“J’accuse.! yani ‘’Suçluyorum’’ kitabıyla bildiğimiz ve gündem olan meşhur Dreyfus Davası adeta tiyatro gibi 1894 yılında Fransa’da görülmüş, ihmale ve iftiraya dayanan trajik bir davadır.

Bu olayın yaşandığı dönem, 1888’de çıkan Almanya- Fransa savaşlarıdır. Fransa o zamanlar Almanya’ya karşı ciddi kayıplar yaşamış ve yaşadıklarına bir günah keçisi bulma arayışına girmiştir. Ve bu arayışını; bir yüzbaşıya iftira atarak bulmuş ve delil olarak da çöp kutusunda bulunan, kurguyla hazırlanmış bir mektubu ilan ederek başarmış. Bulunan mektubun Yahudi asıllı Yüzbaşı Dreyfus’a ait olduğunu iddia edip onu toplum önünde aşağılayıp rütbelerini söküp vatana ihanetten yargılamıştır. Salt bu mektuba dayanarak Yüzbaşı Dreyfus’un ülkesi Fransa’nın silah bilgilerini Almanlara sızdıran bir ajan olduğunu iddia etmiştir.

Bir yandan medyayla bir yandan orduyla Anti-Semitizm’i de yayarak yargılamaya devam eden Fransa; Yüzbaşı Dreyfus’u Şeytan adasında hukuksuz şekilde yargılayıp müebbet hapis cezasına çarptırmış.

Bir hakikat olayı olarak adlandırdığımız bu davayı; Fransız yazar Emile Zola, ‘’Suçluyorum’’ adlı savunmasıyla Yüzbaşı Dreyfus’un masumiyetini gün yüzüne çıkarmıştır.

Zola’nın zor zamandaki bu cesur çıkışını, dönemin birçok muhalif siyasetçisi desteklemiştir. Tabi bu hakikati ortaya çıkarmanın bir bedeli olmuştur. Zola, toplum tarafından linç ve nefrete maruz kalmış, hakkında mahkûmiyet kararı çıkmış ve dahası bu dava öldürülmesine sebep olmuştur.

Zola, hakkında çıkan mahkûmiyet kararından sonra ilk fırsatta İngiltere’ye sığınmıştır.

Yazar Zola, aslında savunmasıyla meselenin tamamen siyasi olduğunu, Yahudi düşmanlığından kaynaklandığını, dönemin iktidarının bir günah keçisi seçtiğini ve seçtiği bu kişinin Fransız milliyetçiliğini alevlendirecek biri olduğunu yani bilinçli bir şekilde yapıldığını açıkça yazmıştır.

Daha sonra çöpte bulunan mektubun, ordu istihbaratında çalışan bir Albay tarafından kurmaca şekilde hazırladığına dair deliller ortaya çıkmış, Yüzbaşı’nın cezası indirilmiştir. Yargılamanın devam etmesi ve ortalığın yatışmasıyla beraber İngiltere’den ülkesine dönen Zola, antisemitist bir subay tarafından evinde öldürülmüştür.

Tüm bu olaylar Fransa’da bir kargaşa ortamı yaratmış, öyle ki; ordu her yerde Dreyfus davası üzerinden ırkçılığı yaymış, halkı galeyana getirmek için özel çaba sarf etmiştir.

Bir müddet sonra yeni belgelerin ortaya çıkması üzerine ve Fransız halkının sırf bu dava yüzünden gergin dönemler yaşamasından ötürü dönemin Cumhurbaşkanı tarafından Yüzbaşı Dreyfus affedilip serbest bırakılmıştır.

Serbest kaldıktan sonra adeta bir kahraman gibi karşılanan ve rütbesi yükseltilen Yüzbaşı Dreyfus toplanan kalabalığın Yaşasın Dreyfus! demesine karşın,

Gür sesle, Hayır.!

Yaşasın Hakikat.! demiştir.

Hukukun çoğu zaman kör olabildiğini ama hakikatin elbet bir gün ışıldadığını gördüğümüz bu davada,

Zola’nın da dediği gibi;

“Gerçeği yerin altına gömseniz bile, o bir gün büyüyerek patlayacak ve her şeyi yok edecektir.”

Son olarak anonim bir sözden mülhemle bitirelim;

Hakikatin er ya da geç ortaya çıkma gibi bir huyu olduğuna iman edenler olarak hepimize elzem olduğunu idrak etmek ümidiyle.

Stj. Av. Ömer Mertoğlu