- Evet avukat beyler duruşmayı yedinci ayın on yedisine bırakıyorum, sizin içinde uygunsa?

+ Bakiiim, aaa! Yok, maalesef yurtdışındayım. Alpler’de olacağım hakime hanım. Yazın kış tatili, kışın yaz tatili yapmazsam olmuyor. Stres oluyorum. İşe odaklanamıyorum.

- Peki sekizinci ayın dördüne bırakalım o zaman.

+ Katiyen olmaz! Adli tatilde duruşma almamak gibi bir prensibim var benim. Ben avukatlık hayatımda hiç almadım adli tatile duruşma, almam prensibimdir. Lütfen teklif dahi etmeyin.

- Madem öyle Eylül ayına bırakalım.

+ Hakime hanıııım, hakime hanım. Bilmiyor musunuz? Adana’da nem dinmiyor Eylül ayında. O yüzden ben her Eylül full Bodrum’dayım. Ödem yapıyor bende nem. Şiş şiş oluyorum. Hiç kusura bakmayın, Eylül de olmaz.

- Ekim’in on sekizi nasıl avukat bey?

+ Yaaaani. Olmaz ama neyse gelmeye çalışırım. On üç Ekim benim doğum günüm. Bir hafta boyunca kutluyoruz. Ama araya sıkıştırırım. Ne yapalım. Adalet savunuculuğu zor işş…

Derken ‘hişt hişt’ sesi ile uyandım. Mübaşir omzumu dürtüyordu. Duruşma beklerken uyuya kalmışım. Ağzımdan akan suyu sildim. Yerime geçtim. Hakim yüzümüze bile bakmadan; “Falanca yere yazılan müzekkereye cevap yok. Talimat dönüşünün beklenmesine, bu nedenle duruşmanın çıkmaz ayın son çarşambasına bırakılmasına… Sıradaki!!!” dedi ve bitirdi.  Ulan ne güzel de uyuyordum bee, mis gibi rüya da görüyordum. Uyurum tabii! O kadar yorgunum ki. Sabahın köründe uyandım. İki lokma kahvaltı, tıraş, derken düş trafiğe. Sabah Adana’nın trafiğinde mücadele etmek triatlon koşmaktan zor. Minibüslerin hepsi adeta birer Optimus Prime. O masum tıngır mıngır giden otobüsler, minibüsler kaldırımda tek bir yolcu görünce herkesten önce kapmak için Transformers’a dönüşüp, senin üzerinden atlıyor adeta.  Parmak ısırtan belediyecilik anlayışı ile her yerde kazı, çukur, tamirat için kapatılıp bir daha hiç açılmayan yollar, bulvarlar... Aslında engelli yarış, safari parkuru gibi düşünsen eğlenceli de, içinde yaşayınca eziyet.

Saat tam dokuzda Reşatbey’deki adliye ek hizmet binasının önündeyim. Etrafta otopark yok. Mecbur sokak arasına park edeceksin ama bu mahallede park yeri bulma olasılığı sayısalda beşi bulma olasılığı ile hemen hemen aynı. Yedi tur attım adliyenin etrafında yok. Mümkün değil! Etraftaki dükkanların önünde tek tük park yerleri var ama esnaf ya saksı, ya da klozet (evet yanlış duymadınız klozet) koyarak park yapılmasını engellemiş. Neden? Dükkanın önü kapanmasın. Lan oğlum, sen emlakçısın ya da klozet, lavabo satan vitrifiyecisin, dükkanın önü kapansa nasıl bir ticari darbe yiyeceksin. Kamyon, tır park etmiyoruz ki! Saat 9.20 duruşmasını kaçıracağım diye bir panikle uzakta bir yere yarısı kaldırıma yarısı yola gelecek şekilde aracı bırakıp koşturdum adliyeye. Hemen aldırmam lazım dosyayı, çünkü saat 10.20’de diğer adliyede, ana binada duruşmam var. Daha oraya yetişeceğim. Apar topar adliyeye girip, ‘inşallah almamışlardır’ dosyayı diyerek duruşma salonunun bulunduğu bodrum kata koşmaya başladım. Salona saat tam 9.20’de girdim. Mübaşir ile katip çay içiyorlar, başka da kimse yok. “Hayırdır hakim izinli mi, mazeret mi alıyorsunuz?” diye sordum. “Yook, henüz gelmedi, bekleyin gelir birazdan” şeklinde cevap verdiler. “Tamam ama beni fazla bekletmeyin, bakın diğer adliyede de duruşmam var, daha oraya yetişeceğim” dedim. “Merak etmeyin, hakime hanım gelsin hemen alırız dosyanızı” dediler. Rahatlayıp geçip arkaya oturdum. Sonra arkamdan sırayla 4-5 meslektaş geldi. Hepsi mübaşir ile katibe benim söylediğimin aynısını söylediler. Onlar da bana verdikleri cevabın aynısını meslektaşlara verdiler. Meslektaşlar da rahatlayıp yanıma oturdular. Rahat rahat  oturup hakim beklemeye başladık. Sonra hakime hanım gelip yerine oturunca, meslektaşlarla hepimiz aynı anda kalkıp, babamız yaptırmış gibi, kendimizden emin şekilde davacı masasına geçmeye kalktık ve sıkışıklık oldu. Mübaşir, “Bekleyin, sıra ile alacağım” deyip listeyi çıkardı. Ben dördüncü sıradayım. Kabul edilebilir. ‘Benden önceki duruşmalar beşer dakikada bitse, 15 dakika sonra sıra gelir’ ümidiyle geçip arkaya oturdum. Ucu ucuna da olsa diğer adliyedeki dosyaya yetişebileceğim. O da kararlık, önemli bir dosya. Kaçırmamam lazım.

Yaklaşık yarım saat sonra daha birinci dosya bile bitmeyince bana afakanlar basmaya başladı. Mübaşire sordum, benden önceki diğer iki dosya da tanıklıymış. Diğer adliyedeki dosya asliye ceza dosyası. Karşı taraf vekili yok, olsa arar beklemesini rica ederdim. Ofise sekretere mesaj atarak diğer dosyaya saat mazereti bildirmesini istedim. Ne olur ne olmaz diye saat 11.30’a dedim. Ancak mesaj bir türlü ulaşmıyor, çünkü bu adliyede zemin katta telefon çekmiyor. Tam bir korku filmi mizanseni. Giriş kata çıkıp ofisi aradım. “UYAP’tan saat mazereti gönderin, kalemi de arayıp bilgi verin” deyip tekrar aşağı indim. Halen ikinci dosyaya geçilememişti. Beklemekten sıkılınca tekrar yukarı sigara içmeye çıktım. Çıkınca aşağıda çekmeyen telefona ofisten gelen mesaj oturdu: “UYAP çalışmıyor, mazeret gönderemedim.” Tekrar aşağıya indim. İkinci dosyaya yeni başlanmış, tanıkların kimlik tespiti yapılıyor. Mübaşire, “Ben merkez adliyeye gidip geleceğim, yarım saate gelirim” dedim.

Çıktım binadan, arabayı almadım. Yol 700-800 metre bir mesafe ve arabayı alıp her orada hem de dönünce burada park yeri bulmakla uğraşmayayım diye başladım hızlı hızlı yürümeye. Merkez adliyedeki asliye ceza duruşma salonuna, duruşmanın tam saati olan 10.20’de girdim. Baktım, bizim dosyaya daha 5-6 dosya var ve birkaçı mevcutlu. Kaleme geçip tükenmez kalemle saat mazereti yazdım. Dönüp mübaşire verdim. “Bak UYAP çalışmadığı için mazereti kendim getirdim. Benim dosyayı sona bırak. Ben diğer adliyeye gidiyorum, 11.30 da geleceğim, tamam mı?” diye sordum. “Tamam abi” şeklinde cevap verdi. Aslında çıkarken fark ettim ki, adama saati sorsalar “Tamam abi” diyor! Neyse, bizim talebimiz yazılı en azından. Diğer adliyeye doğru aynı yolu koşturmaya başladım. Kan ter içinde vardım. Üçüncü dosyaya yeni başlamışlardı. Nefes nefese arkaya oturdum. Ter sırtımda soğurken içim geçmiş uyuyakalmışım. Mübaşirin dürtmesi ile uyandım.

Nihayet buradaki işim bitmişti. Fırladım çıktım. Arabayı aradım ama bulamadım. Park ettiğim yeri buldum ama araba yerinde yok. Yandaki vitrifiyeci esnafa sordum. Kaldırıma koyduğu klozetin üzerine oturmuş çay içiyordu. “Abi şu karşıda bizim külüstür bir Uno araç olacaktı, haberin var mı?” diye sordum “Haa o mu? Polis geldi, çekti onu yeğenim. Öyle yamuk yumuk park olur mu? Yarısı yoldaydı arabanın, aldılar götürdüler” dedi. Sonra çayını içmeye devam etti. Ben yeniden merkez adliyeye doğru koşturmaya başladım. Yine kan ter içerisinde ama saat tam 11.30’da asliye ceza duruşma salonunun önündeydim. İçeri girdim, duruşmalar bitmişti. Mübaşir ile katip vardı. “Senin dosyayı aldık. Zaten mazeret vermişsin” dedi katip. Mübaşire baktım. “Ya saat mazereti vermiştim, söyledim de sana 11.30’da geleceğimi” deyince mübaşir, “Ne bileyim abi. Ben dosyanın arasına koydum, tam gün mazeret sanmış herhalde hakim” dedi ve dönüp gitti. “E duruşma ne zamana kaldı?” diye sordum katibe. UYAP’tan baktı: “Çıkmaz ayın son çarşambasına…” Özetle, “Adalet savunuculuğu zor işş...”

GÜRLER GAYDAN / AVUKADOS

Kaynak: https://www.avukados.com/single-post/2018/04/17/Adalet-savunuculu%C4%9Fu-zor-i%C5%9F%C5%9F%E2%80%A6