Hürriyet yazarı Mehmet Y. Yılmaz köşesinde Türk yargısına ilişkin dikkat çeken bir ayrıntıları gündeme getirdi.

İşte o yazı;

Bu sözleşmeye, imzacı devletlerin uyup uymadıklarını denetlemek amacıyla da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kuruldu.
Türkiye, vatandaşlarının bu sözleşmeye aykırılık iddia ederek AİHM’ye bireysel başvuru hakkını 1987 yılında kabul etti.
1990’dan beri de AİHM’nin “zorunlu yargı yetkisini” tanıyan ülkelerden biriyiz.

AİHM’nin kararları elbette yerel mahkemelerin kararının yerine geçmiyor ama Türkiye’de Anayasa Mahkemesi, AİHM kararlarının ulusal yargı sistemimiz tarafından esas alınmasını öngören bir karar kabul etti.

Yani uzun yıllardır Türkiye’de haklarının devlet tarafından ihlal edildiğine inanan vatandaşların güvenebilecekleri bir başvuru makamı var.

Daha doğrusu artık “vardı” dememiz gerekiyor.

Çünkü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Anayasa Mahkemesi’nin Can Dündar–Erdem Gül kararına sinirlendi.

Şöyle diyor: “Birinci mahkeme kararında diretirse Anayasa Mahkemesi’nin verebileceği bir karar yoktur. O kişiler isterse AİHM’ye gidebilir. AİHM eğer AYM’nin verdiği istikamette bir karar verirse, sadece tazminat bakımından bağlayıcıdır. Devlet tazminata itirazını yapar yahut tazminatı öder.”

Yani Cumhurbaşkanı, yerel mahkemelere diyor ki “Siz bildiğinizi yapın, AYM’yi, AİHM’yi boş verin, gerekirse biz parasını öder, o insanları hapislerde süründürmeye devam ederiz!”

Yani artık kişisel haklarımızın korunması için güvenmemiz gereken bir mahkeme de ortada kalmamış bulunuyor.
Cumhurbaşkanı “param kadar konuşurum” diyor, tazminatları cebinden değil devlet kesesinden ödeyeceği için de parayı öder, istediklerini hapiste tutmaya devam eder.

Türk yargısının, bu “yeni içtihat makamına” uyum gösterip, göstermeyeceğini de kısa süre içinde anlayacağız gibi görünüyor!


>> YAZININ DEVAMI İÇİN TIKLAYINIZ