Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu; 2020/32949 başvuru numaralı Kadri Enis Berberoğlu (3) bireysel başvurusu hakkında, 21.01.2021 tarihinde oybirliğiyle 2 hak ihlali kararı verdi ve bu kararın gerekçesi, 3 Şubat 2021 tarihli ve 31384 sayılı Resmi Gazete’de yayımlandı. AYM; toplam 37 sahife, 146 paragraf ve “Hüküm” kısmında geçen iki ihlal kararı ve kararın tebliğini sadece yargılamanın yenilenmesi suretiyle hak ihlallerini giderecek İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’ne değil, aynı konuda giderilmemiş ihlallerin 2. kararı olduğundan bahisle, bilgi ilgi ve gereği için Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne, Adalet Bakanlığı ile Hakimler ve Savcılar Kurulu’na gönderilmesine de karar verdi.

Başvurucu ile ilgili ilk ihlal kararı 09.10.2020 tarihinde İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderildiği halde, AYM’nin yetkisini aştığı ve yerindelik denetimi yaparak yargı yetkisine müdahale ettiği gerekçesiyle, Derece mahkemesi tarafından, yeniden milletvekili seçilmekle yasama dokunulmazlığı kazandığı AYM tarafından kabul edilen başvurucu hakkında durma kararı verilmedi ve bu yönde bir karar da gereği için TBMM’ye gönderilmedi.

Şimdi AYM bu yeni ihlal kararında; bu defa daha net, Anayasa, ilgili kanun, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi ve AYM kararlarına açık atıflar ve buralardan alıntılar yapmak suretiyle yeniden milletvekili seçildiğinden seçilme ve siyasi hakları ve haksız tutuklamaya bağlı kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ihlal edilen başvurucunun uğradığı haksızlığın ortadan kaldırılmasının gereğini tekrar Derece mahkemesine hatırlatmış ve ilgili makamlardan da ihlal kararının gereğinin yapılması hususunda bir anlamda destek isteyerek, Anayasa m.138 ve m.153 karşısında yargı krizinin bir an evvel sonlandırılmasını istemiştir.

Kararın Resmi Gazete’de yayımından şu ana kadar adım atılmamakla birlikte, artık içeriği tartışma konusu olmaktan uzak Enis Berberoğlu (2) ve (3) başvurularıyla ilgili AYM kararlarında yer alan ihlallerin bir an önce ortadan kaldırılmasının, bu konuda yetkili olan ve sorumluluk taşıyan İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nde olduğunda tartışma bulunmamaktadır. Gecikmeli de olsa sonuç bu şekilde olacak, yani Derece mahkemesi artık bu çatışmayı bitirecektir. Her biri “anayasal müessese” olan AYM ile Derece mahkemeleri, istinaf ve temyiz mercileri arasında gündeme gelmemesi gereken sorun yetki müdahalesi, yetki çatışması ve kararların gereklerinin yerine getirilmemesidir. Umarız bu örnek son olur.

Derece mahkemesi; her ne kadar açık eleştiri niteliği taşısa da, AYM Genel Kurulu kararının 128 ila 145. paragraflarında gündeme getirilen, kendisine yönelik sert tespitlere cevap verecek mi, yoksa buraları vereceği yeni kararında cevapsız mı bırakacak bunu göreceğiz. Ancak AYM’nin özellikle tutukluluk incelemelerinde, tutuklama tedbirinin ön şartının ve tutukluluğun hukukiliğinin incelenmesi amacıyla bir anlamda işin esasına girip, henüz devam eden yargılama süreçlerinde delil tartışmasına ve değerlendirmesine girdiğini, hatta bu somut olayda Anayasa’nın geçici 20. maddesinin niteliği ve anlamı ile ilgili yargı yetkisini zorladığı veya bizce aştığı da bir gerçektir. Belirtmeliyiz ki; bunun sebebi henüz bitmemiş dosyalarda kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını kısıtlayan tutuklama tedbirinin hukukiliği üzerinde inceleme yapılması zorunluluğundan kaynaklanmaktadır. Bu gerçek gözardı edilemez. Bunun dışında AYM’nin; hatta İHAM’ın da önüne geçerek işin esası ile ilgili “bariz takdir hatası” ve “açıkça dayanaktan yoksunluk, keyfilik” gibi kriterleri kullanmak suretiyle delilleri değerlendirdiği ve dürüst yargılanma hakkının ihlali kararları verdiği bilinmektedir. Doğrusu bu uygulama bitip kesinleşmiş dosyalarda özellikle “hukuka aykırı deliller” gerçeğinin ve gerekçeli karar hakkının gözönünde tutulması bakımından pek mühimdir. Anayasa Mahkemesi’nin tutuklama tedbirinde sahip olduğu sınırlı inceleme yetkisini aşmayarak ve bu tedbirin ön şartı sayılan “suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler” (Anayasa m.19/3) kriteri ile bağlı kalarak, tutukluluğun hukukiliğini ve uzamasının hukuka uygunluğunu denetleme yetkisinde sakınca olamaz. Bitmiş dosyalar bakımında ise, dürüst yargılanma hakkının korunması bakımından ister istemez sınırlı da olsa delil takdir ve değerlendirmesine girebilecektir ki, bu da “hukuka aykırı deliller” ve “açık keyfilik” ve “bariz takdir hatası” ölçütleriyle sınırlı olmalı, bu hususların varlığı her AYM kararında somut olayın özelliklerine göre incelenip karar yerinde açıkça gösterilmelidir.

Umarız bu tartışmalardan hareketle yeni yargı krizi ve AYM’nin yetkilerini kısıtlayan değişikliklere gidilmesinin bahanesi oluşmaz, çünkü her yerde gördüğü davalar itibariyle AYM veya muadili yüksek mahkemelerin işin siyasi yönüne girebildikleri, yetkilerini zorladıkları bilinmektedir ki, bunun sebebi baktıkları davaların başvurucu veya konusu itibariyle siyasi yönler içermesinden kaynaklanmaktadır. Bunla birlikte, bu yetki aşımı tartışmasında sübjektiflik veya diğer mahkemelerin yargı yetkilerine müdahaleden ziyade, AYM’nin kişi hak ve hürriyetlerini koruyup gözetme, ihlalleri tespit etme reflekslerinin, yani işin hukukiliğinin öne çıktığı da gözardı edilmemelidir.

Son söz;

Bu konunun son zamanlarda gündeme getirilen milli yargı yetkisinin devri ile de bir alakası yoktur, çünkü Anayasa Mahkemesi iç hukukun yargı birliği istisnası ve İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi de yargı birliğinin dış istisnasıdır. Mukayeseli Hukuka bakıldığında da, gerek kamu ve gerekse özel hukuk alanlarında bu tür geçici veya daimi yabancı veya uluslararası mahkemelerin ve tahkimin yargı yetkisinin tanındığı görülmektedir. “Milli yargı yetkisi”, “yargı birliği” veya “yargı yetkisinin devredilmezliği” ilkeleri üzerinden giderek, uluslararası sözleşmelerden ve taahhütlerden “ahde vefa” ilkesinden çekilirseniz, elbette yabancı mahkemelerin ve tahkimin yargı yetkisini de bertaraf edebilirdiniz. Hiçbir gerekçe ortaya koymadan, acaba Türkiye Cumhuriyeti bu yönde tasarrufta bulunabilir mi? Buna bakmak ve ona göre konuşmak gerekir.