Kişinin, hayatı, vücut bütünlüğü ve sağlığı üzerinde sahip olduğu hak kişilik hakkının kapsamındadır. Anayasa’nın 17 inci maddesinin ikinci fıkrası hükmüne göre “Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbi deneylere tabi tutulamaz”. Anayasa’nın 17 inci maddesi, yaşama hakkını, temel haklar arasında saymış ve bu hakka herkesin sahip olduğunu belirtmiştir.

Kişinin hayat, sağlık ve beden bütünlüğü üzerindeki hakkı, kişilik hakkına dâhil olduğu için, mutlak haktır. Kural olarak kişinin rızası olmadan bunlara yapılan herhangi bir müdahale onun yararına da olsa hukuka aykırıdır ve kişilik haklarına saldırı niteliğindedir. Rızanın hukuka aykırılığı ortadan kaldırabilmesi için ahlaka, adaba ve kamu düzenine aykırı olmaması gerekmektedir.

Hekim tarafından yapılan müdahalenin hukuka uygunluk koşulu; tedaviye rıza gösterilmesi, müdahalenin tedavi amacıyla yapılması ve tıp bilimi kurallarına uygun olarak icra edilmesidir. Hekimin hastaya tıbbi müdahalesi hastanın iyileştirilmesi olmakla birlikte bazen tam aksi sonuçlar doğabilmektedir. Örneğin hastalık ağırlaşabilir, başka uzuvlar zarar görebilir, yanlış tedavi sonucunda hasta ölebilir. Bu durumda hasta veya onun ölümü halinde geride kalanlar, uğradıkları zararın tazmini için kimlere karşı ve hangi hukuki esaslara dayalı olarak hangi talepleri ileri sürebileceklerdir? Mevzuatımızda, hekimlerin hukuki sorumluluğunu düzenleyen özel bir hüküm yoktur. Ancak bu, hekimlerin hukuki sorumlulukları bulunmadığı anlamına gelmez. Türk Ceza Kanunu ve Borçlar Kanunu gibi genel kanunlarda yer alan bazı hükümlerin yanı sıra sağlık hizmetlerini düzenleyen özel düzenlemelerde de hekimin sorumluluğuna yönelik pek çok düzenleme bulunmaktadır.

Hekimler, hata, ihmal ve kusurlarıyla hastaya verdikleri zararlardan Ceza Hukuku hükümlerince şahsen sorumlu oldukları gibi, aynı zamanda Borçlar Kanunu hükümlerine göre mal varlıklarından tazmin etmekle de yükümlü tutulabilirler.

Hekimle hasta arasında sözleşme ilişkisi mevcut değilse, hekim Türk Borçlar Kanunu madde 49 hükmüne göre sorumlu olacaktır. Bu hükme göre, kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür. Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de bu zararı gidermekle yükümlüdür.

Hasta, uğradığı zarara karşı, maddi ve manevi tazminat davası açabilir. Hastanın ölümü halinde tazminat davasını, hastanın mirasçıları, yakınları ve destekten yoksun kalanlar da açabilmektedirler. Hekimin sorumluluğunun kaynağı; haksız fiil, sözleşmeye aykırılık ve vekâletsiz iş görmedir.

Hekimin tazminat sorumluluğu hekimin hukuka aykırı tıbbi müdahalesi sonucunda hastanın zarar görmesi halinde söz konusu olur. Genel olarak tazminatın amacı kişinin iradesi dışında ekonomik yönden malvarlığında veya kişilik haklarında meydana gelen zararın giderilmesidir. Bu zararın tazmini de çoğunlukla maddi ve manevi tazminat ve destekten yoksun kalma tazminatı istemi ile olmaktadır.

Tedavi giderleri, çalışma gücünün kaybı, eşinin veya yakınının sağlığının bozulması ya da ölmesi nedeniyle destekten yoksun kalma, ölüm nedeniyle meydana gelen giderler, cenaze masrafları mal varlığında eksilmeye neden olur ve buna maddi zarar adı verilir. Tıbbi müdahale nedeniyle sağlığı zarar gören kişi tamamen veya kısmen çalışamamaktan ve ileride ekonomik olarak uğrayacağı yoksulluktan doğacak zararlarını ve bu nedenle yaptığı tüm giderleri isteyebilir.

Manevi zarar, bir kişinin kişilik değerlerinde şahıs varlığında iradesi dışında meydana gelen eksilmeyi ifade eder. Bir kişinin, kişiliğini, yani hukuki değerlerinin ihlali dolayısıyla uğramış olduğu objektif eksilme ve kayıplar manevi zararı meydana getirir. Manevi zararlar genellikle “ruhsal zedelenmeye” yol açmaktadır. Dolayısıyla hekimin tedavi hatası sonucunda hastanın yaşama istek ve sevincinde duyarlı sayılabilecek bir rahatsızlık meydana gelmişse, bu zedelenmenin en azından belli bir dereceye kadar giderilebilmesi manevi tazminat vasıtasıyla söz konusu olabilir.

Nitekim Yargıtay da aşağıda emsalleri verilmekte olan birçok kararında hekimlerin yapmış oldukları tıbbı müdahalelerden sorumlu olduklarını belirtmektedir;

Yargıtay 13. HD, 7697/10489 T. 30.6.2011 tarihli kararı

 “Davacı, 13.11.2000 tarihinde davalı Y... İ... Hastanesi’nde by pass ameliyatı olduğunu, ağrılarının devam etmesi üzerine ameliyatı gerçekleştiren davalı doktorlara başvurduğunda, operasyondan sonra doğal bir süreç olan kan pıhtılaşması oluştuğunu bildirdiklerini, başka bir doktora gittiğinde ise, ameliyat sırasında kalbinde sargı bezi unutulduğunun tespit edildiğini, Doktor S.E. Hastanesi’nde yapılan ameliyatla sargı bezinin çıkarıldığını, beş firmanın başkanlığını ve yöneticiliğini yapmakta olduğundan tedavi süresince maddi ve manevi zarara uğradığını ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere şimdilik 50.000-TL maddi, 50.000-TL manevi tazminatın davalılardan müteselsilen ödetilmesine”

 karar verilmesini istemiştir.

Yargıtay 13. HD, E. 10.10.2006,10068/13288 kararında;

 “Vekil konumunda olan doktor, hafif dahi olsa, bütün kusurlarından sorumludur. Doktor, hastasının zarar görmemesi için mesleki tüm şartları yerine getirmek, hastanın durumunu tıbbi açıdan zamanında saptayıp, somut durumun gerektirdiği önlemleri eksiksiz biçimde almak ve uygun tedavi yöntemlerini uygulamak zorundadır.”

İçtihat etmiştir.

Yargıtay 4. HD, 24.02.2004, 2004/2091 sayılı kararında;

“kişisel hakların zedelenmesi nedeniyle mirasçılar aleyhine açılabilecek tazminat davalarında mirasçılar müteselsilen sorumludurlar. Bu nedenle tazminat davası mirasçılarından birine, birkaçına veya tamamına karşı açılabilir.”

İçtihat etmiştir.