Ceza yargılamasını en azından soruşturma aşaması bağlamında başlatan şey çeşitli şekillerde ortaya çıkan bir suç şüphesidir. Bu suç şüphesinin vukuu ya da suçun öğrenilmesi hususu ihbar yoluyla, şikayet yoluyla ya da kendiliğinden olabilir. Suçun ya da suça ilişkin şüphenin kendiliğinden ortaya çıkması şeklindeki oluş, çoğunlukla bir tesadüfler silsilesinin ardından yaşandığı için bu konu yasa koyucunun dikkat nazarını çekmemiştir. Dolayısıyla 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu (Bundan sonra 5271 S. K. olarak anılacaktır.) Soruşturma Başlıklı İkinci Kitabında, suçun bir şekilde devlet organlarınca duyulması meselesini Suçlara İlişkin İhbarlar ve Soruşturma Başlığı ile düzenlemiş, suç ya da suç şüphesinin kendiliğinden öğrenilmesi hususuna ilişkin temel usul kuralları vermemiştir.

Burada konumuzla ilgili olarak suç ya da suç şüphesinin kendiliğinden öğrenilmesi haline Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi başlığı ile 5271 S. K. m. 160’da kısaca değinilerek geçilmiş, Cumhuriyet savcısının başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hali öğrenmesi ile derhal kamu davası açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere işin gerçeğini araştırmaya başlayacağı aktarılmıştır. Yasamızın bu yaklaşımı suç veya suç şüphesinin kendiliğinden öğrenilmesi halinin, öngörülemeyecek şekilde çok çeşitli olması karşısında isabetli olmuştur.

Suç veya suç şüphesinin öğrenilmesi konusundaki bir diğer olasılık yukarıda da değinildiği gibi ihbardır. İhbar esas itibarıyla re’sen kovuşturulan bir suça ilişkin oluşun, adli makamlara anlatılmasıdır. Bu anlatımı; yani ihbarı suçun mağduru, zarar göreni yahut suç ile hiçbir ilgisi olmayan başkaca kimseler yapabilir. Uygulamamız re’sen kovuşturulan suçlara ilişkin ihbarlara da ne yazık ki şikayet adını vermekte ve kavram kargaşasına yol açmaktadır. Hal böyle iken, ihbarcı bir de suçun zarar göreni ise kargaşa daha da artmakta ve ihbarcı, müşteki olarak değerlendirilmektedir.

İhbar, şikayet; ihbar eden de müşteki olarak adlandırılınca, kişiler bu tür yargılamaların kamuyu ilgilendirmediğini şahsi birer dava olduğunu ve basit bir şikayetten vazgeçme beyanı ile bu yargılamaların sonlandırılabileceğini zannetmektedirler. Esas itibarıyla çok basit bir kavram kargaşası gibi görünen adlandırma tekniğindeki bu hata çokça mağduriyetlere yol açmaktadır. Yani özcesiyle bir suç re’sen kovuşturulduğunda suçun adli makamlara duyurulma yolunun ismi ne olursa olsun artık bu yoldan feragat ya da vazgeçme adı altında dönülemeyecektir. Burada özellikle dikkat edilmesi gereken husus, ceza adalet sistemimizde re’sen kovuşturmanın kural, şikayetin üzerine kovuşturmanın istisna olduğu gerçeğidir. Dolayısıyla vatandaşın suç ya da suç şüphesini adli makamlara asaleten aktarmadan önce mutlaka en azınan bir kere 5237 Sayılı Türk Ceza Kanununu (Bundan sonra 5271 S. K. olarak anılacaktır.)  incelemesi gerekmektedir. Nitekim aynı kanunun 4. Maddesi, ceza kanunlarını bilmemenin mazeret sayılmayacağını aktarmaktadır.

Bu kısımda konuyu fazlaca uzatmadan esas meselemize döndüğümüzde suç ya da suç şüphesinin öğrenilmesi şekillerinden şikayete değinmemiz gerekecektir. Şikayet bizzat suçtan zarar gören kimsenin, failin cezalandırılmasını adli makamlar huzurunda istemesidir. Yani suçtan zarar gören 5271 S. K. m. 158 uyarınca; Cumhuriyet Başsavcılıklarına, kolluk birimlerine, valilik, kaymakamlık ya da mahkemeye giderek failin cezalandırılmasını isteyecektir. Bu istek re’sen kovuşturulmayan suçlar bakımından önemli bir muhakeme şartıdır. Bu istek usulünce dile getirilmediği sürece adli makamlar re’sen kovuşturulmayan suçlara ilişkin koruma tedbirleri dahil herhangi bir şekilde harekete geçemeyecektir. Bunun tek istisnasını yakalama tedbiri bağlamında, 5271 S. K. m. 90/3 oluşturmakla buna göre soruşturma ve kovuşturması şikâyete bağlı olmakla birlikte, çocuklara, beden veya akıl hastalığı, malûllük veya güçsüzlükleri nedeniyle kendilerini idareden aciz bulunanlara karşı işlenen suçüstü hallerinde kişinin yakalanması şikâyete bağlı olmayacaktır.

Öyleyse şikayetin adli makamları harekete geçiren, fail-mağdur-devlet ilişkisini kuran önemli bir irade açıklaması olduğu düşünüldüğünde, şikayet iradesinin ortaya konulup konulmaması noktasındaki kararın “iyi verilmesi” gerekmektedir. Zira bu irade açıklandıktan sonraki aşamada ceza uygulamamızın eğilimi iradede ismi verilen kişiyi derhal “şüpheli” olarak nitelendirmek olduğu için iradenin ortaya konulması noktasındaki kararın iyi verilmesinin önemi açıktır. Buna engel olmak için 694 Sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 145. Maddesiyle, 5271 S. K. m. 158’e ekleme yapılarak, ihbar ve şikâyet konusu fiilin suç oluşturmadığının herhangi bir araştırma yapılmasını gerektirmeksizin açıkça anlaşılması veya ihbar ve şikâyetin soyut ve genel nitelikte olması durumunda soruşturma yapılmasına yer olmadığına karar verileceği, bu durumda şikâyet edilen kişiye şüpheli sıfatı verilemeyeceği düzenlenmiştir. Ama uygulamanın yoğunluk durumu nazara alındığında “ihbar ve şikâyet konusu fiilin suç oluşturmadığının herhangi bir araştırma yapılmasını gerektirmeksizin açıkça anlaşılması veya ihbar ve şikâyetin soyut ve genel nitelikte olması” şeklindeki tespitin yapılabilmesi için bile belirli bir süre gerekeceği göz önüne alındığında şikayet kararının iyi düşünülmesinin halen önem arz ettiği açıktır.

Burada önemli olan suç teşkil edebilecek bir fiil üzerine olay yerine gelen kolluğun, suçtan zarar görene sorduğu: “Şikayetçi misiniz?” Sorusuna verilecek cevabın ne olduğudur. Bu soruya verilen cevap, yukarıdaki paragraflarda “şikayette iyi düşünme şeklindeki tavsiye”nin  en fazla önem arz ettiği noktadır. Zira ifade tutanağına işlenen şikayetçi olunmadığına dair beyan, olayın şoku atlatıldığında yeniden şikayetçi olmaya engel teşkil etmektedir. Nitekim suçtan zarar görenin şikayete hakkı olduğu gibi bundan vazgeçmeye ya da işin başında hiç kullanmadan feragat etmeye hakkı bulunmaktayken, feragatten dönmeye hakkı yoktur. Yargıtay Ceza Genel Kurulu E. 2004/2-44, K. 2004/58, T. 02.03.2004 Sayılı Kararında, şikayetten vazgeçmeyi, süresi içerisinde yasanın öngördüğü koşullara uygun olarak takibi şikayete bağlı bir suçtan dolayı yapılan şikayetin geri alınması, şikayet hakkından feragatin ise, şikayet hakkına sahip olan bir kimsenin bu hakkı kullanmadan önce, şikayet etmeyeceğini beyan etmesi şeklindeki tek taraflı hukuki bir işlem olarak tanımlamış, özgür iradesi ile şikayet hakkını kullanmayacağını beyan eden şikayetçinin bundan feragat ederek, şikayette bulunmasının olanaksız olduğunu içtihat etmiştir. Yargıtay’ın bu kararı, uygulamanın, karardaki: “Özgür iradesi ile şikayet hakkını kullanmayacağını beyan eden şikayetçinin” tabirine dikkat ettiği ölçüde doğrudur. Örneği, trafik kazası gibi beklenmedik bir biçimde, aniden ortaya çıkan olaylarda suçtan zarar görenin özgür irade hali içerisinde olup olmadığı özellikle tartışılmadan ve duruma göre karar verilmeden feragatin bir ön kabul olarak alınması doğru bir yaklaşım olmayacak ve suçun bedelsiz kalmasına yol açacaktır. Hatta bu noktada kolluk, ifade tutanağına suçtan zarar görenin davacı olmadığını da ilaveten eklemekte ve daha sonrasında kişinin hukuk davası açmasına da engel olunmaktadır. Bunun sebebi davacı olmadığını söyleyen suçtan zarar görenin artık dava açamayacağına yönelik yanlış inancıdır. Yani kişi davacı olmadığını söyleyerek dava açma hakkından da feragat ettiğini zannetmektedir. Oysa 5237 S. K. m. 73/7’ bakıldığında: “Kamu davasının düşmesi, suçtan zarar gören kişinin şikayetten vazgeçmiş olmasından ileri gelmiş ve vazgeçtiği sırada şahsi haklarından da vazgeçtiğini ayrıca açıklamış ise artık hukuk mahkemesinde de dava açamaz.” Cümlesi görülecektir. Metinden rahatlıkla anlaşıldığı üzere hukuk davası açma hakkının ortadan kalkması için kamu davası açıldıktan sonra şikayetten vazgeçilmesi gerekmektedir. Kaldı ki metin yalnızca kullanılmış bir şikayetten vazgeçilmesi halini düzenlemişken, feragate değinmemiştir. Şu halde kollukta alınan ifadede hem şikayetçi hem de davacı olunmadığının söylenmesi kamu davasına engel olurken, hukuk davası açmaya engel teşkil etmeyecektir. Nihayet feragatin ifade edilmesi bakımından kanımca: “Davacı değilim.” Cümlesi de tek başına yeterli değildir.

Öyleyse sonuç olarak çok basit bir muhakeme şartı gibi görünen şikayet kurumunda, tüm sonuçlar ve olasılıklar düşünülerek hareket edilmeli, bir mağduriyeti ortadan kaldırmak amacıyla başkaca mağduriyetler yaratılmamalıdır.

Av. Toygar ÖZTÜRK / hukukihaber.net