Ülkemizde ve dünyada her geçen gün bir başka örneğine tanık olduğumuz polis şiddeti artık toplumun tüm kesimleri tarafından günlük hayatın içinde her an karşı karşıya gelebileceğimiz ve hiçbir hukuki norma uygun olmayan davranışlarla karşılaştığımız bir tehdit haline gelmiştir.

Kanun çerçevesinde açıklanan görev ve yetki sınırlarının aşıldığının birçok örneği dünyada ve ülkemizde her geçen gün bir yeni olayla karşımıza çıkmaktadır. Yakın zamanda Amerika’da yaşanan George Floyd olayları, İngiltere’de bir polis tarafından öldürülen Sarah Everard, Belçika’da 2,5 yaşındaki Irak’lı göçmen çocuğun polis tarafından vurularak öldürülmesi ve sayamayacağımız birçok örnek bu durumun sadece ülkemizin değil tüm dünyanın problemi olduğunu açıkça göstermektedir.

Ülkemizde de bu problem maalesef en dramatik haliyle yaşanmaktadır. Son dönemde Yargı bu konuda önemli kararlara imza atsa da idari anlamda hala aynı uygulamalar devam etmektedir. Son olarak Anayasa Mahkemesi 17 Mart 2021 tarihli 2017/37237 numaralı bireysel başvuruda, Gezi Parkı eylemleri olarak bilinen gösteriye kolluk memurlarının müdahalesi neticesinde yaralanma meydana gelmesi ve buna ilişkin açılan ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına yönelik polisin ateşlediği biber gazı kapsülünün isabet etmesiyle bir gözünü kaybeden Erdal Sarıkaya'ya Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının maddi ve usul boyutu itibarıyla ihlal edilerek "eziyet" edildiğine ve sekiz yıldır yargı önüne çıkarılmayan sorumlu polislerin yeniden soruşturulmasına oy birliğiyle karar verdi. [1]

KOLLUK, FAALİYETLERİNİ İCRA EDERKEN SINIRSIZ BİR YETKİYLE DONATILMIŞ DEĞİLDİR!

Güvenli ve huzurlu bir yaşam sürme ihtiyacı insanın en temel ihtiyaçları arasında sayılmaktadır. Devlet, vatandaşının bu ihtiyaçlarını kamu düzenini sağlamakla giderir. Kamu düzeninin sağlanmasında devletin elindeki en etkili araçlardan birisi kolluk kuvvetidir. Kolluk dediğimiz kavram devletin güvenlik hizmetlerini yerine getiren bireyler, kamu görevlileridir. Temel görevi ülkenin genel düzenini sağlamaktır. Kolluk, söz konusu faaliyetlerini icra ederken sınırsız bir yetkiyle donatılmış değildir.

Kolluk; adli kolluk ve idari kolluk olarak ikiye ayrılır. Eğer kanunların suç saydığı fiillerin işlenmesi hali mevcut ise ve bu konuya ilişkin delillerin toplanması ve faillerin belirlenmesine yönelik bir amaç güdülerek bir faaliyet icra ediliyorsa adli kolluk faaliyeti söz konusudur. Buna karşılık kolluğun amacı adli makamların her türlü müdahalesi dışında kamu düzeninin korunması ve sağlanmasına yönelik ise bu faaliyet idari kolluk faaliyetidir.

EZİYET SUÇU NEDİR?

Eziyet suçu, Türk Ceza Kanunu’nun Kişilere Karşı Suçlar başlığı altında, İşkence ve Eziyet bölümünde, 96. maddesinde yer almaktadır.

Türk Ceza Kanunu madde 96;

 “Bir kimsenin eziyet çekmesine yol açacak davranışları gerçekleştiren kişi hakkında iki yıldan beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. (2) Yukarıdaki fıkra kapsamına giren fiillerin;

a) Çocuğa, beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye ya da gebe kadına karşı,

b) Üstsoy veya altsoya, babalık veya analığa ya da eşe karşı, İşlenmesi halinde, kişi hakkında üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.” Şeklindedir. [2]

Eziyet suçu ile kişinin onuru, saygınlığı, şerefi, haysiyeti, maddi manevi bütünlüğü ve vücut bütünlüğü korunmak istenmiştir. Bir kimsenin bir kimseye karşı aşağılama, küçük düşürme, saygınlığı rencide edecek şekilde muamele etme ve bu muamelenin sistematik ve süreklilik arz etmesi ile eziyet suçu işlenmiş olacaktır. Eziyet oluşturacak davranışların suç olarak düzenlenmesiyle, kişinin zalimce, insanlık dışı veya onur kırıcı her türlü kötü muameleye tabi olmama hakkı yasayla güvence altına alınmıştır.

İnsanı insan yapan birçok değeri yok sayıp, onu metalaştıran eziyet ya da işkence eylemleri, bireyi kendi gözünde değersiz ve kişiliksiz kılan, ona aşağılanmışlık hissi veren, insan onuruyla bağdaşmayan, tanımlara sığmayan bir muameledir. Bu muamele başkalarının haklarını göz ardı etmek uğruna her şeyin kolayına kaçan insanoğlunun en büyük icatlarındandır.

EZİYET SUÇUNUN UNSURLARI NELERDİR?

1. Bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve kişinin bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine neden olan eylemler olması,

2. Kişinin aşağılanmasına yol açacak davranışlarda bulunulması,

3. Bu fiillerin ani olarak değil, sistematik ve süreklilik arz etmesi, belli süreç içinde işlenmesi,

4. Kişinin psikolojik ve ruh sağlığı üzerindeki tahrip edici etkilerin olması,

5. Suçun işlenmesi için genel kast olması gerekmektedir. (Eziyet suçu taksirle ya da olası kastla işlenemez.)

EZİYET ve İŞKENCE SUÇUNUN FARKLARI NELERDİR?

İşkence suçunu oluşturan eylemler Türk Ceza Kanunu 'nda tek tek sayılmayıp, onun yerine ''Bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışlar''ın işkence suçunun kapsamına alındığı belirtilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin üç Anayasası’nda da işkence kesin bir dille yasaklanmıştır. 1961 ve 1982 anayasalarında önemli bir husus olarak işkence yasağı ile birlikte “insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza” Anayasal düzeyde yasaklanmıştı.

İşkencenin işlevi iki yönlüdür:

-İlk olarak işkence politik yıldırma, cezalandırma aracıdır.

-İkinci olarak ise işkence bir suçun delillerinin elde edilmesi aşamasında rol üstlenir.

Ceza verilmesi gereken suça konu fiili meşrulaştıran; belirli bir yasağı bazı koşullar altında hukuka uygun hale getiren ‘izin verici normları’ anlamına gelmektedir. Bu normlar hukuka uygunluk sebepleri olarak adlandırılırlar ve ortaya çıktıkları yerde artık hareketin hukuka aykırılığından dolayısıyla da haksızlıktan bahsedilemez. İşkence suçu bakımından ise hiçbir hukuka uygunluk nedeni bulunmamaktadır. Hem Uluslararası Sözleşmeler hem de T.C. Anayasası’nda işkence istisnasız olarak yasaklanmıştır.

İşkence suçu ve eziyet suçu arasındaki temel farklılık failin sıfatından gelmektedir. Her iki suça vücut veren eylemlerden birini veya birkaçını sistematik ve süreklilik arz eden bir şekilde kamu görevlisi işlerse işkence suçu kapsamında, kamu görevlisi olmayan sivil bir kişi tarafından işlendiğinde ise eziyet suçu kapsamında değerlendirilir. Her iki suç kapsamında esas unsur; Evrensel Sözleşmeler ve Anayasa ile de korunan hukuki değer olan insan onuruna karşı işlenmiş olmasıdır.

İNSAN ONURU KAVRAMI

İnsan onuru, insanın kişi olarak en yüksek aklî ve ahlâkî değerlerin sahibi olması ve dolayısıyla dokunulmaz, kaybedilmez bir öz değerin sahibi olduğu varsayımına dayanmaktadır. En basit haliyle, insanın sadece insan olması sebebiyle değerli ve saygıya layık bir varlık olması şeklinde tanımlanabilir. İnsan onuru öyle bir şeydir ki bir insana buna aykırı davranmak insanı insan olmaktan çıkarır.

Hukuk kuralları, insanın olduğu her yerde; insanı insana, insanı topluma ve insanı devlete karşı koruyacaktır. Bu bakımdan hukuk için insan onuru kavramı mutlak kabul görmesi gereken bir kavramdır. Öyle ki hukuki insan onuru, bizzat insanın kendisine karşı da korunmasıdır. Yani kişinin maddi veya manevi bütünlüğüne veya şahsiyetine karşı insanlık dışı uygulamalara rıza göstermesi de insan onuru kavramı sebebiyle mümkün olmamalıdır.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Madde 3 ; “Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı yada onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz.” Şeklindedir. İlgili maddede hiç kimsenin işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tâbi tutulamayacağı düzenlenmiştir.

 Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Madde 4 ise; “Hiç kimse köle ve kul halinde tutulamaz. Hiç kimse zorla çalıştırılamaz ve zorunlu çalışmaya tabi tutulamaz.” Şeklindedir.

İnsan onuru kavramına ayrıca Anayasa’nın 17. maddesinin 3. fıkrasında da açıkça yer verilmiştir. Buna göre, “Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz, kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tâbi tutulamaz.” Dil, din, ırk, cinsiyet ve cinsel yönelim, kılık kıyafet, dış görünüş veya herhangi bir ayrım yapılmaksızın tüm insanlara yönelik bir düzenleme yapılması insan onuru kavramının evrensel niteliği ile de örtüşmektedir. [4]

Devlet sadece insan onuruna dokunmamakla yetinemez, aynı zamanda onu aktif olarak da korumalıdır. Devlet insan onuruna yönelik tehditleri tespit eder etmez önlemeli ve bunun için gerekli tedbirleri almalıdır. Bu önleme güncel tehditlerin yanı sıra potansiyel tehditleri de kapsamalıdır. Bu sebeple 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 94, 95 ve 96. maddelerinde insan onurunu ihlal eden işkence ve eziyet; 125. maddesinde de hakaret, suç olarak düzenlenmiştir.

Eziyet, işkence, görevi kötüye kullanma, orantısız güç, başlıklarından hangisi altında değerlendirilse değerlendirilsin insan onuruna karşı işlenen hiçbir suçun hukuki açıdan kabulü mümkün değildir. İnsan haklarına saygıyı temel ilke edinmek, hukukun üstünlüğünü göz önünde bulundurarak yasalar çerçevesinde hareket etmek, insanlara ırk, din, dil ayrımı gözetmeksizin değer vermek gibi temel ilkeleri benimsemiş olmak kural ve kanunlar çerçevesinde hesap verebilir bir güvenlik anlayışı oluşturacaktır. Çağdaş ve hesap verebilir bir kolluk anlayışı gerçekleştirebilmek öncelikle eğitim ile mümkün olacaktır. Siyasi iradenin de insan haklarını öncelik haline getiren bir perspektifinin olması yol gösterici olacaktır. Eğer siyasi irade insan haklarını temel bir hedef haline getirip özenli davranmazsa kolluk; siyasi iradenin bu duruşu ile birlikte vatandaşa karşı tutum ve davranışlarını şekillendirir. Burada sorumluluk ve yükümlülük siyasi iktidara aittir.

Anayasa Madde 137; “Kamu hizmetlerinde herhangi bir sıfat ve suretle çalışmakta olan kimse, üstünden aldığı emri, yönetmelik, tüzük, kanun veya Anayasa hükümlerine aykırı görürse, yerine getirmez ve bu aykırılığı o emri verene bildirir. Ancak, üstü emrinde ısrar eder ve bu emrini yazı ile yenilerse, emir yerine getirilir; bu halde, emri yerine getiren sorumlu olmaz.” şeklindedir.

Gösteri, yürüyüş ve toplantılarda polisin vatandaşa karşı tutum ve davranışları polis açısından “Emir kuluyuz” bahanesi ile gerekçelendirilemez. Bu bahanenin altına sığınmanın hem kamuoyu nezdinde hem de hukuki açıdan hiçbir geçerliliği yoktur! Polis, görevini ifa ederken görev ve yetkisini açıklayan Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu, Anayasa, temel hak ve özgürlükleri düzenleyen kanunlar çerçevesinde davranmak zorundadır. Sadece “Emir kuluyuz.” gerekçesi ile hukuka aykırı işlemlerinden kurtulamaz. Kolluk; yaptığı eylemlerin sonucu olarak bireysel olarak yargıyla karşı karşıya kaldığında arkasında gücünü aldığı siyasi iradeyi değil hukuku bulacaktır. Kolluk da ancak ve ancak yasal düzen içerisinde kalarak kendini koruyabilir.

Siyasal ortam ve toplumsal kanaat, adli kolluk görevlilerini nasıl bir etki altına alırsa alsın, HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ TARTIŞMAYA AÇIK BİR KONU DEĞİLDİR. İçinde bulduğumuz siyasi ortamdan güç bularak, hukuk normlarının dışında yapılan hiçbir eylem suç vasfını yitirmez. Bu siyasi düzen değiştiğinde hepsi Yargı denetimine tabii olacaktır. Adalet topaldır, ağır yürür ama gideceği yere elbet varır. İnsanlar, hükümetler, siyasal ortam ve fikirler, kamuoyu algısı bir gün mutlaka değişecektir ancak hukuk hep baki kalacaktır ve hiçbir suç cezasız kalmaz.

Unutmamak gerekir ki; “Yasal düzenin bittiği yerde, keyfi düzen başlar.” [5]

AV. CESİM PARLAK

KAYNAKÇA:

[1] Anayasa Mahkemesi 17 Mart 2021 tarihli 2017/37237 bireysel başvuru numaralı kararı,

[2] Türk Ceza Kanunu’nun Kişilere Karşı Suçlar başlığı altında, İşkence ve Eziyet bölümünde, 96. Maddesi,

[3] Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 3. Maddesi ve 4.Maddesi

[4] Anayasa’nın 17. Maddesinin 3. Fıkrası

[5] William PİTT