Prof. Dr. Ersan Şen

Stj. Av. Mehmet Vedat Ervan

HDP İddianamesinin İade Kararı

Anayasa Mahkemesi’nin; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı tarafından Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP’nin) kapatılması talebi ile düzenlediği iddianamenin iadesi konulu verdiği 31.03.2021 tarihli, 2021/1 E. ve 2021/1 K. sayılı kararının özeti;

I. Genel Açıklama

Anayasa Mahkemesi bu kararında öncelikle; siyasi partilerin kapatılmasına ilişkin davalarda, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun, davanın mahiyetine uygun hükümlerinin tatbik edileceğini, düzenlenecek olan iddianamenin 5271 sayılı Kanun uyarınca hangi unsurları içermesi gerektiğini ve bu unsurlarda eksiklik veya hata olması halinde, bu hususların belirterek iddianamenin iadesine karar verilebileceğini, ilgili Kanun maddelerine yer vermek suretiyle açıklamıştır.

Yüksek Mahkeme; Anayasanın 69. maddesi uyarınca bir siyasi partinin belirtilen nitelikteki fiillerin işlenmesinde bir odak haline gelmesini, sözkonusu fiillerin, ya “parti büyük kongre veya genel başkan veya merkez karar veya yönetim organları veya Türkiye Büyük Millet Meclisindeki grup genel kurulu veya grup yönetim kurulunca kararlılık içinde işlenmesine’’ veya “parti üyelerince yoğun bir şekilde işlenmesine ve bu durumun partinin anılan organlarınca zımnen veya açıkça benimsenmesine’’ bağlı bulunduğunu ve HDP’nin temelli kapatılması talebiyle düzenlenen iddianamede, Siyasi Partinin bu fiillerin odağı haline gelmiş sayılması için Anayasanın 69. maddesinde aranan koşulların varlığının, delilleri ile ilişkilendirilerek ortaya koyulmasının gerektiğini belirtmiştir.

II. İade Kararı Verilmesinin Gerekçeleri

Anayasa Mahkemesi ilk olarak; “Devletin, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne” aykırı eylemlerde bulundukları ileri sürülen kişilerin eylemlerinin belirlenmesi bakımından eksiklikler bulunduğunu, iddianameye konu eylemlerin bir kısmına yer verilmiş olmasına rağmen, büyük bir kısmına yer verilmemiş ve yalnızca eylemleri konu alan soruşturma ve kovuşturmalara atıf yapıldığını, bu nedenle, liste halinde yer verilen soruşturma ve kovuşturmalara konu eylemlerin neler olduğu, nerede ve ne zaman gerçekleştirildiği hususunda herhangi bir bilgiye ve açıklamaya iddianamede yer verilmediğini, dolayısıyla eylemlerin Yüksek Mahkemece değerlendirilmesinin imkansız kılındığını ifade etmiştir.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı tarafından kullanılan bu yöntemin bir diğer sonucu olarak, iddianameye konu eylemler ile Siyasi Partinin bu eylemlerin odağı haline gelmesi arasındaki ilişkinin ortaya koyulamadığına işaret eden Anayasa Mahkemesi, burada iddianamenin Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Kamu davasını açma görevi” başlıklı 170. maddenin 4. fıkrasına aykırı olarak düzenlendiği tespitinde bulunmuştur.

CMK m.170/4’e göre; “İddianamede, yüklenen suçu oluşturan olaylar, mevcut delillerle ilişkilendirilerek açıklanır”.

Aşağıda, Yüksek Mahkemenin CMK m.170/3’e göre eksik bulduğu iki hususa yer verilmiştir. CMK m.170/3’de; görevli ve yetkili mahkemeye hitaben düzenlenen iddianamede şüphelinin kimliğinin belirtilmesi gerektiği, aksi halde bunun iddianamenin eksikliği olarak kabul edileceği ifade edilmiş, fakat 3. fıkrada şüphelinin görevinin ne olduğunun bahsedilmesine dair bir zorunluluğun aranmadığı görülmekle birlikte, Yüksek Mahkeme Siyasi Parti mensuplarının görevlerinden bahsedilmemesini bir eksik olarak nitelendirmiştir. Esasen Siyasi Partinin temelli kapatılmasına eylemleri ile sebebiyet verdikleri iddia edilen Siyasi Parti mensuplarının görevlerinin belirtilmesinin zorunluluğu CMK m.170 ve m.174’de yer almamaktadır.

Kanaatimizce Yüksek Mahkeme Siyasi Parti mensuplarının görevlerini; şüphelinin kimliği kapsamında kabul etmiş olabileceği gibi, CMK m.170/3-j bendinde belirtilen “suçun delilleri” içerisinde de görmüş olabilir. CMK m.170’in lafzından hareket edildiğinde, görev tanımında eksiğin bir iddianamenin iadesi sebebi olmadığı söylenebilir. Bununla birlikte Yüksek Mahkeme’nin burada; Siyasi Partinin temelli kapatılmasına eylemleri ile sebebiyet verdiğini iddia edilen Siyasi Parti mensuplarının görevlerinin tanımlanmamasını CMK m.170/4 kapsamında da değerlendirmiş olabilir. Bu konuda herhangi bir hüküm atfında bulunmayan Yüksek Mahkeme’nin, “şüphelinin kimliği” kavramını geniş yorumladığı düşünülse bile, “görev”  tanımı şüphelinin kimliği kavramının dışında kalır.

İddianamede eksik görülen bir diğer husus, ilgililere isnat edilen eylemlerin gerçekleşme tarihinde bu kişilerin Siyasi Parti bünyesindeki görevleri açık bir gösterilmemesi olarak ifade edilmiştir.

Yüksek Mahkeme; iddianamede, sözkonusu eylemleri gerçekleştirdiği iddia edilen kişilerin Siyasi Partideki görevlerine yer verildiğinin görüldüğünü belirtmekle birlikte, bu görevlerin sözkonusu eylemlerin gerçekleştirilme tarihinde yürütülen görevler olup olmadığının anlaşılamadığını, iddianamede bazı kişilerin eylemleri nedeniyle haklarında yürütülen soruşturma ve kovuşturmaların başlangıç tarihlerinin, bu kişilerin Siyasi Partideki görevlere geliş tarihi olarak belirtilen tarihlerden öncesine ilişkin olduğunun görüldüğünü ifade etmiştir.

Kararda, sözkonusu soruşturma ve kovuşturma konusu eylemlerin gerçekleştirilme tarihlerinde ilgililerin Siyasi Parti üyesi olup olmadığına ve Siyasi Partideki görevine ilişkin herhangi bir bilgi ve açıklamanın iddianamede yer almadığına değinilmiştir.

İddianamenin iadesine gerekçe olarak gösterilen son husus ise, eylemlerine iddianamede yer verilen kişilerin Siyasi Partideki görevlerinin yanı sıra kimliklerinin de iddianamede açık bir şekilde belirtilmemesidir.

Yüksek Mahkeme; eylemlerine yer verilen ve haklarında yasaklılık kararı verilmesi istenilen kişilerin açık kimlik bilgilerine yer verilmediğini, bununla beraber eylemlerinden söz edilen bazı kişilerin isimleri ile hakkında yasaklılık kararı verilmesi istenen kişilerin isimleri arasında farklılık olup bunlardan hangisinin doğru olduğunun anlaşılamadığını, iddianameden örnekler vermek suretiyle anlatmış ve bu hususunda giderilmesi gerektiğine dikkat çekmiştir.

Anayasa Mahkemesi; haklarında yasaklılık istenen kişilerin kimlik bilgilerinin iddianameden sonra gönderilmiş olmasının da, iddianamenin kimlik bilgileri yönünden eksikliğini ortaya koyduğunu, sözkonusu eksikliğin iddianamenin incelenmesi aşamasında tespit edilmesi halinde Ceza Muhakemesi Kanunu’nda iddianamenin iadesi sebebi olarak kabul edildiğini, bu hususun da CMK m.170/3’de düzenlendiğini ve eksikliklerin bu aşamada iddia makamınca hazırlanan bir dilekçe ile giderilmesinin mümkün olmadığını ifade etmiştir.

Anayasa Mahkemesi; “Davalı partinin ödenecek hazine yardımlarından tamamen yoksun bırakılmasına ... ve Hazine yardımı ödenmiş ise aynı miktarın Hazineye iadesine” karar verilmesi talebinin, tedbir niteliğinde bir talep mi yoksa esasa yönelik bir talep mi olduğunun anlaşılamadığını, bu talebe ilişkin herhangi bir gerekçeye iddianame içeriğinde yer verilmemesinin belirsizlik oluşturduğunu, davanın esasına ilişkin olarak bir Siyasi Partinin temelli kapatılmasına ve Hazine yardımından yoksun bırakılmasına aynı anda karar verilmesinin mümkün olmadığından, bu iki farklı kararın aynı anda talep edilmesinin veya terditli olarak talep edilmesinin de mümkün olmadığı ile iddianame eklerinin onaylı olmaması hususlarını, giderilmesi gereken diğer eksiklikler olarak belirterek iddianamenin Cumhuriyet Başsavcılığına (Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısına) iadesine karar vermiştir.

III. Değerlendirme

Anayasa Mahkemesi’nin iadesine karar verdiği iddianamede, esasında temelli kapatılmaya konu edilen eylemlere ve Siyasi Parti mensuplarınca yapılan paylaşımlara yer verildiği görülmektedir. İddianamede gösterilen bu hususlar; Anayasa Mahkemesi’nin kararında belirttiği gerekçelerle birlikte değerlendirildiğinde, incelenmesi istenilen eylemlerin yanı sıra, bu eylemin hangi Siyasi Parti mensubunun, hangi fiili ile Siyasi Partiye atfedildiğinin açıklanması, yani iddianameye konu eylemler ile Siyasi Partinin bu eylemlerin “odağı haline gelmesine” neden olan fiillerin detaylandırılması gerektiği sonucuna varılabilir.

Bununla beraber; kişiler hakkında yürütülen soruşturma ve kovuşturmalara yalnızca ismen yer verildiğinden, Anayasa Mahkemesi’nin soruşturmalara ve kovuşturmalara konu fiilleri tek tek ilişkilendiremeyeceği, Siyasi Partiye atfedilebilir olan eylemlerin açıklanmasının gerektiği, bu hususun yalnızca kapatma kararı bakımından değil yasaklılık kararı bakımından da zorunlu olduğu, HDP’nin kapatılması için gerekçe olarak gösterilen bu eylemlere yalnızca ismen yer verilmesi, haklarında yasaklılık kararı verilmesi istenen kişilerin tespiti ve eylemlerinin Mahkemece değerlendirilmesini ve bireyselleştirmenin yapılabilmesini olanaksız kıldığı, bununla birlikte, iddianamede yer verilen soruşturmaların ve kovuşturmaların birçoğunda masumiyet/suçsuzluk karinesinin de devam ettiği gözönüne alındığında, henüz sonuçlanmamış ve yalnızca ismen zikredilen soruşturma veya kovuşturma dosyalarının aleyhe bir delil olarak kabul edilmesinin mümkün olmadığı ileri sürülebilir. Kanaatimizce Anayasa Mahkemesi burada, soruşturmalara ve kovuşturmalara konu fiillerin sıralanmasının yanında, temelli kapatma davası bakımından ilişkilendirmenin yapılması gerektiğine işaret etmiştir. Esasen Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, Siyasi Partinin temelli kapatılmasına dayanak gösterdiği sebebin delilleri olarak ilgili Parti mensuplarının suça ve hukuka aykırılıklara konu olan fiillerine yer vermiştir ki, bunun dava konusu ile bir ilişkilendirme olarak kabulü de mümkündür.

Ayrıca; iddianamenin başlangıcında, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı tarafından Siyasi Parti üyeleri hakkında bahsi geçen eylemlerle ilgili olarak adli makamlara intikal eden soruşturma ve kovuşturma dosyalarının tümüne yer verilmediği belirtilmiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı; düzenlediği iddianamede birçok soruşturma ve kovuşturmaya liste yöntemi ile yer vermiş olsa da, sözkonusu soruşturmalara ve kovuşturmalara konu fiilleri de göstermiştir.

Örneğin Selahattin Demirtaş hakkında yazılan bölüm incelendiğinde; şüphelinin değişik tarihlerde yaptığı konuşmalarda PKK/KCK Silahlı Terör Örgütünün, tehdit, cebir ve şiddet içeren eylemlerini ve olgusunu meşru gösterecek nitelikte beyanlarda bulunduğunu iddia edilmiş, bu iddia da, “Suç tarihinde HDP Eş Genel Başkanı olan Selahattin Demirtaş'ın dönemin Başbakanının, PKK terör örgütünün uzantısı olan PYD terör örgütü ile ilgili yaptığı açıklamalara karşılık olarak ‘Fırat'ın suyu da akacak yatağını bulacak. PYD, IŞİD'i Cerablus'tan çıkaracak. Oraya geçecek. Fırat'ı da geçecek ve sen de buradan, öyle... bön bön bakacaksın, yapacak bir şeyin yok…’ şeklinde beyanda bulunduğu anlaşılmıştır.” ile “02/09/2016 günü Van Büyükşehir Belediyesi hizmet binasının açılış töreninde HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın halka hitaben bölücü terör örgütü PKK'nın elebaşı Abdullah Öcalan'ı övücü ve yüceltici şekilde konuşmalar yaptığı, aynı şekilde terörle mücadele kapsamında güvenlik güçlerinin yapmış olduğu operasyonları saptırarak PKK/KCK terör örgütünün eylem ve faaliyetlerini meşru göstermeye çalıştığı, ayrıca konuşma içeriğinde ‘Kayyum asla tanımayın kabul etmeyin yüzüne bile bakmayın emrini yerine getirmeyin selamını almayın’ şeklindeki konuşmalarıyla halkı kanunlara uymamaya tahrik ettiği, ‘Sizler her an büyük bir sivil direnişe hazır olmalısınız bizim için de varlık yokluk nedeni bizim için de ölüm kalım meselesidir’ şeklindeki konuşmalarıyla suç işlemeye alenen tahrik ettiği, yine konuşma içeriğinde sürekli Türk-Kürt ayrımını ön planda tutarak insanlarda kin ve düşmanlığa tahrik edecek şekilde konuşmalar yaptığı anlaşılmakla üzerine atılı ‘Halkı Kanunlara Uymamaya Tahrik, Halkı Kin ve Düşmanlığa Alenen Tahrik Etme, Suç İşlemeye Alenen Tahrik Etme, Terör Örgütü Propagandası Yapmak’ suçlarını işlediği (…)” ifadelerine yer verilerek somutlaştırmıştır.

Yine Sırrı Süreyya hakkında düzenlenen bölüm incelendiğinde; Sırrı Süreyya Önder'in katıldığı Nevruz etkinliğinde, terör örgütü lideri Abdullah Öcalan'ın fotoğrafının asılı bulunduğu sahnede gerçekleştirdiği konuşmada, “Size Kürt halkı önderi Sayın Öcalan'ın selamını getirdim... Bugün de PKK'lılarla Kürdistan'da onun onurlu evlatlarıyla onur duyuyoruz." sözleri ile “Şüphelinin sözkonusu DTK'ya katılmak suretiyle örgütün talimatı üzerine yukarıda konuşma yapması, konuşmanın içeriğinde özellikle son dönemde Sur ve Cizre ilçelerinde PKK/KCK bölücü terör örgütü tarafından sözde özerk bölge oluşturma amacıyla yoğun şekilde gerçekleştirilen hendek kazma, bomba tuzaklama, güvenlik güçlerine yönelik silahlı ve roketli saldırıların sahiplenildiği de değerlendirildiğinde PKK/KCK terör örgütünün üyesi olduğu anlaşılmaktadır.” ifadelerine yer verilerek, yine bu Parti temsilcisi hakkında ileri sürülen iddialar somutlaştırılmıştır.

İddianamenin değerlendirme kısmı incelendiğinde; Silahlı Terör Örgütünün üst düzey yöneticileri ve müzahir yapılanmaları tarafından örgüt idaresinde yayın yapan internet haber sitelerinden ve sosyal medya hesapları üzerinden eylem çağrıları yapıldığı sırada, HDP’nin de Merkez Yürütme Kurulu’nun ve üst düzey yöneticilerinin silahlı terör örgütle eşzamanlı ve terör örgütünün idaresinde olduğunu gösterir şekilde aynı dönemde PKK-KCK ile aynı doğrultuda çağrı ve açıklamalarda bulunduğunun tespit ve iddia edildiği görülmektedir.

Buna ek olarak; iddianameye konu açıklamalar ve çağrılar nedeniyle “6-8 Ekim olayları” olarak da adlandırılan şiddet eylemleri öncesi bir kısım örgütün üst düzey yöneticiler ve örgüt idaresinde bulunan internet haber siteleri halkı kışkırtarak sokağa çıkıp ayaklanmaya davet ettiği ve bu suretle terör örgütü ile onun siyasi kanadı olan HDP’nin uyum içinde yaptıkları işbölümüne göre hareket ettikleri, yine “Gara Operasyonu” olarak bilinen ve bölücü terör örgütüne karşı Irak’ın kuzeyinde yapılan operasyon sırasında bir mağarada rehin tutulan 13 silahsız vatandaşın PKK tarafından şehit edilmesinden sonra da davalı Siyasi Parti tarafından bu katliamı gerçekleştiren terör örgütü kınanmamış ve hatta davalı Siyasi Partinin milletvekilleri Hüda Kaya ve Ömer Faruk Gergerlioğlu tarafından Devletin suçlandığı ve  25., 26. ve 27 dönem HDP Ağrı milletvekili Dirayet Dilan Taşdemir’in önceki tarihlerde “Gara” bölgesine giderek, terör örgütü mensupları ile görüştüğü iddialarına yer verilmiştir.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı; çocuklarının kaçırılmasından dolayı HDP'yi sorumlu sayan ve HDP Diyarbakır İl Başkanlığı önünde nöbet tutan ailelerin 3 Eylül 2019'da başlattığı oturma eyleminde yüzlerce anne, baba, kardeş beyanlarından, (silahlı terör örgütüne militan kazandırmak maksadıyla) HDP teşkilatlarınca çocukların ve gençlerin kandırılıp ailesinden koparılarak kaçırıldığını, bu hususun da HDP ile silahlı terör örgütü arasında bulunan organik bağı gözler önüne serdiğini ifade ve iddia etmiştir.

İddianamenin devamında, HDP’nin değişik kademelerinde görev alan üyelerinin bazı eylemlerinin özetlendiği ve bu eylemler ile ilgili olan kişilere metin içinde atıf yapılarak bireyselleştirmenin yapıldığı görülmektedir. Örneğin; “Davalı partinin bir kısım milletvekillerinin Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığının, birliğinin, bütünlüğünün sembolü olan TBMM’de bölücübaşı ve PKK lehine slogan attıkları, sözde gerilla marşını okudukları, (bkz. Ferhat Encu, Nursel aydoğan, Besime Konca, Mizgin Irgat başlığı altında)”.

Dolayısıyla Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının kabulüne göre; Kobani, Hendek olayları ve Gara Operasyonu sonrası, gerek HDP milletvekillerinin yaptıkları açıklamalar ve gerekse davalı Siyasi Partinin silahlı terör örgütüne eleman temin etmekteki rolü birlikte değerlendirildiğinde aslında davalı Halkların Demokratik Partisi ile silahlı terör örgütü arasında bir fark olmadığı açıktır.

Bu bilgiler ışığında, her ne kadar Anayasa Mahkemesi tarafından fiil ile delillerin ilişkilendirilmediği belirtilmişse de, iddianamede HDP’nin kapatılmasına gerekçe olarak gösterilmesi istenen eylemlere, kimlerin katıldığı belirtilerek açıklanmış ve ilişkilendirilmiştir. Anayasa Mahkemesi tarafından gerçekleştirilen yargılama, klasik bir ceza yargılaması olmadığından, Siyasi Parti mensuplarının gerçekleştirildiği eylemlerin anlatılması, Siyasi Parti ile terör örgütü arasında organik bir bağ kurulduğunun ileri sürülmesi sonucunda, iddianamenin iadesi sebepleri arasında CMK m.170/4’e yer verilmesi tartışmalı bir husus teşkil etmektedir. Yalnızca bu eylemelere yer verilmesi ile bu eylemlerin Siyasi Partinin tüzel kişiliğine atfedilebilir olmadığı ileri sürülebilse de, tüzel kişilikler iradelerini mensupları tarafından sarf edilen söz ve eylemler vasıtasıyla dış dünyaya yansıtabildiğinden, eylemler ile bunları gerçekleştiren kişilerin belirtilmesi, bu kişilerin Siyasi Parti içindeki görevlerinin açıklanmasının yeterli kabul edilmesi gerekir.

İddianamenin iadesinde gösterilen diğer nedenler incelendiğinde ise; iddianameye konu kişilerin kimlik bilgileri ile Siyasi Partide görev alma tarihlerinin doğru tespit edilmesi gerektiği, Siyasi Parti mensubu olunmadığı dönemlerde gerçekleştirilen eylemlerin Siyasi Partiye atfedilebilir olmadığı, bu nedenle Siyasi Partinin sözkonusu eylemlerin odağı haline gelip gelmediği açısından da esas alınamayacağı tartışmasızdır. Dolayısıyla, ilgililere isnat edilen eylemlerin gerçekleşme tarihinde bu kişilerin Siyasi Parti bünyesindeki görevleri açık bir şekilde belirtildikten ve kimlik bilgilerinin düzeltilmesi haricinde başka bir eksikliğin bulunmadığı sonucuna varılabilir. Belirtmeliyiz ki; Siyasi Parti mensuplarının görevinin ne olduğunun, “şüphelinin kimliği” kapsamında değerlendirilmesi uygun değildir. Çünkü iddianamede şüphelinin açık kimliğine yer verildiği takdirde, görev tanımına ancak bir “delil” ve “delil değerlendirilmesi” olarak değinilmesi mümkün olup, bu durumda görev tanımı şüphelinin kimliği olarak kabul edilmez. Yüksek Mahkeme ise, ilgili kişilerin görev tanımının yapılmasını gerekli görmüş ve muhtemelen şüphelinin kimliğinden belirtilmesinden öte görev tanımını suçlamaların esasına ilişkin saymıştır.

Belirtmeliyiz ki; Anayasa Mahkemesi’nin verdiği bu karar, eksik hususların giderilmesi ile yeniden düzenlenecek olan iddianame sonucunda Siyasi Partinin temelli kapatılma davasının açılamayacağı anlamına gelmemektedir ki, Anayasa Mahkemesi de bu kararında işin esasına girmemiş ve usulen giderilmesi gerekli eksiklere ve hatalara değinmiştir. Bu nedenle; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı tarafından, iddianamede eksik olduğu belirtilen hususların giderilmesi ile iddianamede yer verilen eylemlerin Siyasi Parti tüzel kişiliğine atfedilebilir olduğuna dair açıklayıcı cümlelere yer verildikten sonra, yeni iddianamenin Anayasa Mahkemesi’ne gönderilmesinin mümkün olduğu görülmektedir.

Yüksek Mahkemenin, işin esasına girme eğilimini gösteren birkaç hususa iade kararında değindiğini de yeri gelmişken belirtmek isteriz. Bunlara, kısa açıklamalar halinde yukarıda yer verilmiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının yeniden düzenleyeceği iddianame ve açılacak muhtemel bir kapatma davası, itham sisteminde iddiada bulunan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının iddialarını kanıtlaması ve şüphenin ilgili Siyasi Parti aleyhine giderilmesi zorunluluğuna dayanmaktadır. Bu aşamaya ise, ancak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının iddianamede eksik olduğu belirtilen hususları gidermesi ve Anayasa Mahkemesi’ne göndereceği iddianamenin Yüksek Mahkemece kabulü suretiyle kamu davasının (temelli kapatılma davasının) görülmeye başlaması ile gelinebilir.