5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 7/1 maddesinde, yenilenmesi mümkün olmayanlar dışında, görevli olmayan hâkim veya mahkemece yapılan işlemler hükümsüz sayılacağı ifade edilmiştir.

Kanun koyucu, "Görevli olmayan hâkim veya mahkemenin işlemleri" başlığı altında; görevli olmayan hâkim veya mahkemenin işlemlerinin nasıl değerlendirilmesi gerektiğini göstermek ve yapılacak işlemler hususunda öğreti ve uygulamada tartışmaya yol açmasının önüne geçmek amacıyla bu düzenlemeyi getirmiştir.

Belirtmek gerekir ki, bu yasal düzenleme uygulamada bazı tartışmalara neden olmuştur.

Yasal düzenleme ile getirilen kurala karşı yapılan eleştirilerden bazıları şunlardır:[1]

1) Görevsiz mahkeme tarafından yapılan ve yenilenmesi mümkün olan ifadelerin alınması, keşif yapılması, bilirkişi ve sağlık raporu alınması gibi muhakeme işlemlerinin görevli mahkeme tarafından yeniden yapılması emek, mesai ve zaman kaybına neden olacaktır.

2) Bu kural, Anayasa’nın davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması ilkesine aykırıdır.

3) İşlemlerin görevli mahkeme tarafından yeterli görülmesi hâlinde dahi itiraz konusu kural gereğince yenilenmesi gerekecektir.

4) Mahkemelerin maddi gerçeğe ulaşmak ve çelişkileri giderebilmek için her zaman tanık veya tarafların beyanlarına başvurabilmesi mümkündür.

5) Görevsiz mahkeme tarafından yapılan işlemlerin görevli mahkeme tarafından yeniden yapılmasının uygulamada hukuk devleti ilkesine aykırı sorunlara yol açabilecektir.

6) Bu kuralın uygulanması yargılama sürecini uzatarak adil yargılanma hakkını ihlal edebilecektir.

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 7/1 maddesinde yenilenmesi mümkün olmayanlar dışında, görevli olmayan hâkim veya mahkemece yapılan işlemlerin hükümsüz olduğu hüküm altına alınmaktadır.

Bu durumun Anayasa Hükümlerine uygun olup olmadığı hususu yapılan eleştiriler de dikkate alınarak değerlendirilmesi gerekir.

Anayasa’nın 2. maddesinde hukuk devletinin tanımı yapılmıştır.

Bu tanıma göre hukuk devletinin sahip olması gereken nitelikler şunlardır:

1) Eylem ve işlemleri hukuka uygun olmalıdır.

2) İnsan haklarına saygılı olmalıdır.

3) Temel hak ve özgürlükleri koruyup güçlendirmelidir.

4) Her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdürmelidir.

5) Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınmalıdır.

6) Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı saymalıdır.

7) Yargı denetimine açık olmalıdır.

Yukarıda belirtilen niteliklere sahip devletin hukuk devleti olduğu söylenebilir.

Anayasa’nın 36/1 maddesinde, herkesin, yasal yollardan yararlanarak yargı makamları önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu ifade edilmektedir.

Burada teminat altına alınan hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkıdır.

Bu hak temel hak niteliği taşımaktadır.

Bundan başka bu hak, temel hak ve özgürlüklerden gerektiği ölçüde faydalanılmasını ve bunların himaye görmesini temin eden etkili güvencelerden biridir.

Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması

Genel olarak yargının süreci ile ilgili eleştiriler yapılmakta, yargılamaların çok uzun sürdüğü yönünde itirazlar ileri sürülmektedir. Bu ülkemiz için büyük bir sorundur ve sorunun çeşitli nedenleri bulunmaktadır.

Anayasa’nın 141/son maddesinde, davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması gerektiği ifade edilmektedir.

Buna göre; yargılama sürecinin en düşük maliyetle ve olabildiğince hızlı sonuçlandırılması gerekir. Bu konudaki görevin yargıya ait olduğu ifade edilmiştir.

Bu ilke gereğince devletin şu hususları yapması gerekir:

1) Yargılamaların gereksiz yere uzamasını önleyecek etkin tedbirler alması gerekir.

2) Hukuk sisteminin ve özellikle yargılama usulünün, yargılamaların makul süre içerisinde bitirilmesini mümkün kılacak şekilde düzenlenmesi gerekir.

3) Yapılan düzenlemelerde davaların nedensiz olarak uzamasına yol açacak usul kurallarına yer verilmemesi gerekir.

Yukarıda belirttiğimiz huşuların yerine getirilmesi makul sürede yargılanma hakkının bir gereğidir.

Bununla birlikte, alınacak yasal önlemlerin yargılama neticesinde işin esasına yönelik adil ve hakkaniyete uygun bir karar verilmesine engel oluşturmaması gerekmektedir.

Anayasa’nın 142. maddesi uyarınca, yukarıda belirtilen ilkelere uygun olmak şartıyla yargılama yöntemini belirlemek kanun koyucunun takdir yetkisi içindedir.

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu hükümleri

Bu aşamada CMK’nin görev ile ilgili hükümleri kısaca bir gözden geçirmek faydalı olacaktır.

Ceza yargılamasının nasıl yapılacağı ile ilgili kurallar ve bu yargılama sürecine katılan kişilerin hak, yetki ve yükümlülükleri 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda düzenlenmiştir. (CMK m. 1)

Mahkemelerin görevleri kanunla belirlenmek zorundadır. (CMK m. 3)

Bu kurala dayanılarak 26.9.2004 tarihli ve 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un 10 ilâ 14. maddelerinde ceza mahkemelerinin görevlerine ilişkin hükümler düzenlenmiştir.

Davaya bakan mahkemenin, görevli olup olmadığına kovuşturma evresinin her aşamasında resen karar verebilecektir.

Bu yasal düzenlemede CMK’nin 6. maddesinin hükmünün saklı olduğu ve görev konusunda mahkemeler arasında uyuşmazlık çıktığında, görevli mahkemeyi ortak yüksek görevli mahkemenin belirleyeceği hüküm altına alınmıştır. ( CMK m. 4)

İddianamenin kabulünden sonra işin, davayı gören mahkemenin görevini aştığı veya dışında kaldığı anlaşılırsa, mahkemenin bir kararla işi görevli mahkemeye göndermesi gerekmektedir. (CMK m. 5)

Duruşmada suçun hukuki niteliğinin değiştiğinden bahisle görevsizlik kararı verilerek dosya alt dereceli mahkemeye gönderilemeyecektir. (CMK m. 6)

Yenilenmesi mümkün olmayanlar dışında, görevli olmayan hâkim veya mahkemece yapılan işlemlerin hükümsüz olduğu düzenlenmektedir. (CMK m. 7)

Burada görevsiz mahkeme tarafından yapılan işlemlerin görevli mahkeme nezdindeki geçerlilik durumu hükmü bağlanmıştır. Bu kuralın bir tür “geçerlilik” belirleyen yargılama usulüne ilişkin bir kural olduğu söylenebilir.

Burada ayrıca, ceza yargılamasında maddi gerçeğe ulaşılması ve mahkeme tarafından sağlıklı ve vicdani bir kanaatin oluşması açısından duruşmada edinilen kanaat ve delillerin değerlendirilmesi bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır.

Görevli olmayan hâkim veya mahkeme tarafından yapılan işlemlerin görevli mahkeme açısından geçerlilik durumu açıkça yasal düzenleme ile hüküm altına alınmıştır.

Yasa koyucu bu düzenleme ile öğreti ve uygulamada bu konuda ortaya çıkabilecek tartışmaların önlenmesinin amaçlamıştır.

Doğal hâkim ilkesi

Doğal hâkim ilkesi, suçun işlenmesinden veya uyuşmazlığın doğmasından önce davayı görecek yargı yerinin yasalarla tespit edilmiş olması şeklinde tanımlanabilir.[2]

Ceza yargılaması, maddi gerçeğe ulaşmak amacıyla yapılmaktadır.

Doğal hâkim ilkesi ise, ceza yargılamasında maddi gerçeğe ulaşma amacını gerçekleştirmeye yönelik ilkelerin başında yer almaktadır.

Anayasa’nın 37. Maddesi bu konuda iki temel kural koymuştur:

1) Hiç kimsenin yasal olarak bağlı olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz.

2) Bir kişinin yasal olarak bağlı olduğu mahkemeden başka bir makam önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler kurulamaz.

Suç türlerine göre yargılamanın hangi mahkemede yapılacağını düzenleyen kurallar, ceza yargılamasında davayı görecek yargı yerinin belirlenmesine ilişkin görev kurallarıdır.

Görev konusu iki açıdan önemlidir:

Birincisi görev, kamu düzeniyle doğrudan ilgilidir.

İkincisi ise, görevin önceden belirlenmesi şüpheli ve sanık yönünden doğal hâkim ilkesine göre teminat oluşturmaktadır.

Bu yüzden “madde bakımından yetki” olarak ortaya çıkan görev sorunu, Cumhuriyet savcısı, katılan veya sanık tarafından ileri sürülmese de mahkemece kovuşturmanın her aşamasında resen dikkate alınmak zorundadır.

Görevli olmayan hâkim veya mahkeme tarafından yapılan işlemlerin hükümsüz olduğuna ilişkin kural, doğal hâkim ilkesi uyarınca ceza yargılamasında tüm işlemlerin görevli mahkeme tarafından yapılmasını temin etmek amacıyla getirilmiştir.

Belirtmek gerekir ki, görevsiz mahkeme tarafından yapılan işlemlerin ölüm, akıl hastalığına tutulma veya kişiye ulaşılamaması gibi sebeplerle yenilenmesinin mümkün olmadığı zorunluluktan kaynaklanması durumunda bu kurala uyulmayacaktır.

Görev kuralları, yargılamanın her aşamasında dikkate alınmalıdır.

Bu nedenle görev kurallarının kamu düzenine ilişkin olduğu ve güvenceli bir ceza yargılamasının temelini oluşturduğu söylenebilir.

Genel olarak ceza yargılamasında yenilenmesi mümkün olmayanlar dışındaki tüm işlemlerin doğal hâkim ilkesine uygun olarak görevli mahkeme tarafından yapılması gerekir. Burada kuralın adalet ve hakkaniyete aykırı olduğu söylenemez.

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 7/1 maddesinde hüküm altına alınan, yenilenmesi mümkün olmayanlar dışında, görevli olmayan hâkim veya mahkemece yapılan işlemlerin hükümsüz sayılacağı şeklindeki kuralın, yasa koyucunun takdir yetkisi kapsamında olduğu ve hukuk devleti ilkesine aykırı bir tarafının bulunmadığı ifade edilebilir.[3]

Delilleri takdir yetkisi

Ceza yargılamasında adil ve etkin bir ceza kovuşturması yapılması gerekir. Bu şekilde maddi gerçeğin ortaya çıkarılması mümkün olabilecektir. Bu durumun 5271 sayılı Kanun’un delilleri takdir yetkisini düzenleyen 217. maddesinde hüküm altına alınan “Yüzyüzelik” veya “doğrudan doğruyalık” şeklinde ifade edilen ilkeyle yakın bir ilişkisi bulunmaktadır.

“Yüzyüzelik” veya “doğrudan doğruyalık” ilkesi

Bu ilkeye göre yargıç, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilecek ve bu deliller yargıcın vicdani kanaatiyle serbestçe takdir edilecektir.

Burada iki husus gündeme gelmektedir:

Birincisi; ceza yargılamasında esas olan yargılamayla ilgili işlemlerin kanunda belirlenen görevli mahkeme tarafından yapılması gerekir.

İkincisi ise; bu yargılama işlemleri sonucu elde edilen delillerin bu mahkeme tarafından takdir edilip karar verilmesi gerekir.

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 7/1 maddesinde hüküm altına alınan kural, “Yüzyüzelik” veya “doğrudan doğruyalık” ilkesinin ceza yargılamasında tam ve etkin şekilde uygulanabilmesini sağlamaktadır. Bu şekilde hem adil bir yargılama yapılmasına hem de bu yargılama sonucunda verilecek hükmün maddi gerçekle örtüşmesine vesile olmaktadır.

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 7/1 maddesinde hüküm altına alınan kuralın, yasa koyucunun takdir yetkisi kapsamında olduğu ve adil yargılanma ilkesi ile uyumlu olduğu söylenebilir.[4]

Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması

Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması yolundaki anayasal ilke, ceza yargılaması açısından da geçerlidir. Bununla birlikte, ceza yargılamasının asıl amacı olan maddi gerçeğin ortaya çıkarılması yönündeki kuralın engellenmesi söz konusu olamaz.

Dolayısıyla davaların en az giderle ve mümkün olan hızla sonuçlandırılması ilkesi, görevsiz mahkeme tarafından yapılan işlemlerin görevli mahkeme nezdindeki geçerliliğine yönelik hükmün işlevsiz hale getirilmesine neden olmamalıdır. Bu konuda yasa koyucunun takdir hakkının önüne geçilemez.

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 7/1 maddesinde hüküm altına alınan kuralın amacı ve görev hususunun kamu düzenine ilişkin olduğu hususu gözetilmelidir. Burada davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması ilkesi ile yasal düzenlemenin öngördüğü amacın uyumsuz olduğu söylenemez.

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 7/1 maddesinde hüküm altına alınan kural, uygulamada bazı sorunlara neden olabilmesi söz konusu olabilir. Ancak burada kamu düzenine ilişkin olan ve davaların görevli mahkemede görülmesi esasının gerçekleştirilmesine hizmet eden bu kuralın Anayasal ilkelerle çeliştiği gibi bir yargıya varılamaz.

Nitekim Anayasa Mahkemesi, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 7/1 maddesinde hüküm altına alınan kuralın, Anayasa’nın 2., 36. ve 141. maddelerine aykırı olmadığına hükmetmiştir.[5]

YARGITAY UYGULAMASI

Yargıtay, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 7/1 maddesinde hüküm altına alınan kuralın uygulanmasına özen göstermektedir.

Olayın tek görgü tanığı konumunda bulunan mağdurenin dinlenilmesi

Örneğin; aynı zamanda olayın tek görgü tanığı konumunda bulunan mağdurenin, maddi gerçeğin ortaya çıkartılması açısından 5271 sayılı CMK'nın 210/1 ve 236/2. maddeleri gereğince ve aynı Kanunun 7. maddesinde belirtilen “Yenilenmesi mümkün olmayanlar dışında, görevli olmayan hakim veya mahkemece yapılan işlemler hükümsüzdür” düzenlemesi nazara alınarak davaya bakan görevli mahkemece beyanı alındıktan sonra toplanacak delillere göre sanığın hukuki durumunun tayin ve takdiri gerektiği gözetilmelidir.[6]

Uzlaşma hükümlerinin uygulanması

Örneğin; 6763 sayılı Kanunun 34. maddesiyle değişik 5271 sayılı CMK'nın 253. maddesi ve maddeye eklenen fıkraya göre uzlaşma hükümleri yeniden düzenlenmiş olduğu ve sanığa isnat edilen TCK'nın 106/1. maddesi kapsamındaki tehdit suçunun uzlaştırma kapsamında bulunduğu belirlenen olayda, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 2 ve 7. maddeleri gözetilmelidir. Burada uzlaştırma işlemi uygulanarak sonucuna göre sanığın hukuki durumu belirlenmelidir.[7]

Çocuklar hakkında açılan kamu davaları

5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu'nun 26/4. Maddesine göre; Çocuklar hakkında açılan kamu davaları, Kanun'un 17. maddesi hükümleri saklı kalmak kaydıyla bu Kanunla kurulan mahkemelerde bakılması gerekir.

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 7. Maddesinde ise, yenilenmesi mümkün olmayanlar dışında, görevli olmayan hâkim veya mahkemece yapılan işlemlerin hükümsüz olduğu ifade edilmektedir.

Örneğin; hakkında yakalama emri üzerine savunması alınan ve o tarih itibariyle 18 yaşını doldurmamış olan suça sürüklenen çocuğun savunmasının görevli çocuk mahkemesi yerine aynı yer asliye ceza mahkemesince alınarak hüküm kurulması hukuka aykırı olacaktır.[8]

Örneğin; görevli mahkemede suça sürüklenen çocuğun savunması alınmadan, yakalama emrinin Asliye Ceza Mahkemesince yerine getirilmesi sırasında tespit edilen savunmasıyla yetinilmesi, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 7 ve 191. maddelerine aykırı olacaktır.[9]

Örneğin; görevli Çocuk Mahkemesince suça sürüklenen çocuğun savunması alınmadan, yakalama emrinin Sulh Ceza Mahkemesince yerine getirilmesi sırasında tespit edilen savunmasıyla yetinilerek karar verilmesi 5271 sayılı CMK'nın 7 ve 191. maddelerine aykırı olacaktır.[10]

(Bu köşe yazısı, sayın Dr. Suat ÇALIŞKAN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

-------------------------------------------

[1] AYM, E: 2018/11, K: 2018/86, T: 11.07.2018, RG: S. 30581, T. 31.10.2018.

[2] AYM, E: 2018/11, K: 2018/86, T: 11.07.2018, RG: S. 30581, T. 31.10.2018.

[3] AYM, E: 2018/11, K: 2018/86, T: 11.07.2018, RG: S. 30581, T. 31.10.2018.

[4] AYM, E: 2018/11, K: 2018/86, T: 11.07.2018, RG: S. 30581, T. 31.10.2018.

[5] AYM, E: 2018/11, K: 2018/86, T: 11.07.2018, RG: S. 30581, T. 31.10.2018.

[6] Y.14.CD,E: 2015/2491. K: 2018/2972, T: 18.04.2018.

[7] Y.4.CD, E: 2016/8108, K: 2017/16417, T: 01.06.2017.

[8] Y.17.CD, E: 2015/11001, K: 2016/4061, T: 24.03.2016.

[9] Y.13.CD, E: 2014/16605, K: 2015/2702, T: 24.02.2015.

[10] Y.13.CD, E: 2011/26195, K: 2013/316, T: 15.01.2013.