Ceza yargılamasında haksız ve uzun tutukluluk meselesi yargımızın aşamadığı kronik sorunlardan biridir. Yasa koyucunun tutuksuz yargılamayı kolaylaştırmak adına ve dava açmayı sıkı şekil şartlarına bağlayan düzenlemeler yapmasına rağmen uygulama, haksız ve uzun tutukluluk pratiğinden vazgeçmiyor. Tutukluluk meselesiyle ilgili Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yoluyla yapılan müracaatların çoğuna hak ihlali yapıldığı yönünde kararlar verilmiştir. Son olarak Anayasa Mahkemesi’nin 09/06/2020 Tarihli ve 2017/38610 başvuru numaralı kararı ile haksız ve uzun tutukluluk meselesinin detaylı bir şekilde irdelemiş, hangi durumlarda hak ihlali oluşacağını belirtmiştir.

Haksız tutuklama tazminatı; kişi özgürlüğüne ceza hukukunun haksız müdahalesini zararlaını telafi etme amacıyla getirilmiştir. Bu kapsamda haksız tutuklama ve uzun tutukluluk sürelerinin ne gibi hak ihlalleri doğuracağı ve bireyler bu durumlarla karşılaştıklarında talep edebilecekleri tazminat konusunda nasıl bir hukuksal süreç izlemesi gerektiğine ilişkin bir değerlendirme yukarıda numarası belirtilen Anayasa Mahkemesi Kararı hakkında bir değerlendirmedir.

HAKSIZ VE UZUN SÜRELİ TUTUKLULUK HALLERİNİN SEBEP OLDUĞU HAK İHLALLERİ

Kişi hürriyeti ve güvenliği, Anayasamızda güvence altına alınmıştır. Buna göre herkes kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir. Anayasa’nın 19/1. maddesine bu husus genel bir ilke olarak konulmuştur. Kişi hürriyetinin sınırlandırılabileceği durumlar ise sınırlı olarak sayılmıştır. Sınırlı olarak sayılan durumlardan bir tanesi de tutuklama tedbiridir.

Kişi hürriyetinden bırakan bu tutuklama tedbiri de sınırsız bir şekilde uygulanamaz. Ancak belli şartlar sağlandıktan sonra uygulanabilir. Şöyle ki; ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek amacıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler hâkim kararıyla tutuklanabilecektir. Dolayısıyla Anayasa’nın 19. Maddesinde düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ancak yine Anayasa kapsamında (madde 13 ve madde 19) kısıtlanabilir.

Tutuklama tedbiri hukukumuzda koruma tedbiri olarak benimsenmiştir. Koruma tedbirleri, kişilerin, Anayasa ve Uluslararası Antlaşmalarla güvence altına alınan haklarını kısıtladığı için Ceza Hukukunda hâkim olan kanunilik ilkesi çerçevesinde ancak bu haklar kanunla sınırlanabilir.

Tutuklama kararı verilebilmesi için 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100/1.maddesinde bulunan bütün şartların aynı anda bulunması gerekmektedir. Kanunda aranan bu şartların tamamı karşılanmadan uygulanan bir tutuklama, koruma tedbiri olmayıp, ceza muhakemesi amacıyla bağdaşmayan haksız bir tutuklamadan ibaret olacaktır. Ülkemizde uygulama her ne kadar bu yönde olmasa da tutuklama bir cezalandırma aracı değil, koruma tedbiridir. Çünkü kişinin hakkında kesinleşmiş bir yargı kararı bulunmadığından suçsuzluk karinesi geçerli olmaya devam etmektedir.

Tutuklunun makul sürede serbest bırakılma hakkı AİHS’nin 5. maddesinde bir kişi hakkı olarak düzenlenmiştir. Bu maddeye göre, kişinin makul bir süre içinde yargılanmaya veya adli kovuşturma sırasında serbest bırakılmaya hakkı vardır. Maddenin 4. fıkrası uyarınca yakalanma veya tutuklanma suretiyle özgürlüğünden yoksun kılınan herkes, özgürlük kısıtlamasının kanuna uygunluğu hakkında kısa bir süre içinde karar verilmesini ve kanuna uygun görülmemesi halinde serbest bırakılmasını sağlaması için bir mahkemeye başvurma hakkında sahiptir. Sözleşmenin işbu maddesine aykırı olarak bir tutuklama veya gözaltına alınma işleminin mağduru olan herkesin tazminat istemeye de hakkı vardır.

TUTUKLULUK SÜRELERİ

5271 Sayılı CMK’nun 102/2. Maddesinde, ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçlarda tutukluluk süresinin, en çok iki yıl olduğu belirtilmekle birlikte zorunlu hallerde gerekçesi gösterilerek bu sürenin uzatılabileceği ve uzatma süresinin de üç yılı geçemeyeceği düzenlenmiştir. Dolayısıyla ağır ceza mahkemesi görevine giren suçlarda, kişinin tutukluluk süresi azami olarak beş yıl olabilecektir. 15.08.2017 tarih ve 694 Sayılı KHK ile 5237 Sayılı Kanun’un İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümlerinde tanımlanan suçlarda tutukluluk için uzatma süresinin beş yılı geçemeyeceği düzenlenmiş olup, bu kapsamda yer alan (terör suçlarını da içeren) bu suçlar söz konusu olduğunda kanun koyucu azami tutukluluk süresini toplam yedi yıla çıkarmıştır.

17.10.2010 tarihli, 7188 Sayılı Kanun’la yapılan değişiklikle CMK’nun 102/4 maddesine göre tutukluluk süreleri, soruşturma evresinde de bir sınırlandırmaya tabi tutuldu. Buna göre ağır ceza mahkemesinin görevine girmeyen suçlarda altı ay, ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçlarda ise bir yıl sınırı getirildi. İstisna suçlar açısından ise bu süre bir yıl altı aydır. En çok gerekçe gösterilerek altı ay daha uzatılabilir. Toplam soruşturma ve kovuşturma evresindeki süreleri geçemezler.

Ağır ceza mahkemesinin görevine girmeyen suçlarda ise tutukluluk süresi, en çok bir yıl olup bu süre, zorunlu hallerde gerekçeleri gösterilerek altı ay daha uzatılabilir. Dolayısıyla ağır ceza mahkemesinin görevine girmeyen suçlarda azami tutukluluk süresi 1 yıl 6 aydır.

Kişiler hakkında birden fazla suça ilişkin soruşturma ve kovuşturmaların bir dosya üzerinden yürütülmesi veya bir dosyada birleştirilmiş olması halinde azami tutukluluk süresi her bir suç için ayrı ayrı değil tüm suçlar için tek bir süre olarak belirlenir.

TUTUKLAMA VE TUTUKLULUĞUN DEVAMINA İLİŞKİN KARARLAR AÇIK VE GEREKÇELİ OLARAK YAZILMALI

5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun. 34.maddesi “Hâkim ve mahkemelerin her türlü kararı, karşı oy dâhil, gerekçeli olarak yazılır. Gerekçenin yazımında 230 uncu madde göz önünde bulundurulur. Kararların örneklerinde karşı oylar da gösterilir.” şeklinde düzenlenmiş olup bu düzenlemeden de açıkça görüleceği üzere yargı mercilerinin vereceği her tür karar denmek suretiyle verilecek olan kararlar arasında ayrım yapılmaksızın gerekçeli olarak yazılması hususu benimsenmiştir.

Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 101.maddesi uyarınca; soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.

Ülkemizde, uygulamada sıklıkla “kişinin kaçma şüphesinin bulunması, cezanın alt ve üst sınırı, suçun katalog suçlardan olması gibi” genel geçer olarak yazılan soyut gerekçelerle tutuklama kararı verilmektedir. Matbu olarak birkaç cümleden oluşan tutuklama gerekçeleri yetersiz olmakla birlikte, yargı mercileri gerekli inceleme ve değerlendirmeleri yapmadan tutuklama gibi ağır bir tedbir kararı uygulamaya kolaylıkla başvurmaktadırlar.

Anayasa Mahkemesi’nin, Anayasa’nın 19. maddesinin ihlal edildiği yönündeki 09/06/2020 tarihli ve 2017/38610 Başvuru Numaralı Kararında Tutukluluğa ilişkin alternatif koruma tedbirlerinin uygulanabilirliğini göz ardı etmemeleri, ayrıca tutukluluğun devamına karar verirken davanın genel durumunun yanında tahliye talep eden kişinin durumunu dikkate almaları ve bu anlamda tutukluluk gerekçelerini kişiselleştirmeleri gerekmektedir.”

“…Başvurucu hakkında tutukluluğunun devamına ilişkin kararlar incelendiğinde sulh ceza hâkimlikleri veya ağır ceza mahkemeleri; başvurucunun milletvekili, siyasi parti eş genel başkanlığı ve Cumhurbaşkanı adaylığı dolayısıyla tutukluluğunun devam ettirilmesinin makul olmadığı, aynı zamanda bu tedbirin devamının seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkını da aşırı şekilde kısıtlandığı iddiaları yönünden bir değerlendirmede bulunmamıştır.”  tespiti yaparak kişilerin tutukluluğu konusunda tutukluluk kadar ağır olmayan/ alternatif koruma tedbirlerinin de göz ardı edilmemesi ve tahliye talep eden tutuklular için mahkemenin değerlendirme yaparken tutukluluk gerekçelerini maktu olarak değil, tutukluya göre kişiselleştirerek ayrıntılı olarak açıklamaları gerektiği vurgulamıştır. Dolayısıyla tutukluluğun devamındaki gerekçeler davanın objektif yönlerinin yanı sıra tutuklu konumdaki kişinin özelliklerini de kapsamalıdır.

AİHM, Mamedova vs. Rusya kararında tutukluluk ve tutukluluğun devamına ilişkin verilen kararlarda olayların kişiselleştirilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Ayrıca tutuklama veya tutukluluğun devamına ilişkin kararda gerekçelerin somut olarak açıklanmamasını, genel ve kalıplaşmış ifadelerle karar verilmesinin AİHS'ne aykırı olduğunu tespit etmiştir.

Anayasa Mahkemesi yine aynı kararında;

“Ayrıca yargı mercileri, tahliye taleplerini veya tutukluluğa yönelik itirazları karara bağlarken tutuklamaya alternatif olarak 5271 sayılı Kanun’un 109. Maddesinde yer alan adli kontrol tedbirlerinin neden yeterli görülmediğini de dayanaklarıyla birlikte tartışmış değildir. Bu çerçevede gerekçelerde yalnızca isnat edilen suçların niteliğinden veya bunlara ilişkin kanunda öngörülen yaptırımın ağırlığından hareketle adli kontrolün yeterli olmayacağı kanaati ifade edilmiş ancak başvurucunun konumuyla ilgili kişiselleştirme yapılmamıştır.”

Saptamasını yaparak, yargı mercileri tahliye taleplerini ve tutukluluğa yönelik itirazları inceleyip karara bağlarken adli kontrol tedbirlerinin neden yeterli olmayacağı konusunda sübjektif bir değerlendirmede bulunmalıdır. Aksi halde keyfiyetle, haksız ve Anayasaya aykırı olarak verilen bir tutukluluk kararından söz etmek gerekecektir. Bu durum da açıkça hak ihlali teşkil edecektir.

AİHM Boicenco vs. Moldova kararında; tutukluluğun devamına ilişkin verilen kararda kişinin kaçması veya yeniden suç işleyeceği şüphesinin somut gerekçelerle desteklenmeden yalnızca genel bir değerlendirme yapılarak verilmesini AİHS’nin 5/3’e göre hak ihlali saymaktadır.

TUTUKLAMA VE TUTUKLULUĞUN DEVAMINA İLİŞKİN KARARLARDA ÖLÇÜLÜLÜK KRİTERİNİN KARŞILANDIĞININ DA GEREKÇELENDİRİLMESİ GEREKİR

Anayasa Mahkemesi 09/06/2020 Tarihli ve 2017/38610 Başvuru Numaralı Kararında;

“Bu çerçevede sadece Diyarbakır 8. Ağır Ceza Mahkemesi’nin herhangi bir açıklamada bulunmadan başvurucunun siyasi faaliyette bulunma ve temsil hakkı ile davanın tutuklu yürütülmesindeki kamu yararı arasında ölçülü bir dengenin mevcut olduğunu ifade ettiği ancak kararda bu dengenin dayanaklarını tartışmadığı görülmektedir”

Anayasa Mahkemesi yargılamanın tutuklu yürütülmesi kapsamında başvurucunun kısıtlanan hakları ve kamu yararı arasındaki ölçülü dengenin kurulmasının yeterli olmadığı aynı zamanda bu dengenin de dayanaklarının ayrıntılı olarak gerekçelendirilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Yine aynı kararda;

“ Başvurucu müdafi …. Mahkemesi’ne başvurarak milletvekili statüsü devam eden başvurucunun aynı zamanda Cumhurbaşkanlığına aday gösterildiğini ve Sözleşmede güvence altına alınan serbest seçim hakkı nazara alınarak tahliye kararı verilmesini talep etmiştir. Buna karşılık Mahkemenin tutukluluğun devamı kararında anılan iddialara yönelik bir açıklamaya yer verilmemiştir… Bu kapsamda başvurucunun milletvekilliği, TBMM’de grubu bulunan bir siyasi partinin eş genel başkanlığı ve Cumhurbaşkanı adaylığı gibi hususlara dayalı olarak yargılama aşamalarında dile getirildiği tahliye taleplerinin ve tutukluluğa karşı itirazlarının matbu gerekçelerle reddedildiği görülmektedir.” bir denge tespiti yapmıştır. Kişinin tutuklu kalması ile oluşacak menfaat ve tutuklu kalması nedeniyle ihlal edilen menfaati arasındaki dengenin kurulması gerekmekte, bunun yanında da menfaatler arası çatışmada neden tutuklu kalmasının sağladığı menfaatin ağır bastığı da ayrıntılı olarak gerekçelendirilmelidir.

Anayasa Mahkemesi çeşitli kararlarında, milletvekillerinin tutukluluğuyla ilgili olarak tutukluluğunun devamı hakkında karar verilen kişinin milletvekili olması halinde, çatışan değerlere yenisinin eklendiğini ve kişi hürriyeti ve güvenliğinin yanında seçilmiş milletvekilinin tutuklu olması nedeniyle yasama faaliyetine katılamaması sonucu mahrum kalınan kamu yararının da dikkate alınması gerekeceğine değinmiştir. Bu kapsamda milletvekillerinin tutukluluğunun devamına karar verilirken tutuklama tedbiri sonucunda kişi hürriyeti ve güvenliğinin yanında seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkının kullanamamasından kaynaklanan yarardan çok daha ağır basan korunacak bir yararın varlığını somut olgularla ortaya konması gerekir. Dolayısıyla ancak bu dengenin ölçülü olarak kurulması halinde tutukluluğun devamına ilişkin kararın gerekçeleri yeterli olacaktır.

Anayasa Mahkemesi bu kararında, milletvekili olan başvurucunun tutukluluğunun makul süreyi aşmasının yalnızca seçilme ve siyasi faaliyette bulunma imkânlarını kısıtlamasının yanında aynı zamanda seçmenlerin serbest iradelerini açıklama haklarına da müdahale oluşturabileceğini vurgulamıştır.

HAKSIZ TUTUKLAMA TAZMİNATI

Haksız tutuklama nedeniyle tazminat hakkı doğuran nedenlerin başında Anayasa’nın “Kişi Hürriyeti ve Güvenliği” başlıklı 19. maddesinin son fıkrası gelmekte olup bu fıkra ile “Bu esaslar dışında bir işleme tâbi tutulan kişilerin uğradıkları zarar, tazminat hukukunun genel prensiplerine göre, Devletçe ödenir.” hükmü getirilmiştir. Bu tazminatın verilmesinin usul ve sebepleri ise 5271 Sayılı CMK ‘nın 141 ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir.

Adli makamlar tarafından tutuklama kararı verildikten sonra şüpheli/sanığın suçsuz olduğu anlaşıldığında (mahkeme tarafından beraat kararı veya savcılıkça takipsizlik kararı verildiğinde) bu koruma tedbirinin de haksız olarak uygulandığı tespit edilmiş olur. Haksız koruma tedbiri uygulanan kişinin kendisinin karşılaştığı bu haksızlık nedeniyle duyduğu acının bir nebzede olsa dindirilebilmesi için CMK’nın 141.maddesi uyarınca “haksız tutuklama tazminatı” talep etme hakkı doğar.

Daha ayrıntılı bahsetmek gerekirse; tutuklama kararının akabinde kanun uyarınca yapılması gereken işlerde, kanuna aykırılık veya eksiklik olması halinde “usulsüz tutuklama” söz konusu olur. Anayasa ve kanunlara uygun olarak tutuklama kararı verilmiş ve akabindeki işlemler de eksiksiz ve kanuna uygun olan kişi hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar veya beraat kararı verilmişse veya kişinin tutuklu kalma süresi hükümlülük süresinden fazla ise “haksız tutuklama” dan bahsedilecektir.

Mahkûm olan kişi hükmedilen cezanın ne kadarını yatacaksa ve bu sürenin ne kadar fazlasını tutuklu halde geçirmişse bu süre için özgürlüğünden mahrum kaldığı kabul edilir ve bu süre için tazminat isteminde bulunabilir. 5271 Sayılı CMK’nın “Tazminat İstemi” başlıklı 141. maddesi hem usulsüz hem de haksız tutuklama halinde bu uygulamaya maruz kalan bireylerin tazminat isteme hakkını düzenlemektedir. Her iki halde de bu uygulamaya maruz kalan bireyler Devlet’ten maddi ve manevi tazminat adı altında her türlü zararını talep edebilirler.

Mahkeme, maddi tazminat istemini incelerken kişinin, tutukluluktan önce yaptığı işi, kazanç miktarını dikkate almakta olup, kişinin gelir kaybının hesaplanması uzmanlığı gerektiriyor ise mahkeme bu miktarın bilirkişice tespitini isteyecektir. Manevi tazminatın belirlenmesinde ise objektif bir ölçüt yoktur. Mahkeme tazminat talep eden kişinin statüsü, çektiği ıztırar hali, yaptığı iş ve tutuklama nedeniyle yaşadığı kayıplarına göre manevi tazminat miktarına hükmetmekle birlikte Yargıtay kararlarına bakıldığında, kişinin sosyal ve hukuki durumu, üzerine atılı suçun niteliği, tutuklu kaldığı süre gibi hususlar da dikkate alınarak makul miktarların verilmesi gerektiği belirtilmektedir.

Haksız tutuklama tazminatı talep edemeyecek kişiler CMK’nın 144.maddesinde düzenlenmektedir. Bu maddeye göre;

Kanuna uygun olarak yakalanan veya tutuklanan kişilerden;

- Tazminata hak kazanmadığı hâlde, sonradan yürürlüğe giren ve lehte düzenlemeler getiren kanun gereği, durumları tazminat istemeye uygun hâle dönüşenler,

- Genel veya özel af, şikâyetten vazgeçme, uzlaşma gibi nedenlerle hakkında kovuşturmaya yer olmadığına veya davanın düşmesine karar verilen veya kamu davası geçici olarak durdurulan veya kamu davası ertelenen veya düşürülenler,

- Kusur yeteneğinin bulunmaması nedeniyle hakkında ceza verilmesine yer olmadığına karar verilenler,

- Adlî makamlar huzurunda gerçek dışı beyanla suç işlediğini veya suça katıldığını bildirerek gözaltına alınmasına veya tutuklanmasına neden olanlar tazminat isteminde bulunamazlar.

CMK’nın 142/1 maddesinde, kararın kesinleştiğinin davacıya tebliğinden itibaren 3 ay ve her halükarda kararın kesinleşmesinden itibaren 1 yıllık hak düşürücü süre içinde tazminat davasının açılması gerektiği düzenlenmektedir.

Bu kapsamda, tazminat talep etmek için kural olarak haksız ve usulsüz tutuklama halinde davanın esasıyla ilgili verilen kararın kesinleşmesini beklemek gerekmektedir. Ancak kanuni hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılmasıyla birlikte bu haklardan yararlanma istemi yerine getirilmeden tutuklanan, kanuna uygun olarak tutuklandığı halde yargılama merci huzuruna çıkarılmayan, tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlama kendilerine suçlama konusunda bilgilendirilmeyen kişilerin tazminat istemleri bakımından asıl davada hüküm verilmesini veya kesinleşmesini beklemelerine gerek yoktur. Çünkü bu talepler asıl davanın sonucuna bağlı olan talepler değildir.

HAKSIZ TUTUKLAMA TAZMİNATI DAVASINDA GÖREVLİ VE YETKİLİ MAHKEME

Haksız tutuklama nedeniyle açılacak tazminat davalarında görevli ve yetkili mahkeme 5271 Sayılı CMK’nın 142/2 maddesinde düzenlenmiştir. Görevli mahkeme ağır ceza mahkemesidir. Yetkili mahkeme ise zarara uğrayanın (haksız tutuklananın) oturduğu yer ağır ceza mahkemesidir. Yine aynı madde gereğince zarara uğrayan kişinin oturduğu yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu olan haksız tutuklama işlemi ile ilişkili ise (yani tutuklama veya tutukluluğun devamına ilişkin karar veren mahkemelerden biriyse) ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa en yakın yer ağır ceza mahkemesi yetkili ve görevli mahkeme olacaktır.

Haksız tutuklama tazminatının davalısı/muhatabı, Devleti temsilen hazinedir. Dava hazineye karşı açılır. Haksız tutuklama tazminatı istemine ilişkin davalar duruşmalı olarak yapılır. Mahkemenin hükmettiği tazminat miktarına göre verilen karara karşı İstinaf ve Temyiz yoluna gidilebilir. Anayasa Mahkemesi’nin vermiş olduğu son kararı haksız ve uzun tutukluluk konusunda yargıya tutuklama tedbirini uygularken uyması gereken kuralları, yol haritası olarak detaylı bir şekilde açıklamıştır. Anayasa Mahkemesi’nin bu yol haritası ışığında yargı mercilerinin uygulama yapacağını temenni ederim.

Av. Cesim PARLAK