Kamu güvenliğinin tesisi maksadıyla kamuya açık alanlara kurulan görüntü kayıt sistemleri vasıtasıyla hem kitlesel gözetleme, izleme, kaydetme faaliyeti yapılmakta hem de gerektiğinde bu faaliyetler kalabalık içerisindeki bir birey üzerinde de icra edilebilmektedir. Ülkemizde, Kent Güvenlik Yönetim Sistemi (KGYS) olarak bilinen Mobil Elektronik Sistem Entegrasyonu (MOBESE), bir güvenlik uygulaması olarak emniyet birimlerinin güvenlik sistemine 2001 yılında girmiştir. Her ilde kurulumu tamamlanmış olan bu sistem kamusal alanlardaki önemli noktalara, cadde, sokak, kavşaklara ve halkın yoğun geçiş yaptığı yerlere yerleştirilmektedir. MOBESE Sistemi 2008 yılından itibaren devletin destek verdiği, önemli bir güvenlik politikası haline gelmiştir.

MOBESE Sistemi hem trafiğin denetimi hem de suçun önlenmesi ve aydınlatılması amacıyla kullanılmaktadır. Günümüzde bir suç işlendiğinde gerek adli makamların gerekse bireylerin ilk akıllarına gelen soru; olay yerine ilişkin bir kamera kaydının bulunup bulunmadığıdır. Kamera görüntüleri ile olay anının yeniden izlenebilmesi mümkün olduğundan söz konusu kamera sistemleri ceza yargılamasında delil aracı olarak kullanılmaktadır. MOBESE Sistemi konusunda açık ve ayrıntılı bir düzenleme bulunmadığına bir önceki makalemizde değinmiştik.[1] Bu kapsamda MOBESE Sisteminden elde edilen görüntülerin ceza yargılamasında delil olarak kullanılıp kullanılamayacağı konusunun önem arz ettiği düşüncesindeyiz.

MOBESE Sistemindeki asli amaç her ne kadar suçları önlemek gibi yansıtılsa da bu sistemle elde edilen veriler adli amaçla, yargılamada delil olarak kullanılmaktadır. Hatta pek çok kararda MOBESE verilerinin hükme esas alındığı görülmektedir:

“...mobese görüntü kayıtları dosyaya getirilerek içeriğinin denetimine olanak verecek şekilde tutanağa geçirilmesi ve gerektiğinde uzman bilirkişi de dinlenilmek suretiyle (...) taş atıp atmadığı kuşkuya yer vermeyecek şekilde belirlenip...”[2]

“(...) sokağında gerçekleştiği iddia olunan sokakta güvenlik veya MOBESE kameralarının olup olmadığı araştırılmaksızın hüküm kurulması (...) hükmün açıklanan sebeplerle (...) BOZULMASINA, 14.02.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.”[3]

“(...) adresleri gösterir kamera görüntüleri ve mosebe görüntüleri araştırılıp incelendikten (...) sonra kanıtlar bir bütün halinde değerlendirilerek sonucuna göre, sanığın hukuki durumunun takdiri gerekirken, eksik incelemeyle yetinilerek yerinde ve yeterli olmayan gerekçe ile yazılı şekilde hüküm kurulması (...) hükmün açıklanan nedenlerle (...) BOZULMASINA, 22.01.2015 gününde oy birliğiyle karar verildi.”[4]

MOBESE sisteminin getiriliş amacına bağlılığı çerçevesinde herhangi düzenleme bulunmadığı gibi, Yargıtay kararlarından da görüleceği üzere yalnızca suç önleyici amaçlı uygulanan bir yöntem olarak uygulanmadığı da açıktır. MOBESE kameralarının incelenmeyerek eksik inceleme sonucu hüküm kurulması, Yargıtay’ın bozma kararlarına gerekçe olarak gösterilmiştir.

Ceza yargılamasında her ne kadar maddi gerçeğe ulaşmak amacıyla delil serbestisi ilkesi olsa da bu kapsamda sınırsız delil toplama imkânı vermemektedir. Ceza muhakemesinde bir ispat aracının delil olarak kullanılabilmesi, hukuka uygun olarak elde edilmiş olmasına bağlıdır. Delilin hukuka uygun yollardan ve delil yasakları ihlal edilmeksizin elde edilmesi kuralı ceza muhakemesindeki delil serbestîsinin sınırını oluşturmaktadır. Bu noktada belirtilmesi gereken husus; hukuka aykırılık ile kastedilenin hem pozitif hukuk metinlerine hem de hukukun evrensel ilkelerine aykırılık olduğudur.[5] Hukuka aykırı delilden yola çıkarak elde edilen diğer delillerin de hukuka aykırı olacağı hususunda da kuşku bulunmamaktadır. Buna, öğretide "Hukuka aykırı delilin uzak etkisi" ya da "Zehirli ağacın meyvesi de zehirlidir" denmektedir.[6] Bu kapsamda hukuki bir düzenlemesi bulunmayan kamera sisteminden elde edilen görüntülerin de hukuka aykırı olacağı düşüncesindeyiz.

MOBESE gibi kamera sistemlerinin nereye, hangi amaçla, ne kadar süre için kurulduğu, görüntü ve ses kaydetme özelliği olup olmadığı, söz konusu kayıtların ne kadar süre saklandığı ve kimler tarafından söz konusu kayıtlara ulaşılabildiği açıkça düzenlenmiş olmalıdır.[7] Nitekim hukuk devletinde müdahalenin açık, belirli ve öngörülebilir olmasının gerekliliği nedeniyle sadece suçluların yakalanması gayesiyle tuzak formunda kamera sistemi kurulması hukuk devletinde kabul edilemez. Ülkemizde ise MOBESE’nin kaydettiği görüntüler canlı olarak herkes tarafından birçok site aracılığıyla erişilebilmektedir.[8] Bu belirsiz olan hususlar, söz konusu MOBESE kayıtlarının delil niteliği ve ispat gücü konusunda tartışmalara yol açabilmektedir. MOBESE sayesinde elde edilen deliller bakımından; ceza muhakemesinde amaç her ne kadar maddi gerçeğe ulaşmak olsa da buradaki maddi gerçek kavramının “adil yargılanma hakkına uyularak” maddi gerçeğe ulaşma amacı olarak anlaşılması gerektiği belirtilmelidir.

Ülkemizde kullanılan MOBESE sistemi hakkında amacına da uygun olarak suçun önlenmesinde uygun ve etkili olacağı mekanlarla sınırlandırılmış şekilde ve kameralar ile ilgili tüm süreci açık, belirli ve denetlenebilir kılan yasal düzenleme bulunmamakta ve bu nedenle 7/24 mahalle, semt ve sokakları gözetleyen kameralar hakkında ayrıntılı bir düzenleme yapılarak delil olarak kullanılması hukuka uygun hale getirilmelidir. Aksi takdirde mutlak delil yasağının kabul edildiği hukukumuzda, mevcut haliyle MOBESE kameralarından elde edilen delillerin hiçbir şekilde kullanılması mümkün olmaması gerektiği düşüncesindeyiz. Dolayısıyla söz konusu kamera sisteminden elde edilen delillerin ceza yargılamasında hükme esas alınamayacağı gibi başka delillerle desteklenmesi halinde dahi kullanılamaması gerektiği düşüncesindeyiz.

Ceza yargılamasında MOBESE sisteminden elde edilen görüntülerin yargılama sürecindeki durumunu da konumuz kapsamında irdelemek gerektiği düşüncesindeyiz. Delillerin kullanılması ve değerlendirilmesi kapsamında dosyada yer alan hukuka aykırı olarak elde edilen delillerin akıbetinin ne olacağına dair 1412 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’ da herhangi bir düzenleme bulunmadığı gibi 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu kapsamında da hukuka aykırı olan delillerin ne olacağına ilişkin doğrudan bir düzenleme bulunmamaktadır. Kanunda açıkça hukuka aykırı delilin akıbetinin ne olacağı konusunda bir düzenleme bulunmadığından doktrinde bu konuda farklı görüşler bulunmaktadır.

Hukuka aykırı delillerin yargılama sürecindeki durumu için bir görüş, bu delillerin dosyadan çıkarılması yönündedir.[9] Bu görüşü savunanlara göre; bir delilin hukuka aykırı olduğu saptandıktan sonra dosyada tutulmaya devam edilmesi durumu, hukuka aykırı delilin hâkimin takdir yetkisini etkilemesine imkân tanır.[10] Dolayısıyla hâkim, yargılama sürecinde MOBESE sisteminden elde edilen kamera kayıtların hukuka aykırı olduğu kanaatine vardıktan sonra dosyaya konulmamasına karar verebileceği gibi, dosyada bulunan hukuka aykırı delilin de çıkarılmasına karar verebilir.[11]

Bir başka görüş ise, hukuka aykırı delillerin dosya içerisinde ayrı bir bölümde tutulması gerektiğini savunmaktadır.[12]

Diğer bir görüşe göre ise, bir delil hukuka aykırı olarak nitelendirilse dahi yargılama sırasında bir hata nedeniyle hukuka aykırı olarak nitelendirildiği veya delilin aslında hukuka aykırı olmadığı sonradan anlaşılabileceği de nazara alınarak hukuka aykırı olan delillerin dosyadan çıkarılmaması yönündedir.[13] Bu görüşü savunanlar CMK m.230’da bulunan, hukuka aykırı delillerinde kararda açıkça ve ayrıca gösterilmesine ilişkin düzenlemeyi dayanak olarak almıştır.

Bu konuyu kendi görüşümüze göre değerlendirmek gerekirse, bir şeyin delil olarak kabul edilebilmesi için daha önce de belirttiğimiz gibi hukuka uygun olması şartı aranır. Dolayısıyla hukuka aykırı olarak elde edilen veri veya belgelerin delil olarak kabul edilmemesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu nedenle CMK m. 206/2-a[14] gereği hukuka aykırı yoldan elde edilen bir delilin dosyaya konması istendiğinde hâkim veya mahkeme bu delilin dosyaya konulmasını reddetmelidir. Ancak dosya temyiz aşamasına geldiğinde; Yargıtay’ın delilerin ikamesinin reddine ilişkin kararı hukuki açıdan denetleyebilmesi için delillerin dosyada yer alması gerekir. Bu nedenle CMK m. 230/1-b gereğince, hukuka aykırı nitelikteki delillerin dosyada yer alması ve hükümde açıkça gösterilmesi yerinde olacaktır. Nitekim CMK m. 170/5’de[15] yer alan şüpheli veya sanığın hem aleyhine hem de lehine olan hususların gösterilmesi hükmü de hukuka aykırı delillerin dosyada ayrı bir şekilde muhafaza edilmesini gerektirir.[16]

Kısacası; suçun önlenmesi amacıyla kurulan ve teknolojinin gelişmesi ile birlikte hangi alana kadar görüş açısının olduğu, ne kadar süre ile depolandığı hakkında ayrıntılı kanuni bir düzenlemesi olmayan MOBESE sisteminin ülkemizde suçun önlenmesinin yanında ağırlıklı olarak suçun aydınlatılmasında kullanıldığı kamuoyunca bilinmektedir. Ancak ceza muhakemesinde delil serbestisi ilkesinin sınırını oluşturan “hukuka uygun elde edilme” koşulu nazara alındığında temel hak ve özgürlüklere bu denli müdahale eden bir sistemin ayrıntılı bir şekilde düzenlenmesi gerekmektedir. Aksi takdirde ülkemizde kullanılan MOBESE sistemi vasıtasıyla elde edilen deliller hukuka aykırı olacağından, dosyada bulunabilmesine karşın hükme esas alınmasının mümkün olmaması gerektiği düşüncesindeyiz.

[2] Yargıtay 16.CD., E. 2017/2356, K. 2017/5845, T. 25.12.2017.

[3] Yargıtay 6.CD., E. 2014/14863, K. 2018/1047, T. 14.2.2018.

[4] Yargıtay 13.CD., E. 2014/19442, K. 2015/1604, T. 22.1.2015

[5] Özbek, Veli / Kanbur, Mehmet / Doğan, Koray / Bacaksız, Pınar / Tepe, İlker: Ceza Muhakemesi Hukuku, Ankara, 2014, s.727.

[6] Bkz. Yargıtay 19. Ceza Dairesi, E. 2015/4477, K.2015/ 2486: “Hukuk kurallarına aykırılık kavramı bir bütündür. Hukukun bir dalına veya bir kanuna aykırı sayılan bir husus diğer bir kanuna veya hukuka uygun sayılamaz. Hukukun uygulanmasında hukuka uygun olmayan bir şeyin üzerine meşru bir şey bina edilemez. Örneğin, yasak yöntemlerle alınan savunmada belirtilen adreste hukuka uygun bir arama yapılsa bile elde edilen deliller hukuka aykırı olacaktır. Buna “hukuka aykırı delillerin dolaylı etkisi, uzak etkisi” ya da “zehirli ağacın meyvesi de zehirlidir” denilmektedir. Bu itibarla ikrar olarak kabul edilen bu itiraflar mahkûmiyet için geçerli ve yeterli değildir. Sanığın ifade, sorgu ve savunmasının alındığı aşamalarda hukuk kurallarına uyulmadan yapılan arama sonucu (suç eşyasının) bulunduğuna dair arama zabıtları önüne konulan ve böylece köşeye sıkıştırıldığını hisseden sanık bu baskı altında itirafta bulunmak zorunda kalabilir. Sanığın hissettiği bu baskı ve köşeye sıkışmışlık, CMK'nın 135/a (CMK m. 148) maddesinde sayılan yasak yöntemler arasında bulunmamakla birlikte, hukuka aykırı arama ile elde edilen deliller bulunduğuna dair tutanağın kendisine her ifade alınışında gösterilmesinden kaynaklanmaktadır. Böylece sanıktan, hukuka aykırı elde edilmiş delil sayesinde itiraf-ikrar delili elde edilmiş, sanığın kendisini suçlaması sağlanmıştır. CMK'nın 254/2. (CMK m. 148/3, 217/2) maddesi hükmüne göre bu itiraf hükme esas alınamaz.” İfadesinden de anlaşıldığı üzere Yargıtay’ın da bu ilkeyi benimsediğine kuşku bulunmamaktadır.

[7] Abanoz, Buket: Kamusal Alanda Kameralı Gözetlemenin Suçun Önlenmesindeki Etkisi ve Elde Edilen Delillerin Hukuka Uygunluğu Sorunu, İstanbul 2018, 1. Baskı, s.42.

[8] Bu siteler için bakınız: http://ns98.mobese.istanbul/, https://www.canlimobeseizle.com/mobese/turkiye/istanbul/, https://www.ibb.istanbul/SitePage/Index/178,(Erişim Tarihi: 20.05.2019).

[9] Kunter, Nurullah / Yenisey, Feridun / Nuhoğlu, Ayşe: Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, İstanbul 2010, s. 1481.

[10] Şenol, Cem: Teori ve Uygulamada Ceza Muhakemesi Hukuka Aykırı Delillerin Kullanılması ve Değerlendirilmesi Yasağı, İstanbul 2015, s.387.

[11] Abanoz, s.180.

[12] Centel, Nur / Zafer, Hamide: Ceza Muhakemesi Hukuku, İstanbul 2017, Beta Yayınları 14. Bası, s.702.

[13] Şenol, s.388.

[14] 5237 Sayılı Kanun 206/2-a: “Ortaya konulması istenilen bir delil aşağıda yazılı hâllerde reddolunur:

a) Delil, kanuna aykırı olarak elde edilmişse.”

[15] 5237 Sayılı Kanun Madde 170/5: “İddianamenin sonuç kısmında, şüphelinin sadece aleyhine olan hususlar değil, lehine olan hususlar da ileri sürülür.”

[16] Abanoz, s.180.