A- KANUN VE UYGULAMADA AİLE KONUTU (TMK md 194)

1982 Anayasasının 41. maddesi hükmüne göre;

Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır. Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır ve teşkilatı kurar.” Görüldüğü üzere Anayasamız öncelikle ailenin huzur ve refahının öncelikle korunması gerektiğini ve devletin özellikle ana ve çocukların korunması için gerekli önlemleri alacağını vurgulamıştır. İşte devletin bu anayasal yükümlülüğünün gereği olarak 1 Ocak 2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu, 743 sayılı eski Medeni Kanunda birçok değişiklik yapmıştır. Eski Türk Medeni Kanununda olmayan edinilmiş̧ mallara katılma rejimi yasal mal rejimi olarak kabul edilmiş̧, aile konutu kavramı hukukumuza kazandırılmıştır. Aile konutu şeklinde bir kavramın kabul edilmesi ve kanunla koruma altına alınması esasen anayasal yükümlülüğün gereği olan “ailenin korunmasını sağlamaya yöneliktir.”

Aile konutunun Kanunda tanımı yapılmamıştır. TMK 194. Madde “Aile Konutu” başlığını taşımaktadır. Anılan maddenin 1. Fıkrasına göre;

Eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz.” Maddede aile konutunun tanımının yapılmadığı buna karşın “aile konutu” üzerinde eşlerin hangi işlemleri açık rıza olmadan yapamayacağı gösterilmiştir.

Aile konutunun ne olduğu ile ilgili olarak Kanunun gerekçesinde şu şekilde bir tanıma yer verilmiştir; “Aile konutu eşlerin bütün yaşam faaliyetlerini gerçekleştirdiği, yaşantısına buna göre yön verdiği, acı ve tatlı günleri içinde yaşadığı, anılarla dolu bir alandır”. Görüldüğü üzere kanunun gerekçesinde aile konutunun biraz romantik bir tanımı yapılmıştır. Yargıtay kararlarında aile konutu; “eşlerin bütün yaşam faaliyetlerini gerçekleştirdikleri, acı tatlı günlerini yaşadıkları, yaşam faaliyetlerini yoğunlaştırdıkları mekân olarak tanımlanmaktadır.

Kanunda tanımı yapılmamış olsa da gerek Yargıtay kararlarından gerekse kanunun gerekçesinden anlaşıldığı üzere bir yerin aile konutu sayılabilmesi, o yerin ailenin bütün yaşamsal faaliyetlerini geçirdiği, aile birliğini devam ettirdikleri yer olmalıdır.

B- ORTAK HAYAT SÜRDÜRÜLEN BİR YERİN AİLE KONUTU SAYILABİLMESİ İÇİN HANGİ UNSURLARIN GERÇEKLEŞMESİ GEREKİR?

a- Öncelikle aile konutundan bahsedebilmek için eşler arasında resmi bir evlilik birliğinin kurulmuş olması şarttır.

Türk hukukunda evlilik bilindiği üzere “resmi nikah” olarak adlandırılan resmi şekil şartına bağlanmıştır. İşte aile konutundan bahsedilebilmesi için de öncelikle eşler arasında geçerli bir evlilik birliğinin olması aranır. İmam nikâhı denilen evlilik çeşidi yahut aralarında resmi nikâh olmaksızın tarafların birlikte yaşadığı yerler aile konutu olarak kabul edilmemiştir.

b- Aile konutu tektir. (İstisnalar hariçtir.)

Kanunun metnine bakıldığında, aile konutu için bir sayı sınırlamasının getirilmediği görülmektedir. Ancak kanunun aileyi koruma amacı ve ailenin ortak hayatını, acı tatlı günlerini birlikte paylaştığı tek bir konutları olduğu düşünüldüğünde işin mahiyeti gereği aile konutunun tek olması gerektiği açıktır. Yargıtay da “Aile konutu tektir,” demektedir.

İşte bu konut öyle bir konut olmalıdır ki; “eşler orayı müşterek yaşam merkezi olarak seçip, ailenin sürekli barınmasına tahsis etmiş ve aile için büyük önem taşıyan, aile yaşamının merkezi olmalıdır.

Ancak çoğu kural gibi bu kural da mutlak olmayıp, toplum ve aile gibi son derece dinamik ve değişken bir yapıda istisnalarının olabileceği kabul edilmiştir. Örneğin eşlerin mesleki faaliyetleri yahut çocuklarının eğitimi gibi sebeplerle (ki bu sebepler sınırlı sayıda değildir) aile yaşamı farklı dönemlerde farklı yerlerde sürdürülebilir. Bu gibi hallerde aile konutunun varlığı için -eğer diğer şartlar da var ise- iki farklı aile konutundan bahsedilebilir.

c- Yazlık ev, yayla evi, dağ evi gibi ikinci nitelikteki konutlar aile konutu olarak sayılmamaktadır. [1]

d- Taşınmaz tapuda arsa yahut tarla olarak gözükmesi halinde aile konutu şerhi konulamayacak mıdır? Bu halde tapu müdürlüğüne başvurarak eşin, aile konutu şerhi işletmesi mümkün olmaz. Eğer böyle bir durum varsa o halde Aile Mahkemesinde dava açılacak ve Yargıtay kararlarında da gösterildiği üzere keşfen o taşınmaz üzerinde aile konutu olarak kullanılan kısım olup olmadığı tespit edilerek sonucuna göre işlem yapılacaktır.

-e Lojman ve kapıcı konutlarının durumuna gelirsek bu konu tartışmalı olmakla birlikte bu halde taraflar arasında bir kira sözleşmesinin bulunmadığı, konutun tahsis edilmesi sebebinin kamu görevliliği yahut kapıcılık sonucu olduğundan hareketle bu konutların aile konutu olarak kabul edilmemesi gerekmektedir.

C- AİLE KONUTU ŞERHİ NASIL KONULUR?

Türk Medeni Kanunu’nun “Aile Konutu” başlıklı 194. Maddesinin 3. Fıkrasına 06.12.2014 tarih ve 6518 sayılı kanunla eklenen değişikliğe göre;

“Aile konutu olarak özgülenen taşınmaz malın maliki olmayan eş, tapu kütüğüne konutla ilgili şerhin verilmesini “tapu müdürlüğünden” isteyebilir.”

Bunun için taşınmaz maliki olmayan eş, nüfus müdürlüğünden alacağı vukuatlı nüfus kayıt örneği yahut muhtarlıktan alacağı resmi ikametgâh belgesi varsa evlilik cüzdanı ve kimlik belgesi ile taşınmazın bağlı olduğu tapu müdürlüğüne başvuracak ve aile konutu olarak kullanılan taşınmazın kaydına “aile konutu” şerhi konulmasını talep edecektir.

Aile konutunun eşlerden her ikisi adına paylı mülkiyet şeklinde kayıtlı olması da üçüncü kişinin paylı mülkiyetinde olabilmesi de mümkündür. Eğer aile konutu eşler arasında paylı mülkiyet şeklinde kayıtlı ise aile konutu şerhinin tapu kaydına konulmasına M.K. madde 233 gereği, gerek bulunmamaktadır. Eş konutun tamamına değil sadece bir hissesine sahipse ve aile konutu olduğunu da ispatlıyorsa, hangi eşin hissesi üzerine şerh verildiği belirtilerek tapuda aile konutu şerhi konulabilir.

Aile konutu şerhinin tapu kaydına yazımı ve şerhin terkini için herhangi bir harç ve masraf alınmaz. Ancak tapu kaydına şerh için istemde bulunan eş talep ederse, şerhin tapu kaydına işlendiğine dair resmi yazı verilebilir.

Tapu kaydına konulan bu şerhin etkisi kurucu değil açıklayıcıdır. Bu çok önemli bir husustur. Yani aile konutu kaydına şerh konulduğu için aile konutu olmamakta, aile konutu olduğu için şerh konulmaktadır.

Yargıtay 2. Hukuk dairesi kararlarında bu hususu vurgulamaktadır.

4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 194/1. maddesine göre, "Eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz." Bu madde hükmü ile aile konutu şerhi "Konulmuş olmasa da" eşlerin birlikte yaşadıkları aile konutu üzerindeki fiil ehliyetleri sınırlandırılmıştır. Sınırlandırma, aile konutu şerhi konulduğu için değil, zaten var olduğu için getirilmiştir. Bu sebeple, tapuya aile konutu şerhi verilmese bile o konut aile konutu özelliğini taşır. Başka bir ifadeyle şerh konulduğu için aile konutu olmamakta, aksine aile konutu olduğu için şerh konulabilmektedir. Bu nedenle aile konutu şerhi konulduğunda, konulan şerh "Kurucu" değil "Açıklayıcı" şerh özelliğini taşımaktadır. (2. HD 04.03.2021 gün ve 2020/5993 E. 2021/ 1988 K.)

D- AİLE KONUTU ŞERHİNİN ETKİSİ NEDİR?

TMK “Aile Konutu” başlıklı 194. maddenin 1. Fıkrasına göre;

Eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz.”

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi bu konuda verdiği kararlarında; “ Türk Medeni Kanunu'nun 193. maddesi hükmü ile eşlerin birbirleri ve üçüncü kişilerle olan hukuki işlemlerinde özgürlük alanı tanınmış olmakla birlikte, Türk Medeni Kanunu'nun 194. madde hükmü ile eşlerin aile konutu ile ilgili bazı hukuksal işlemlerinin diğer eşin rızasına bağlı olduğu kuralı getirilerek eşlerin hukuki işlem özgürlüğü, "Aile birliğinin korunması" amacıyla sınırlandırılmıştır. Buna göre, eşlerden biri, diğer eşin "açık rızası bulunmadıkça" aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez ve aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz. Bu cümleden hareketle, aile konutunun maliki olan eş, aile konutundaki yaşantıyı güçlüğe sokacak biçimde, aile konutunun başkası adına devri, tescil edilmesi gibi "Tek başına" bir ayni hakla sınırlandıramaz. Bu sınırlandırma "Ancak diğer eşin açık rızası alınarak" yapılabilir”[2] demektedir.

Görüldüğü üzere tapu kaydı üzerine olan eşin hukuki işlem özgürlüğü TMK m 194 maddesi ile “ailenin korunması” amacıyla sınırlandırılmıştır. Hatta aile konutu şerhi kaydı olmasa dahi, şerhin kurucu değil açıklayıcı etkiye sahip olması neticesinde aile konutu ile ilgili diğer eşin açık rızası olmadan yapılan her türlü sınırlandırıcı işlem iptale tabi olacaktır.

Yargıtay 04.03.2021 tarihli kararında[3] “ipotek işlemine de eşin açık rızası gerektiğini, ipotek işlemi doğrudan aile konutundan faydalanma ve oturma hakkını engellemiyorsa da hak sahibi eşin kötü niyetli ve muvazaalı işlemleri ile aile konutunun elden çıkarılma tehlikesi olduğunu ve bu nedenle de diğer eşin açık rızasının olması gerektiğini belirtmiştir. Hatta “banka konulan ipotek işleminde” dosyada alınan muvafakat belgesindeki imzanın davayı açan eşe olmadığının tespit edildiği bir işlemde Yargıtay, Banka muvafakat istediğine göre demek ki taşınmazın aile konutu vasfında olduğunu bilmektedir diyerek, yapılan ipotek işleminin diğer eşin bilgisi ve onayı dışında olduğunun kabulü gerektiğini belirtmiştir.

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi kooperatif hissesinin devrine dair verdiği bir kararında yine diğer eşin açık rızasının önemini vurgulamıştır. Anılan karara göre;

Türk Medeni Kanunu'nun 193. maddesi hükmü ile eşlerin birbirleri ve üçüncü kişilerle olan hukuki işlemlerinde özgürlük alanı tanınmış olmakla birlikte, Türk Medeni Kanunu'nun 194. madde hükmü ile eşlerin aile konutu ile ilgili bazı hukuksal işlemlerinin diğer eşin rızasına bağlı olduğu kuralı getirilerek eşlerin hukuki işlem özgürlüğü, "Aile birliğinin korunması" amacıyla sınırlandırılmıştır. Buna göre, eşlerden biri diğer eşin "açık rızası bulunmadıkça" aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez ve aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz. Bu cümleden hareketle, aile konutunun maliki olan eş, aile konutundaki yaşantıyı güçlüğe sokacak biçimde, aile konutunun başkası adına devredilerek, tescil edilmesi gibi "tek başına" bir ayni hakla sınırlandıramaz. Bu sınırlandırma "Ancak diğer eşin açık rızası alınarak" yapılabilir. Türk Medeni Kanunu'nun 194. maddesi yetkili eşin izni için bir geçerlilik şekli öngörmemiştir. Bu nedenle söz konusu izin bir şekle tabi olmadan, sözlü olarak dahi verilebilir. Ancak maddenin ifadesinden de anlaşılacağı üzere, iznin "açık" olması gerekir.

Somut olayda, davalı eş dava konusu aile konutuna ilişkin tahsisli kooperatif hissesini diğer davalı ...'a devrederek kooperatif üyeliğini tescil ettirmiş, yapılan yargılama ve toplanan delillerle bu işlem sırasında davacı eşin açık rızasının alındığı ispatlanamamıştır. Aile konutu olan taşınmazın, hak sahibi olan eş tarafından üçüncü kişiye devri, davacının açık rızasını gerektirmektedir (TMK m. 194/1) (HGK'nun 24,05.2017 tarih 2017/2-1604 esas, 2017/967 karar sayılı kararı). Eş söyleyişle eşin "açık rızası alınmadan" yapılan işlemin "geçersiz olduğunu" kabul etmek zorunludur. Gerçekleşen bu durum karşısında yukarıda açıklanan yasal düzenleme ile ilkelere uygun değerlendirme yapılarak davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde ret hükmü kurulması usul ve kanuna aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.[4]

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi diğer kararlarında da aile konutu ile ilgili eş tarafından yapılan işlemlerde diğer eşin açık rızasını son derece önemsemektedir. Örneğin bir kararında; “banka tarafından yapılan ipotek işlemi sırasında diğer eşin açık rızasının alınmadığı bir olayda taşınmaz ile ilgili olarak yapılan cebri icra işlemi sonucu taşınmazın Banka adına tescil edildiği işlemede bu tescilin yolsuz tescil olduğunu ve aile konutu niteliğinde olan taşınmaz için davacı eşin açık rızası alınmadığından, cebri satış sonucu davalı banka adına tescil edilen taşınmazın tapu kaydının iptali ile diğer davalı eş adına tesciline karar verilmesi gerektiğini ‘’belirtmiştir. [5]

E- AİLE KONUTUNUN EŞİN RIZASI ALINMADAN ÜÇÜNCÜ KİŞİYE SATILMASI VE ÜÇÜNCÜ KİŞİNİN İYİ NİYETLİ OLUP OLMAMASININ ÖNEMLİ OLUP OLMADIĞI

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2016 tarihinde verdiği kararında;

“Eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz. Eşlerin fiil ehliyetine getirilen sınırlama aile konutuna şerhin konulması ya da konulmaması koşuluna bağlanmadığı gibi işlem tarafı olan üçüncü kişinin iyi niyetli olup olmamasının da herhangi bir önemi bulunmamaktadır. Bu haktan önceden feragat edilemeyeceği gibi eşlerin anlaşmasıyla da ortadan kaldırılamaz ve açık rıza ancak “belirli olan” bir işlem için verilebilir.

Eş söyleyişle eşin “açık rızası alınmadan” yapılan işlemin “geçersiz olduğunu” kabul etmek zorunludur. Hal böyle olunca, mahkemece davanın kabulüne karar verilmesi gerekir,” demiştir.

Görüldüğü üzere Yargıtay burada 3. Kişinin iyi niyetinin bir önemi olmadığını ve eşin açık rızası alınmadan yapılan işlemin geçersiz olduğunun kabul edileceğini belirtmiştir. Belirtmemiz gerekir ki baştan verilmeyen iznin, işlem yapıldıktan sonra da tamamlanması mümkündür. Sonradan verilen izin, geçmişe etkili sonuç doğuracaktır. 3. Kişilere yapılan devirlerde hak sahibi eş, işleme konu konutun aile konutu olduğu hakkında üçüncü kişiyi bilgilendirmez ise veya diğer eş sonradan işleme izin vermez ve bu sebeple üçüncü kişi bir zarara uğrarsa, uğradığı zararların tazminini hak sahibi olan eşten talep edecektir.

F- DİĞER EŞİN RIZASININ GEÇERLİLİK ŞARTLARI NELERDİR? DİĞER EŞ KASITLI OLARAK RIZA VERMEKTEN KAÇINIRSA NE YAPILABİLİR?

Türk Medeni Kanununun 194. maddesi yetkili eşin izni için bir geçerlilik şekli öngörmemiştir. Bu nedenle söz konusu izin bir şekle tabi olmadan, sözlü olarak dahi verilebilir. Ancak maddenin ifadesinden de görüleceği üzere iznin “açık” olarak verilmesi gerekir. Ayrıca verilen iznin “belirli bir işlem” için olması gerekir. Kısaca söylemek gerekirse diğer eşin aile konutu ile ilgili yapılan işlemlerde rızası serbest iradesine dayalı ve açık olmalıdır. Yazılı veya sözlü olması arasında bir fark olmamakla birlikte ispat açısından yazılı olması faydalıdır. Ayrıca rızanın verildiği işlem belirli olmalıdır. Bu şartları taşıyan bir rıza geçerlidir.

Peki yetkili eş haklı bir sebep olmaksızın rıza göstermekten kaçınırsa ne yapılabilir?

Türk Medeni Kanunu'nun 194. Maddesinin 2. Fıkrasına göre;

Rızayı sağlayamayan veya haklı bir sebep olmadan kendisine rıza verilmeyen eş, hâkimin müdahalesini isteyebilir.”

İzne yetkili eş, haklı bir sebep olmaksızın izin vermekten kaçınırsa örneğin ailenin finansal menfaati bulunmasına rağmen bu iznin verilmemesi gibi hallerde hakimin, hak sahibi eşi tek başına işlem yapmaya yetkili kılması istenebilir. Burada hâkim işlem ile amaçlanan menfaate bakacaktır. Yapılmak istenen işlem eş ve genel olarak ailenin menfaatine midir? Hâkimin bu hususları belirlemesi gerekir. Hâkim bu inceleme sonucunda işlemin yapılmasına karar vermez, hak sahibi eşi tek başına işlem yapma konusunda yetkili kılar.

G- AİLE KONUTU ŞERHİNİN KORUMA SÜRESİ NEDİR?

Aile konutu şerhinin tapu kaydına konulması, eşler arasındaki mal rejiminin türünden bağımsızdır. Eşler kendi aralarında hangi mal rejimini seçmiş olursa olsunlar aile konutu şerhinin korumasından faydalanacaklardır. İşte bu koruma söz konusu konutun aile konutu olma niteliği ortadan kalkana kadar devam edecektir. Aile konutunun korunması kural olarak evlilik birliğinin sona ermesine kadar devam edecektir. Eşlerin bu konuttan taşınmaları yahut eşlerin anlaşarak konutun aile konutu niteliğime son vermeleri, evlilik birliğinin boşanma, ölüm ya da iptal kararı ile sona ermesi halinde şerhin koruması da sona erecektir.

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi verdiği bir kararında bu hususu belirtmiştir. Karar metnine göre;

“Dava, aile konutundan kaynaklanan tapu iptali ve tescil istemi ile aile konutu şerhi konulması isteğine ilişkindir.

Aile konutunun, hak sahibi eş tarafından devri ve konut üzerindeki hakların sınırlandırılması, diğer eşin açık rızasına bağlıdır (TMK m. 194). Bu rıza alınmadan konutla ilgili yapılan tasarruf işlemi geçersizdir. Bu geçersizliği, rızası gereken eş konutun bu vasfını devam ettirmesi koşuluyla evlilik birliği süresince ileri sürülebilir. Evlilik, boşanma yahut da iptal kararıyla sona ermiş ise, Türk Medeni Kanununun 194. maddesinin "Aile konutuna" sağladığı koruma da sona erer. Diğer eşin rızası alınmadan yapılan tasarruf işlemi, yapıldığı andan itibaren geçerlilik kazanır. Toplanan delillerden, tarafların Antalya 5. Aile Mahkemesinin 2016/865 esas-2018/891 karar sayılı ilamıyla boşanmalarına hükmedildiği, tarafların hükmü boşanmanın ferileri yönünden temyiz ettikleri, boşanmak temyizin kapsamı dışında bırakılmakla 25.10.2019 tarihi itibarıyla kesinleştiği anlaşılmaktadır. Evlilik boşanma ile sona erdiğine göre dava konusu taşınmaz aile konutu olma niteliğini kaybetmiştir. Bu husus gözetilerek konusuz kalan dava hakkında "Karar verilmesine yer olmadığına" dair karar vermek ve yargılama giderleri ile vekalet ücretini, dava tarihi itibariyle tarafların haklılık durumları dikkate alınarak, tayin ve takdir etmek üzere hükmün bozulmasına karar vermek gerekmiştir.”[6]

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 24.12.2019 tarihli bir kararında da diğer eşin açık rızası alınmaksızın yapılan devir işlemi sebebiyle açılan tapu iptal ve tescili davasının devamı sırasında boşanma davasının kesinleşmesi halinde artık aile konutuna yönelik açılan tapu iptal ve tescil davasının artık konusuz kalacağından “karar verilmesine yer olmadığına” karar verilmesi gerektiğini belirtmiş ve vekalet ücretinin tespitinde ise dava açılırken mevcut haklılık durumuna göre belirleme yapılması gerektiğini vurgulamıştır. Karar metnine göre;

Türk Medeni Kanununun 194. maddesine dayalı tapu iptali ve tescile ilişkin olup, toplanan delillerden; tarafların davanın devamı sırasında 03.01.2018 tarihinde kesinleşen kararla boşandıkları, bu sebeple dava konusu taşınmazın aile konutu olma niteliğini kaybettiği anlaşılmaktadır. Bu itibarla konusuz kalan tapu iptali ve tescil davası hakkında 29.11.2018 tarihli 2018/3963 esas ve 2018/13802 karar sayılı bozma ilamımız gereğince "Karar verilmesine yer olmadığına" karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır. ‘’

Davanın konusuz kalması sebebiyle esası hakkında "Karar verilmesine yer olmadığına" karar verilmesi halinde, yargılama giderleri ile bunun kapsamına dahil olan vekalet ücreti (HMK m.323/1- ğ) hakkında, davanın açıldığı tarihteki tarafların haklılık durumu nazara alınarak hüküm tesis edilmelidir (HMK m. 331/1).” [7]

Av. Nevin YILDIRIM KARA

----------------

[1] Yargıtay 2. HD 13.03.2003 gün ve 2003/3017 E. 2003/4352 K.

[2] Yargıtay 2. HD 04.03.2021 gün ve 2020/ 5993 E. 2021/ 1988 K.

[3] Yargıtay 2. HD 04.03.2021 gün ve 2020/ 5993 E. 2021/ 1988 K.

[4] Yargıtay 2. HD 21.01.2021 gün ve 2020/ 3385 E. 2021/ 476 K.

[5] Yargıtay 2. HD 10.12.2020 gün ve 2020/3517 E. 2020/ 6361 K.

[6] Yargıtay 2. HD 27.02.2020 gün ve 2020/ 963 E. 2020/1659 K.

[7] Yargıtay 2. HD 24.12.2019 gün ve 2019/7978 E. 2019/ 12757 K.