Devletin mutlak gücünün sınırlandırılması da, hukuk kuralları yoluyla olacaktır. Anayasaların ve anayasacılık akımlarının ortaya çıkması da devletin mutlak gücünün sınırlandırılması gerektiği düşüncesinden çıkmıştır.[1] Hukuk devleti ilkesi de, devletin hukuk kurallarına bağlı kalarak, keyfi olarak güç kullanımının önüne geçilmesini ve devletin mutlak gücünün sınırlandırılmasını amaçlamaktadır.

Hukuk devleti kavramının ortaya çıkışı her ne kadar Fransız Devrimi’ne dayandırılsa da, aslında bu kavramın Antik Yunan’a ve Aristoteles’e kadar uzandığını söylemek mümkündür. Her ne kadar Antik Yunan’da hukuk devleti diye anılan bir düşünce mevcut değilse de, hukuk devletinin mihenk taşlarından biri olan kuvvetler ayrılığı ilkesi ve devletin mutlak gücünün sınırlandırılması düşüncesi mevcuttu.[2]

Hukuk devleti kavramı; salt devletin hukuk kuralları ile yönetilmesi, sorunsuz işleyen bir hukuk sisteminin bulunması ve devletin bu hukuk kurallarına uyması olarak anlaşılmamalıdır. Çünkü sorunsuz işleyen ve devletin de tabi olduğu hukuk sistemi, her zaman o devlete ve o hukuk kurallarına tabi olan bireylerin hak ve özgürlüklerinin güvencesini temin etmeyebilir. Burada hukuk devleti ile kanun devletinin farkı karşımıza çıkmaktadır. Hukuk devletinden söz edebilmek için; mevcut hukuk kurallarının bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin güvencesini temin etmesi ve devlet iktidarının keyfiliğinin sınırlandırılması amacına hizmet etmesi gerekir. Aksi takdirde, her ne kadar kanunlara uyulsa da o devlet hukuk devleti olamaz ve kanun devleti olmaktan ileri gidemez.

Hukuk devletinin gerçekleşmesi için gerekli unsurların neler olduğu konusunda, ülkeler arasında, hatta aynı ülke içinde dahi görüş ayrılıkları vardır. Hukuk devletinin unsurlarının neler olduğu konusunda doktrinde de görüş birliği bulunmamaktadır. Yazarlar tarafından kabul edilen ortak düşünceye göre bir ülkenin hukuk devleti olarak nitelendirilmesi için; temel hak ve hürriyetlerin güvence altına alınmış olması, idarenin faaliyetlerinin yargısal denetimi, mahkemelerin bağımsızlığı ve yargıya güvenin sağlanmış olması, kanunların anayasaya uygunluğunun hukuki denetiminin yapılaması, kuvvetler ayrılığının tam olarak sağlanması, kanun önünde eşitlik, hukukun evrensel ilkelerine saygı gerekmektedir. Hukuk devleti ilkesinin gerekleri, aynı zamanda devletin sınırlandırılmasına hizmet eden hukuki müesseselerdir.

Bu belirlemelere göre değerlendirildiğinde, Türkiye’deki anayasal gelişmeler göz önüne alınacak olursa hukuk devleti olma yolunda ilk adımların Osmanlı Devleti dönemindeki Sened-i İttifak ile atıldığını söylemek mümkündür. Çünkü bu metin ile, devletin yöneticisi olan ve mutlak iktidar sahibi olan padişahın, kendisinden başka bir sınıf olan ayanların da gücünü kabul etmesi, kendi gücünü sınırlaması olarak anlaşılmalıdır. Tanzimat Fermanı diğer adıyla Gülhane Hattı Hümayunu ile de, yurttaşların can, mal ve ırz güvenlikleri sağlanmış, yani bireylerin temel hak ve hürriyetleri güvence altına alınmış, böylece hukuk devleti olma yolunda bir adım daha atılmıştır. Yine bu metinle; vergilendirme ve yargılanmanın adaletle yapılmasına ilişkin buyruklar, hukuk devletine ilişkin ceza muhakemesi hükümleri, yasallık ve eşitlik ilkeleri, merkezi iktidarın kendi gücünü sınırlandırması gibi hükümler getirilerek kanunlaştırma hareketlerinin başlaması ve batıdan alınan kurumlar ile hukuk devletine giden yol açılmıştır. Osmanlı devletinin ilk anayasası olarak kabul edilen Kanun-i Esasi ile de, erkler ayrılığı kabul edilmiş, padişahın yanında bir meclis ortaya çıkmıştır.

Cumhuriyetin kurulması ile birlikte hukuk devleti olma yolunda en önemli adımlar atılmış ve 1924 tarihli Teşkilat-ı Esasi anayasası ile erkler ayrılığı, yargı bağımsızlığı gibi güvenceler temin edilmiş ve temel hak ve hürriyetler anayasal olarak tanınmıştır. Tek parti iktidarı döneminde her ne kadar bu anayasa yürürlükte olsa da; bireylerin temel hak ve hürriyetlerine riayet edilmediği ve hukuk devleti ilkesinin zedelendiğini söylemek mümkünüdür.  

1961 anayasası, en demokratik ve insan haklarına en çok saygı duyan anayasa olarak bilinmektedir. Nitekim bu anayasa ile, mevcut eksiklikler giderilmiş ve hukuk devletinin olamazsa olmazlarından biri olan kanunların anayasaya uygunluğunun denetiminin sağlanması için Anayasa Mahkemesi kurulmuştur. Bu anayasa ile, hukuk devleti olmanın yanında, sosyal devlet ilkesi de anayasa ile güvene altına alınıştır. 1961 anayasası ile atılım gerçekleştiren ülkemiz, 1982 anayasası ile hukuk devleti olma yolunda ileri gitmek yerine geri adım atmıştır. 1982 anayasası ile, hukuk devleti olma yolundaki önceki adımlar hiçe sayılarak birey yerine devlete öncelik verilmiş ve yürütme güçlendirilmiştir.

2017 tarihinde anayasada yapılan değişiklik ile, hükümet sistemimiz parlementer sistem yerine başkanlık sistemine dönüşmüştür. Başkanlık sisteminin uygulandığı ülkelerde, devlet başkanının mutlak gücünün sınırlandırılması için dengeler ve frenler sistemi aktif olarak çalışmakta ve hukuk devleti olmanın gerekleri yerine getirilmektedir. Ancak ülkemizde ne yazık ki böyle bir denge ve denetleme sistemi bulunmamaktadır ve zaten oldukça güçlü olan yürütme, bu değişiklik ile tamamen mutlak güç haline gelmiştir. Hesap verilebilirlik ve sorumlu olma olarak dilimize çevrilen accountability terimi, ülkemizde ne yazık ki sadece bir terim olarak varlığını sürdürmektedir.  Bu durum, halkın devlete olan güvenini de zedelemekte ve yurttaşların kendini güvende hissetmemesine neden olmaktadır.  

Yargı bağımsızlığı konusunda da ciddi endişelerin bulunduğu ülkemizde, yargıya duyulan itimat da gün geçtikçe azalmaktadır. Halkın yargıya ve mahkemelerin bağımsızlığına güvenini ölçmeye yönelik olarak yapılan anketler de bu durumu gözler önüne sermektedir.[3] Hatta öyle ki; kamu vicdanını sarsan yargı kararları, son dönemlerde yargı mensuplarını ve hatta adalet bakanını bile rahatsız edecek konuma gelmiştir. Anayasa mahkemesinin kararlarının yürütme tarafından tanınmadığı, uyulmadığı, saygı da duyulmadığı; AİHM kararlarının bağlayıcılığının Anayasa bakımından teminat altına alınmasına karşın, bağlayıcı değil yönlendirici nitelikte olduğuna dair açıklamaların basına yansıdığı, yargı mensubu adaylarının sosyal medya hesaplarında yaptıkları paylaşımları özenle seçtiği mevcut konjonktürde, ‘hukuk devleti’ tartışmaya açık bir kavramdır.

Sonuç olarak, hukuk devleti ilkesinin temel amacının devlet iktidarının sınırlandırılması ve bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin güvence altına alınması olduğunu söylemek gerekir. Her devletin ve ülkemizin de hukukun üstünlüğünü tanımasını ve hukuk devleti ilkesini temel olarak alması temennisi ve Lord Action’un meşhur sözü ile çalışmamı noktalamak istiyorum;

‘Güç yozlaştırır, mutlak güç mutlaka yozlaştırır.’

Av. Rıdvan Can ERDEM

-----------------------
[1] 17. Yüzyılda Amerika’da ortaya çıkan anayasacılık ve devlet iktidarının sınırlandırılması düşünceleri, İngiltere’nin Amerika üzerinde yaşayan bireylere keyfi olarak vergi salınımını sınırlandırmak için ortaya çıkmıştır. Yani anayasacılık düşüncelerinin temellerini, devletin bireyler üzerinde keyfi ve sonsuz güç kullanımının önüne geçilmesi oluşturmaktadır.

[2] Aristoteles karma hükûmet düşüncesini Antik Yunan'daki kent devletlerinin anayasal biçimlerinin hatlarını çizdiği Politika adlı eseriyle ilk ortaya atan kişi oldu. Polybiusa göre Roma Cumhuriyetinde; Roma Senatosu, Romalı konsülleri ve Roma Meclisleri karma hükûmetin bir örneğini göstermektedir.

[3] Kamuoyu araştırma şirketi ORC tarafından 9-12 Kasım 2019 tarihinde yapılan anket neticesinde yargıya güven yüzdesi %11.7, yargıya kısmen güvenme yüzdesi %20.3, yargıya güvenmeme yüzdesi ise %68 olarak saptanmıştır. Kaynak: http://www.yenigaste.com/gundem/orc-nin-yargiya-guvenanketi-h46923.html https://www.ensonhaber.com/gundem/orcnin-yargiya-guven-anketi