Prof. Dr. Ersan Şen yazdı;

Suça konu eylemin şüpheli veya sanıkları, aynı zamanda yargılamanın tanıklarıdır. Şüpheli veya sanıkların beyanlarının hakikat içerip içermediğini ve suça konu eylemin ortaya çıkarılmasına yardımcı olup olmadığını yargı makamları dikkatle incelemelidir. Bir kimsenin kendisini kurtarmaya ve gerçeği saptırmaya yönelik beyanlarda bulunma ihtimaline binaen, samimi ikrarda bulunacağını, gerçekleri anlatacağını, eylemin oluş şekli ile sorumlular hakkında bilgi vereceğini söyleyen şüpheli veya sanığın bu beyanlarından hareketle, suça konu eylemin hayatın olağan akışına uygun şekilde çözülüp çözülemediğini araştırmak gerekir. Hatta şüpheli ve sanığın vereceği bilgilerin kendisinin ve ailesinin hayatı yönünden ciddi sorunlara sebebiyet verme ihtimali varsa, bu durumda gizli tanıklık ve tanık koruma müesseselerinin tatbiki de gündeme gelebilecektir. Tanık beyanlarına şüphe ile yaklaşılması gerektiği söylense de, önemli olan tanık beyanlarının itibar edilebilir olup olmadığı yönünde yapılacak tartışma ve değerlendirmedir. Çünkü suça konu bazı eylemleri çözebilmek için, olayla ilgili doğrudan bilgi ve görgüsü olanların beyanlarının alınması kaçınılmazdır. İşte bu beyanlar karşılığında cezasızlık veya ceza indiriminden faydalanmayı uman şüpheli ve sanık, elbette suça konu eylemin oluş şekline uygun ve gerçeği ortaya koyan tanıklığı yapmak zorunda kalacaktır. Elbette bu zorunluluk, şüpheli veya sanığın iradesini bozmak değildir. Şüpheli veya sanık, özgür iradesi ile samimi ikrarda bulunmalı ve tanıklık yapmalıdır. Ceza tehdidinin ikrar eden şüpheli veya sanık üzerinde baskı oluşturduğu doğrudur, fakat cezasızlıktan veya ceza indiriminden yararlanmak isteyen kişinin baskı altında olduğu kabul edilemez. Şüpheli veya sanık, kendi lehine sonuç elde etmek maksadıyla hareket eder. Bu anlamda ikrar eden şüpheli veya sanığın soyut anlatımlarına ve başkalarına yönelik dayanaksız suçlamalarına itibar edilmez. Önemli olan, şüpheli veya sanığın baştan itibaren tutarlı konuşması ve yargılamanın sonuca ulaşmasına yardımcı olup olmadığıdır.

Etkin pişmanlık düzenlemesinin suça konu eylemden sonra çıkarılması “suçta ve cezada kanunilik” engeli ile de karşılaşmayacaktır. Çünkü bu düzenleme Ceza Hukuku anlamında bir suç veya ceza içermez, aksine, etkin pişmanlıktan yararlanmak isteyenin lehine olup, samimi beyanda bulunanın cezası ya ortadan kalkacak veya azalacaktır. Bu beyanın bir başka şüpheli veya sanığın aleyhine sonuç doğuracağı ve bu sebeple de etkin pişmanlığın geriye yürümeyeceği ileri sürülse de bu doğru değildir. Netice itibariyle maddi hakikate ve adalete ulaşılabilmesi için delil elde etme teknikleri geliştirilebilir ve kanunlaştıkları andan itibaren de yürürlüğe girerler. Delil elde etme tekniği yasalaşmadan tatbik edilirse, bu yolla elde edilen delil hukuka aykırı delildir ve yargılamada kullanılamaz. Ancak delil elde etme tekniğinin yasalaşmasından sonra, yargılamaya konu eylemin önce veya sonra olmasının önemi yoktur. Artık burada, o delil elde etme tekniğinin kullanıldığı zaman önemlidir. Delil elde etme tekniğinin yasalaşmasından sonra kullanılması ve delile ulaşılması, suça konu eylem tarihine bakılmaksızın usule uygun sayılacaktır.

Son söz; bu tür düzenlemeler, olağanüstü dönemin KHK’sı ile değil Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden çıkarılacak kalıcı yasal düzenleme ile yapılmalıdır. Yine de, olağanüstü halin geçici döneminde geçerli olmak üzere etkin pişmanlığın kapsamının genişletilmesi de mümkündür. Bu noktada, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.15/2 ve Anayasa m.15/2’de ve öngörülen sınırlar gözönünde bulundurulmalıdır.



Kaynak: Haber7