29.04.1970 tarihli Milliyet gazetesinin 7. Sayfasında, “Dert Kutusu” köşesine Rıza YETİŞ isimli bir vatandaş bir yazı yolluyor.[1] Yazı 1970 yılı özelinde “Hukukçu Enflasyonundan” bahsediyor. O zaman için belki bu bir dönemsel eleştiri olarak kabul edilebilir. (Rıza YETİŞ’in eleştirisi kapsamında yazının bir hukukçu tarafından yazıldığını düşündüm lakin hakkında bir bilgiye ulaşamadım)

Eleştiride, o dönem için mezun olan hukukçu sayısının fazlalığı eleştiri konusu edilmişken hakimlik için bile çok uzun süreler sıra beklendiği de yine eleştiri  konusu yapılmış.1970 yılında...

Bundan 50 yıl önce bile bu konuların yine çözümsüz olması cidden ilgi çekici. Bu haber sonrası konu ilgimi çektiğinden araştırmaya devam ettim.

23.05.1970 tarihli Milliyet Gazetesinin 11. Sayfasında (yani Rıza Beyin eleştirisinden yaklaşık bir ay sonra) dönemin İstanbul Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Orhan ALDIKAÇTI’nın benzer bir sorunda görüşü haberleştirilmiş. Aldıkaçtı “sistemli çalışmalar sonunda hukukçu enflasyonunun önüne geçeceklerini” açıklamış.[2] Ama sanırım geçilememiş ya da o dönem düşünülen çalışmalar başarılı olamamış.

1970 yılında bile bugünün sorunları aynı şekilde eleştirel olarak konuşulurken hep bir metod tartışması yapılmış, herkes birbirine hak vermiş ama...

Arşiv eğlenceli bir şey, girince çıkamıyorsun. Zaman akmış takvimler değişmiş, ülkenin politik düzlemi bambaşka mecralara kaymış. Bu sefer tarih 1972 yılını gösteriyor.

TBMM 14/3. dönem, 19.02.1972 tarihli 43. birleşiminde Adalet Bakanlığı Bütçesi hakkında söz alan Milli Güven Partisi Siirt milletvekili Avukat Mehmet Nebil Oktay'ın konuşması... Bakın bakalım 1972'nin hukuk dertleri nelermiş... [3]

"Adaletin vatandaşı bezdiren ağır işleyişi devam etmektedir...

Hâkim bağımsızlığının istismarını önleyecek süratli denetim imkânları, her bütçe müzakerelerinde bütün partilerin ittifakını üzerinde topladığı halde, gerçekleştirilememiştir...

Ceza ve Hukuk Usulünün, davaların ağır yürümesine sebebiyet veren, vatandaşı tedirgin eden hükümleri bir türlü ıslah edilememiştir.

Ceza infaz sistemi, çağ dışı zihniyetten uzaklaştmlamamış, cezanın ıslah edici yönlerine, eğitici taraflarına ağırlık verilememiştir.

Adalet mekanizmasının yurt sathına dengeli bir şekilde dağılması imkânları yaratılamamıştır.

Adliye binaları, adaletin mehabetiyle uzlaştırılması mümkün olmayan perişanlıklarım devam ettirmekte; ceza evleri, insanî yaşama şartlarından çok uzak ölçüler içerisindeki durumlarını muhafaza etmektedirler.

Bir memlekette adalet mekanizması en ağır şekilde işliyorsa, bir memlekette vicdanını suiistimal edebilen hâkimi süratle denetleyebilmek ve onu layık olmadığı bir camiadan uzaklaştırabilmek imkânları mevcut değilse...

O memlekette adalete olan-inanç duygusunu sağlamak mümkün değildir.

Türkiye'de bir hukukçu enflâsyonu mevcut olduğu halde, birçok il ve ilçelerimizde hâkim buhranı vardır.

Çoğu zaman Ağır Ceza Mahkemeleri, hâkim yardımcıları ile dahi teşekkül edememekte, heyetlerde durmadan yapılan zaruri değişiklikler, 3 - 5 ayda bitebilecek bir davayı, 3 - 5 yıl sürüncemede bırakmaktadır.

İlçelerde zaman zaman bir tek hâkim, asliye, sulh, iş, kadastro gibi birçok mahkemenin görevini yüklenmektedir. Görülüyor ki, saymakla bitmeyecek ihtiyaçlar karşısında, adalet cihazımız büyük bir sallantının içerisindedir. Her yönü ile reforma, yeniden düzenlemeye muhtaçtır..."

Dönemin milletvekili M. Nebil OKTAY sözlerini şöyle tamamlıyor “Bu düzenlemeyi, bu reformu yapmadan Türkiye'nin hiçbir meselesini arzu edilen şekilde halletmeye imkân yoktur.”

1970 yılından 1972 yılına geliyoruz ama değişen bir şey olmadığı gibi eleştiriler daa da boyut kazanıyor. Hatta 1972 yılında kürsüden yöneltilen bu eleştiri ve tespitleri bugün için birebir kullanmamız mümkün, ufak tefek yapısal değişiklikler hariç.

Prof. Dr. Ernes H. HİRŞ’in meşhur “Pratik Hukukta Metot” kitabının yeniden (genişletişmiş)

3. Baskısının 39. Sayfasında ise çok daha sistemsel bir eleştiri getiriliyordu.[4]

“Ancak aradan geçen zaman içinde, özellikle 1948 yılında avukatlık imtihanım kaldıran ve staj müddetini bir yıla indiren 5178 sayılı Kanunun sonucu olarak ve diğer bazı sebeplerle Anadolu'nun bir çok yerinde avukat bulunmaması durumu değişmiş, avukatların sayısı sadece büyük şehirlerde çoğalmakla kalmamış, hiç avukat bulunmayan yerlere bile avukatlar yerleşip orada yazıhane açarak faaliyete geçmiş olduklarından, eski görüntü büsbütün denilecek kadar değişmiştir. O kadar ki, doğrusunu söylemek gerekirse, bugün genel olarak bir avukat enflasyonundan ve bunun birlikte getirdiği sakıncalardan söz bile edebilir.”

Sayfanın sonunda da bahsi geçen konuda Av. Volf ÇERNİS’in 1962 yılında bu konuyu ele aldığı dipnot kısmında belirtiliyor... 1970, 1972, 1962, 1978... Her dönem bir enflasyon konuşulmuş, her dönem bu bir eleştiri konusu olmuş ama bir türlü çözüme kavuşamamış. Sadece konuşulmuş...

Ama konu bitmiyor, bitemiyor...

Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medeni Usul ve İcra – İflas Hukuku Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. İbrahim ERMENEK, İnönü Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisine yazdığı “HUKUK MUHAKEMELERİ KANUNA GÖRE ÖN İNCELEME” başlıklı makalesinin 140. Sayfasından itibaren yine aynı soruna, Prof. Dr. Baki KURU’nun, Prof. Dr. Saim ÜSTÜNDAĞ’ın ve Prof. Dr. Ejder YILMAZ’ın yıllar içindeki eleştirilerini bizlere derlemiş:[5]

Prof. Dr. Baki Kuru, 1969 tarihli bir makalesinde, “Bugün hukuk davalarının uzun sürdüğü hakkındaki kanaat o kadar yaygındır ki, bunu adeta maruf ve meşhur bir vakıa olarak kabul etmek mümkündür” (KURU, Baki; Makaleler, Sosyal Devlet ve Hukuk Davalarının Uzama Sebepleri (s.99 - 116), İstanbul 2006, s.99.)

1984 tarihli başka bir makalesinde 1977 tarihli hükümet programından hareketle “adalet dağıtımındaki gecikmeler, vatandaşımız için sadece bir şikayet konusu değil, aynı zamanda bir ızdırap kaynağı olmuştur” (KURU, Baki; Makaleler, Hukuk Davalarında Yargılamanın Çabuklaştırılması için Alınması Gereken Tedbirler (s.117 - 146), İstanbul 2006, s.117.)

Prof. Dr. Saim Üstündağ, 1974 tarihli bir makalesinde “Yargıtay hâkimleri iş çokluğu karşısında, bütün iyi niyetlerine rağmen kontrol görevlerini eksik inceleme ile yetinerek ifa etmek zarureti karşısında da bırakılmış sayılabilirler. Bu nedenle, bu kararların kalitesi düştüğü gibi, söz konusu kararlarla yargı organlarında hak arayanları tatmin edilebilmesi de sağlanamamaktadır” (ÜSTÜNDAĞ, Saim; Makaleler, İçtihat Tahlilleri ve Çeviriler,Yargı Organlarının Sorunları ve Çözüm Yolları, (s.163-179), Ankara 2010, s.173, 174.)

Prof. Dr. Ejder Yılmaz, adeta bir hukuk profesörünün feryadı diyebileceğimiz 2006 tarihli tebliğinde “adalet hizmetleri gerçekten tıkalıdır. Hemen basit bir şey söyleyeyim. Hâkim dosya okumuyor! Bir daha söyleyeyim isterseniz, hâkim dosya okumuyor! Diyeceksiniz ki hâkim nasıl karar veriyor? Okumadan karar veriyor! Hâkimler dosyayı yıllar sonra okuyor. Dosyalar geliyor, layihâlar yığılıyor. Aradan uzun bir zaman geçiyor. Bir zaman geliyor. Şu dosyayı bir okuyayım diyor. O arada bir gözden geçirebiliyorsa bir karar veriyor. Sonra, dosya Yargıtay’a geliyor. Yargıtay da dosya okumuyor. Diyeceksiniz ki, karar nasıl veriliyor? Tetkik hâkimlerinin yaptıkları fedakârane çalışmalarla!

Benim şahsi kanaatim şudur: Bugünkü sorunların başında, hâkimin dosyayı okumamasının başında veya okuyamamasının başında gelen neden hâkim başına düşen dosya sayısının fevkalade fazla olmasıdır. ...Yani zamansızlıktır

Adalet devletin temeli, mülkün temelidir diyoruz. Korkum odur ki, bu devlet çökecek! ... Neden?

Adalet çöküyor çünkü!” (YILMAZ, Ejder; Medeni Usul ve İcra – İflâs Hukukçuları Toplantısı V, Hukuk Muhakemeleri Kanunu Tasarısı Üzerine Bazı Notlar (s.169 -210), Ankara 2006, s. 174-177)

Türkiye Barolar Birliği tarafından 9-10-11 Ocak 2003 tarihinde düzenlenen “Hukuk Öğretimi ve Hukukçunun Eğitimi” başlıklı Uluslararası toplantının ikinci oturumunda salondan gelen bir soru: Türkiye'de bir hukukçu enflasyonu var... [6]

Sorun bitmiyor, bitemiyor bazen 1960 bazen 2003 ama aynı sorun döne döne konuşuluyor da ya sonuç?

Görülen o ki ülkemizdeki hukuk eğitiminin kalitesi, metodu, öğrenci sayısının ve bundan dolaylı avukat sayısının fazlalığı, bunun devamında niteliksiz eğitim ve iş yükü sebebiyle uzayan yargılamalar, birbirinden kopuk kararlar, içtihat birliğinin sağlananamaması vb. Sorunlar 50 yılı aşkın süredir hep tartışılmış, her zaman hukuk yaşamımızın konusu olmuş. Bakın bu yazı bir yorum yazısı bile değil sadece bir kaç yerden yapılmış tarih derlemesi, eleştiriler ama hep aynı kalmış.

Bir yanıyla da “acaba” diyorum “2020 yılında bile hala aynı sorunları konuşuyor ve çözemiyorsak çok da dertlenmemek mi lazım”? Sonuçta 50 yıldan fazladır durum bu çözüm yok eleştiri çok ama bir şekilde hayat da hukuk da sürmüş gitmiş, belki de en iyisi bu? Yok tabi, buna sığınacak değiliz, yıllardır alışılmış, çözülememiş diye vasata kendimizi mahkum edip” kabullenecek” değiliz ama eleştirilerin birebir aynen geçerliliğini koruması da çok ürkütücü değil mi?

06.09.1994 tarihinde

Cumhuriyet gazetesi, 19941995 adli yılı başlangıcı için yaptığı haberde de “Hukukçulara göre adaletin gedkmesi yargıya güvensizliği körüklüyor Yargı kaplumbağa hızında” manşetini atıyor ve ilgili haber metninde “Yargılama hızının Avrupa ülkelerinin çok altında olduğu Türkiye'de, yargmın hızlandınlması için acil önlemler alınması isteniyor. Hukukçular, ortalama dava süresinin 2-3 yıl olduğu Türkiye'de, eski Adalet Bakanı Seyfi Oktay tarafından hazırlanan ve TBMM gündeminde bekleyen "Yargı Reformu Tasansı''nın yeni yasama yıbnda ele alınması gerektiğine işaret ediyor. Çoğunluğu bürokrasiden kaynaklanan nedenler yargılama hızının azaldığına dikkat çeken hukukçular, teknolojik gelişmeden yararlanılması kadar yargılama usullerinin de tam olarak uygulanmasının adaletin hızlı gerçekleşmesini sağlayacağını belirtiyor.” ifadelerine yer veriyordu.[7] O gün haber metninde “yargının yavaşlığına” dair getirilen eleştiri ve tespitler ne yazık ki bugün bile birebir güncelliğini korumaktadır. Hakim/Savcı sayısının yetersizliği, ekonomik hayat yüzünden artan dosya sayısı, ceza yargılamalarında dosyaların yeterince irdelenmemesi ve özensiz yazılan iddianameler sonucu beraat oranının yüksekliği, , kamulaştırma davalarında düşük bedeller yüzünden açılan dava sayısının çokluğu, miras davalarının bir kaç kuşak sürmesi, özellikle DGM’lerde (özel yetkili mahkemeler) usul hükümlerine gereğince özen gösterilmemesi vb. sorunlar yargının temel sorunları olarak belirleniyordu. Ancak belki de en ilgi çekici olan eleştiri “Günde 30-40 davanın duruşmasına girmek zorunda kalan yargıçlar, karar aşamasına gelen dosyalan bile yeterince inceleyemiyor. Dosyanın incelenmesı için duruşma ertelenmesi de davalan uzatıyor” şeklindeymiş. Sanırım bu tespit bile tek başına oldukça tiraji-komik... 1994... 2020...

Bu ufak derlemeyi Tekirdağ Eski Baro Başkanı Av. İzzet Güneş Gürseler’in daha stajyer avukatken, Yeni Ortam Gazetesinde 19-22 Nisan 1973 tarihlerinde yayınlanmış “Türkiye'de Hukuk Eğitimi ve Sorunları” başlıklı inceleme yazısının son kısmıyla bitirelim:[8]

Görülmektedir ki hukuk eğitimi gereken ilgiden yoksundur. En güç koşullar altında, en iyisi yapılmaya çalışılmaktadır. Bu ilgisizlik içinde eksik de olsa, yetersizde olsa bir şeyler yapılabiliyorsa, hiç şüphesiz tarafların iyiniyeti ile yapılabilmektedir.

(görsel Av. İzzet Güneş Gürseler’in kendi arşivindendir)

Ancak, unutulmamalıdır ki işin, rastlantıya ve iyiniyete bırakılacak tarafı kalmamıştır. Hukuk eğitimini içinde bulunduğu çıkmazdan kurtarmak, hukukçuların, devlet hayatındaki rolü düşünülünce daha da önem kazanmaktadır. Ayrıca, sayıları hergün biraz daha artan hukuk fakültesi mezunlarının toplumda doğurduğu huzursuzluğu da göz önüne almak gerekir. Üniversitelerimizin içinde bulunduğu buhranın başta gelen sebeplerinden biri de budur. Gelecekten bir şey bekleyememek, iyi yetişemediğini düşünmek gençleri üzmektedir. “Geleceğe güvensizlik ise, hele hayatında bir misyonu olacağına inanan, gelecekten bir şeyler  beklemek için kendinde hak gören genç insan için, en ızdıraplı ruh halidir.” 

Çağımız verilerinin ışıklandırıldığı, ülke gerçeklerine uygun yeni bir eğitim sistemiyle hukuk eğitimini, giderek tüm üniversitelerimizi yeniden düzenlememiz gerekmektedir.

----------------------------------------

[1] http://gazetearsivi.milliyet.com.tr/  29.04.1970 tarihli nüshası (Erişim Tarihi: 25.10.2020)

[2] http://gazetearsivi.milliyet.com.tr/  23.05.1970 tarihli nüshası (Erişim Tarihi: 25.10.2020) [3] Meclis Tutanak Dergisi 21. Cilt sf. 369, 370, 371 

[3] https://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/MM__/d03/c021/mm__03021043.pdf) (Erişim Tarihi:        25.10.2020)

[4] Pratik Hukukta Metot, (Av. Volf ÇERNİS’in katkılarıyla) 4. Tıpkı basım/2012 Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü Yayınları  (Sosyal medya aracılığı ile kitabın bu kısmını bana hatırlatan İstanbul Barosundan Stj. Av. Burak Samet ÖZÇELİK’e de teşekkürü bir boç bilirim)

[5] Ermenek, İ . (2016). Hukuk Muhakemeleri Kanuna Göre Ön İnceleme . İnönü Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi , 2 (1) , 139‐177  https://dergipark.org.tr/tr/pub/inuhfd/issue/22403/239783 (Erişim Tarihi: 25.10.2020) (Bu makaleyi de benle paylaşan Çanakkale Barosundan Av. Efe FİLİZ’e de teşekkür ederim)

[6] TBB Yayınları‐Hukuk Öğretimi ve Hukukçunun Eğitimi Uluslararası Toplantı Nisan 2004/Birinci Baskı Sf 170‐171 http://tbbyayinlari.barobirlik.org.tr/TBBBooks/hukuk_ogretimi.pdf ) (Erişim Tarihi: 25.10.2020)

[7] 06.09.1994 tarihli Cumhuriyet Gazetesi 4. Sayfası (Erişim Tarihi: 25.10.2020) Gönderen: Av. Efe FİLİZ

[8] https://www.academia.edu/10016330/T%C3%BCrkiyede_Hukuk_E%C4%9Fitimi_ve_Sorunlar%C4%B1 (Erişim Tarihi: 25.10.2020)