Yok yok, nefret ediyorum senden ve istemiyorum sevgini… Hayatı, doğayı, yıldızları, kuşları, yer altında ve yer üstünde yaratılmış olanı sevmek istemiyorum! Görmek istemiyorum olanları, duymak istemiyorum sesleri; dokunmak, tatmak, koklamak istemiyorum hiçbir şeyi. Bir ‘duygu’ sarıyor benliğimi, yok olup gitmek istiyorum.”

Ağlamak, gülmek, sevinmek, üzülmek, düşünmek ve daha pek çok şeyi harekete dönüştürmek, temelinde duygularımızın bir yansımasıdır.

İnsan dünyaya geldiğinde duygularıyla doğar. Hatta daha dünyaya gelmeden önce de duygulardan etkilenir. Bir bebek daha ilk oluşum anında anne ve babasının duygularını üstlenir. Ve bu duygular bebeğin karakterini belirleyen gen faktöründe belirlenir. Sonra çevre bilgisiyle birlikte duyguları kendine ait yorumlarıyla da şekillenmeye başlar. Duygularıdır onun yaşama tutunmasını sağlayan. Hayatı duygu dünyasıyla anlamlandırır. Her koşulda duygu, sevilmekle ya da nefretle beslenir ve yerleşir. Dolayısıyla negatif ya da pozitif hareket edebilir.

Bir heykeltıraş heykele duygularıyla şekil verir. Bir beste ruhun hissettiği duyguyla notaya dökülür. Bir yazar duygularından aldığı kuvvetle kalemini oynatır.

Bir bilim adamı duyguları olmadan hiçbir şey keşfedemez. Hiçbir yaratı, duygu olmadan ortaya çıkamaz. Ve bir insan duyguları olmadan varlığını sürdüremez. Duygular, ilham kaynağıyla bağ kuran bir titreşimdir.

Bunlar duygularımızın yaratıcı yönleri, pekiyi duygular hep böyle midir? Yakıp yıkan duygular da yok mudur?

Duygular düşünceleri, düşünceler de duyguları oluşturabilir. Ve biz buna göre kendimizi iyi ya da kötü hissedebiliriz. Duyularımız, duyguları algı üzerinden yorumlar ve onları iyi - kötü şeklinde ayırma eğilimi gösterir. Şayet duyular bu ölçümlemeyi varlığını sürdürme içgüdüsü üzerinden yorumlar ise objektif olamaz. Mesela eğitilmemiş bir zihin, belirli düzeyde bir muhakeme yeteneğini geliştirememişse duyu üzerinden aldığı duyguyu tek boyutta değerlendirir. Onu enine boyuna ve derinlemesine düşünmeyi idrak edemez. Ya da; hayatta yaşamını sürdürmekten başka hiçbir beklentisi olmayan birine, koşullarına küçücük bir katkı sağladığınızda her dediğinize ‘peki’ diyebilir. Oysa düşünen, muhakeme yapan; geçmiş, şimdi ve geleceği görebilen biri bu menfaati gözetmez ve bütünü düşünerek kabul ya da reddeder. Çünkü onun için kişisel çıkarları önemli değildir. İşte o nedenle “köydeki çobanın oyuyla, algı ve bilinç düzeyi gelişmiş birinin oyu bir olamaz!”

Duygularımız her an bizimledir. Hayatımıza tahminlerimizin ötesinde yön veren bir dinamo gibidir. Cenneti de, cehennemi de yaşamamıza neden olabilmektedir. Kontrol edilemeyen duygularımız, yakıcı ve yıkıcıdır. Bununla ilgili her gün ne kadar çok haberle karşılaşıyoruz değil mi? Duygularını denetleyemediği için öfkesine yenik düşen, kendisini terk eden sevgilisini, eşini öldürenleri görebiliyoruz.

Negatif duygular; uyumsuzluğun, aşırı stresin, birçok hastalığın, mutsuzluğun, umutsuzluğun, kaygının, korkunun, nefretin, öfkenin yıkıcı kaynağı olabilir.

Ancak sanılmasın ki, pozitif düşünceler çok iyidir. Pozitif düşünceler de en az negatifler kadar zarar verebilmektedir!

Önemli olan şey; pozitif veya negatif duygular yerine, hislerin duygu üzerinden akıl ile harmonisinde oluşturulan uyumdur. Denetlenebilen ve farkındalıklı duygu yönetimi yaratıcı düşünceye dönüşerek hayatı anlamlı bir yaşama dönüştürebilir. Karar SİZİN!…

Nimet Erenler Gülkökü

Sosyolog- Aile Danışmanı ve Araştırmacı Yazar