Bundan dokuz sene önce, 2007 senesinin Mayıs ayında bir dosya aldım. Önce olayı kısaca anlatayım. Üç erkek kardeş, kız kardeşlerinden boşandığı için sinirlendikleri (benim müvekkilim olacak) eniştelerinden öç almaya karar vermişler. Aslında boşanma anlaşmalı olmuş, eşyalar paylaşılmış, eşler arasında hiçbir husumet yok; ancak her şey bitmesine rağmen ellerinde bıçaklarla boşanan eşin evini basmaya çalışmışlar. Kapıyı yumruklamış, küfürler savurmuşlar. Müvekkilin babası o kadar hakaret ve tacize rağmen oğlunun dışarı çıkmasına izin vermemiş. Gereksiz bir gerginlik yaşanmasından, tarafların birbirine zarar vermesinden çekinmiş. Aynı mahallenin insanları sonuçta, yine yüz yüze bakacaklarını düşünmüş belli ki. Oğluna içeride kalmasını tembihleyip, konuşmak için kapıya çıkmış. Daha ağzını açamadan kardeşlerin en büyüğü bıçağı gözüne saplamış. Müvekkil babasının feryatları üzerine balkona çıkmış ve onu kanlar içinde görünce koşa koşa aşağıya inmiş. Babasının yanına gitmeye çalışmış ama geçmesine izin vermemişler, üzerine çullanmışlar. Boğuşma esnasında eline geçirdiği bıçağı kendini korumak için savururken o da babasına bıçak saplayan abiyi yaralamış. Bunun üzerine korkan diğer kardeşler abilerini de alıp kaçmışlar. Bu arada müvekkilin bıçağı almaya çalışırken elleri kolları kesikler içinde kalmış. Her ikisini de hastaneye götürmüşler. Babanın gözünü kurtaramasalar da hayati tehlike yaşamasını engellemişler. Ancak ailesini geçindirmek için kaynakçılık yapan baba bir gözünü kaybetmesi nedeniyle bir daha işine dönememiş.

Hastane işlemleri ve karakol ifadeleri bittikten birkaç gün sonra yanıma geldiler. Bir şikâyet dilekçe hazırlayıp Bağcılar Adliyesi’ne götürdüm. Mücadelemiz böylece başladı. Başladı başlamasına da, bu uzun maraton daha ilk adımlarda durdu. Şikâyetimizden iki ay sonra HSYK, Bağcılar Adliyesi’nin kapatılıp Bakırköy Adliyesi’ne taşınmasına karar verdi. Taşınma işleri aylarca devam etti. Dosyaya gelen belgeler kayboldu. Hatta bırakın belgeleri, bir dönem dosyanın kendisi bile kayıptı.

Aradan bir yıl geçti. Sağlık raporları, ifadeler, sabıka kayıtları, olayda kullanılan bıçağa ilişkin kriminal rapor ve diğer belgeler dosyaya girdi. Dosyanın iddianame yazmak için hazır duruma gelmesine rağmen dosyaya bakan savcı işi ağırdan almaya başladı. Defalarca adliyeye gittim, zaten taşınma nedeniyle epey bir zaman kaybettiğimizi anlattım, süreci hızlandırmak için savcıyla görüştüm. Savcı ise çok yoğun olduğunu, en kısa zamanda iddianameyi hazırlayacağını anlatıp durdu. Öncelikle karşı tarafın bir etkisi olup olamayacağını düşündüm. Tanıdıkları araya sokup dosyalara müdahale edilmesinin ülkemizde ne yazık ki sıklıkla karşılaşılan bir sorun olduğunu bildiğimden, bu konuda araştırma yaptım. Ancak gerçek bir süre sonra kendiliğinden ortaya çıktı. Savcı emekliliğini bekliyormuş. Şikâyet dilekçemizin üzerinden 1,5 sene kadar geçmişti ki, savcı dosyaları bırakıp gitti.

Yeni savcının atanmasını bekledik. Atandıktan sonra göreve başlamasını bekledik. Göreve başladıktan sonra adliyeye alışmasını bekledik. Alıştıktan sonra dosyaları incelemesini bekledik. İnceledikten sonra iddianame hazırlamasını bekledik. Bekledik de bekledik. Tüm bunlar da bir yıl kadar sürdü. 2,5 senenin ardından, 2009 senesinin sonlarına doğru rica minnet iddianame hazırlanıp, dava açıldı. Gözünü kaybeden baba mağdur, bizim müvekkil ve babasını kör eden kardeş ise mağdur/sanık. Sene devriydi, dosya yoğunluğuydu derken üçüncü yılın sonunda ilk duruşmaya çıkabildik. Bizimkiler ifadelerini verdiler, ancak bu sefer de adresinden taşınması sebebiyle diğer sanığa ulaşılamadı. Onu temsilen duruşmalara CMK’dan atanan genç bir meslektaş gelip gitmeye başladı.

Sene oldu 2011. Duruşmalar arasında sanığı yakalayıp getirmişler, ifadesini alıp salmışlar. Ancak bizim yokluğumuzda alınan ifade sırasında kimlik tespitinin yapılması atladığı için ifade çöpe gitti. Başladılar bir daha sanığı aramaya. Ara ki bulasın.

2012 senesinde sanığı bir daha yakaladılar. Sanığın ifadesi alındıktan sonra dosyada yapılacak başka bir işlem kalmadığından artık karar aşamasına geçtik diye sevindik. Yine sevincimiz kursağımızda kaldı ve dosyanın hâkimi başka mahkemeye atandı. Otur, ağla! Yok yeni hâkimin gelmesi, yok dosyaları öğrenmesi derken 2013 senesine girdik. Aynı senenin Temmuz ayında mahkeme, kasten yaralamadan benim müvekkile 2 yıl 1 ay, karşı taraftaki sanığa ise 2 yıl 6 ay hapis cezası verdi. Müvekkil için meşru müdafaa hükümleri uygulanmadığı gibi, 2 yılın üzerinde olduğundan aldığı ceza da ertelenmedi. Kararı temyiz ettik, dosya 3 yıl daha nadasa bırakıldı.

Yargıtay 2016 senesi başında, yani olayın gerçekleşmesinden tam 9 yıl sonra karar verdi. Müvekkilimin cezasının fazla olduğu yönündeki itirazlarımız yerinde görülmemekle beraber, karşı taraftaki sanığa verilen cezanın az olduğuna hükmedildi. Ancak Yargıtay tarafından belirtilen kanun maddeleri uygulandığında dahi sanığın toplamda 4 yıllık bir ceza alması mümkün olacak. Sıkıntı şu ki, Yargıtay, mahkeme kararını benim müvekkilim açısından onayıp, karşı taraf açısından bozduğundan müvekkilim hapse girmek zorunda kaldı. Diğer sanık hakkında ise yargılama yeniden başladı. Kaç sene daha süreceğine ilişkin hiçbir tahminim yok. CMK avukatı da dosyayı aldığına pişman oldu zaten bu süre içinde.

Buradan geliyoruz altın vuruşa… Çarşamba günü yayımlanan 671 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile 1 Temmuz 2016 tarihine kadar işlenen suçlar nedeniyle mahkûm olanlar veya mahkûm olacaklar bakımından infaz süresi 2/3’ten 1/2’ye indirilirken, denetimli serbestlik süresi ise 1 yıldan 2 yıla çıkarıldı. Böylece 4 yıl hapis cezası alacağını düşündüğümüz karşı sanığın yatarı 1/2 ile 2 yıla indirilip, o 2 yıl da denetimli serbestliğe tabi olacak. Kısaca, hapis yatmadan salıverilecek. Toplu halde evi basılan, babasının bir gözü kör edilen, arada kendisi de yaralanan müvekkil aylarını hapiste geçirirken, bunları yapan kişi cezalandırılmaksızın ve yaptıklarından gurur duyarak dışarıda dolaşacak. Çürümüş ve kokuşmuş adalet sistemimizin bize hediyesi. Harika değil mi!

Müvekkilin babası bunca yıl süren yargılamanın sonunda, en son görüştüğümüzde, “Dokuz yıldır gözümü kör eden adam elini kolunu sallaya sallaya geziyor. Üzerine bir de oğlumu hapse atıyorlar. Bizse hala adaletin tecelli etmesini bekliyoruz. Geç gelen adalet, adalet değildir avukat bey” demişti. Gecikse yine iyi, adalet hiç gelmiyor artık. Biz avukatlar, terazinin kefesinin hep suçlulardan yana ağır bastığı bu ülkede geç gelen adaleti bile öpüp alnımıza koyar hale geldik. Tabii ki yalnızca şimdilik. Adaletin gerçekten var olacağı günlere ulaşabilmek için ona uzanan ellerin sayısını artırmaya çalışıyoruz bugünlerde…



(Bu yazı, Hukukta Sol Tavır Derneği'ne ait #DirenTerazi blogu için kaleme alınmıştır)