Yargıtay 17. Hukuk Dairesi’nin 26/10/2020 gün ve E:2019/5800 K:2020/6150 Sayılı Kararı

Giriş

6183 sayılı Kanun’un 24-31. maddelerinde düzenlenen tasarrufun iptal davası, amme alacağının tahsiline imkan bırakmamak amacıyla yapılan tasarrufları hükümsüz kılma ve kamu alacaklısının haklarını koruma niteliğindedir. Böylelikle kamu borçlusunun, Kanun’un 27. ve devamı maddelerinde belirtilen tasarruflarda bulunması halinde ve belli zaman dilimi içinde kalması koşuluyla yapmış olduğu işlemler iptal ettirilip hükümsüz sayılabilir.

Tasarrufun iptali davası sonucunda, davaya konu olan mal alıcının yani davalı 3. kişinin mal varlığında kalmaya devam etmekle beraber, davacı o malı haczettirip sattırma ve satış bedelinden de alacağını elde etme imkanına kavuşmaktadır.[2] Bu nedenle söz konusu dava malın aynına ilişkin bir dava olmayıp kişisel bir davadır.[3]

Bahsettiğimiz kamu alacaklısı yani davacı; kamu idaresi veya alacağın tahsilini üstlenen tahsil dairesi, kamu borçlusu ise (davada tek başına davalı olmamakla birlikte) kamu idaresi veya tahsil dairesine borcu bulunan kişidir. 3. kişi ise tasarruf işleminde alıcı konumunda olandır.

Somut olayımızda tasarrufun iptali davaları hakkında kısaca bilgilendirme yapıldıktan sonra söz konusu davanın tarafları ayrıntılı şekilde incelenecektir.

Olayın Özeti

Davacı idare, davalı borçlu X’in vergi borcu bulunduğunu, borçluya karşı icra takibi başlatıldığını ancak borçlunun hiçbir ödemede bulunmadığını, yapılan malvarlığı araştırmasında … ili … ilçesi, … mahallesi 102 ada 19-34-47 nolu parsellerin davalı X adına kayıtlı iken 09/08/2010 tarihinde diğer davalı Y’ye satıldığının tespit edildiğini, davalı Y’nin ise aynı taşınmazları 06/10/2010 tarihinde diğer davalı Z’ye 5.000,00 TL bedel karşılığında sattığını, son olarak taşınmazların davalılardan Q’ya satıldığını, taşınmazın gerçek değerinin çok altında devredildiğini, tasarrufların iptalini talep ve dava etmiştir.

Davalılar davanın reddini savunmuştur.

İlk derece mahkemesi davanın kabulü ile; davalıların muvazaalı tapu devri nedeniyle kurum zararı olan toplam 618.523,75-TL tazminatın ilk tasarruf tarihi olan 09/08/2010 tarihinden itibaren işlenecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacı hazineye verilmesine karar vermiştir.

Davalılar süresi içerisinde temyiz yasa yoluna başvuru yapmıştır.

Yargıtay, davalılardan Z ve Q için kötü niyetli oldukları ispatlanamadığından ve faiz konusunda tahsilde tekerrür gerçekleştiğinden davalıların bir kısım temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün bozulmasına karar vermiştir.

Değerlendirmemiz

Dava Şartı Bakımından:

Kanun’un 27. maddesinde ivazsız tasarruflar ve bağışlamalar, 28. maddesinde hangi tasarrufların bağışlama niteliğinde olduğu, 29. maddesinde hükümsüz sayılan diğer tasarruflar, 30. maddesinde ise amme alacağının tahsiline imkan bırakmamak amacıyla yapılan tasarruflar sayılmıştır.

Hangi durumların varlığı halinde tasarrufun iptali davası açılabileceği sayılmışken söz konusu davanın açılması için gerekli dava şartları sayılmamıştır.

Aşağıda saymış olduğumuz 3 madde gerçekleşmediği sürece kamu alacaklısının iptal davası açma hakkından söz edilemez. Kısaca tasarrufun iptali davasının açılma şartlarını şu şekilde sıralayabiliriz:

- Kamu alacaklısının vergi alacağı kesinleşmiş olmalıdır: Vergilendirme süreci olarak bildiğimiz tarh-tebliğ-tahakkuk-tahsil aşamalarından tarh ve tebliğ işlemi gerçekleşmiş, verginin ödenecek hale gelmiş olması (tahakkuk etmiş olması) gereklidir. Yani alacağın borçludan istenebilir hale gelmesi gerekmektedir.

- Kamu borçlusuna karşı başlatılan takip kesinleşmiş olmalıdır: Tahsil aşamasının gerçekleşmemesi halinde idare borçludan alacağını tahsil edebilmek adına cebri icra yoluna başvurur. Kamu borçlusu adına 6183 sayılı Kanun’un 55. maddesine[4] göre ödeme emri düzenlenir ve borçluya tebliğ edilir. Tebliğden itibaren 15 gün içerisinde borcun ödenmemesi veya itiraz edilmemesi halinde takip kesinleşir.

- Alacağın tahsil olanağı kalmamalıdır: Yapılan takipte borçlunun, iptal davasına konu olabilecek tasarrufu dışında herhangi bir tahsil imkanı bulunduğunda iptal davası açılması için neden yoktur. Yani kamu alacaklısı tahsilat yapabilmek adına tüm yolları denemiş, ev, araç, maaş haczi vs. gerçekleştirmiş ve tüm bunlardan sonuç elde edememiş olmalıdır.

Burada 2004 sayılı İcra İflas Kanunu’nun 277 ve devamı maddelerinde yer alan tasarrufun iptali davalarından farklı bir özellik yer almaktadır. İcra İflas Kanunu’nda alacaklının tasarrufun iptali davası açabilmesi için elinde aciz vesikası olması gerekmektedir. Aciz vesikası dava açılmadan önce bulunması gereken bir dava şartı olmakla yerleşik Yargıtay içtihatlarına göre dava devam ettiği sürece (kesinleşene kadar) alacaklı aciz vesikasını dosyaya sunabilir. 6183 sayılı Kanun kapsamında ise kamu alacaklısının dosyaya aciz vesikası sunması gerekmemektedir.

Somut olayımızda vergi borcunun kesinleşip kesinleşmediği, davalı X’in vergi borcundan haberdar olup olmadığı aynı şekilde icra takibinden haberdar olup olmadığı araştırma konusu yapılmamıştır. Halbuki vergi borcunun ve icra takibinin kesinleşip kesinleşmediği tasarrufun iptali davalarında re’sen incelenmelidir. Yargıtay bu iki şartın gerçekleşmesini davanın dinlenebilme koşulu saymaktadır.[5] Bu nedenle somut olayımızda ilk olarak bu iki şartın gerçekleşip gerçekleşmediği araştırılmalı daha sonra davanın esası incelenmelidir.

Davanın Tarafları Bakımından:

Tasarrufun iptali davası kamu idaresi veya alacağın tahsilini üstlenen tahsil dairesi tarafından açılır. Davanın davacısı bakımından tartışmalı bir husus söz konusu değildir.

Kanun’un 25. maddesinde iptal davasının kimlere karşı açılacağı sayılmıştır. Buna göre; “İptal borçlu ile hukuki muamelede bulunan veya borçlu tarafından kendilerine ödeme yapılan kimselerle, bunların mirasçılarına ve suiniyet sahibi diğer üçüncü şahıslara karşı istenir.” Kamu alacağına haiz iptal davasında davalı sıfatına sahip olanlar şunlardır:

- Kamu borçlusu ile iptale konusu tasarruftan yararlanan 3. kişi,

- Kamu borçlusu tarafından kendilerine ödeme yapılan kişiler,

- Kamu borçlusu ile iptale konu işlemde bulunan 3. kişinin mirasçıları,

- Kamu borçlusu ile tasarrufa konu işlem bakımından doğrudan işlem yapmayan kötü niyetli 3. kişiler.

Kanun koyucu davalı olarak borçlunun taraf sıfatına haiz olduğundan bahsetmemiştir. Ancak yukarıda 4 madde şeklinde saydığımız kişiler ile kamu borçlusu arasında zorunlu dava arkadaşlığı bulunmaktadır. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 60. maddesine göre de aralarında zorunlu dava arkadaşlığı ilişkisi bulunanlara karşı birlikte dava açılması gerekmektedir.[6]

Kamu borçlusunun davanın tarafı olduğundan bahsettik. Kamu borçlusu ile birlikte iptale tabi tasarruftan yararlanan 3. kişi de borçlu ile birlikte davanın tarafıdır. Bu kişi ister iyiniyetli olsun ister kötü niyetli olsun davalı taraf olarak yer almaktadır. 3. kişi ile tasarrufta bulunan kişinin ölmesi halinde ise davaya kişinin mirasçıları dahil edilir. Borçlu birden fazla kişiye ödeme yapmışsa her biri yapılan ödeme oranında sorumludur ve taraf sıfatına haizdir.

Kötü niyetli 3. kişiler ise doğrudan kamu borçlusu ile tasarruf işleminde bulunmayan 4. kişi konumunda olan kişilerdir. Yani kamu borçlusu ile doğrudan işlemde bulunan 3. kişi tarafından tasarrufa konu işlem 4. kişiler ile yapılır. Ancak bu kişilerin davaya dahil edilebilmeleri için kötü niyetli olmaları şarttır. Kötü niyetten anlaşılması gereken ise; davaya konu tasarrufun yapılmasında muvazaalı işlemin olduğunu bilen veya bilmesi gerek kişiler kötü niyetlidir.

Türk Medeni Kanunu’nun 3. maddesi[7] uyarınca asıl olan iyi niyetin varlığıdır. Böyle bir karinenin aksini iddia eden bunu ispat ile mükelleftir.[8] Bu kişilerin kötü niyetli olduklarının ispatı davacı kamu alacaklısına aittir. Davacı bu hususu her türlü delille ispat edebilir. Eğer davacı tarafından 4. kişilerin kötü niyetli oldukları ispatlanamazsa tasarrufun iptali davalarında taraf olarak gösterilemezler.

Somut olayımızı davanın tarafları bakımından değerlendirdiğimizde davacı idare, kamu borçlusu X ve borçlu ile tasarruf konusu işlemi yapan 3. kişi Y’dir. Y bakımından iyi niyet-kötü niyet ayrımı aranmaz. Davacı tarafından borçluya (X) ve 3. kişiye (Y) karşı doğrudan dava açılır. Olayımızda buraya kadar bir hukuka aykırılık bulunmamaktadır. 4. kişi olan Z ve Q’ya karşı dava açılabilmesi için ise bu kişilerin kötü niyetinin kanıtlanması gerekir. Kötü niyetli olmayan 4.kişilere karşı dava açılması halinde dava bu kişiler yönünden reddedilir. Dava devam ederken 3. kişi ile kötü niyetli 4. kişi arasında davaya konu tasarruf işleminin gerçekleştirildiği anlaşılırsa kötü niyetin ispatı halinde bu kişiler de davaya dahil edilerek haklarında hüküm kurulur.

Bu nedenle davacı dava dilekçesi ile 4. kişilere karşı husumet yöneltiyor ise kötü niyetin dava sürecinde davacı tarafından kanıtlanması gerekmektedir. Olayımızda 4. kişiler bakımından kötü niyet iddiası somut delillerle kanıtlanamadığından ilk derece mahkemesinin kararı hatalı, Yargıtay’ın bozma kararı yerindedir.

Stj. Av. Gamze ÇELİKKOL

-------------------

[1] Amme Alacaklarının Tahsil Usuli Hakkında Kanun

[2] Yargıtay 4. HD., E. 1976/11500 K. 1977/3670 T. 30.05.1977

[3] H. Hüseyin Savaş, Mevzuat Dergisi, Yıl:4, Sayı:48, Aralık 2001

[4]“ Amme alacağını vadesinde ödemiyenlere, 15 gün içinde borçlarını ödemeleri veya mal bildiriminde bulunmaları lüzumu bir “ödeme emri” ile tebliğ olunur.”

[5] Yargıtay 17. HD., E. 2016/12063 K. 2019/3126 T. 18.3.2019

[6] Yargıtay 17. HD., E. 2016/13430 K. 2019/3667 T. 27.3.2019

[7] “Kanunun iyiniyete hukukî bir sonuç bağladığı durumlarda, asıl olan iyiniyetin varlığıdır.”

[8] Kerem Öncü, Vergi Hukukunda Tasarrufun İptali Davalar, Ankara Üni., Kamu Hukuku Ana Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, sayfa:75 Ankara 2011