Normlar hiyerarşisinin mevcut olduğu bir sistemde, kanunlar, anayasaya aykırı olamazlar. Buna ‘anayasanın üstünlüğü ilkesi’ denir. Nitekim anayasamızın 11. Maddesi bu hususu güvence altına almaktadır.[1] Mevcut hukuk sistemimizde, kanunların anayasaya uygunluğunun denetimini yapma görevi Anayasa Mahkemesine yüklenmiştir. [2]

Hukuk devleti ilkesinin bir gereği olarak, devletin tüzel kişiliğinin yanında, bireylerin temel hak ve özgürlüklerini sadece kâğıt üzerinde yer almaktan çıkarıp, onları gündelik hayatta da gerçek anlamıyla yaşanılabilir hale getirme yükümlülüğü vardır. [3] Bu yükümlülük, doktrinde devletin pozitif yükümlülüğü olarak tanımlanmaktadır. Pozitif yükümlülük olarak isimlendirilmesinin sebebi, devletin, belli eylem ve işlemlerde bulunarak bireylerin haklarını güvence altına alıyor olmasıdır.

Anayasa Mahkemesi, kanunların anayasaya uygunluğunu denetleme görevinin yanında, bireylerin anayasa ile güvence altına alınmış olan temel hak ve özgürlüklerinin ihlaline ilişkin de denetim yapar. 12 Eylül 2010 tarihli halkoylamasıyla oylanan 5982 sayılı Anayasa Değişikliği Kanunuyla 148. Maddede yapılan değişiklik ile bireysel başvuruları karara bağlamak yetkisi ve görevi de Anayasa Mahkemesine verilmiştir. Bu yola bazı yazarlar ‘anayasa şikâyeti’ de demetedir. Anayasa şikâyeti tabiri, kanımızca, bireylerin anayasaya ile güvence altına alınmış haklarının ihlalinden dolayı o hakkı güvence altına alan mercie şikayette bulunmasından ötürüdür.

Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yolu, olağanüstü bir kanun yoludur. Bunun anlamı, bireysel başvuru yolu ile hakkını arayacak olan süjenin, öncelikle olağan kanun yollarını tüketmiş olması gerekmesidir.

Anayasa mahkemesine bireysel başvuruda bulunma şartlarını özetle şöyle sıralamak mümkündür:

- Bireysel başvuruda bulunacak kişinin, anayasa ve İHAS tarafından güvence altına alınmış bir hakkı ihlal edilmiş olmalı

- Söz konusu ihlal, herhangi bir kişi tarafından değil, kamu gücü tarafından ihlal edilmiş olmalı. Yani bu ihlal, devletin yasama, yürütme veya yargı organları tarafından yapılmış olmalıdır.

- Bireysel başvuruda bulunabilmek için, olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekmektedir.

- Başvuru belli bir süre içinde yapılmalıdır. Bu süre de ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gündür.

Bireysel başvuru, ancak hakkı ihlal edilen kişinin kendisi tarafından yapılabilmektedir. Kamu gücünü kullanan kamu tüzel kişileri, bireysel başvuru yoluna gidemezken; özel hukuk tüzel kişileri tüzel kişiliklerine ait hakları için bu yola başvurabilirler. Anayasada, yalnızca Türk vatandaşlarına tanınan hakların -vatandaşlık hakları: seçme, seçilme hakkı vb.- ihlal edildiği gerekçesiyle yabancılar başvuruda bulunamazlar. Ancak negatif statü hakları olarak da adlandırılan ve herkese tanınan haklar için yabancıların da bu yola başvurma hakkı saklıdır.

Bireysel başvurunun konusu, kamu gücü tarafından ihlale yol açan eylem veya işlemdir. Bu eylem, icrai veya ihmali nitelikte olabilir. Anayasa mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, bu nitelemeyi kendisi takdir eder.

Bireysel başvuru usulü, 6216 sayılı yasanın 47. Maddesinde gösterilmiştir. Bu hükme göre, doğrudan mahkemeler veya yurt dışı temsilcilikleri aracılığıyla başvuru yapılabilir.

Bireysel başvuru, harca tabidir. Başvurucunun, bu başvuruda avukatla temsil edilmesi zorunlu değildir. Ancak avukat tarafından temsil ediliyorsa, bu kişinin vekaletnamesinin sunulması gerekir. [4]

Anayasa mahkemesi sırasıyla şu incelemeleri yapar:

1- KABUL EDİLEBİLİRLİK İNCELEMESİ: Bireysel başvuruda başvurunun kabul edilmesi için öncelikle başvurucunun başvuru hakkının bulunması ve başvurunun usulüne uygun olarak yapılmış olması gerekir. Ayrıca mahkeme esasa girmeksizin, anayasanın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının veya sınırlarının belirlenmesi açısından önem taşımayan ve başvurucunun önemli bir zarara uğramadığı başvurular ile açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilmezliğine karar verebilir (m.48/2). Kabul edilebilirlik incelemesi, anayasa mahkemesince değil, ilgili komisyonlarca yapılır. Kabul edilebilirlik kararının verilmesi, herhangi bir süreye bağlanmamıştır.

2- ESAS İNCELEMESİ : Bir başvuru hakkında kabul edilebilirlik kararı verildikten sonra, esas incelemesine geçilir. Esas incelemesi, kural olarak dosya üzerinden yapılır, ama incelemeyi yapan bölüm gerekli görürse duruşma yapılmasına karar verebilir.

Bölümler, esas incelemesini yaparken, başvurucunun temel haklarının korunması için gerekli görülen tedbirlere resen veya talep üzerine karar verebilir. Esas incelemesi sonunda, incelemeyi yapan bölüm bir temel hakkın ihlal edildiğine veya edilmediğine ilişkin bir karar verir. İhlal kararı verilmesi durumunda ihlalin ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir, ancak idari eylem ve işlem niteliğinde kararlar verilemez.

Tespit edilen ihlal, bir mahkeme kararı sonucunda meydana gelmiş ise, ihlal ve sonuçlarının ortadan kaldırılması amacıyla yeniden yargılama yapılması için dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hallerde tazminata hükmedilebilir. Yeniden yargılama yapacak mahkeme, anayasanın saptadığı ihlali ortadan kaldırabilecekse dosya üzerinden karar verir.

Anayasa mahkemesi tarafından verilen karar bağlayıcıdır. Yargıtay kararları ve Bölge Adliye Mahkemeleri kararlarında olduğu gibi, bu kararlara mahkemelerin direnme hakları yoktur. Çünkü Anayasa Mahkemesi, zaten en üst yargı merciidir ve bu olağan kanun yollarının tüketilmesinden sonra başvurulacak kurumdur.

Anayasa mahkemesi tarafından verilen kararlar kesindir. Bu kesinliği maddi anlamda kesinlik ve şekli anlamda kesinlik olarak incelemek mümkündür. Şekli anlamda kesinlik, bir karara karşı artık başvurulabilecek bir kanun yolunun bulunmaması demektir. Maddi anlamda kesinlik ise, o kararın bağlayıcı olması, aynı konuda ikinci bir dava açılamamasını ifade eder.

BAŞVURU HAKKININ KÖTÜYE KULLANILMASI: Bireysel başvuru hakkının açıkça kötüye kullanıldığı tespit edilen başvurucular hakkında yargılama giderlerinin dışında, ikibin Türk lirasından fazla olmamak üzere disiplin para cezasına hükmedilebilir.

Bu kötüye kullanım, açıkça mahkemede bekletici sorun yaptırmaya yönelik veya karşı tarafın hakkının ihlal edilmesine yahut sistemi yavaşlatmaya yönelik olmalıdır. Bu hususun tespiti, başvuruyu inceleyen heyete aittir. Başvuru hakkının kötüye kullanılmasının yaptırıma bağlanmış olması, başvuru yollarının gereksiz yere meşgul edilmesinin önüne geçilmesi ve bu hakkı kullanarak karşı tarafı hak kaybına uğratmanın, hakkın kötüye kullanılması kapsamında olmasıdır. Bilindiği gibi hakkın kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz. Kaldı ki kanunlarda da hiçbir hakkın kötüye kullanılamayacağı düzenleme altına alınmıştır.[5]

Nitekim Anayasa Mahkemesi, bir kararında ‘İlgili düzenlemeler vasıtasıyla, genel hukuk teorisinde bir kamu düzeni kuralı olarak ele alınan ve genel olarak bir hakkın açıkça öngörüldüğü amaç dışında ve başkalarını zarara sokacak şekilde kullanılmasının hukuk düzenince himaye edilmeyeceğini ifade eden hakkın kötüye kullanılmasının, bireysel başvuru alanında özel olarak ele alındığı görülmektedir. Bu bağlamda bireysel başvuru usulünün amacına açıkça aykırı olan ve Mahkemenin başvuruyu gereği gibi değerlendirmesini engelleyen davranışların, başvuru hakkının kötüye kullanılması olarak değerlendirilmesi mümkündür. Bu kapsamda özellikle, Mahkemeyi yanıltmak amacıyla gerçek olmayan maddi vakıalara dayanılması veya bu nitelikte bilgi ve belge sunulması, başvurunun değerlendirilmesi noktasında esaslı olan bir unsur hakkında bilgi verilmemesi, başvurunun değerlendirilmesi sürecinde vuku bulan ve söz konusu değerlendirmeyi etkileyecek nitelikte yeni ve önemli gelişmeler hakkında Mahkemenin bilgilendirilmemesi suretiyle başvuru hakkında doğru bir kanaat oluşturulmasının engellenmesi, medeni ve meşru eleştiri sınırları saklı kalmak kaydıyla bireysel başvuru amacıyla bağdaşmayacak surette hakaret, tehdit veya tahrik edici bir üslup kullanılması ile söz konusu başvuru yolu kapsamında ihlalin tespiti ile ihlal ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına ilişkin amaçla bağdaşmayacak surette içeriksiz bir başvuruda bulunulması durumunda başvuru hakkının kötüye kullanıldığı kabul edilebilecektir[6] demiştir.

ANAYASA MAHKEMESİNİN YERİNDELİK DENETİMİ YAPIP YAPAMAYACAĞI SORUNU

Yerindelik denetimi, hukuki denetimin dışında, yapılan bir işlemin isabetli olup olmadığının değerlendirmesidir.[7] Hakimler böyle bir denetim yaptığında, idareye ait bir yetkiyi kullanmıış olacağından, yerindelik denetimi yapılması kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırı düşmektedir. Hâkim böyle bir değerlendirme yaptığında, yargı denetiminin dışına çıkmış olmaktadır ki, bu da anayasayla kendisine verilmiş olan yetkiyi aşması anlamına gelir. Anayasal haklarının ihlalinin güvence altına alınması için teşekkül etmiş bir kurumun, anayasal yetkilerini aşarak hareket etmesi, akla ve mantığa uygun değildir.

Yerindelik denetimi, esas itibariyle idare tarafından yapılır. Bir eylem veya işlemin maslahata uygunluğu idarece belirlenir.

Yerindelik denetimi ile hukuka uygunluk denetiminin farkını şöyle izah etmek mümkündür: hukuka uygunluk denetiminde, denetim konusu olan maddi olayın yürürlükteki mevzuata uygun olup olmadığı denetlenirken, yerindelik denetiminde hukuka uygun olan bir işlemin yapılıp yapılmaması veya ne şekilde yapılması gerektiği denetlenmektedir. [8]

Anayasa Mahkemesi, kanunların anayasaya uygunluğunun denetimini yapar ve bireylerin anayasada ve İHAS’ta korunan temel hak ve hürriyetlerinin ihlal edilip edilmediğine ilişkin denetim yapar. Bu itibarla AYM, yerindelik denetimi değil, hukuki denetim yapan bir yargı organdır.

Anayasa mahkemesi bir yargı organıdır. Mevcut sistemimizde kuvvetler ayrılığı ilkesi benimsenmiştir. Buna göre, yasama, yürütme ve yargı organlarının yetki ve görevleri birbirinden kesin bir biçimde ayrılmış olup hiçbir organ bir diğerinin alanına geçip onun adına eylem ve işlem yapamaz. Bu husus ‘yetki gaspı’ ve ‘yetki tecavüzü’ olarak nitelendirilmektedir.

Anayasa mahkemesi kanunların anayasaya uygunluğunu denetlerken, kanunkoyucunun böyle bir kanunu neden yaptığını, onu bu kanunu yapmaya iten sebeplerin ne olduğunu, kanunun yapılması ile mevcut sistemde ne gibi değişikler olduğunu ve bunların yarar ve zararlarını inceleme konusu yapmaz, yapmamalıdır. Yalnızca ilgili kanunun anayasaya uygun olup olmadığını denetlemekle görevlidir. Aksi takdirde, kendini kanunkoyucunun yani yasama organının yerine koyarak o yönde karar vermiş olur ve bu da kuvvetler ayrılığı ilkesine açık aykırılık teşkil eder nitelikte olur.

Aynı şekilde anayasa mahkemesi bireysel başvuruları incelerken, başvurucunun ilgili eylem veya işlem sonucunda anayasa ve İHAS tarafından korunan bir hakkının ihlal edilip edilmediğini denetler. İhlale yol açan eylem veya işlemin neden yapıldığıyla, yapılıp yapılmamasının isabetli olup olmadığıyla ve ne şekilde yapılması gerektiğiyle ilgilenmez. Bunun aksini yapması durumunda da yürütme organının alanına girmiş olur ki, bu da aynı şekilde kuvvetler ayrılığı ilkesine ters düşecektir.

Anayasa mahkemesinin verdiği kararlar, geride geçtiği üzere kesindir. Yani anayasa mahkemesi bir hususu karara bağladıktan sonra, artık buna ilişkin itiraz hakkı yoktur veya başvurulabilecek başka bir kanun yolu bulunmamaktadır. Dolayısıyla, kuvvetler ayrılığı ilkesine ters düşmesine rağmen Anayasa Mahkemesi, önüne gelen olayda yetkisini aşarak hukuki denetimin yanında yerindelik denetimi de yapacak olursa, buna ilişkin başvurulabilecek bir kanun yolu bulunmamaktadır. Kanımızca bu durum, yasada doldurulması gereken bir boşluktur.

Yukarıdaki açıklamalar ışığında, Anayasa Mahkemesinin yerindelik denetimi yapmaması gerektiği anlaşılmaktadır. Anayasa mahkemesi bir yargı organıdır ve öyle kalmalıdır, mevcut sistemde normlar hiyerarşisinin ve temel hak ve hürriyetlerin güvencesini teşkil etmektedir.

------------------------------------

[1] 2709 s.lı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası m.11: ‘Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır. Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz.’

[2] K. Gözler, Türk Anayasa Hukuku Dersleri, Bursa 2015

[3] Bak: Gökcen/Balcı/Alşahin/Çakır, Ceza Muhakemesi Hukuku II, s.509

[4] Bak: N.Centel/H.Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, Eylül 201, İstanbul s.905

[5] Bak: 4721 s.lı Türk Medeni Kanunu m.2: Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.

[6] Anayasa Mahkemesi, 2014/277 Esas, 14.10.2015 tarihli kararından alıntıdır.

[7] www.anayasa.gen.tr/anayasa.yargisi

[8] www.acikogretimadalet.com/yerindelik.denetimi