Patlamanın şiddeti o anda anlaşıldı ama etkisini öğrenmemiz zaman aldı. Haberlerde Beşiktaş – Bursa karşılaşmasının çıkışında patlama olduğu belirtildi. Haberin detayları henüz anlaşılamadan, ikinci bir patlamanın daha gerçekleştiği haberi geldi.

Neler olup bittiğini öğrenmek için endişeyle karışık merak tüm ülke sathına yayıldı. İstanbul’un göbeğinde böyle bir saldırının etkisine maruz kalmamış geri kalan milyonlarca İstanbullu, patlama sırasında Beşiktaş’ta  yakınlarının da olabileceği korkusunu hissetti.

Terör saldırısı sebebiyle tüm ülke şehit ve yaralılarına üzülürken, teröre karşı öfke ve nefretini bileyledi. Aslında 2016 yılı tüm dünyada başkentlerde ve büyükşehirlerde bombaların ve çeşitli türde terör saldırılarının olduğu bir yıldı. Paris, Londra, Brüksel ve birçok Avrupa ülkesi ile ABD’de terör saldırılarının hedefi durumuna geldi. Dünya yeni bir terör sarmalının içine girmiş, “hücre tipi yapılanma” ile içeride bir virüs gibi yaşayan terör grupları ile “yalnız kurt” diye ifade edilen tek militanla yapılan saldırılar, başkentleri ve büyük şehirleri etkisi altına almıştı.

İstanbul’da bundan önce birkaç terör saldırısıyla karşı karşıya kalmış, İstanbullu terörö konusunda adeta uzmanlaşmıştı. Parça tesirli bomba, canlı bomba, yalnız kurt eylemi, hücre yapılanması ve daha birçok konuda neredeyse bir güvenlik uzmanı kadar bilgi sahibi olmuştu. Terör örgütlerinin hücre yapılanması şeklinde örgütlendiği, hücrelerin birbirlerini bilmedikleri, isimlerini dahi kod isimle birbirlerine söyledikleri, hatta güvenli evlerde kaldıkları hususlarında artık haberler aracılığıyla bilgi sahibi olmuşlardı.

Olaydan kısa süre sonra eylemi gerçekleştirenlerin bir kısmı yakalandı. Yargılama süreci böylece başladı. Ancak sanıkların hepsi yakalanmamıştı. Örgütün ilk yakalananları, eylemin ne olduğunu ve nerede yapılanacağını bilmeden, fakat eylem ne kadar kanlı olursa olsun onları rahatsız etmeyecek iştirakçileriydi. Şehit aileleri ve o günü yaralı olarak atlatanlar, geri kalan katillerin yakalanmasını istiyordu. Sabırlar giderek tükenirken, geri kalan sanıkların da yakalandığını ve yargı karşısına çıkarılacağı müjdesi geldi.

Dosyalar birleştirildi ve yargılama adeta yeniden başladı. İlk yargılamalarda verilen ifadeler çelişkilerle dolmaya başladı. Sanıkların mahkemeden çeşitli talepleri oldu. Bunların ilki ve en önemlisi Kürtçe savunma yapmaktı. Mahkeme tarafından kabul edildi ve tercüman getirildi. Ancak tercüman sanıklar tarafından beğenilmeyince, kendi tercümanları da mahkemede hazır edildi. Sanıklar savunmalarını yaptılar. Genellikle suçlamalara cevap vermek yerine propaganda yaptılar veya slogan atmakla yetindiler. Kendilerince canlı bombalarla, birbirleriyle, sakladıkları eşyalarla ilişkilerine çelişkili bahaneler ürettiler. Kendi hayatlarında yaşadıkları psikolojik ve ekonomik gerilimlerden bahsettiler. Ama yaptıkları eylemlere ilişkin cevap vermediler. Ancak eylemlerinin manevi sebebini de açıklamış oldular.

Sanıklar bireysel olarak hiçbir problem yaşamadıkları, hatta tanımadıkları insanlara karşı kendi dünyalarında geliştirdikleri soyut kin, nefret ve düşmanlık neticesinde eylem yapmayı arzuladılar. Bu sebeple amaçları doğrultusunda yapacakları eylemden etkilenenlerin kim oldukları ve kimliklerini unuttular. Sanıklar için eylemden direkt veya dolaylı olarak etkilenecek olan insanların önemi kalmadı. İşte bu soyut kin, nefret ve düşmanlık neticesinde, sanıkların algıları ne yazık ki düşünme kapasitesinden giderek yoksunlaştı. Cinnet halinin bir yaşam tarzına dönüşüp, ete kemiğe büründüğü sanıklar için artık öldürmek taş kırmak, çekirdek çitlemek kadar basit hale gelmişti. Evet, motivasyonları ve kastları buydu.

Sanıkların bir kısmı eylemleri planlamış, bir kısmı ise hücre içerisinde hiçbir sorgu sual etmeden planlayıcıların yapacakları eylemin gerçekleşmesi için verilen görevleri ifa etmişti.

Cep telefonu dahil, hiçbir teknolojik aracı kullanmayan bu yapının üyeleri, yakalanmamak için azami gizlilik içerisinde aramızda dolaştılar. Önceden yapacakları her eyleme baştan rıza veren militanlarının, evlerinde, iş yerlerinde kaldılar; bu evlerde bomba yapımında kullanacakları malzemeleri ayrı ayrı sakladılar. Mesela üniversite de okuyan militanlardan biri, sadece önceden belirlenmiş tarih ve saatte randevulaşarak irtibat kurduğu başka bir militana; sokaktan çivi ve sair metal toplaması için ricada bulunmuş(emir vermiş), bu ricanın/emrin sonunda militan bu çivilerin, metal parçalarının nerede kullanılacağını dahi sorgulamadan toplamıştı.

Bir başka militan, işlettiği bakkalın deposunda içeriğini hiç bilmediğini söylediği çuvalları saklamıştı. Bir başkası yine iş yerinde benzeri çuval veya eşyaları sakladı. Kimlikleriyle, yaptıkları işlerle hiçbir ilgisi alakası olmayan bu malzemeler sorgusuz sualsiz hücrenin militan kadrosu tarafından titizlikle korundu.

Yargılamanın istinaf safhası bitti. Devam ettiği için şimdilik burada kesmek hukuka saygı gereği… Fakat Beşiktaş, Ankara gar katliamı, Suruç, Kayseri, Vezneciler ve diğer terör saldırıları, hücre tipi yapılanmalar konusunda hukuka yeni bir sorumluluk yükledi. Mesele hücre tipi örgüt olduğu zaman, yardım gibi görünen hareketlerin, tanımlamasının tekrardan yapılması gerektiği ortaya çıktı. Hücrenin örgütleyip içine kabul ettiği şahısların eyleminin, hücrenin çalışmasını sağlayan organlardan birine dönüştüğünü düşünüp, eylemlerinin icraî nitelikte olduğunun tekrar tanımlanmasının hak ve menfaatlerimizin korunması açısından daha caydırıcı olacağı inancındayız.