11.05.2018 tarihinde yürürlüğe giren 7143 sayılı Kanunun 16. maddesi ile 3194 sayılı İmar Kanunu’na geçici 16. madde olarak eklenen konu ile ilgili bir kısım fikirlerimizi, “İmar Barışının Ceza Sorumluluğuna Etkisi” başlıklı yazımızda kaleme almıştık. Bu yazımızda; bireysel ceza sorumluluğu hakkında açıklamalara yer verip, “imar barışı” adı altında getirilen geçici düzenlemenin, Türk Ceza Kanunu m.184’de tanımlanan imar kirliliği suçu ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu bakımından etkisini değerlendirdik. Getirilen imar barışına bağlı yapı kayıt belgesinin alınması ile birlikte TCK m.184’de öngörülen imar kirliliği suçunun tüm sonuçları ile ortadan kalkacağı, ancak imar barışının İmar Kanunu’ndan bağımsız bir yasal düzenleme olan 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nu kapsamayacağı, yine geçici 16. maddenin 11. fıkrası ile belirlenen tarihi alanlarda da tatbik edilemeyeceği, afet risklerine hazırlık kapsamında ruhsatsız veya ruhsat ve eklerine aykırı yapıların kayıt altına alınması ile imar barışının sağlanması için, 31.12.2017 tarihinden önce inşa edilen yapılar hakkında 7143 sayılı Kanunun 16. maddesi ile imar barışı getirildiği görülmektedir.

İmar Barışı Kanunu adı ile bilinen 7143 sayılı Kanunun 16. maddesinin çevre ve şehircilik ile imara aykırı yapıların yaygınlaşması, yıllara bağlı eskimişlik, kötü inşaat, yapıda sonradan gerçekleştirilen tadilatlar ve kaçak olarak nitelendirilen kısımlarının yapıya getirdiği yükler ile deprem riskleri dikkate alındığında; hukuki ve sosyal sakıncalarının yanında, toplumun can ve mal güvenliği açısından sakıncalı olduğu, çünkü bu Kanunla izlenen yöntemde Devletin gelir elde etmesine bağlı olarak yapı kayıt belgesine bağlanacak yapıların incelemeye tabi tutulma zorunluluğu öngörülmediği, Kanunla getirilen usule uygun başvuru ve ödeme yapılması halinde imara aykırı her yapıya yapı kayıt belgesi verilmesi gerektiği ve bu konuda belediyelere kanuni mecburiyet yüklendiği ileri sürülebilir. Yapı kayıt belgesine bağlanacak imara aykırı yapılardan toplanacak gelirin Devlet Hazinesi’ne gideceği, bu gelirlerden belediyelerin yararlanamayacağı, ilgili yapıların yıkılma riski taşıyıp taşımayacağına ilişkin özel nitelik taşıyan 7143 sayılı İmar Barışı Kanunu’nda da hiçbir hüküm öngörülmediğinden, yıkılma riski bulunan yapının yapı kayıt belgesine bağlanmadan önce incelenip tespitini bir kenara bırakalım, yıkılma riski olup da hakkında yıkım kararı verilen ve hatta içinde oturulabilmesi yasaklanıp mühürlenmiş yapıların dahi 7143 sayılı Kanunun 16. maddesi ile İmar Kanunu’na geçici 16. madde olarak eklenen düzenlemeye girdiği iddia edilebilir ki, bu durum endişe vericidir. Konu, aşağıda bu yönü ile değerlendirilecektir.

İmar Kanunu’na eklenen geçici 16. madde incelendiğinde; öngörülen başvuru süresinde başvurunun yapılıp ödemelerin tamamlanması kaydıyla, imara aykırı yapılara yapı kayıt belgesi verilebileceği, maddenin ilk fıkrasının ilk cümlesinde geçen “verilebilir” ibaresinden yapı kayıt belgesi düzenleyecek idareye “kanuni mecburiyet” yüklenmediği sonucuna varılabileceği, bu hususta maddenin gerekçesinde de ayrıntıya yer verilmediği, 7143 sayılı Kanunun genel gerekçesinde ise “Ayrıca, mali yükümlülükleri yerine getirilmeden yapılmış kaçak yapıların, yapılan düzenleme ile Yapı Kayıt Belgesi altında kayıt altına alınması amaçlanmıştır. Yapılan düzenleme ile vatandaşla Devlet arasında imar barışı yapılmaktadır.” yönünde bir açıklamanın bulunduğu, geçici 16. maddenin ilk cümlesinde afet risklerine hazırlık kapsamında ruhsatsız veya ruhsat ve eklerine aykırı yapıların kayıt altına alınması ve imar barışının sağlanması amaçlanıp, 31.12.2017 tarihinden önce inşa edilmiş yapıların imar barışı kapsamına alındığı, süresinde başvuru yapılıp geçici 16. maddede öngörülen şartların yerine getirilmesi halinde de yapı kayıt belgesinin verilmesinin bir zorunluluk olarak öngörülmeyip, “verilebilir” ibaresine yer verilerek, konu ile ilgili takdir ve değerlendirmenin idareye bırakıldığı, yapı kayıt belgesinin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından hazırlanan yapı kayıt sistemine yapı sahibinin beyanına göre kaydedileceği, maddede yapı kayıt belgesi ile ilgili ödeme şekil ve şartlarının yer aldığı, bunun dışında ilgili belediyeye veya Bakanlığa yapı ile ilgili bir inceleme ve durum tespiti yükümlülüğü getirilmediği, yapı kayıt belgesinin yapının kullanım amacına yönelik olduğunun maddenin üçüncü fıkrasının ilk cümlesinde yer aldığı, hatta yapı kayıt belgesi alan yapılara geçici olarak su, elektrik ve doğalgaz bağlanabileceği, bu yapılarla ilgili İmar Kanunu uyarınca alınmış yıkım kararları ile tahsil edilmeyen para cezalarının iptal edileceği, bu iptalin zorunlu olup, idarenin takdir ve değerlendirmesine bırakılmadığı, İmar Kanunu’nun geçici 16. maddesinin 10. fıkrasında, yapı kayıt belgesinin yapının yeniden yapılmasına veya kentsel dönüşüm uygulamasına kadar geçerli olacağı, yapı kayıt belgesi düzenlenen yapıların yenilenmesi durumunda yürürlükte olan imar mevzuatının uygulanacağı, yapının depreme dayanıklılığı hususunda da malikinin sorumlu tutulacağı, maddeden çıkan sonuca göre, yapı kayıt belgesi için yapılan başvurularla birlikte TCK m.184’den yapılan soruşturma ve kovuşturmaların durması gerektiği, suça konu binalara yapı kayıt belgesi verildiğinde ise soruşturmalar hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair kararlar ve kovuşturmalar hakkında da düşme kararları verileceği, ancak bu durumun binanın eskiliğinden, deprem veya herhangi bir dış etkiyle çökmesine bağlı olarak meydana gelen insan ölümü, yaralanması ve mal kayıplarından kaynaklanan hukuki ve cezai sorumluluğu ortadan kaldırmayacağı, çünkü bu konunun binanın iskanlı veya imara aykırı, yapı ruhsatı ve yapı kullanma izninin olup olmaması ile ilgisinin bulunmadığı, binanın müteahhidinin, malikinin, teknik uygulama sorumlusunun, proje müellifinin, yapı denetim uzmanının, binaya ayıplı malzeme satanın, ayıplı veya eksik malzemeyi bilerek ve isteyerek binada kullananın, inşaattan sonra binada usulsüz ve binanın yıkılmasına yol açacak değişiklikler yapanların, gerek binanın yapımında ve gerekse kaçaklarının tespiti ile denetlenmesinde görev alan kamu görevlilerinin kusurlarının varlığı ve hareket ile netice arasında illiyet bağının kurulması halinde taksirden doğan sübjektif sorumluluklarının devam edeceği, 7143 sayılı Kanunun 16. maddesi ile İmar Kanunu’na geçici 16. madde olarak eklenen hükümlerle bu sorumlulukların bertaraf edilmediği anlaşılmaktadır.

TCK m.184/5’de yer alan düşme kararında; imar kirliliğine neden olma suçunda etkin pişmanlık halinin öngörüldüğü, bu nedenle geçici 16. madde ile getirilen sebebin TCK m.184/5’e de atıf yapmadığı dikkate alındığında, bu hükmün nev’i şahsına münhasır özel bir hukuka uygunluk sebebi sayılabileceği, dolayısıyla yapı kayıt belgelerinin düşmeye değil, soruşturmada kovuşturmaya yer olmadığına dair karara ve kovuşturma aşamasında da hukuka uygunluk sebebinin kabulü halinde beraat kararı verilmesine dayanak yapılabileceği kabul edilmektedir. TCK m.184’de bahsedilen düşmenin ve geçici 16. maddenin nitelikleri dikkate alındığında; yapı kayıt belgesine bağlı olarak verilecek kararın, düşme kararı yerine beraat kararı olduğunda isabet olduğu düşünülebilir. Ancak hukuka aykırı yapı sahibinin ödeme yapmak suretiyle elde edeceği yapı kayıt belgesi, diğer taraftan da yine nev’i şahsına münhasır bir etkin pişmanlık hali olarak kabul edilebilir. Bu etkin pişmanlık hali ile TCK m.184/5’de öngörülen etkin pişmanlık farklıdır. Hukuka uygunluk görüşünün, maddenin düzenleniş şekli itibariyle isabetli olduğu sonucuna varılabilir. Çünkü geçici 16. maddenin 10. fıkrasında; her ne kadar geçici bir yapı kayıt belgesinin varlığından bahsedilse de, Yapı Kayıt Sistemine dahil edilen yapılarla ilgili maliklerin özgür iradeleriyle verecekleri kararla, binalarını yıkmaları anına kadar yapı kayıt belgesine bağlanan binaların hukuka uygunluğu devam edecektir.

Uygulamada; geçici 16. madde gereğince yapı kayıt belgesi verilmiş binaların TCK m.184/5 kapsamında değerlendirildiği ve sanık hakkında kamu davasının bu hüküm ve CMK m.223/8 uyarınca düşürüldüğü, bu konuda sanığa, İmar Kanunu geçici 16. maddeye göre başvurması, şartlarını yerine getirip süresinde kayıt bedelini ödemesi halinde yapı kayıt belgesi verileceğine ve hakkında imar kirliliğine neden olma suçundan açılan kamu davasının da etkin pişmanlık nedeniyle TCK m.184/5 uyarınca düşürüleceğine dair 7201 sayılı Tebligat Kanunu’na uygun şekilde bildirimde bulunulması ve mahkemece 31.12.2018 tarihine kadar beklendikten sonra (bu süre 31.12.2018 tarihli ve Mükerrer 30642 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 538 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı ile 30.06.2019 tarihine kadar uzatılmıştır) ilgili kurumdan, suça konu ruhsatsız yapı ile ilgili sanığın başvuruda bulunup bulunmadığının ve şartları yerine getirip, ödeme yapıp yapmadığının, yapı kayıt belgesi alıp almadığının sorulması ve ilgili evrakın istenilmesi gerektiği kabul edilmektedir[1].

Bu uygulama ve karar, yukarıda yer verdiğimiz açıklama sebebiyle eleştiriye açıktır. Özellikle 2863 sayılı Kanuna tabi olup da geçici 16. maddeden yararlanma ihtimali ortaya çıkanlar bakımından tatbiki mümkün olan 2863 sayılı Kanunun 65. maddesinde tanımlanan suç veya ceza yönünden maddede TCK m.184/5’e benzer bir etkinlik pişmanlık hali olmadığından, 2863 sayılı Kanun kapsamında kalan yapılar yönünden etkin pişmanlıktan dolayı düşme kararının verilebilmesi isabetli gözükmemektedir. Bu durumda, ya 2863 sayılı Kanuna tabi yapıların İmar Kanunu ve bu Kanuna eklenen geçici 16. madde kapsamında olmadığı kabul edilecek veya TCK m.184/5’in tatbiki suretiyle düşme veya nev’i şahsına münhasır bir hukuka uygunluk sebebinin varlığından bahisle sanık hakkında beraat kararı verilecektir. Burada hukuka uygunluk sebebinin nev’i şahsına münhasır olduğunu söylememizin sebebi, esas itibariyle başta hukuka aykırı olan fiil bakımından sonradan çıkarılan yasal düzenleme ile bir hukuka uygunluk sebebi oluşturulmasına dayanmaktadır. Çünkü hukuka uygunluk sebebi başta; yani fiilin icrası sırasında olup, sonradan ortaya çıkmaz, ancak geçici 16. maddede TCK m.184/5’e atıf yapılmadığı gibi, failin hukuka aykırı yapıyı hukuka uygun hale getirip, etkin pişmanlıktan yararlanması hali öngörülmemiş, bunun yerine başvurunun yapılıp, şartların yerine getirilmesi ve ödemenin yapılması kaydıyla bir hukuka uygunluk hali olarak nitelendirilebilecek yapı kayıt belgesi sistemi düzenlenmiştir. Karşı görüş; geçici maddede öngörülen ödemenin yapılmasını sanık yönünden etkin pişmanlık olarak kabul etse de, bu konuda geçici 16. maddenin bir atfı olmadığı gibi, ödeme karşılığında etkin pişmanlığın tatbik edileceğine dair bir hüküm de TCK m.184/5’de yer almamaktadır.

Belirtmeliyiz ki; 7143 sayılı Kanunun 16. maddesinde kurulması öngörülen Yapı Kayıt Sistemi ve bu sisteme kaydedilecek başvurular ile düzenlenecek yapı kayıt belgeleri, bu Kanunun kapsamına giren yapılarla ilgili imar kirliliğine sebebiyet verme suçlarından doğan sorumluluğa son verip, yapı kayıt belgeleri ile binaların geçici olarak hukuka uygun şekilde kullanılmasını mümkün kılsa da, binaların can ve mal güvenliğini tehdit ettiğinin tespit edildiği durumda, bu binalara yapı kayıt belgesi verilmesini zorunlu kılmamakta, ancak bunun için başvuru sonrasında bir kamu denetimini de öngörmemektedir. Bir başka ifadeyle yasal düzenleme; imar mevzuatına uygun olmayan, hatta iskan belgesi olsa bile kaçağı olan binaları kapsayacak şekilde Yapı Kayıt Sistemine dahil edilmesi amacıyla, malikin yapacağı başvuru ve ödemelerle binaların mevcut son halleri gözetilerek yapı kayıt belgesine bağlanıp bu şekilde kullanılmasını, ancak bu kullanmanın geçici olacağını belirtip, bu kullanmaya hukuka uygunluk tanısa da, bu sırada binadan kaynaklanan riskler nedeniyle meydana gelebilecek can ve mal kayıplarından sorumlu olanların bu sorumluluklarını ortadan kaldırmayacaktır.

Yasal düzenleme; başvuruya konu yapıların, kişilerin can ve mal güvenlikleri bakımından somut tehlike taşıyıp taşımadığına ilişkin inceleme yapılması ve buna göre hareket edilmesi yükümlülüğünü getirmemiştir[2]. Bir görüşe göre, ilgili kamu otoritelerinin başvuru konusu yapıların sağlamlığını denetleme yetkisi ve yükümlülüğü devam etmektedir. Yapı kullanma belgesine bağlanacak yapıların başvuru sonrasında ve belge verilmeden önce denetimi yapılmadan yapı kayıt belgesine bağlanması durumunda, kamu görevlilerinin sorumluluğunun olmadığından bahsedilemez. Bu görüşe göre; her ne kadar yapı kayıt belgesinin düzenlenmesi için bir denetleme koşulu aranmamışsa da, bu belge ilgili yapının kullanılmasına izin mahiyeti taşıdığından, yapı kullanma izninde, yani iskan belgesinde olduğu gibi, yapı kullanma belgesini düzenlemeden önce binanın dayanıklılığı bakımından bir denetime tabi tutulması şarttır. Bu nedenle, yapı kayıt belgesi düzenlemekle görevli kamu görevlilerinin ceza sorumluluğunun devam ettiği bir gerçektir.

Yargıtay 15. Hukuk Dairesi 12.07.2018 tarihli, 2018/1024 E. ve 2018/3035 K. sayılı kararında özetle; “Dosya kapsamına göre; davalı yüklenici ...’nın sözleşmeye, ruhsat ve eklerine aykırı imalatlar yaparak edimini ifa etmediği anlaşılmakla birlikte; ... Belediyesi Başkanlığı'nın … tarih ve … sayılı yazısında; dava konusu taşınmazda proje harici yapılan kaçak imalatların yıkılması suretiyle, proje ve eklerine uygun hale getirilebileceği gibi, ayrıca güçlendirme işlemi ve diğer yasal işlemlerin tamamlanmasından sonra, Belediyece gerekli kontrollerin yapılması durumunda tadilat ruhsatı düzenlenerek, olumsuzlukların giderilebileceği bildirildiğinden, Mahkemece davalı yüklenicinin diğer davalılarla Belediye yazı cevabında belirtilen tadilat ruhsatı alarak ya da kaçak kısımların yıkılması suretiyle proje ve eklerine uygun hale getirilmesi için süre ve yetki verilmesi ve yine; hükümden sonra … tarihinde yürürlüğe girip geçmişe etkili sonuçlar doğuran ve usuli kazanılmış hakkın istisnasını oluşturan; 3194 sayılı İmar Yasası'na, geçici ilgili maddenin eklenmesine dair 7143 sayılı Yasanın ilgili maddesinde düzenlenen imar barışı yasası uyarınca, inşaatın yasal hale getirilmesinin mümkün olup olmadığının yeniden araştırılıp, bu konuda da davalılara süre verildikten sonra, sonucuna uygun bir karar verilmesi ve yüklenici dışındaki davalıların adına yapılan pay devirleriyle ilgili tüm satış akit tabloları getirtilerek, sözleşme dışı üçüncü kişilerin savunmaları değerlendirilerek dosya sonuçlandırılmalıdır. Açıklanan nedenlerle kararın taraflar yararına bozulması gerekmiştir.” gerekçesine yer verildiği görülmektedir.

Her ne kadar hukuki bir mesele ile ilgili olsa da, geçici maddenin amacını ve işleyişini anlatması bakımından önem taşıyan Yargıtay 15. Hukuk Dairesi’nin bu kararı, yukarıda yer alan görüşü teyit etmemektedir. Kararda “7143 sayılı Yasanın ilgili maddesinde düzenlenen imar barışı yasası uyarınca, inşaatın yasal hale getirilmesinin mümkün olup olmadığı” ibaresine yer verilerek, her yapıya geçici 16. maddenin 1. fıkrasının ilk cümlesinde yapı kayıt belgesinin başvuru ve ödeme şartlarının yerine getirilmesi ile verileceğine dair bir mecburiyet öngörülmediği, bunun yerine “verilebilir” ibaresi kullanılmak suretiyle konunun yapı kayıt belgesini düzenlemeye yetkili idarenin takdir ve değerlendirmesine bırakıldığı söylenebilirse de; geçici maddenin amacının imar mevzuatına aykırı yapıların imar mevzuatına uygun hale getirilinceye kadar geçecek sürede kullanılmasına Devlet Hazinesi’ne bedel ödenmesi kaydıyla izin verilmesini kapsadığı, bunun dışında Yasa hükmünde yapı kayıt belgesi almak amacıyla yapılan başvuru sonrasında ve belgenin düzenlenmesinden önce kamu otoritesinin, bu kapsamda Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile belediyelere bir sorumluluk yüklenmediği, hatta haklarında yıkım kararı alınmış yapılarla ilgili bu kararların ve buna bağlı tahsil edilemeyen idari para cezalarının da iptal edileceğinin belirtildiği dikkate alındığında, Yasaya bir açıklık getirilmediği sürece geçici madde ile ilgili başvuru süresi bitinceye veya en azından yapı kayıt belgesi düzenleninceye kadar inceleme ve araştırma yapma sorumluluğunun yüklenemeyeceğini, bununla birlikte içinde insan yaşama imkanı bulunmayan, iskana yasaklanmış ve mühürlenmiş yapılara ise yapı kayıt belgesi verilemeyeceği, bu sonuca da geçici m.16’nın 1. fıkrasının ilk cümlesinde yer alan amaçtan ve “verilebilir” ibaresinden ulaşılabileceği, dolayısıyla esasında imar mevzuatına, şehirciliğe, planlara uygun inşa edilip yasal yapı kullanma izin belgesine, yani iskana bağlanması gerektiği halde bağlanmayan veya bağlanıp da iskan belgesine aykırı şekilde tadil edilen binalarla ilgili bu tür bir yasal düzenlemeye gidilmesinin isabetli olmadığı, bu durumun nev’i şahsına münhasır olduğu, ancak kanun koyucu tarafından çıkarılan bu düzenlemenin içeriğine de bakılmak suretiyle cezai ve hukuki sorumlulukların tespiti gerektiği, geçici m.16’da yapı kayıt belgesi için yapılan başvurulardan sonra ve bu belge verilmeden önce ilgili idare tarafından araştırma ve inceleme yapılıp, bunlardan elverişli olmayanlara yapı kayıt belgesi verilemeyeceği sonucuna ulaşılamayacağı, belki bu sonuca insani ve vicdani olarak varılabileceği, fakat bunun Yasa ile öngörülen sisteme aykırı olacağı kabul edilmelidir.

Bu kapsamda; gerek kamu görevlileri ve gerekse diğer sorumlular bakımından genel kanunlarla öngörülen sorumluluklar ortadan kalkmamakla birlikte, bu sorumlulukların tespitinde “özel kanun” niteliği taşıyan bu geçici maddenin dikkate alınacağı, buna göre TCK m.184’de düzenlenen imar kirliliğine neden olma suçundan kaynaklanan ceza sorumluluğunun son bulabileceği, ancak taksirle ölüme veya yaralamaya sebebiyet verme suçlarından kaynaklanan hukuki ve cezai sorumluluğunun devam edeceği, ceza sorumluluğunda “şahsi kusur sorumluluğu” ilkesinin dikkate alınması gerektiği, kanun koyucu sorumluluk konusunda geçici m.16’da yapacağı bir değişiklikle yenilik getirmediği sürece, yukarıda yer alan görüşte bahsedildiği gibi yapı kayıt belgesi verilebilmesi için inceleme ve araştırma yapılması zorunluluğunun geçici m.16’da öngörüldüğü şeklinde bir tespit yapılamayacağı, bu nedenle maddenin ilk fıkrasının ilk cümlesinde yer alan “verilebilir” ibaresine açıklık getirilip, bu konuda Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile ilgili belediyelere ne tür sorumlulukların yüklenmesi suretiyle yapı kayıt belgesi düzenlenebileceğine dair, ya Yasada açık hükme veya Yasaya bu konuda, yani başvurulan yapılarla ilgili prosedürün inceleme ve araştırma prosedürünün nasıl işletileceğine dair yönetmelik düzenleneceğine dair bir hükme yer verilmek suretiyle “sorumluluk” konusunun ve bu hususta yaşanan boşluğun giderilmesinin elzem olduğu tartışmasızdır. Ancak sonuç olarak belirtmeliyiz ki; hiçbir durumda yapıdan kaynaklanan sebeplerle meydana gelen can ve mal kayıplarından dolayı hukuki ve cezai sorumluluk tümü ile bertaraf edilemez. Bu konuda, yazının başlangıcında belirttiğimiz sorumluluklar devam eder. Burada bahsettiğimiz ise; 7143 sayılı Kanunla getirilen imar barışından yararlanmak isteyenlerin yaptığı başvuru ile yapı kayıt belgesi düzenleninceye kadar geçecek sürede sorumluluğun nasıl işletileceği ile ilgili olup, başvuru süresi ve yapı kayıt belgesi düzenlenmesinden sonra mevcut mevzuata göre sorumlulukların devam edeceği konusunda tartışma bulunmamaktadır (Geçici m.16/10).

Sonuç olarak; imar barışı hiç yapı ruhsatı olmayan veya yapı ruhsatına aykırı yapıların aykırılıklarını hukuka uygun hale getirir. Bu binaların yıkım kararı; sırf bu aykırılıktan, yani binanın idareden izin alınmaksızın veya idarenin izin verdiğinin dışında inşa/imal edilmesinden kaynaklanmaktadır. Binanın yıkım kararı, örneğin İmar Kanunu m.39’da yer alan yıkılacak derecede tehlikeli yapı olmasın nedenine dayanabilir. Böyle bir bina, yapı ruhsatına da sahip olabilir. Ancak sonradan meydana gelen bir sebep veya yapının denetimindeki eksiklikler, binanın fiziken zayıf hale gelmesine ve yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya kalmasına yol açabilir. Bu gibi haller, yapı ruhsatına aykırılık nedenine dayanan yıkım kararından farklıdır. Bu tür binaları, idarenin denetleme yükümlülüğü bulunmaktadır. Şayet idare, -yapı ruhsatı, yapı kayıt belgesi olsun ya da olmasın- yıkılma tehlikesi bulunan bir binayı denetleyerek tespit etmez, bu denetlememe hali bir ihmalden kaynaklanır ve bu bina yıkılarak can veya mal kaybına neden olursa, taksirle ölüme/yaralamaya neden olma veya görevi kötüye kullanma (ihmal) kapsamında ceza sorumluluğu tartışılmalıdır. Ancak bu sorumluluk netice sorumluluğu olmayıp, Ceza Hukukunun ilke ve esaslarına göre değerlendirilmelidir. İmar Kanunu’na eklenen geçici 16. Madde, taksirli ölüme veya yaralamaya sebebiyet verme suçlarının hukuki ve cezai sorumluluklarına etki eden düzenlemeyi içermemektedir.

Son söz;

Belirtmeliyiz ki; afet risklerine hazırlık kapsamında, depreme karşı önlem alınması veya yıkılma ihtimali bulunan binaların yol açabileceği tehlikeleri bertaraf etmek amacıyla bu tür bir yasal düzenlemeye gidilmesi olağan değildir. Çünkü bu yasal düzenlemeyi toplum, bir imar affı olarak kabul etmekte ve hukuka aykırı yapıların hukuka uygun hale getirilmesi olarak görmektedir. Ancak geçici 16. maddenin 1. fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “verilebilir” ibaresi ile 10. fıkrası, net bir şekilde bu düzenlemenin bir imar affını içermediğini, özellikle taşınmaz maliklerinin her türlü sorumluluğunun devam ettiğini göstermektedir. Geçici 16. maddenin 10. fıkrasının ikinci cümlesine göre;Yapının depreme dayanıklılığı hususu malikin sorumluluğundadır”.

İlgili yazı; 

>> İmar Barışının Ceza Sorumluluğuna Etkisi
 

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

-----------------------

[1] İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 6. Ceza Dairesi’nin 18.09.2018 tarihli, 2018/410 E. ve 2018/1444 K. sayılı kararı.