlerden biridir. Anayasa’nın 17/1 maddesi Herkesin, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğunu ifade etmektedir. (1982 Any.m.17/1). Bu minvalde fermanda belirtildiği üzere bir karar olmaksızın özgür kişilerin özgürlüğünden alıkonulmaması, malı ve mülküne el konulmaması, kötü muameleye maruz bırakılamaması Anayasa m.17’de temas edilen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirmesinin olmazsa olmaz şartlarındandır. Öte yandan fermanda belirtilen kötü bir muameleye maruz bırakılamama olgusu yine Anayasamızın 17. Maddesinin 3. Fıkrasında açıkça vücut bulmuştur. Anayasamız m.17/3’te kimsenin, işkence, eziyet ve kötü muameleye maruz bırakılamayacağını açıkça belirtmiştir (1982 Any.m.17/3). Öte yandan fermanda bir karar olmadıkça hiçbir özgür kişinin tutuklanamayacağı ifadesinin kişi hürriyeti ve güvenliğinin sağlanmasına hizmet ettiği izahtan varestedir. 1982 tarihli Anayasamızda 19/1’de Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahip olduğunu ifade ettikten sonra; aynı maddenin 2. Fıkrasında fermanın 39. Maddesi ile paralel bir biçimde şekil ve şartları kanunda gösterilen durumlar dışında bir kimsenin hürriyetinden yoksun bırakılamayacağını açıkça hüküm altına almıştır. Anayasadaki madde metninin düzenleniş biçiminden Anayasa koyucunun belirli şartlar haricinde kişinin hürriyetinden yoksun bırakılamamasını kişi hürriyeti ve güvenliğinin en önemli şartı olarak kabul ettiği görülmektedir. Fermanın 40. Maddesi Kimseye bir hakkın ya da adaleti satılmayacağını, men edilmeyeceğini ya da geciktirilmeyeceğini ifade etmektedir. Anayasa da her ne kadar adil yargılanma hakkının tanımına yer verilmemiş ise de; Anayasa Mahkemesi’nce makul sürede yargılanma hakkı Anayasa’nın 36. Maddesi kapsamında adil yargılanma hakkının bir parçası olarak kabul edilmektedir.[7] Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne göre herkes makul bir sürede yargılanma hakkına sahiptir.(İHAS m.6)Geç gelen adaletin adalet olamayacağından bahisle; makul sürede yargılanma hakkının amacının kişilerin uzun müddet devam eden davalar nedeniyle muhatap olacakları maddi ve manevi baskılardan korunması ve adalete olan inancın korunması olduğunu söylemek mümkündür.[8]

Fermanın 41. Maddesinde bütün tüccarlar, kara veya deniz yoluyla emniyetli biçimde İngiltere’nin dışına çıkabileceği İngiltere’ye gelebileceği, savaş zamanında da güvence altında olduğunu ifade ederek, güvenli bir ticaret hayatının sağlanmasının ve devam ettirilmesinin kralın sorumluluğunda olduğunu ortaya koymuştur. Bu madde hükmü de mali hayata ilişkin olduğundan ferman da önemli yer tuttuğu ifade edilebilir. Kaldı ki; İngiltere bir ada ülkesi olması hasebiyle coğrafi yönden diğer Kara Avrupası ülkelerinden ayrılmaktadır. Coğrafi durumlar sebebiyle İngiltere’nin dönemin güç sahibi diğer Avrupa ülkeleriyle kara yoluyla ticaret yapmasının mümkün olamayışı; o dönemdeki teknolojik imkanlarda göz önüne alındığında deniz yolu ile yapılan ticareti tek alternatif haline getirmiştir. Esasında Fermanın ilan edilmesine sebep olan durumların başında ekonomik unsurlar olduğundan; 41. Maddenin meclisin yetkisi olmaksızın kralın vergi toplayamayacağını ifade eden 12.maddeden sonraki en hayati hüküm olduğu savunulabilir. Fermanın; Krallığın yasalarını bilmeyen ve bu yasalara tümüyle uyacağına kanaat getirilmeyen kişileri hakim, vali, şerif ya da sınırlı yetkili hakim olarak atanmayacağı hükmü ile de yasaların üstünlüğüne ve Anayasanın 9. Maddesinde vücut bulan bağımsız hakim ilkesine vurgu yapıldığı söylenebilir. Zira bu hükümde belirtilen niteliklere haiz bir hakim ya da yönetici görülen dava da ya da diğer bürokratik işlerde varacağı kanaatte kralın menfaatini değil; bizzat yasa hükmünü gözetmesi gerekecektir. Bu durumda da yasanın kralın emirlerinden üstün olduğu, bir diğer ifadeyle açık yasa hükmü varken kralın emirlerinin hüküm ifade etmemesi ve hakimlerle yöneticilerin kraldan emir alamayacağı bizatihi sosyal hayatın içinde tecrübe edilecektir.

Sonuç olarak Büyük Fermanın gerek genel tarihi sürece, gerekse de Türk Anayasal Tarihine oldukça önemli etkileri olmuştur.1982 Anayasa’sının temel hak ve özgürlüklerle ilgili düzenlemelerine bakıldığında birçoğunun çıkış noktasının Büyük Ferman olduğu görülmektedir. Üst üste alınan vergilerle isyan noktasına gelen feodal beylerin başlattığı kıvılcım hareketi; kralın mutlak otoritesinden taviz vermek zorunda kalmasına yol açmış; bu çerçevede imzalanan ferman ile genel meclis başta vergiye icazet verme yetkisi olmak üzere birçok yetkiye kavuşmuştur. Genel Meclis; Kralın tek başına ekonomik yaptırım uygulama şansının ortadan kalkmasıyla birlikte ve ekonomik anlamda söz sahibi olması hasebiyle zamanla etkisini arttırarak parlamento halini almış; bugünkü parlamenter sistemin temel taşları atılmıştır. Fermanın imzalanması ile birlikte tarih sayfasında hukukun üstünlüğü ilkesi yer bulmuş, çalışmada da Anayasa’dan örnekler verilerek temas edildiği üzere, insanın bir egemen gücün itaati altında olmak zorunda olan bir nesne değil; temel hak ve özgürlüklere sahip, feodal beyler vasıtasıyla da olsa gerektiğinde dolaylı ya da dolaysız olarak yönetenini değiştirebilecek kudrete sahip bir erk olduğunun bilincine varılmasına yol açmıştır. Bu bilinçlenmenin ise; yakınçağ tarihindeki demokratikleşme zincirinin ilk halkası olarak kabul edilmesi mümkündür.

KAYNAKÇA

GÖZE, A. (2015). Siyasal Düşünceler ve Yönetimler , İstanbul, Beta Yayıncılık, 15. Baskı.

GÖZLER, K. (2009). “İngiltere’de Parlamento Neden ve Nasıl Ortaya Çıktı: Malî Hukukun Anayasa Hukukundan Eskiliği Üzerine Bir Deneme”, Prof. Dr. Mualla Öncel’e Armağan, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, cilt 3, ss.365-374.

ÜNVER, Y. ve HAKERİ, H. (2016). Ceza Muhakemesi Hukuku, Ankara, Adalet Yayınevi, 12. Baskı.

---------------

[1] Ayferi Göze, Siyasal Düşünceler ve Yönetimler, İstanbul, Beta Yayıncılık, 2015, s.470.

[2] Göze, a.g.e., s.471.

[3] Kemal Gözler, “İngiltere’de Parlamento Neden ve Nasıl Ortaya Çıktı: Malî Hukukun Anayasa Hukukundan Eskiliği Üzerine Bir Deneme”, Prof. Dr. Mualla Öncel’e Armağan” , Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, cilt 3, ss.365-374.

[4] Göze, a.g.e., s.472.

[5] Gözler, a.g.m, s.372.

[6] Göze, a.g.e., s.472.

[7] Yener Ünver, Hakan Hakeri Ceza Muhakemesi Hukuku, Ankara, Adalet Yayınevi, 2016, s.26

[8] Ünver, Hakeri, a.g.e., s.26.