Ticari ilişkilerde sıkça ortaya çıkan alacak kavramının, Anayasa ile güvence altına alınan ve temel hak ve hürriyetler kapsamında yer alan mülkiyet hakkının konusunu oluşturduğu şüphesizdir. Bu yönüyle borç-alacak ilişkisi, buna bağlı oluşan haklar, yükümlülükler ve yaptırımlar kanunlar ile ayrıntılı olarak düzenlenerek sağlam bir hukuki düzleme oturtulmuştur. Bu incelememizde para borçlarında borçlunun temerrüdü durumunu, şartlarını ve sonuçlarını açıkladıktan sonra özellikle alacaklının haklarını korumak için Yargıtay Kararları ile şekillenen munzam (aşkın) zarar ele alınacaktır.

1. Para boçlarında borçlunun temerrüdünün şartları nelerdir?

Öncelikle, borçlunun temerrüdünden (gecikme) bahsedebilmek için; edimin ifasının mümkün olması, borcun muaccel (vadesi gelmiş) olması, borçlunun edimi ifadan kaçınma hakkının bulunmaması ve ifa etmemenin borca aykırı bir davranış olması şartlarının gerçekleşmiş olması gerekmekte, bununla birlikte bir kısım durumlar için borçluya ihtar yapılmış olması şartı da aranmaktadır. Söz konusu şartların birlikte gerçekleşmiş olması durumunda borçlu temerrüde düşmüş olacak ve  TBK 117 ve devamında düzenlenen bir takım sonuçlarla karşı karşıya kalacaktır.

Belirtmek gerekir ki, borçlunun mütemerrit sayılması için borcun gecikmesinde borçlunun kusurlu olması gerekmez. Diğer bir deyişle, borçlu kendisine düşen özen ve yükümlülüğü yerine getirmiş olsa da borcun ifasını geciktirmiş ise diğer şartların varlığı halinde mütemerrit sayılır. O halde kusur, borçlunun mütemerrit sayılması için değil, temerrüdün hukuki sonuçları açısından bir önem arz etmektedir.

2. Para borçlarında borçlunun temerrüdünün sonuçları nelerdir

a. Gecikme tazminatı

TBK m.118: “Temerrüde düşen borçlu, temerrüde düşmekte kusuru olmadığını ispat etmedikçe, borcun geç ifasından dolayı alacaklının uğradığı zararı gidermekle yükümlüdür.”

Yukarıda yer verilen hüküm ile borçlunun temerrüdü durumunda alacaklıya aynen ifa ve gecikme sebebiyle uğradığı zararların tazminini (gecikme tazminatı) talep etme imkanı tanınmıştır. Alacaklı, gecikme sebebiyle uğradığı zararı ispat ederek gecikme tazminatı talep edebilir. Ancak, borçlu temerrüde düşmede kendi kusuru olmadığını ispat ederse gecikme sebebiyle uğranılan zararın tazmini gerekmez. Görüldüğü gibi burada kusur temerrüdün şartı değil, bir kurtuluş beyyinesi olarak yer almaktadır. Diğer bir ifadeyle, temerrüde düşmekte kusuru olmadığını ispat eden borçlu gecikme tazminatını ödemekten kurtulmaktadır.

b. Temerrüt faizi

Bahsedilen genel kuralın yanında borcun konusu bir miktar paranın ödenmesi ise, paranın ödenmesinde temerrüde düşen borçlu, geçmiş günler/gecikmeler için TBK 120 ve devamında belirtilen temerrüt (gecikme/geçmiş günler) faizi ödemekle yükümlüdür. Ancak, para borçlarında meydana gelen gecikmeden dolayı temerrüt faizinin talep edilmesi - alacaklının zarara uğraması veya borçlunun kusuru gibi - bir şarta bağlı olmadığından herhangi bir ispat şartına da bağlanmamıştır.  Buna göre kusuru olmasa bile temerrüde düşen borçlu alacaklıya esas borcunu ödemenin yanı sıra temerrüt faizi ödemekle de yükümlü tutulmaktadır.

Ancak borçlu temerrüde düşmekte kusurlu ise, alacaklı temerrüt nedeniyle oluşan gecikmeye bağlı giderler ve kâr kaybının yanında diğer bütün zararlarını da isteme hakkına sahip olmaktadır.

c. Aşkın/Munzam zarar

Bazı durumlarda, para borçları açısından alacaklıya ödenen temerrüt faizi, alacaklının gecikme sebebiyle uğradığı zararların tazmini için yeterli olmamaktadır. Diğer bir ifadeyle, alacaklının temerrüt sebebiyle uğradığı zarar, borçlunun ödediği temerrüt faizinin üzerinde olabilmektedir. Böyle bir durumda, alacaklı temerrüt faizinin yanında temerrüt faizi ile karşılanamayan zararını da talep etme hakkına sahiptir. Burada belirtilen temerrüt faizini aşan zararlara aşkın/munzam zarar denilmektedir. Nitekim Yargıtay 19. Hukuk Dairesi 02.10.1997 tarih ve K:97/7979 sayılı kararında munzam zararı, borçlu temerrüde düşmeden borcunu ödemiş olsaydı alacaklının mal varlığının kazanacağı  durum ile temerrüt sonucunda ortaya çıkan durum arasındaki farktan, temerrüt faizi ile karşılanamayan ve onu aşan bölüme ilişkin zarar olarak tanımlamıştır. (Örn: “Hak edişlerin zamanında alamadığı için, vergi cezasına maruz kalan yüklenicinin, ödediği cezayı istemesi, faizi aşan munzam zarar olduğundan...,” 15. HD. 16.1.1995, 6546/65). Munzam zarar, kaynağı ne olursa olsun, temerrüt faizi uygulanabilir nitelikte olmak şartıyla tüm para borçlarında uygulama alanına sahiptir. Borcun kaynağı haksız fiil, sebepsiz zenginleşme, vekaletsiz iş görme veya eser sözleşmesi olabilir. Bu yönüyle munzam zararın hukuki sebebi, asıl alacağın temerrüde düşmesi ile oluşan ve asıl alacaktan bağımsız olan hukuka aykırılıktır.

“Mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılama ve alınan bilirkişi raporu neticesinde, davacının ... A.Ş. bayisi olarak davalı tarafa kalorifer yakıtı temin edip sattığının anlaşıldığı, davacının çalıştığı sektör göz önüne alındığında anılan iddiasının yerinde olduğu, davacının alacağını zamanında elde etmiş olabilseydi aynı miktar akaryakıt almasının hayatın olağan akışına uygun göründüğü, diğer bir deyişle, davacı, davalıdan zamanında alacağını tahsil etmiş olsaydı, elde edeceği miktar kadar akaryakıt alabilecek olduğu ve sonuç itibariyle para kaybından etkilenmeyecek şekilde akaryakıt temin etme imkânına kavuşacak olduğu, bu durumda davacının munzam zarar talebinin yerinde olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davalılar vekillerince temyiz edilmiştir.

Davacı, davalılara sattığı akaryakıt bedelinin ödenmediğini, bunun için dava açmak zorunda kaldığını, uzun süren yargılama sonucunda aldığı ilamın icrası sonucu eline geçen anapara ve faiz toplamının sattığı akaryakıt bedelini bile karşılamadığını belirterek munzam zarar talep etmiştir. Davacı munzam zararının sebebi olarak sattığı akaryakıtı yerine koyamama olarak bildirmiştir. Bu durumda mahkemece yapılması gereken iş, konusunda uzman bilirkişi heyeti oluşturularak önce davacının davalılara hangi tür akaryakıtı ne miktarda sattığı ve satış bedelinin ne zaman ödenmesi gerektiğini saptattırmak, satış bedelinin ödenmesi gerektiği tarihte davacının sattığı akaryakıt tür ve miktarında yeni akaryakıtı kendi tedarikçisinden kaç liraya tedarik edebileceğini buldurmak, daha sonra akaryakıt bedeli için açtığı davada tahsil ettiği anapara ve faiz toplamını tespit ettirmek olmalıdır.

Davacının davalılardan tahsil ettiği anapara ve faiz toplamının, davacının sattığı malı yeniden tedarik etmesi için ödemesi gereken bedelle kıyaslayıp arada davacı aleyhine bir fark varsa davacının munzam zararının bu olduğunun kabulüyle sonucuna göre karar vermekten ibarettir. Ancak hükme esas alınan bilirkişi raporu bu ilkelere uygun düzenlenmemiştir. Eksik soruşturmayla hüküm kurulamaz, bu nedenle hükmün bozulması gerekmiştir.” (YARGITAY 19. HD, E. 2017/5217, K. 2019/5474, T. 9.12.2019)

Borçlu borcunu zamanında ödememiş ve alacaklı da alacağını elde edebilmek için bir takım masraflar yapmış ise yapılan masraflar temerrüt faiziyle karşılanamıyorsa gecikme faizini aşan kısım munzam zarar olarak talep edilebilir. Yahut, alacaklı parasını zamanında alabilseydi, sermayesini çeşitli yatırımlara yönlendirerek kazanç sağlayabilecek iken alacağının zamanında ödenmemesi nedeniyle bu imkanı değerlendirilmemiş olabilir. Tüm bu durumlarda yoksun kaldığı kazanç miktarı temerrüt faiziyle karşılanamıyorsa temerrüt faizini aşan kısmı munzam zarar olarak talep edilebilecektir.

Ayrıca, temerrüt nedeniyle alacağını zamanında alamayan alacaklı, başka kaynaklardan borç para almış, kredi kullanmış veya teminat göstermek zorunda kalmışsa, bunlar için yapılan masraflar ile zorunlu olarak ödenen faizler ve komisyon da munzam zarar olarak istenebilir. Örneğin, bir  müteahhidin hakedişlerinin geç ödenmesi nedeniyle kredi çekmek zorunda kalması ve bu kredi için bir takım masraflara, giderlere katlanmak zorunda olması. (kredi sebebiyle ödediği faiz ve diğer masraflar)

Veya, temerrüdün alacaklı ile onun alacaklısı arasındaki hukuki ilişkiyi olumsuz etkilemesinden doğan zarar da munzam zarar kapsamında değerlendirilebilir. Örneğin; vadesi dolmuş alacağını borçludan alamayan ve bundan dolayı üçüncü kişilere karşı yüklendiği edimleri ifa edemeyen alacaklı, bu nedenle acze düşmüş ve dava veya takiplere maruz kalmış ise (çalıştırdığı işçilerin ücretlerini veya kullandığı malzemelerin ücretlerini ödeyememiş vs) bundan dolayı oluşacak zararını munzam zarar olarak isteyebilmektedir.

Bu açıklamalar ışığında munzam zararın başlıca şartlarını, bir para borcunun bulunması, para borçlusunun temerrüde düşmesi, alacaklının temerrüt faiziyle karşılanamayan bir zararının bulunması, borçlunun kusursuzluğunu kanıtlayamamış olması ve munzam zarar ile borçlunun temerrüdü arasında illiyet bağının bulunması, şeklinde açıklayabiliriz.

3. Para borçlarında munzam zararın ispatı kimin üzerindedir? munzam zararda ispat nasıl yapılır? dönemsel olarak ispatın şartlarının değişmesi mümkün müdür?

TBK “Aşkın zarar” başlıklı 122/1 üncü maddesinde;

“Alacaklı, temerrüt faizini aşan bir zarara uğramış olursa, borçlu kendisinin hiçbir kusuru bulunmadığını ispat etmedikçe, bu zararı da gidermekle yükümlüdür.

Bu madde hükmüne göre alacaklı, geç ödeme sebebiyle öngörülen faizle karşılanamayacak bir zarara uğramış ise, borçlu geç ödemeden dolayı kendisinin hiçbir kusurunun bulunmadığını ispat etmedikçe, bu zararı karşılamak zorundadır. Burada munzam zararın bir şartı olarak borçlunun temerrüde düşmede kusurlu olduğu kabul edilmiş, aksinin ispatı borçlu üzerinde bırakılmıştır. Diğer bir anlatımla, alacağına geç kavuşan munzam zarar alacaklısı, asıl alacağının yanında aşkın zararının mevcut olduğunu da ileri sürmüş ise borçlu temerrüde düşmede kendisine atfedilebilecek herhangi bir kusurun  bulunmadığını ispat etmedikçe munzam zararı da tazminle yükümlü olacaktır. 

Hemen belirtelim ki; alacaklı tarafından ileri sürülen munzam zararının varlığının soyut olarak ispatı yeterli kabul edilmektedir. Munzam zararın ispat sorununa ilişkin olarak, Anayasa Mahkemesi'nin bireysel başvuru sonucunda vermiş olduğu 21.12.2017 gün ve 2014/2267 sayılı başvuru nolu kararına konu uyuşmazlıkta, başvurucunun mülkiyet hakkı kapsamındaki alacağının enflasyon karşısında önemli ölçüde değer kaybına uğratılarak ödendiği anlaşıldığından başvurucuya şahsi ve olağan dışı bir külfet yüklendiği, bu tesbite rağmen derece mahkemelerinin başvurucunun zarara uğradığını ayrıca ispatlaması gerektiği yönündeki katı yorumu nedeniyle somut olay bakımından kamu yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunması arasında kurulması gereken adil dengenin başvurucu aleyhine değerlendirilip mülkiyet hakkının ihlâl edildiğine ve yeniden yargılamanın yapılmasına karar verilmiş olup munzam zararın soyut ispatının yeterli olduğu yönünde bir değerlendirme yapılmıştır.

Dolayısıyla, munzam zarar alacaklısının alacağına geç kavuşması sebebiyle temerrüt faizini aşan zararını kalem kalem ispat etmesine gerek olmayıp, her yıl gerçekleşen enflasyon oranı, mevduat ve devlet tahvillerine uygulanan faiz oranları, döviz kurları ve diğer yatırım araçları ile ilgili belgeler resmi kurumlardan getirtilerek, uzman bilirkişiden rapor alınmak suretiyle gerçek/aşkın zararın belirlenmesi yeterli olmaktadır. Nitekim, Yargıtay’ın güncel tarihli verdiği bir kararda munzam zararın varlığı için somut ispat yükümlülüğünün gerekmediği ifade edilmiştir.

“Dairemizce uzun yıllar munzam zararın varlığını davacı alacaklının somut delillerle kanıtlamak zorunda olduğu kabul edilip uygulanmış olmakla birlikte, Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvuru sonucunda vermiş olduğu, 21.12.2017 gün ve 2014/2267 sayılı başvuru nolu kararına konu uyuşmazlıkta, başvurucunun mülkiyet hakkı kapsamındaki alacağının enflasyon karşısında önemli ölçüde değer kaybına uğratılarak ödendiği anlaşıldığından başvurucuya şahsi ve olağan dışı bir külfet yüklendiği, bu tespite rağmen derece mahkemelerinin başvurucunun zarara uğradığını ayrıca ispatlaması gerektiği yönündeki katı yorumu nedeniyle somut olay bakımından kamu yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunması arasında kurulması gereken adil dengenin başvurucu aleyhine değerlendirilip mülkiyet hakkının ihlâl edildiğine ve yeniden yargılama yapılmasına karar verilmiş olması karşısında, hak ihlâline neden olmamak düşüncesiyle munzam zararın somut delillerle kanıtlanması gerektiği uygulamasından vazgeçilmiş, gelişen ekonomik koşullar, mülkiyet hakkı ile kamu yararı arasındaki adil dengenin korunması Anayasa Mahkemesinin ihlâl kararlarının bağlayıcılığı göz önünde tutularak enflasyon ve buna bağlı olarak döviz kurları, mevduat faizleri, devlet tahvilleri ve diğer yatırım araçlarının faiz oranları ile birlikte getirilerinin temerrüt faizden fazla olması halinde munzam zararın varlığının karine olarak kabul edilmesi gerektiği benimsenmiştir.

Bu açıklamalar doğrultusunda somut olaya gelince; davacı, alacağının temerrüde rağmen süresinde ödenmemesi nedeniyle vergi, … prim borçları, kira ve faturalarının gecikme faizi ve zararla ödediği, şirkete ait dükkanın borçları karşılığı alacaklılara verilmek zorunda kaldığı ve şirketin aldığı diğer işleri tamamlayamadığını ileri sürmüş ise de; yapıldığı ileri sürülen ödemeler, maruz kalınan icra takiplerinin davacı şirketin davalıdan olan alacağını zamanında tahsil edememesi nedeniyle yapıldığı, ileri sürülen zararlar ile geç ödeme arasında illiyet bağının bulunduğu ve munzam zararın varlığı somut delillerle kanıtlanamamıştır. Ancak davalı tarafça enflasyonun yüksekliği ve paranın satın alma gücündeki azalma nedeniyle faizle karşılanmayan zararın varlığına dair karinenin aksi de ileri sürülüp ispatlanmamıştır.

Bu durumda mahkemece, ülkemizde yaşanan ve herkes tarafından bilinen enflasyon olgusu nedeniyle her zaman alacaklının zararının temerrüt faizi ile karşılanması mümkün olmayacağı, gecikme halinde faizle karşılanmayan zararın varlığı karine kabul edilip bu karinenin aksi davalı borçlu tarafından ileri sürülüp kanıtlanamadığından öncelikle temerrüt tarihleri ile tahsil tarihlerindeki enflasyon verilerini gösterir TEFE, TÜFE-ÜFE oranları, bankalardan mevduat faiz oranları, döviz kurları devlet tahvil faiz oranları, işçi ücretleri ve diğer yatırım araçları ile ilgili bilgiler resmi kurumlardan sorulup tespit edildikten sonra tahsiline karar verilen alacağın tahsil edilip temerrüt tarihi itibariyle bu yatırım araçlarından oluşacak sepete yatırılması halinde tahsil tarihlerinde ulaşabileceği miktar ile bulunacak bu miktardan davada kabul edilen alacağın tahsil tarihinde ulaştığı miktar hesaplattırılıp faizle karşılanmayan zarar ve miktarı konusunda yeniden oluşturulacak bilirkişi kurulundan gerekçeli ve denetime elverişli rapor alınıp sonucuna uygun bir karar verilmesi gerekirken (...)” (YARGITAY 15. HD E. 2018/3765, K. 2018/4907, T. 6.12.2018)

Bu bakımdan, munzam zarar alacaklısı enflasyonun yüksekliği ve paranın satın alma gücündeki azalmayı ileri sürerek munzam zarar alacağını ispat külfetinden kurtulmuş olmaktadır. Bunun aksine yönelik Yargıtayın vermiş olduğu son tarihli kararlar da mevcuttur;

“Eldeki dava; tapu tahsis belgesinin düzenlenmesi karşılığında ödenen ve daha sonra tahsisin iptali üzerine yasal faizi ile iade edilen bedele yönelik, faiz ile karşılanamayan munzam zararın tahsili istemine ilişkindir.

Dosya kapsamından; mahkemece bilirkişi raporu hükme esas alınarak, davacıların murisi tarafından ödemenin yapıldığı 1988 tarihinden dava tarihine kadar, taşınmazın dava tarihindeki değeride hesaba katılarak çeşitli ekonomik verilerin ortalaması alınmak suretiyle zarar hesabı yapılmıştır. Öncelikli olarak dava konusu somut olayda, çözümlenmesi gereken hukuki sorun; temerrüt faizini aşan bir zararın mevcut olup olmadığıdır. Yüksek enflasyon, dolar kurundaki artış, serbest piyasadaki faiz oranlarının yüksek oluşu davacıyı ispat yükünden kurtarmaz. Davacı para alacağını zamanında alması halinde ne şekilde kullanacağını, uğradığı zararın kendisine ödenen temerrüt faizinden fazla olduğunu ispat etmek zorundadır.

Şu durumda, mahkemece taraf delilleri eksiksiz olarak toplanarak davacı tarafından munzam zararın varlığının ispatlanması durumunda; davacıların murisi tarafından 19/04/1988 tarihinde davalı hesabına ödenen 2.322,000 TL'nin davalı tarafından 21/08/2000 tarihinde 8.479,147 TL olarak iade edildiği gözetilerek, ödenen meblağın iade tarihindeki güncelenmiş değeri esas alınarak zarar kapsamı belirlenmelidir. Açıklanan nedenlerle eksik incelemeye dayalı kararın bozulması gerekmiştir.” (YARGITAY 4. HD E. 2017/154, K. 2019/5415, T. 20.11.2019)

Munzam zararın hesabında dönem bazında ispat koşulunun değişeceğine ilişkin Yargıtay'ın güncel tarihli vermiş olduğu kararları da mevcuttur.

“6098 Sayılı TBK'nın 122. maddesi (Mülga BK'nın 105. ) maddesi uyarınca, alacaklı, temerrüt faizini aşan bir zarara uğramış olursa, borçlu kendisinin hiçbir kusuru bulunmadığını ispat etmedikçe, bu zararı da gidermekle yükümlüdür. Kanun koyucu para borcunun geç ödenmesi halinde bir zararın mevcut olduğunu kural olarak benimsemiş, bu zararın tazminini iki bölümde düşünmüştür. Birinci bölüm, ispat edilmeden tahsili talep edilebilecek zarar miktarı olup, bu zararın temerrüt faizi ile karşılanması kabul edilmiştir. Bunun dışında alacaklının herhangi bir karineden istifade etmek olanağı yasal olarak mevcut değildir. Bu nedenle, munzam zarar isteminde bulunan alacaklı öncelikle borçlunun borcunu geç ödemesi nedeniyle uğradığı zararın temerrüt faizi ile karşılanamadığını, temerrüt faizini aşan bir zarara uğradığını ispat etmelidir. Alacaklı, borçlunun ilk temerrüde düştüğü tarihten alacağını faizi ile birlikte tahsil ettiği tarihe kadar olan dönem için munzam zararını isteyebilecektir. Munzam zarar borcunun hukuki sebebi, asıl alacağın temerrüde uğraması ile oluşan hukuka aykırılıktır. O nedenle, borçlunun munzam zararı tazmin yükümlülüğü (TBK madde 122 ), asıl borç ve temerrüt faizi yükümlülüğünden tamamen farklı, temerrüt ile oluşmaya başlayan asıl borcun ifasına kadar zaman içinde artarak devam eden, asıl borçtan tamamen bağımsız yeni bir borçtur. Munzam zarar sorumluluğu, kusur sorumluluğuna dayanır. TBK'nın 122. maddesi (Mülga BK'nın 105. ) kusur karinesini benimsemiştir. Munzam zarardan kaynaklanan tazminat borcunun doğması için aranan kusur, borçlunun temerrüde düşmekteki kusurudur. Farklı bir anlatımla, burada zararın doğmasına yol açan bir kusur ilişkisi aranmaz ve tartışılmaz. Sorumluluk için borçlunun temerrüde düşmekteki kusurunun varlığı asıldır. Kural olarak munzam zarar alacaklısı, öncelikle temerrüde uğrayan asıl alacağının varlığını, bu alacağın geç veya hiç ifa edilmemesinden dolayı temerrüt faizi ile karşılanmayan zararını, zarar ile borçlu temerrüdü arasındaki uygun illiyet bağını ispat etmekle yükümlüdür. Alacaklı borçlunun temerrüde düşmekte kusurlu olduğunu ispatla yükümlü değildir. Borçlu ancak temerrüdündeki kusursuzluğunu kanıtlama koşuluyla sorumluluktan kurtulabilir. Bu itibarla, munzam zarar davalarında alacaklının (davacının ) ispat yükümlülüğü çok sıkı kurallara bağlanmamalı, genel ispat yöntemlerinde olduğu gibi her olayın kendi yapısı ve özelliği içinde değerlendirmeye tabi tutulmalıdır.

Ülkemizde süregelen enflasyonun belli yıllarda yüzde yüzlerde seyrettiği, vadeli mevduatların en az bu oranlarda gelir getirdiği, yabancı para değerinin (kurların ) her zaman temerrüt faiz oranlarını aştığı, banka kredileri faizlerinin yüzde iki yüze kavuştuğu, paranın iç alım (satım ) alma değerinin büyük ölçüde azaldığı tartışmasız ve yaşanan bir gerçek olduğu çok açıktır. Böyle bir enflasyonist ortamda bireyin parasının değerini sabit tutmak ve kazanç sağlamak için bir çaba ve girişimlerde bulunması, örneğin en azından vadeli mevduat veya kurları devamlı yükselen döviz yatırımlarında değerlendirmesi, olayların normal akışına, hayat tecrübelerine uygun düşen bir karine olarak kabul edilmesi zorunludur. Gerçekte de, anlatılan enflasyonist ortamda yaşayan makul, normal bir kişinin parasını atıl biçimde elde tutmayacağı, gelir getirici bir yatırıma dönüştüreceği, insan yapısının ve menfaatlerini koruma içgüdüsünün de doğal bir sonucudur. Hal böyle olunca, enflasyonist ekonominin olumsuz etki ve sonuçları kamuca az veya çok herkesin bildiği, en önemlisi gerekli olduğu taktirde bilinebilmesinin kolayca gerçekleştirilebileceği ve mahkemelerin de bilgisi altında olan vakıalar olarak kabulü gerekir.

Munzam zararın enflasyonun gündemde olmadığı ve döviz kurlarının da istikrar kazandığı dönemlerde doğmuş olması halinde ise, ispat yükü bakımından durum farklı olup, buna ilişkin Dairemiz'in uygulaması, alacaklının munzam zararını somut olarak kanıtlaması gerektiği yönündedir. Somut olayda, davaya konu paranın 09.12.1999 tarihinde Egeabank A.Ş'ye yatırıldığı ve 09.05.2016 tarihinde temerrüt faizi ile birlikte tahsil edildiği, munzam zararının oluştuğu iddia edilen dönemin 16 yıllık bir süreci kapsadığı anlaşılmaktadır. Bu itibarla, mahkemece, munzam zararın oluşumundaki zaman kesitinin ekonomik koşullarının farklılığı gözetilmeden tüm dönem için somut ispat arayan yazılı gerekçe ile sonuca gidilmesi isabetli görülmemiştir.

Bu durumda, ilk derece mahkemesince,munzam zararın ispatı noktasında yukarıda açıklanan ilkeler gözetilerek, Dairemizin yerleşik içtihatlarında belirtildiği şekilde sepet formülüne göre munzam zararı hesabı yapılması, bu doğrultuda, munzam zararın tespit edilebilmesi için borçlunun temerrüde düştüğü tarihten ödemenin gerçekleştirildiği güne kadar geçen süre içerisinde her yıl itibarı ile gerçekleşen yıllık enflasyon artış oranı, bu oranın eşya fiyatlarına yansıma durumu, mevduat ve Devlet tahvillerine verilen faiz oranları, Türk Lirası karşısında döviz kurlarına ilişkin değişiklik listeleri davacıdan istenmek, gerektiğinde bunları ilgili resmi kurum veya kuruluşlardan araştırmak, bu sahada uzman bilirkişi görüşünden de yararlanılmak suretiyle bu süre içerisindeki para değerinin düşmesi, alım gücü azalması nedeniyle alacaklının maruz kaldığı zarar miktarının yukarıda değinilen unsurların toplanıp, ortalamaları bulunarak belirlenmek ve istenilen alacağın temel hukuki yapısı nedeniyle bir tazminat alacağı niteliğinde olduğundan ve bu zararın oluşmasında ülkenin içinde bulunduğu ekonomik ve sosyal ortamın da etkili bulunduğu ve bundan ülkede yaşamını sürdüren gerçek veya tüzel kişilerin etkilenmemesinin kaçınılamaz olduğu ve nihayet her somut olayın özelliği de dikkate alınarak, bulunacak miktarın TBK'nın 50 ve 51. maddeleri (mülga BK'nun 42 ve 43. ) çerçevesinde değerlendirmeye de tabi tutularak belirlenmesi ve bundan sonra bulunan bu zarar miktarından davacının alacağını tahsil ederken aldığı temerrüt faizi miktarı düşülerek hasıl olacak sonuç çerçevesinde davacının munzam zararının olup olmadığı ve miktarı tayin ve tespit edilmesi gerekirken eksik incelemeye dayalı hüküm tesisi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.” ( YARGITAY 11. HD, E. 2018/1512, K. 2019/3201, T. 29.4.2019)

4. Para borçlarında munzam zararın asıl alacaktan ayrılan ayrı bir dava ile ileri sürülmesi mümkün müdür? zamanaşımı süresi nedir?

TBK “Aşkın zarar” başlıklı 123/2 üncü maddesinde;

“Temerrüt faizini aşan zarar miktarı görülmekte olan davada belirlenebiliyorsa, davacının istemi üzerine hâkim, esas hakkında karar verirken bu zararın miktarına da hükmeder.” hükmüne yer verilmiştir.

Bu madde hükmüne göre, alacaklı munzam zararını asıl alacağa ilişkin görülmekte olan mahkemede ileri sürebileceği gibi ayrı bir dava olarak da ileri sürebilir. Ayrıca alacaklının munzam zararının ayrı bir dava ile ileri sürebilmesi için asıl alacağa ilişkin davada fazlaya ilişkin hakkını saklı tutması da gerekmez. Nitekim Yargıtay 13 üncü Hukuk Dairesi’nin 16.05.2002 tarih ve E:7994/5671 sayılı kararında, “ (...) borçlunun munzam zararı tazmin yükümlülüğü, asıl borçtan ve temerrüt faizi yükümlülüğünden tamamen farklı, temerrüt ile oluşmaya başlayan asıl borcun ifasına kadar zaman içinde artarak devam eden, asıl borçtan tamamen bağımsız yeni bir borçtur. Munzam zarar bu hukuki niteliği ve karakteri itibariyle asıl alacak ve temerrüt faizi yanında talep edilmemiş olması halinde dahi takip veya davanın konusuna dahil bir borç olarak da kabul edilemez. Hal böyle olunca, asıl alacağın faizi ile birlikte tahsiline yönelik icra takibinde veya davada munzam zarar hakkının saklı tutulduğunu gösteren bir ihtirazi kayıt dermeyanına da gerek yoktur. hükmüne yer verilerek munzam zararın hukuki niteliği itibariyle asıl alacaktan bağımsız ayrı bir borç olduğu ve münhasıran dava edilebileceği ifade edilmiştir.

Yukarıda yer verilen açıklamalar ışığında, munzam zarara ilişkin tazminat talebi esas itibariyle bir alacak hakkı olduğundan ve asıl alacak ve faizleri bakımından icra takibinde bulunulması veya dava açılması ile sona ermeyeceğinden TBK’da düzenlenen 10 yıllık genel zamanaşımı süresine tabidir. Nitekim anılan kanunda buna ilişkin ayrıksı bir hüküm de bulunmamaktadır. Ayrıca, zamanaşımı süresinin başlangıcı, munzam zararın hukuki niteliği itibariyle genel hüküm uyarınca asıl alacağın muaccel olduğu tarih olacaktır. Diğer bir anlatımla, borçlunun temerrüde düştüğü tarihten ve dolayısıyla temerrüt faizinin istenebileceği tarihten itibaren munzam zarar için öngörülen zamanaşımı süresi işlemeye başlayacaktır.

Sonuç olarak; munzam zarar; para borçlarında geçerli olan ve temerrüt faizinden farklı olarak kusur sorumluluğuna dayanan bir tazminat türüdür. Bu açıdan, temerrüt sebebiyle gecikme faizini de aşan zararı oluşan alacaklı, 10 yıllık genel zamanaşımı süresi içinde asıl alacağa karşı açmış olduğu davada veya müstakil bir davada ileri sürmeli, temerrüt faizini aşan zararını somut delillerle veya duruma göre bir kısım hallerde soyut delillerle ispat etmelidir.

Tüm bu süreçlerde hak kaybına uğramamak adına bir avukattan hukuki destek alınması tarafların menfaatine olacaktır.