UYUŞMAZLIK KONUSU; 6552 sayılı Kanun'un 64. maddesi ile 5521 sayılı Kanun'un 7. maddesine (7036 sayılı Kanun'un 4. maddesi) eklenen “... hizmet akdine tabi çalışmaları nedeniyle zorunlu sigortalılık sürelerinin tespiti talepleri hariç olmak üzere dava açılmadan önce Sosyal Güvenlik Kurumu'na müracaat edilmesi zorunludur.” ve “Kurum’a karşı dava açılabilmesi için taleplerin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması şarttır.” düzenlemelerinin 6100 sayılı Kanun'un 115. maddesinde düzenlenen Tamamlanabilir Dava Şartları’ndan olup olmadığı HK.

AÇIKLAMALAR;

11.09.2014 tarihinden önce 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile diğer Sosyal Güvenlik Mevzuatı’ndan kaynaklanan davalarda dava açılmadan önce Sosyal Güvenlik Kurumu’na müracaat edilmesine dair bir uygulama mevzuatımızda düzenlenmemişti. Ne var ki; 11.09.2014 tarihinde yürürlüğe giren 6552 sayılı Kanun'un 64. maddesi ile 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu'nun 7. maddesine “31.05.2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile diğer sosyal güvenlik mevzuatından kaynaklanan uyuşmazlıklarda, hizmet akdine tabi çalışmaları nedeniyle zorunlu sigortalılık sürelerinin tespiti talepleri hariç olmak üzere, dava açılmadan önce Sosyal Güvenlik Kurumu’na müracaat edilmesi zorunludur. Diğer Kanunlar’da öngörülen süreler saklı kalmak kaydıyla yapılan müracaata 60 gün içinde Kurum’ca cevap verilmezse talep reddedilmiş sayılır. Kurum’a karşı dava açılabilmesi için taleplerin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması şarttır. Kurum’a başvuruda geçirilecek süre zamanaşımı ve hak düşürücü sürelerin hesaplanmasında dikkate alınmaz.” hükmü 3. fıkra olarak eklenerek 5510 sayılı Kanun ile diğer Sosyal Güvenlik Mevzuatı’ndan kaynaklanan davalarda (hizmet akdine tabi çalışmaları nedeniyle zorunlu sigortalılık sürelerinin tespiti talepleri hariç) dava açılmadan önce Kurum’a başvuru zorunlu hâle getirilmiştir. 25.10.2017 tarihinde Resmî Gazete'de yayımlanan 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu 5521 sayılı Kanun'u yürürlükten kaldırarak onun yerini almıştır. 7036 sayılı Kanun'un 4. maddesinde de “... 31.05.2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile diğer sosyal güvenlik mevzuatından kaynaklanan uyuşmazlıklarda, hizmet akdine tabi çalışmaları nedeniyle zorunlu sigortalılık sürelerinin tespiti talepleri hariç olmak üzere, dava açılmadan önce Sosyal Güvenlik Kurumu’na başvurulması zorunludur. Diğer Kanunlar’da öngörülen süreler saklı kalmak kaydıyla yapılan başvuruya 60 gün içinde Kurum’ca cevap verilmezse talep reddedilmiş sayılır. Kurum’a karşı dava açılabilmesi için taleplerin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması şarttır. Kurum’a başvuruda geçirilecek süre zamanaşımı ve hak düşürücü sürelerin hesaplanmasında dikkate alınmaz. ...” şeklinde düzenleme yapılarak 5510 sayılı Kanun ile diğer Sosyal Güvenlik Mevzuatı’ndan kaynaklanan davalarda dava açılmadan önce Kurum’a başvuru şartı tekrar edilmiştir.

Yukarıda yer verilen yasal mevzuat incelendiğinde Kurum’a başvuru sonucunda taleplerin reddedilmesi durumunda veya Kurum’ca 60 gün içinde cevap verilmediği takdirde dava açılabileceği ve Mahkeme’ce Kurum’a başvuru şartının yerine getirilmesi nedeniyle işin esasına girileceği noktasında şüphe bulunmamaktadır. Ancak 7036 sayılı Kanun'un 4. maddesinde davacının Kurum’a başvurmadan dava açmayı tercih ettiği durumda Kurum’a başvuru şartının yerine getirilmediği gerekçesiyle dava şartı yokluğu nedeniyle davanın usulden reddine mi karar verileceği yoksa yargılama sırasında Kurum’a başvuru şartının tamamlatılması için süre mi verileceği konusunda açıklamaya yer verilmemiştir.

7036 sayılı Kanun'un 4. maddesinde yer verilen “... dava açılmadan önce Sosyal Güvenlik Kurumu’na başvurulması zorunludur. ...” ifadesinin doğru uygulanabilmesi için dava şartlarının incelenmesi gereklidir.

Dava Şartları; Mahkeme’nin davanın esası hakkında yargılama yapabilmesi için gerekli olan unsurlardır. Diğer bir anlatımla; dava şartları dava açılabilmesi için değil, Mahkeme’nin davanın esasına girebilmesi için aranan Kamu Düzeni ile ilgili zorunlu koşullardır. Mahkeme hem davanın açıldığı tarihte hem de yargılamanın her aşamasında dava şartlarının bulunup bulunmadığını kendiliğinden araştırıp inceler ve bu konuda tarafların istem ve beyanları ile bağlı değildir. Dava Şartları’nın davanın açıldığı tarih itibariyle bulunmaması ya da bu şartlardan birinin yargılama aşamasında ortadan kalktığının öğrenilmesi durumunda Mahkeme’ce mesmu (dinlenebilir) olmadığı gerekçesiyle davanın reddedilmesi gerekir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK, 6100 sayılı Kanun) 114. maddesinde; “Dava Şartları şunlardır:

a) Türk Mahkemeleri’nin yargı hakkının bulunması.

b) Yargı yolunun caiz olması.

c) Mahkeme’nin görevli olması.

ç) Yetkinin kesin olduğu hâllerde, Mahkeme’nin yetkili bulunması.

d) Tarafların, taraf ve dava ehliyetine sahip olmaları; kanuni temsilin söz konusu olduğu hâllerde, temsilcinin gerekli niteliğe sahip bulunması.

e) Dava takip yetkisine sahip olunması.

f) Vekil aracılığıyla takip edilen davalarda, vekilin davaya vekâlet ehliyetine sahip olması ve usulüne uygun düzenlenmiş bir vekâletnamesinin bulunması.

g) Davacının yatırması gereken gider avansının yatırılmış olması.

ğ) Teminat gösterilmesine ilişkin kararın gereğinin yerine getirilmesi.

h) Davacının, dava açmakta hukuki yararının bulunması.

ı) Aynı davanın, daha önceden açılmış ve hâlen görülmekte olmaması.

i) Aynı davanın, daha önceden kesin hükme bağlanmamış olması.

(2) Diğer Kanunlar’da yer alan dava şartlarına ilişkin hükümler saklıdır.”

düzenlemesi yer almaktadır.

Bu hükme göre; dava şartlarından bazıları OLUMLU (davanın açılması sırasında var olması gerekli), bazıları ise OLUMSUZ (davanın açılması sırasında bulunmaması gereken) şartlardır. 6100 sayılı Kanun'un 115. maddesinin 2. fıkrasında ise, “Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir. Ancak, dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verir. Bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddeder.” şeklinde düzenlemeye yer verilmiştir. Bu düzenleme gereğince; eksik olan bir Dava Şartı, belirli bir süre verilerek giderilebilecek ise, Hâkim tarafından eksikliğin giderilmesi için kesin süre verilmesi gerekir. Bu süre içinde dava şartı eksikliği tamamlanmaz ise dava, dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddedilmelidir.

6100 sayılı Kanun'un 114. maddesine göre bir kısım dava şartlarının eksikliği yargılama sırasında giderilebilecek durumdayken (vekâletname eksikliği) bir kısım dava şartlarının bulunmaması durumunda (görev) işin esasına girilmesi mümkün değildir.

7036 sayılı Kanun'un 4. maddesi ile getirilen 5510 sayılı Kanun ile diğer Sosyal Güvenlik Mevzuatı’ndan kaynaklanan davalarda dava açılmadan önce Kurum’a başvuru şartının 6100 sayılı Kanun'un 114. maddenin 2. fıkrasında düzenlenen diğer Kanunlar’da yer alan dava şartlarından yani özel Kanun’da düzenlenen dava şartlarından olduğu anlaşılmaktadır. 6100 sayılı Kanun'un 115. maddesinin 2. fıkrasında dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verileceği belirtilmesine rağmen hangi dava şartlarının sonradan tamamlanabileceği noktasında açıklama yapılmamıştır. 7036 sayılı Kanun’da düzenlenen Kurum’a başvuru şartının niteliği belirlenerek tamamlanabilir dava şartları arasında olup olmadığı hususu açıklığa kavuşturulduğunda uyuşmazlık da çözüme kavuşacaktır.

Dava Şartı’nın noksan olması durumunda yargılama sırasında o Dava Şartı Noksanlığı ortadan kalkmış yani giderilmiş ise bütün dava şartları tamam olduğundan davanın esası hakkında karar verilebilir (Kuru, B., Hukuk Muhakemeleri Usulü, C. II, 6. Baskı İstanbul 2001, s. 1391-1392).

Davacının Kurum’a başvurmadan dava açması durumunda yargılama sırasında kesin süre verilerek başvuru şartının yerine getirilmesi mümkündür. Yargılama sürecinde giderilebilecek bir eksiklik olan Kurum’a başvuru şartının kesin dava şartı olarak değerlendirilip davaların usulden reddine karar vermek öncelikle Hak Arama Özgürlüğü’nün ihlali niteliğindedir. Kaldı ki davaya konu Sosyal Güvenlik Hakkı; bireylerin geleceğe güvenle bakmalarını sağlayan bir İnsan Hakkı’dır. Aynı zamanda sosyal güvenlik, sosyal hukuk devleti içerisinde yer alan ve bu ilkeyi oluşturan temel kavramlardan birisidir. Bu esası göz önüne alan 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası (Anayasa) “Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevler” başlığı altında “Sosyal Güvenlik Hakkı’nı” düzenlemiş ve 60. madde ile “Herkes sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Devlet, bu güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alır ve teşkilatı kurar” hükmünü getirmiştir. Görüldüğü gibi vatandaşlara bu konuda anayasal bir hak tanınırken, devlete de, onların bu haktan yararlanmasını sağlayacak şartları hazırlama görevi yüklenmiştir. Bu anayasal görevin yerine getirilmesi için getirilen yasal düzenlemeler ve kurulan kurumların görevleri de bu bilinçle değerlendirilmelidir.

Anayasa'nın 36. maddesinin 1. fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla Mahkeme’ye Erişim Hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur.

Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan Hak Arama Özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir Mahkeme tarafından görülebilmesi ve kişinin Adil Yargılanma Hakkı kapsamına giren güvencelerden faydalanabilmesi için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının tanınması gerekir. Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden yararlanmak mümkün olmaz.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin 1. fıkrasında; “Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan, ... bir Mahkeme tarafından davasının ... görülmesini istemek hakkına sahiptir ...” yönünde düzenleme bulunduğu görülmektedir.

Anayasa Mahkemesi’nin bir Kararı’nda da; “... Mahkeme’ye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı Mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. Kişinin Mahkeme’ye başvurmasını engelleyen veya Mahkeme kararını anlamsız hale getiren, bir başka ifadeyle Mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar Mahkeme’ye erişim hakkını ihlâl edebilir (Özkan Şen B. No: 2012/791, 07/11/2013, § 52)” şeklinde tespitlere yer verilmiştir.

Kurum’a başvuru şartının tamamlanabilir dava şartı olarak değerlendirilmemesi hak arama özgürlüğünün ihlaline neden olacağı kadar usul ekonomisi açısından da sakıncalı sonuçlar doğuracaktır. Usul Hukuku; biçimsellik (şekilcilik, formalizim) üzerine kurulmuştur ve bu nedenle “Şeklî (Biçimsel) Hukuk” olarak adlandırılır. Davalar’da Biçimsellik; tarafların yargılamanın sonucunu hesaplayabilmesi, yasa yolları ile bunu denetleyebilmesi, keyfilikten korunma, eşit davranılma gibi güvenceler sağlamakla birlikte; sıkı sıkıya şekle bağlılık olarak görülmemeli, maddi gerçeği bulmak ve adaletli karar vermek adına hakkaniyete uygun olarak değerlendirilmelidir.

Biçimselliğin bu doğrultuda yorumlanmasında Usul Ekonomisi İlkesi devreye girmektedir.

6100 sayılı Kanun'un 30. maddesinde düzenlenen Usul Ekonomisi İlkesi, Anayasal dayanağı olan bir ilke olup Anayasa’nın 141. maddesinin dördüncü bendinde, davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının Yargı’nın görevi olduğuna açıkça işaret edilmiştir.

Türk Hukuk Öğretisi’nde dava ekonomisi olarak da anılan Usul Ekonomisi İlkesi, genel olarak boş yere dava açılmasını, yargılama sırasında gereksiz işlemlerin yapılmasını ve zor yöntemlerin seçilmesini önlemeye hizmet eder. Bunun yanı sıra, anılan ilke, yargılamada emekten, zamandan ve masraftan mümkün olduğu ölçüde tasarruf edilmesine yönelik bir işlevi de yerine getirir. Başka bir anlatımla Usul Ekonomisi; ihlal edilen hukuk düzeninin en az giderle, en kısa sürede ve en az zorlukla gerçekleştirilmesini ve boş yere davalar açılmasının önüne geçilmesini sağlamaya yönelik bir yargılama hukuku ilkesidir (Hanağası, E., Davada Menfaat, Ankara 2009, s. 32).

Diğer bir anlatımla; Usul Ekonomisi, Yasalar’da öngörülen düzenleme çerçevesinde yargılamanın kolaylaştırılmasını, yargılamada öngörülen olağan zaman süresinin aşılmamasını ve gereksiz gider yapılmamasını amaçlar ve bunu Hâkim’e bir görev olarak yükler (Yılmaz, E., Usul Ekonomisi, AÜHFD, 2008, s. 243). Yargıtay'a göre de Usul Ekonomisi; adaletin ucuz, çabuk ve isabetli olarak sağlanmasının temel kurallarındandır.

Kurum’a başvurmadan doğrudan açılan davaların usulden reddi, dava sayısının azaltılması amacının tersine dava sayısının artmasına neden olacaktır. Kurum’a başvuru şartının sonradan tamamlanabileceğinin kabulü, 7036 sayılı Kanun'un 4. maddesinin düzenleniş amacına da hizmet edecektir. Aynı Kanun’un 3. maddesinde düzenlenen Arabuluculuk dava şartının tamamlanabilir nitelikte olmadığı konusunda soru işareti bulunmamaktadır. Çünkü Kanun Koyucu 3. maddede “Arabulucu’ya başvurmadan dava açıldığının anlaşılması halinde herhangi bir işlem yapılmaksızın, dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddine karar verilir.” şeklinde açık düzenleme yaparak Bireysel İş Uyuşmazlıkları’nda Arabuluculuk Dava Şartı’nın tamamlanabilir nitelikte olmadığı konusunda iradesini net olarak ortaya koymuştur.

Ne var ki; 7036 sayılı Kanun'un 3. maddesinde düzenlenen Arabuluculuk Dava Şartı’na yönelik ortaya konulan irade, 7036 sayılı Kanun'un 4. maddesinde düzenlenen Kurum’a Başvuru Şartı yönünden sergilenmemiştir. Çünkü Bireysel İş Uyuşmazlıkları’nda, Arabuluculuk müessesinden beklenen uyuşmazlıkların mümkün olduğunca dava dışında çözülmesidir. Oysa; Sosyal Güvenlik Hukuku’ndan kaynaklanan uyuşmazlıklarda her iki tarafın da (Kurum ve Sigortalı) aralarında anlaşarak uyuşmazlığı çözüme kavuşturması beklenmeyecektir. Unutulmaması gereken en önemli nokta; 5510 sayılı Kanun'un 92. maddesindeki “Kısa ve uzun vadeli sigorta kapsamındaki kişilerin sigortalı ve genel sağlık sigortalısı olması, genel sağlık sigortası kapsamındaki kişilerin ise genel sağlık sigortalısı olması zorunludur. Bu Kanun’da yer alan sigorta hak ve yükümlülüklerini ortadan kaldırmak, azaltmak, vazgeçmek veya başkasına devretmek için sözleşmelere konulan hükümler geçersizdir.” düzenlemesi gereği Sosyal Güvenlik Hakkı’ndan ne vazgeçilebilir ne de kısmen feragat edilebilir. Kurum’un sigortalı olma şartlarını sağlamayan birine de sigortalılık hakkı bahşetmesi mümkün olmadığı gibi bu durumun hukuki olarak tanınması olanaksızdır. Sosyal Güvenlik Hukuku’ndaki dava şartı olarak Kurum’a başvuruda, uyuşmazlığın çözümünde Arabuluculuk’taki gibi iki taraflı bir süreç işlemeyeceği, çözümün Kurum’un takdirinde olduğu açıktır. Bu durumda Kurum’un tek taraflı işlemi söz konusudur. Sosyal Güvenlik Hukuku’ndan kaynaklanan davalarda temel kural Re’sen Araştırma İlkesi’dir. Kamu Düzeni’nden sayılan bu davalarda Kurum’un tek taraflı yapacağı bir işlemin kesin dava şartı olarak kabul edilmesi neticesinde davanın usulden reddine karar vermek Sosyal Güvenlik Hukuku’nun ayrıcalıklı ve özel yapısıyla da örtüşmemektedir.

Sigortalı olmak, kişi bakımından salt bir hak değil, aynı zamanda bir yükümlülüktür ve bu nedenle ne kişilerin ne kurumların isteğine bırakılmıştır.

Ayrıca günümüzde mevcut Sosyal Güvenlik Hukuku’ndan kaynaklanan davalarda yerleşik ve ilke kararına dönüşen Yargıtay Kararları’na rağmen Kurum’un her zaman sigortalı lehine işlem yapmak için Mahkeme Kararı istemesi de bilinen bir gerçektir. Bu durumda Kurum’a başvuru şartının tamamlanabilir dava şartı olmadığının kabulü, uygulamada ikinci bir davanın açılmasını kaçınılmaz hâle getirecek hem Adil Yargılanma İlkesi’ni hem de Usul Ekonomisi’ni zedeleyecektir.

YARGITAY HGK. KARARI;

Yukarıda anlatılan bilgiler ışığında; davacı sigortalının dava açmadan önce Kurum’a başvurusunun olmadığı ve Mahkeme’ce, başvurunun bulunmaması sebebiyle dava şartı yokluğu nedeniyle davanın usulden reddine karar verildiği anlaşılmaktadır. Kurum’a başvuru şartının 6100 sayılı Kanun'un 115/2. maddesi kapsamında “Tamamlanabilir Dava Şartı” olarak değerlendirilmesi gerekli iken “Kesin Dava Şartı” olarak değerlendirilip davanın usulden reddine karar verilmesi hatalı olmuştur. Mahkeme’ce, davacı tarafa 6100 sayılı Kanun'un 115/2. maddesi uyarınca 7036 sayılı Kanun'un 4. maddesindeki düzenleme gereği davaya konu istemi hakkında Sosyal Güvenlik Kurumu’na müracaat etmesi ve bu müracaat hakkında anılan yasal düzenleme uyarınca Kurum’un ret iradesini gösterir işlem veya eyleminin olduğunun belgelenmesi için kesin süreli İhtarat gönderilmeli, bu süre içerisinde dava şartı eksikliğinin tamamlanmaması hâlinde, dava, dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddedilmeli, Kurum’a başvuru şartının tamamlanması hâlinde ise davanın esasına girilerek varılacak sonuca göre karar verilmelidir.

Hukuk Genel Kurulu’nda yapılan görüşmeler sırasında; 7036 sayılı Kanun'un 4. maddesinde düzenlenen Kurum’a başvuru şartının tamamlanabilir dava şartı olarak kabul edilmesinin mümkün olmadığı, ilgili düzenlemenin asıl amacının dava açılmadan önce Kurum’a başvurunun sağlanarak usul ekonomisi açısından yargının yükünü azaltmak olduğu ve Kurum’a başvuru şartının yargılama sırasında tamamlatılacağının kabul edilmesi durumunda maddenin işlevsiz kalacağı bu nedenle Mahkeme’nin direnme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Hukuk Genel Kurulu çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir. [i]


>> Hukuk Genel Kurulu'nun (2017/2695 E. 2020/587 K. ) kararı için TIKLAYINIZ 

-----------------------------

[i] YARGITAY HUKUK GENEL KURULU, 2017/2695 E., 2020/587 K., 15.09.2020 T.