HMK çerçevesinde gelen Usul Ekonomisi İlkesi ile yargılamının sevk ve idaresinde pratik, düzenli ve makul süre içerisinde gereksiz gider yapılmadan yargılamanın tamamlanmasını amaçlamaktadır. Nitekim kanun koyucu bu ilke ile bütün hukuk alanlarında görev yapan yargıçlara seslenmiştir. Yargılamanın sevk ve idaresi netice itibari ile hakimlerdedir. Anılan kanunun 32. maddesi gereği, Yargılamayı, hakim sevk ve idare eder; yargılamanın düzeninin bozulmaması için gerekli her türlü tedbirleri alır.

Günümüzde yaşanan siyasi-sosyal olaylar ve devamında toplum psikolojisindeki çatlaklar itibari ile ne yazıktır ki vatandaşlarda yargıya karşı güven problemi baş göstermiştir. Tarihimize göz attığımız zaman görülecektir ki, ecdadımızın en çok önem verdiği şey Adalet olmuştur. Nitekim Oğuzların Kayı boyunun lideri ve Osmanlı Beyliği’nin kurucusu olan Osman Bey’in babası Ertuğrul Gazi‘nin şu sözleri adalete verilen önemi göz önüne sermektedir. "Sonsuza kadar Adalet! Sonsuza kadar Hürriyet!"

Batı Avrupa ülkelerine baktığımız zaman görülecektir ki, adaletin gelişmesi tamamen toplumsal yapının gelişmesine paralel olarak hareket etmiştir. Eğitim seviyesinin artması, işsizlik oranlarının azalması ve toplumsal kalkınmanın gelişmesi ile hukuk uyuşmazlıklarının da azaldığı ve/veya pratik sonuçlandığı görülmektedir. Nihayetinde kişilik haklarına saygının ve toplumsal hayat içerisindeki adaletin tesisinde bütün bireylere birer görev düşmektedir. Bu görevinde istikrarlı bir şekilde sağlanması, toplumsal eğitimin kalitesinin artması ile mümkündür.

Hukuk düzeninin sağlanması ve hukuka olan güvenin tesis edilmesi ancak ve ancak yargıya olan güveni artırmaya çalışmakla söz konusu olur. Yargıya güveni olmayan bireylerin, yaşadığı toplumda hukuk uyuşmazlıklarınında bir hayli fazla olması şaşılmayacak bir husustur.

İşte bilirkişilikte de temel unsur güven ve adalet prensibidir. Nitekim bilirkişi kurumuna yargı aşamasında çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hususlar hakkında başvurulur. Ve bilirkişilerden tarafsız dürüst bir rapor hazırlanması beklenir. Nitekim bütün bireyler için geçerli olan ve TMK çerçevesinde hüküm altına alınan Dürüstlük Kuralı Bilirkişiler içinde geçerlidir.  Bu sebeple öncelikli olarak bilirkişilerin tarafsız ve yargının taraflarından bağımsız olarak, kendisine sunulan ve uzmanlığı ile alakalı konuda bilgi istenen hususlar hakkında dürüstlüğü gözeterek bir rapor hazırlaması gerekir. Daha sonrasında hazırlanan bu raporun ilgili mahkemeye sunulması gerekir. Elbetteki sunulan bu raporun hakimler açısından bağlayıcılığı söz konusu değildir. Lakin günümüzde uygulanmakta olan pozitif hukuk açısından bakarsak eğer, bilirkişilerin hazırlamış oldukları raporların davanın gerekçesinde büyük rolü bulunmaktadır.

6754 Sayılı Bilirkişilik Kanununun amacı; bilirkişilerin nitelikleri, eğitimi, seçimi ve denetimine ilişkin usul ve esasların belirlenmesi ile bilirkişilik için etkin ve verimli bir kurumsal yapı oluşturulmasıdır.

Anılan kanunun 3. maddesinde ise,bilirkişilerin görevlerini ifa ederlerken gözetmeleri gereken temel ilkelerden bahsedilmiştir.

Temel ilkeler  MADDE 3

- (1) Bilirkişi, görevini dürüstlük kuralları çerçevesinde bağımsız, tarafsız ve objektif olarak yerine getirir.

Bilirkişilerin raporları hazırlarken dikkat etmesi gereken en önemli husus tarafsızlık ve objektifliktir. Nitekim Bilirkişilik yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığı içerisinde önemli rolü bulunan bir müessesedir. Bu sebeple tarafsız ve objektif olunmalı,kendi uzmanlığını kullanırken de bağımsız olunmalıdır.

(2) Bilirkişi, raporunda çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hususlar dışında açıklama yapamaz; hukuki nitelendirme ve değerlendirmelerde bulunamaz.

Günümüzün pozitif hukuku içerisinde en önemli sorunlardan birisi galiba yukarıda bahsedilen kanun hükmüdür. Bilirkişiler ne yazık ki son zamanlarda davanın esası hakkında incelemelere girerek, esas hakkında araştırmalar yaparak,tarafların haklılık derecelerine göre değerlendirme yaparak hatta ve hatta Yargıtay kararları bulup raporda bunu mahkemeye sunarak, esas hakkında değerlendirmede bulunarak yönlendirme yapmaya çalışmaktadırlar. Ya bilirkişiler kendi görevlerini milletin adına karar veren hakimlerin görevleri ile karıştırmaktadırlar  ya da kendilerinin davanın esası hakkında karar alma yetkisi içerisinde olduklarını düşünmektedirler. Bu sorun adaleti tesis etmeye çalışan mahkemeler açısından ciddi bir sorun haline gelmiştir lakin ne yazıktır ki hakimlerinde bilirkişilerin raporları doğrultusunda karar verdikleri görülmektedir.

Günümüzde nasıl Google Avukatları çoğalmakta ise Bilirkişi Hakimlerininde çoğaldığı görülmektedir. Uyuşmazlıkların çok olması, mahkemeler üzerindeki iş yükünün artması gibi nedenlerden dolayı hakimlerin dosyaları bilirkişilere atması ve neticesinde kararı verenin aslında bilirkişi olduğu görülmektedir.

 (3) Genel bilgi veya tecrübeyle ya da hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukuki bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz.

Yukarıda da izah etmeye çalıştığımız gibi,hakimlerin ne yazık ki genel bilgi ve tecrübe yahut hakimlik mesleğinin gerektirdiği konularda bile bilirkişilere başvurdukları görülmektedir. Her ne kadar iş yükü fazla olsa da, yargılamanın hızlı seyrini amaçlasalarda, esas hakkında hiçbir karar bilirkişiler tarafından verilemez telkinde dahi bulunulamaz.

(4) Bilirkişi, kendisine tevdi olunan görevi bizzat yerine getirmekle yükümlü olup, görevinin icrasını kısmen yahut tamamen başka bir kimseye devredemez. 

(5) Bilirkişi, görevi sebebiyle kendisine tevdi edilen bilgi ve belgelerin veya öğrendiği sırların gizliliğini sağlamakla yükümlüdür. Bu yükümlülük, bilirkişilik görevi sona erdikten sonra da devam eder.

(6) Çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren sorun açıkça belirtilmeden ve inceleme yaptırılacak konunun kapsamı ile sınırları açıkça gösterilmeden bilirkişi görevlendirilemez. 

Görülmektedir ki, bilirkişilik, yargının başvurduğu bağımsız, tarafsız ve objektif olduğuna inanılan bir müessese olmaktan çıkmış olup,tamamen yargılamanın seyrinin bağlı olduğu tek aşama olarak gözükmektedir. Bilirkişiden gelen rapor neticesinde maç sonucu bellidir. 

6754 Sayılı Bilirkişilik Kanununun 14 maddesinde bilirkişilerin denetim ve incelenmesi hakkında kanun hükümleri mevcuttur.

Bilirkişiler, görevleriyle ilgili tutum ve davranışlarının veya hazırladıkları raporların ilgili mevzuata uygunluğu bakımından bölge kurulları tarafından resen veya başvuru üzerine denetlenir.

Bölge kurullarının yetkili olduğu denetim ve inceleme mekanizmasının aslında ciddi bir şekilde çalışmadığı, çalışsa bile anılan kanun hükmü gereği  "Bölge kurulları, bilirkişi raporlarını özel veya teknik bilgi yönünden denetleyemez." hükmünden dolayı bilirkişi raporlarını incelerken bölge kurulları yargı mercilerinden yahut kamu kurum ve kuruluşlarından bilgi ve belge istemesi gerekiyor. Buda yargılama aşaması devam ederken başka bir uzantıda devam eden bağımsız bir şikayet sürecini oluşturuyor. Söz konusu davayı esastan etkileyebilen bilirkişi raporuna karşı denetim ve inceleme netice itibari ile oldukça pasif ve hafif kalmış bulunuyor.

Sonuç olarak,hakimlerin ve bilirkişilerin görevlerini yerine getirirken hukuka ve adalete saygılı olarak kendi görev alanlarını iyi ayırt edebilmeleri ve de bağımsızlıklarını koruyabilmeleri esastır.

Bilirkişilerin ciddi bir şekilde denetlenmesi ve raporlarının incelenmesi gerekir. Hakimlerin bilirkişilere başvurmadan önce uyuşmazlık hakkında değerlendirme yapmaları, eğer ki konusu uzmanlığı gerektiren bir husus söz konusu olur ise bilirkişi kurumuna ozaman başvurması gerektiğini bilmeleri gerekiyor. Aksi halde hakimlerin bağımsızlığından şüphe edilmesi olasıdır.

Yargılama aşamasında büyük bir role sahip olan bilirkişilik makamının ciddi bir şekilde denetlenip gözetilmesi ve aynı zamanda hakimlerinde minimum ölçüde bilirkişilere başvurmaları gerekmektedir. Aksi halde ilerleyen hukuk sürecinde yargı mensuplarının pasif kalmasına alışılması kaçınılmaz olacaktır.

Stj. Av. Aykut ÖZKARDAŞ / hukukihaber.net