Şüpheli veya sanığın mahkumiyet hükmünde önce hakim veya mahkeme kararı ile tutukevi adı verilen yüksek güvenlikli yere tedbir amacı ile konuşmasına tutuklama denir. 

Tutuklama Ceza Muhakemesi kanunun 100. Maddesi ile 108. Maddesi arasında düzenlenmiş olup Ceza Muhakemesi Kanunun 100. Maddesi tutuklama nedenlerini saymakta birlikte söz konusu bu nedenler bağlayıcı nitelik taşımamakta, ilgili kanun maddesinde sayılan nedenlerin varlığı halinde bile tutuklama kararı verecek olan mercie takdir hakkı tanımaktadır.

Tutuklama kararına soruşturma evresinde cumhuriyet savcısının talebi ile sulh ceza hakimleri, kovuşturma evresinde talep üzerine veya resen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilmesi gerekmekte olup adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukuki ve fiili nedenlere de yer verilmesi gerekmektedir.

Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda; kuvvetli suç şüphesini, tutuklama nedenlerinin varlığını, tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu, gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilmelidir.

Tutuklama istisnai bir tedbir niteliğinde olup tutuklamada geçecek süre kanunda düzenlenmiştir. Ağır ceza mahkemesinin görevine girmeyen işlerde tutukluluk süresi en çok bir yıldır. Ancak bu süre, zorunlu hallerde gerekçe gösterilerek altı ay daha uzatılabilir. Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde ise tutukluluk süresi en çok iki yıldır ve bu süre, zorunlu hallerde, gerekçe gösterilerek uzatılabilir ve söz konusu uzatma süresi toplam üç yılı geçemez. Söz konusu bu süreler, hükmedilmesi muhtemel ceza ile orantılı ve makul nitelikte olması gerekmektedir.

Tutuklama da geçecek olan sürenin makul bir süre olması son derece önemli olup Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de bir çok kararında herhangi bir davada tutukluluk süresinin makul süreyi aşmamasının gözetilmesinin öncelikle ulusal adli makamların görevi olduğunu hatırlatmaktadır. Bu amaçla, ulusal adli yetkililer, kişisel özgürlüğe saygı kuralına istisna getirilmesini gerektiren kamu yararı koşulunun mevcut olduğunu veya olmadığını ortaya koyacak nitelikteki tüm koşulları incelemeli ve ilgilinin salıverilmesini reddettikleri kararlarında bu kararların gerekçelerini de bildirmelidirler. AİHM, özellikle söz konusu kararlarda belirtilen gerekçeler ve ilgilinin başvurularında belirttiği tartışmaya mahal bırakmayan olgular temelinde Sözleşmenin 5. maddesinin 3. paragrafının ihlal edilip edilmediğini belirlemek zorunda olduğu kanısındadır. ( Assenov ve diğerleri v. Bulgaristan, 28 Ekim 1998, par. 154, Hükümler ve Kararlar Raporu 1998-VIII).

Belli bir davada yargılanmak üzere bekleyen, suçlanan bir şahsın tutukluluk halinin makul bir süreyi aşmamasını sağlamak, öncelikli olarak ulusal yargı mercilerinin görevidir. Bu bağlamda ulusal yargı mercileri, varsayılan masumiyet ilkesini gerekli ölçüde dikkate alarak, kişisel özgürlüğe saygı kuralından kamu yararı adına taviz gerektiren haklı bir gerekçenin mevcudiyetine ilişkin lehte ve aleyhteki esasların tümünü incelemeli ve serbest bırakılma başvurularına ilişkin kararlarında bunları tespit etmelidir. Mahkemeden, bu kararlarda gösterilen gerekçeler ve başvuran tarafından başvurularda belirtilen esaslar bazında Sözleşmenin 5. Maddesinin 3. Fıkrasının ihlal edilip edilmediği konusunda karar vermesi istenmektedir. (bkz. diğer mercilerin yanı sıra 26 Haziran 1991 tarihli Letellier - Fransa kararı, Seri A, No. 207, s. 18, 35).

Mahkeme, bir sanığın kaçmasına ilişkin tehlikenin sadece söz konusu cezanın ağırlığı bazında değerlendirilmeyeceğine işaret etmektedir. Bu aynı zamanda, bir kaçma tehlikesinin mevcudiyetini teyit eden veya kaçma ihtimalinin yargılanmak üzere tutuklu tutulmayı haklı çıkarmayacak derecede düşük olduğunu ortaya koyan başka ilgili etkenlere göre değerlendirilmelidir. (bkz., mutatis mutandis, yukarıda anılan Letellier - Fransa Kararı, s. 19, 43. Fıkra).

Nitekim Ceza Muhakemesi kanunun 100. Maddesi tutuklama nedenlerini düzenlemekle birlikte aynı maddenin 4. fıkrası tutuklama yasaklarını düzenlemektedir. İlgili kanun maddesine göre ''Sadece adli para cezasını gerektiren veya vücut dokunulmazlığına karşı kasten işlenenler hariç olmak üzere hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez'' denilmektedir. İlgili kanun maddesinden de anlaşılacağı gibi tutuklama yasağı her hangi bir suç tipiyle alakalı olmayıp genel nitelikte tüm suçlar için uygulanması zorunlu bir kural olup kanun koyucu tarafından tutuklama kararı verecek olan mercie takdir hakkı tanınmamıştır.

İlgili yargı mercii tarafından verilen tutuklama kararına karşı soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında salıverilmesinin istenmesi mümkün olup şüpheli veya sanığın tutukluluk halinin devamına veya salıverilmesine hakim veya mahkemece karar verilir. Dosya Bölge Adliye Mahkemesine veya Yargıtay'a geldiğinde salıverilmesi istemi hakkındaki karar, bölge adliye mahkemesi veya Yargıtay ilgili dairesi veya Yargıtay Ceza Genel kurulunca dosya üzerinde yapılacak incelemeden sonra verilir. Bu karar resen de verilebilir. Nitekim İstinaf mahkemesinin aksine Yargıtay'ın tutuklama kararı verme yetkisi yoktur. Yargıtay sadece salıverme kararı verebilmektedir.

Tutuklama zorunlu hallerde başvurulan bir tedbirdir. Asıl olan yargılamanın tutuksuz yapılmasıdır. Tutuklamanın yargılama önlemleri içinde en ağırı olduğu düşünülerek daha hafif bir önlemle amaca ulaşılabilecek hallerde tutuklama yoluna gidilmemesi öngörülmüştür.  Nitekim yasa koyucu ilgili kanun maddesin de ''İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez'' düzenlemesine yer vermekle uygulanacak koruma tedbirinin söz konusu yargılama sonunda verilmesi muhtemel ceza ile orantılı olmasını ve alternatif koruma tedbirlerinin önemini vurgulamıştır.

Nitekim 6352 Sayılı Kanunun 98. Maddesi ile alternatif bir koruma tedbiri olan adli kontrol hükümlerinin CMK 109/1'de  belirtilen üst sınırı 3 yıl ve daha az hapis cezasını gerektiren durumlarda uygulanabileceği hükmü kaldırılmıştır. Getirilen değişiklik ile Adli Kontrol uygulamasında sınır şartı kaldırılmış olup tüm suç tiplerinde adli kontrol kararı verilebilmesinin yolu açılmıştır.

Adli Kontrol Uygulama Kurumuna ilişkin kanunun gerekçesinde de bu konuya atıfta bulunulmuştur. CMK 109. Maddede getirilen; Adli Kontrol Uygulama kurumu tesis edilirken Alman, İtalyan ve özellikle Fransız hukuku göz önünde bulundurulmuştur. Kurum ilgiliyi özgürlüğünden yoksun kılmamakla birlikte gözlemeyi ve denetlemeyi olanaklı kılan tedbirlere tâbi kılmaktadır; böylece kişinin kaçması riski azaltılırken hürriyetten tümü ile yoksun kılmanın zararları da ortadan kaldırılmış olmaktadır. Bu yeni kurumun hem özgürlükçü ve hem de kamu düzenini koruyucu niteliktedir. Bu kurumdan sonra tutukluluk uygulaması istisnaî hâle gelmektedir. Kurum şüpheliyi hürriyetten yoksun hâle getirmemekle birlikte, aynı sonuçların elde edilebileceği hâllerde adlî kontrole hükmedilmesi yolunu açmaktadır.

Tutuklama, kişi özgürlüğüne yönelik en ağır müdahaleyi oluşturduğu için yasa koyucu tutuklamaya karar verilmesini ağır koşulların gerçekleşmesine bağlı tutmuştur. Bununla tutuklama ancak istisnai durumlarda karar verilmesi ve orantılılık ilkesinin göz önünde bulundurulması sağlanmak istenmiştir. Bununla birlikte tutuklamadan beklenen amaçla kişi özgürlüğü arasında bir denge gözetilmesi gerekecektir. Buna göre tutuklama kendinden beklenen amaca ulaşmak için somut olayda uygun gerekli ve ölçülü olmalıdır.

Nitekim Türk Ceza Kanunun tutuklama nedenleri başlıklı 100. Maddesine göre ‘’İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez’’  denilmektedir. Ayrıca aynı maddenin birinci fıkrasında ‘’Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir.’’ denilmektedir. Burada kanun koyucu tarafında kanun maddesine eklenen ''TUTUKLAMA KARARI VERİLEBİLİR'' cümlesi ile tutuklama kararı vermenin CMK'nın 100. Maddesinde belirtilen koşulların varlığında bile bir zorunluluk olmadığını hakimin takdir hakkının söz konusu olduğunu göstermektedir.

Ceza Muhakemesi kanunda tutuklama nedenleri arasında ''kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunması'' ifadesi yer almakta söz konusu Kuvvetli şüphe soruşturma açılması için gereken basit şüpheden ve kovuşturma aşaması için gereken yeterli şüpheden daha yoğun bir şüpheyi ifade etmektedir.

Nitekim Anayasa Mahkemesi bir kararında; ‘’Tutuklama tedbirine kişilerin suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunmasının yanı sıra bu kişilerin kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla başvurulabilir. Başlangıçtaki bu tutuklama nedenleri belli bir süreye kadar tutukluluğun devamı için yeterli görülebilirse de bu süre geçtikten sonra, uzatmaya ilişkin kararlarda tutuklama nedenlerinin hala devam ettiğinin gerekçeleriyle birlikte gösterilmesi gerekir. Bu gerekçeler ‘’ilgili’’ ve ‘’yeterli’’ görüldüğü takrirde, yargılama sürecinin özenli yürütülüp yürütülmediği de incelenmelidir. Davanın karmaşıklığı, organize suçlara dair olup olmadığı veya sanık sayısı gibi faktörler sürecin işleyişinde gösterilen özenin değerlendirilmesinde dikkate alınır.’’ (Murat Narman B. No.2012/1137, 2/7/2013)  şeklinde karar vermiştir.

Aynı şekilde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bir kararında; Tutuklu şahsın bir suç işlemiş olmasına ilişkin makul şüphenin devamı, sürdürülen tutukluluk halinin geçerliliği için bir zorunlu koşuldur, ancak belli bir sürenin aşılması durumunda bu yeterli olmamaktadır; Bu durumda Mahkeme, adli merciler tarafından öne sürülen gerekçelerin özgürlüğün kısıtlamasını haklı nedene dayandırıp dayandırmadığını incelemelidir (a.g.e.ve bkz. Wemhoff - 27 Haziran 1968 tarihli Almanya kararı, A Serisi, No. 7, ss. 24-25, Fıkra)

Aynı yönde ‘’Başvurana atfedilen suçun ciddiyetini ve ilgili cezanın ağırlığını göz önünde bulundurmaktadır. Ancak, AİHM, firar etme tehlikesinin yalnızca verilen cezanın ağırlığına dayanarak değil, aynı zamanda böyle bir tehlikenin varlığını onaylayan veya duruşmaya kadar tutukluluğu haklı çıkaramayacak şekilde bunu önemsiz gösterebilen diğer çok sayıda ilgili faktöre atıfta bulunarak incelenmesi gerektiğini tekrarlamaktadır (bkz, Muller / Fransa, 17 Mart 1997 tarihli karar, Hüküm ve Karar Raporları 1997-II, § 43,) denilmektedir.

Tutuklamanın bir tedbir niteliğinde oluşu hem soruşturma aşamasında hem de kovuşturma aşamasında yargılamanın her safhasında dikkate alınması gereken bir husustur.  

Hem soruşturma hem kovuşturma safhasında mahkemeler genel ve kalıplaşmış bir şekilde tutuklamanın gerekçesi olarak ‘’delil durumunun değişmemesini’’ gerekçe göstermekteyseler ise de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bir çok kararında delil durumunda değişikliğin olmaması durumunun tutuklamaya gerekçe teşkil edemeyeceğinden bahsetmiş ve AİHM, ayrıca Türkiye aleyhine verdiği ve 5/3 maddesinin ihlaline hükmettiği kararlarının neredeyse tümünde, yerel mahkemelerin ‘’suçun niteliğini, delillerin durumunu ve dava dosyasının içeriği göz önünde bulundurularak’’ gibi aynı kalıplaşmış ifadeleri kullanarak başvuranın tutukluluğunun uzatılması kararı verilmesini adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde olduğu yönünde karar vermiştir. (Dereci / Türkiye No. 77845/01 – Akyol / Türkiye No. 23438/02) 

Suçun vasıf ve mahiyeti tutuklamanın gerekçesi olamayacak kadar soyut ve denetimsiz kavramlardır. Ceza muhakemesinin gayesi toplumun suçla ihlal edilmiş bulunan menfaatleri ile suç işlediği zannedilen sanığın veya şüphelinin haklarını dengede tutarak maddi gerçeği ortaya çıkarmaktır. İş bu nedenle evrensel bir ceza ilkesi olan masumiyet karinesinin de bir gereği olarak tutuklamanın ceza infazının değil yargılamanın selametinin bir gereği olan bir tedbir niteliğinde olduğu hususunun dikkate alınması ve tutuklama kararı ile yargılama sonunda ulaşılması muhtemel amaç arasında bir terazi gibi ince bir denge gözetilmesi son derece önem teşkil etmektedir.

Av. Mehmet AKDAĞ 
 

Kaynakça;

http://hudoc.echr.coe.int/tur?i=001-57595 Wemhoff/Fransa B. No. 2122/64

http://hudoc.echr.coe.int/tur?i=001-57678 Letellier/Fransa B. No. 12369/86

http://hudoc.echr.coe.int/tur?i=001-69123 Dereci/Türkiye B. No. 77845/01

http://hudoc.echr.coe.int/tur?i=001-120032 Akyol/Türkiye B. No. 23438/02

http://hudoc.echr.coe.int/tur?i=001-58025 Muller/Fransa B. No. 21802/93

http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2013/07/20130718-27.pdf Murat Narman B. No.2012/1137, 2/7/2013

Assenov ve diğerleri v. Bulgaristan, 28 Ekim 1998, par. 154