Bu yazımızda; olağan kanun yollarında sebep gösterme zorunluluğunun olup olmadığı ve uygulamada doğru olduğu zannedilmesine rağmen, esasen 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu uyarınca yanlış olarak tatbik edilen istinaf kanun yolu ile temyiz kanun yolunun farklılıkları açıklanacak olup, temyiz kanun yolunda sebep gösterme zorunluluğu yönünden Yargıtay Ceza Genel Kurulu ile Anayasa Mahkemesi’nin çelişen kararlarına yer verilecektir.

1. Hakim ve Kanunun gösterdiği hallerde mahkeme kararlarına karşı itiraz kanun yoluna başvurulmasında; itiraz etmek yeterli olup, sebep gösterme zorunluluğu bulunmamaktadır. İtiraz mercii; itiraza konu başvuruda sebep gösterilmese de ve gösterilen sebeple bağlı olmayarak, başvuru ile sınırlı, fakat tüm yönleri ile incelemek suretiyle karar verir.

2. İstinaf kanun yolu başvurularında; cumhuriyet savcısı dışında sanık veya katılan tarafın kararı istinaf etmesi yeterli olup, ayrıca sebep gösterme zorunluluğu bulunmamaktadır. Kararı istinaf kanun yoluna götürmek isteyen taraf, verilen kısa kararla birlikte ve duruşmaya katılmamışsa kararın tebliğinden sonra Kanunda belirtilen sürede istinaf kanun yolu başvurusunu yapmak zorundadır. Sanık veya katılan tarafın ilk derece mahkemesinin kararını istinaf ettiğine dair iradesini gösteren bir başvuru, istinaf kanun yoluna konu kararın ve dosyanın bölge adliye mahkemesi ceza dairesi tarafından tüm yönleriyle incelenmesi için yeterlidir. Sanık veya katılan ile avukatlarının istinaf başvurusunda sebep gösterme zorunlulukları bulunmamaktadır. İstinaf kanun yolu ile temyiz kanun yolunun farklılıkları ile ilgili doğru zannedilen iki yanlış vardır. Şöyle ki;

a) Temyiz kanun yoluna başvurunun aksine, istinaf kanun yolunda dilekçenin sağ üstüne veya içeriğine duruşma taleplidir yazılmasına gerek bulunmamaktadır. BAM ceza dairesi, istinaf kanun yoluna başvuran tarafın talebi olsun veya olmasın ve taleple bağlı olmaksızın duruşma açılmasına dair karar verebilir ki, kararın ve dosyanın denetimi yalnızca hukukilik ile sınırlı olmayıp, maddi vaka yönünden de ilk derece mahkemesinin kararı ve dava dosyası incelenir. Bunun karşısında; temyiz başvurusunda talep şartı aranmakla birlikte, Yargıtay’ın duruşma açma zorunluluğunun bulunmadığını belirtmek isteriz (CMK m.299). Temyizde duruşma açılması iki şartın varlığına bağlıdır, birincisi taraf talebi ve ikincisi ise, Yargıtay’ın duruşma talebini uygun görmesi gerekir. 10 yıl ve daha fazla hapis cezasına ilişkin hükümlerin temyiz incelemesinin, ilk temyiz dilekçesinde bulunmak kaydıyla talep şartının yerine gelmesi yeterli sayılmalıdır. Bu nedenle, CMK m.299’un değişiklik öncesi halinin isabetli olduğunu belirtmek isteriz.

b) İstinaf kanun yoluna kısa karar olarak bilinen “hüküm fıkrasının” okunmasından sonra, mahkumiyete/beraata/davaya konu kararı istinaf ediyorum demek gerekli ve yeterlidir. Uygulamada yanlış olarak “müddet tutum/süre tutum” olarak adlandırılan kararı istinaf edeceğim, ancak şimdilik süre tutum dilekçesi vermek istiyorum şeklinde bir dilekçe, her ne kadar başvurucunun istinaf iradesini gösterse de bizce istinaf kanun yoluna müracaat edildiği anlamına gelmez[1]. Bu nedenle, tereddüde mahal bırakmadan süresinde kısa istinaf dilekçesinin verilmesi ve gerekçeli kararın yazılmasından sonra da gerekçeli bir veya birden fazla istinaf dilekçesinin dosyaya sunulması isabetli olacaktır. Gerekçeli dilekçe; dosya ilk derece mahkemesinde iken sunulabileceği gibi, dosyanın BAM ceza dairesinde kayda girmesinden sonra ve inceleme, hatta karar aşamasına kadar da sunulabilir. Uygulamada, gerekçeli kararın tebliğinden itibaren en geç 7 gün içinde gerekçeli istinaf dilekçesinin verilmesinin zorunlu olduğu, aksi halde başka dilekçe verilemeyeceği, verilse bile BAM ceza dairesi tarafından dikkate alınmayacağı, tüm istinaf sebeplerinin 7 günlük sürede yazılıp dosyaya sunulması gerektiği ileri sürülmektedir ki, bu görüş tümü ile yanlıştır. Gerekçeli istinaf dilekçesi, kısa istinaf dilekçesinin süresinde verilmesi kaydıyla sanık veya katılan tarafça karar verilene kadar dava dosyasına sunulabilir. Kaldı ki; hukukilik denetimini ve maddi vaka incelemesinin birlikte yapan BAM ceza dairelerinin sebeple bağlı olmadığı, istinaf kanun yoluna başvuran sanık veya katılan tarafının gösterdiği nedenlerin dışında da, hatta sebep gösterilmese bile kararı ve dosyayı tüm yönleri ile incelemesi gerektiği tartışmasızdır. Ancak cumhuriyet savcısı istinaf kanun yoluna başvururken sebep göstermek zorundadır (CMK m.273/5). Cumhuriyet savcısı sebep göstermezse, BAM ceza dairesi tarafından başvurusu reddedilir. BAM ceza dairesi, cumhuriyet savcısının istinafı yönünden gösterilen sebeple bağlıdır. Davanın diğer tarafları yönünden ise bağlı değildir (CMK m.273/4).

Mülga 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu döneminde otomatik temyiz olarak da bilinen taraf temyizi olmasa da 15 yıl ve daha fazla hapis cezalarına ilişkin hükümlerin kendiliğinden temyiz incelemesi için Yargıtay’a gideceğine dair düzenleme, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu döneminde kaldırılmış ve yerine CMK m.272/1 kabul edilmiştir. CMK m.272/1’e göre; “İlk derece mahkemelerinden verilen hükümlere karşı istinaf yoluna başvurulabilir. Ancak, onbeş yıl ve daha fazla hapis cezalarına ilişkin hükümler, bölge adliye mahkemesince re'sen incelenir”. Hükümde geçen en az “15 yıl” ibaresi; bir sanık hakkında verilen birden fazla cezanın toplamı değil, her bir cezanın en az 15 yıl hapis olması halinde, ilk derece mahkemesi kararının kendiliğinden, yani istinaf kanun yoluna başvuru olmasa dahi BAM ceza dairesine gideceği anlamına gelmektedir.

3. “Temyiz” başlıklı CMK m.286’da otomatik/kendiliğinden/re’sen temyiz kabul edilmemiştir. Ancak istinaf kanun yolunda verilen kararların birçoğuna karşı temyiz yolu açıktır. Temyiz kanun yoluna başvuruda, sanık hakkında verilen birden fazla hapis cezası toplanmak suretiyle temyize başvurunun mümkün olup olmadığı sonucuna varılamaz. Sanık hakkında aynı veya farklı dosyalarda verilen her bir cezanın ayrı dikkate alınarak, mahkumiyet kararına karşı temyize gidilip gidilemeyeceği tespit edilir.

Temyiz kanun yolunda, istinaf kanun yoluna yapılan başvuruların aksine “sebeple bağlılık” prensibi kabul edilmiştir. Bir başka ifadeyle, gerekçeli karara karşı gerekçeli temyiz dilekçesinin sunulması ve dilekçede usule, esasa, yani muhakeme kurallarına ve Maddi Ceza Hukukuna ilişkin tüm sebeplerin gösterilmesi zorunludur. Her ne kadar CMK m.288, m.294, m.295 ve m.301’de, cumhuriyet savcısı dahil tüm tarafların temyiz nedenlerini gösterme zorunluluğu öngörülmüşse de, bugün pratikte Ceza Hukukunun ve Ceza Yargılaması Hukukunun birer Kamu Hukuku dalı olması, maddi hakikate ve adalete ulaşma gibi gerekçelerle “sebeple bağlılık” kuralının esnetildiği bilinmektedir ki, belki savunulan bu amaç doğru olsa da esas itibariyle bu görüşün Ceza Muhakemesi Kanunu’nun açık hükümlerine, özellikle de hakimlerin ve mahkemelerin Anayasa ve Kanunlarla bağlı karar vermesi zorunluluğunu öngören Anayasa m.138/1’e aykırı olduğunu ifade etmek isteriz.

Bununla birlikte Yargıtay kararlarında, temyiz eden tarafın temyiz iradesini gösteren ve kararın hukuka aykırı olduğuna dair beyanını açıkça içeren bir dilekçe vermesi kaydıyla ayrıca temyiz sebebi gösterilmese de;

Hukuka kesin aykırılık hallerini gösteren CMK m.289,

Maddi Hukuka aykırılıklar ile sübuta ilişkin esasa müessir hususların, Muhakeme Hukuku kurallarına aykırılık halleri dışında incelenmesi gerektiği,

Kabul edilmektedir.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 27.06.2019 tarihli, 2018/12-545 E. ve 2019/504 K. sayılı oyçokluğu ile verdiği karara göre; “Sonuç olarak; Yargıtay, temyiz kanun yoluyla ülkedeki hukuk kurallarının istikrarlı ve aynı biçimde uygulanmasını yani içtihat birliğini sağlar. 5271 sayılı CMK, ilk derece yargılaması ile temyiz yargılaması arasına istinafı yerleştirerek, hem Yargıtay’ın içtihat mahkemesi konumunu güçlendirmeyi hem de mahkemelerin son kararlarının yalnızca hukuki sorun değil, maddi sorun açısından da sağlıklı bir şekilde denetlenmesinin yolunu açmayı öngörmüştür. Bununla birlikte ceza muhakemesinin amacı, her somut olayda kanuna ve usulüne uygun olarak toplanan delillerle maddi gerçeğe ulaşıp adaleti sağlamak, suç işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasının önüne geçebilmek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmektedir. Gerek 1412 sayılı CMUK, gerekse 5271 sayılı CMK, adil, etkin ve hukuka uygun bir yargılama yapılması suretiyle maddi gerçeğe ulaşmayı amaç edinmiştir. Anayasa'nın 138. maddesi de tüm hakimlerin Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre karar vereceklerini hükme bağlamıştır. Bu nedenle; ilk derece ve bölge adliye mahkemelerinde yapılmakta olan yargılama sonucunda ulaşılma imkanı bulunan bütün deliller ele alınıp değerlendirilmeden karar verilmesi, maddi sorunun doğru olarak tespit edilmemesi, dosyada mevcut delillerle maddi soruna ilişkin tespitlerin uyumlu olmaması gibi nedenlerle yazılı hukuka, evrensel hukuki değerlere, akla, bilime ve tecrübe kurallarına aykırı olacak şekilde maddi olay değerlendirmesinin hatalı olarak belirlendiği hallerde adaletin tam olarak gerçekleşmesi amacı da gözetilerek Yargıtay’ın, hükmün hukuki yönüne ilişkin olan ve hükme etki eden maddi olay değerlendirmesindeki hukuka aykırılıkları da temyiz yoluyla incelemesi gerektiğinin kabulünde zorunluluk bulunmaktadır”.

Çoğunluk görüşüne katılmayan muhalif üyelere göre; Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 288, 294 ve 301. maddelerinde temyiz sebepleri ile bağlılık öngörülmüş olup, CMK m.289’da gösterilen hukuka kesin aykırılık halleri dışında kalan ve temyiz nedeni olarak ileri sürülmeyen hukuka aykırılık, hükme ne derece etkili olurlarsa olsunlar kendiliğinden temyiz incelemesine tabii tutulamaz. Mülga CMUK m.320’de Yargıtay’ın temyiz dilekçesinde gösterilmeyen ve hükme tesiri olacak derecede hukuka aykırılıkları re’sen inceleme yetkisi olsa da, bu yetki 5271 sayılı Kanunla kaldırılmıştır. Maddi hukuka ilişkin bir sebebin ileri sürülmesi, lehe ve aleyhe bakılmaksızın tüm maddi hukuka aykırılıkların inceleme yoluna gidilmesi sınırsız incelemeyi mümkün kılar ki, bu yöntem temyiz sebebiyle sınırlı inceleme kuralını işlemez hale getirir. Temyiz başvurusunda kullanılan ifadeler; kararın hangi nedenle bozulması gerektiği konusunda yeterli bir irade ortaya koymamakta ve incelemenin kapsamını sınırlandırmamakta ise, genel geçer sözlere dayanan bir temyiz sebebinin dikkate alınmaması gerekir. Temyiz incelemesi yapan Yargıtay kural olarak; sadece hukuka aykırılıkları incelemekle yetkili olup, dosyada bulunan maddi olguları inceleyemez ve denetimini yapamaz. Yargıtay; hukuk sorunu ile olay sorununu ayırmalı, yerel mahkemenin yerine geçip olay sorununu tüm yönleri ile incelememeli, eylemin varlığı yokluğu, kanıtların yeterliliği, delillerin yanlılığı veya yansızlığı gibi konulara bakmamalı, varlığı kabul edilen olayı doğru nitelendirmeye odaklanmalı ve yerel mahkemenin hukuksal değerlendirmesinin yerinde olup olmadığını incelemelidir. Maddi sorunla ilgili inceleme ve değerlendirme yetkisi; “sözlülük”, “yüz yüzelik” ve “doğrudan doğruyalık” ilkelerine göre yargılama yapması gereken ilk derece ve istinaf mahkemelerine aittir.

Anayasa Mahkemesi Birinci Bölümü’nün 2018/26121 başvurur numaralı ve 28.01.2021 karar tarihli Merge Polat kararında ise; “35. Başvurucu; Bakanlık görüşüne karşı beyanında, süre tutum dilekçesinin de bir temyiz dilekçesi olduğunu, bu nedenle ayrıntılı temyiz nedenlerini içermese de temyiz dilekçesi olarak kabul edilmesi gerektiğini, ayrıca temyiz aşamasında açılan duruşmaya müdafiinin katılarak temyiz nedenlerini bildirdiğini, somut olayda kesin hukuka aykırılık halleri ile duruşmada bildirilen temyiz nedenleri yönlerinden temyiz incelemesi yapılması gerektiğini öne sürmüştür. (…)

43. Başvurucunun temyiz sebeplerini bildirmemesi nedeniyle temyiz isteminin reddine dair kararın 5271 sayılı Kanunun 298. maddesine dayandığı görülmektedir. Dolayısıyla, somut olayda başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahalenin kanuni dayanağının mevcut olduğu anlaşılmıştır. (…)

51. Somut olayda, başvurucunun istinaf talebi esastan reddedilmiş ve anılan karar başvurucu müdafiine tebliğ edilmiştir. Başvurucu, ilk derece mahkemesi kararını süresinde temyiz etmiş, ancak temyiz dilekçesinde ayrıntılı dilekçesini sonra sunacağından bahisle temyiz sebeplerini açıkça göstermemiştir. (…)

54. Temyiz kanun yoluna başvuru için getirilen kurallar ilgili usul kanunlarında belirli ve öngörülebilir şekilde düzenlenmiştir. Temyize başvuru süresi ve ayrıntılı temyiz gerekçelerinin bildirilmesi için belirlenen ek süre açıkça belirtilmiştir. Gerekçeli kararın tebliğinden sonra başvurucuya detaylı bir dilekçe sunmasına imkan sağlandığı gözetildiğinde müdahalenin başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklemediği açıktır. Bu kuralların başvurucunun temyiz merciinde hakkındaki mahkumiyeti incelettirme bakımından mahkemeye erişim hakkını engellediği veya aşırı şekilde zorlaştırdığı da söylenemez. Bu noktada hakkında açılan davayı derece mahkemesinde ve sonrasında istinaf mahkemesinde takip eden başvurucudan beklenen, ilgili usul ve süre kuralları çerçevesinde temyiz başvurusunu yapmasıdır. Sonuç olarak, kamu yararı ile bireysel menfaat arasındaki denge gözetildiğinde müdahalenin orantılı olmadığı söylenemez.

55. 5271 sayılı Kanunun 294. maddesinde temyiz talebinde bulunanın hükmün bozulmasını niçin istediğini temyiz başvurusunda göstermek zorunda olduğu açıkça ifade edilmiştir. Yine kanun koyucu, aynı Kanunun 295. maddesinde hak kayıplarının önüne geçebilmek amacıyla temyiz başvurusunda temyiz nedenlerini göstermeyenler için yeni bir imkan daha tanıyarak öngörülen süre ve prosedürde temyiz nedenlerini belirten ek bir dilekçe daha verip temyiz nedenlerinin belirtmesi noktasındaki noksanlığı giderme konusunda kişilere imkan tanımıştır (bkz. par.20, 21). (…)

57. Somut olayda İlk Derece Mahkemesinin kararı 06/06/2017 tarihinde, Bölge Adliye Mahkemesinin kararı ise 15/11/2017 tarihinde başvurucu müdafiine tebliğ edilmiştir. Dolayısıyla, başvurucunun hakkında verilen kararlardan ve gerekçelerinden haberdar olmadığı söylenemez. Hakkında verilen hükmün gerekçesi başvurucuya bildirilmiş, başvurucu da temyiz dilekçesinde temyiz nedenlerini açıklamadığı gibi kanunda belirtilen süre içinde ek bir dilekçe vermek suretiyle de temyiz nedenlerini bildirmemiştir.

58. Başvurucu, Yargıtay’da yapılan duruşma sırasında sözlü olarak temyiz sebeplerini ileri sürdüğünü başvuru formunda vurgulamıştır. Ancak istinaf incelemesine ilişkin karar; 15/11/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmesine rağmen, başvurucu ayrıntılı temyiz sebeplerini içermeyen bir dilekçe ile 20/11/2017 tarihinde kararı temyiz etmiştir. Yargıtay’da yapılan duruşmanın ise 28/05/2018 tarihinde gerçekleştiği nazara alındığında başvurucunun temyiz sebeplerini bu zaman zarfında dahi temyiz merciine iletmediği, ilk temyiz tarihinden uzunca bir süre sonra yapılan duruşmada ancak ileri sürdüğü dikkat çekicidir. Ayrıca başvurucu, başvuru formunda bu süreçte temyiz sebeplerini neden ileri süremediğine dair makul bir izahta bulunmamış ve gecikmeyi açıklayacak bir sebep de dile getirmemiştir.

59. Yukarıda belirtilen tespitler ışığında; başvurucunun hukukilik denetimi yapılan Yargıtay aşamasında temyiz sebeplerinin nelerden ibaret olduğunu temyiz dilekçesinde açıkça belirtmediği, kanunun imkan tanıdığı süre içinde ek dilekçe ile de temyiz sebeplerini belirtmediği açıktır. Anayasa Mahkemesi mahkemeye erişim hakkı kapsamında yaptığı değerlendirmelerde usule ilişkin uygulamanın kişinin mahkemeye erişim hakkını Anayasaya aykırı olarak kısıtlayıp kısıtlamadığının gözönüne alınacağını ve yargısal başvuruların birtakım usul kurallarına tabi kılınmasının tek başına mahkemeye erişim hakkını zedelemeyeceğini belirtmiştir. İlgili usul kurallarında da belirtilmesine karşın başvurucunun gerekçeli temyiz nedenlerini geçen süre zarfında Yargıtay’a sunmadığı görülmektedir. Yargıtay’ın bu koşullar altında başvurucunun temyiz istemini reddetmesinin mahkemeye erişim hakkını engelleyecek veya aşırı derecede zorlaştıracak ölçüde şekilci olduğu söylenemez. Bu itibarla, temyiz isteğinin reddine karar verilmesinin öngörülebilirlik sınırları içinde olduğu ve sözkonusu temyiz isteğinin reddedilmesinin başvurucuya aşırı bir külfet yüklemediği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla; başvurucunun mahkemeye erişim hakkının korunması ile kamunun yararı arasında olması gereken adil denge bozulmadığından ve mahkemeye erişim hakkına ölçüsüz bir müdahale olmadığından, mahkemeye erişim hakkına yönelik bir ihlal olmadığının açık olduğu sonucuna varılmıştır”.

Görüleceği üzere Yüksek Mahkeme; temyiz sebeplerinin Kanunda belirtilen sürelerde bildirilmesi zorunluluğunun öngörüldüğünü, bu zorunluluğun “kanunla öngörülme”, “haklı bir sebebe dayanma” ve “ölçülülük” ilkelerini ihlal etmediğini kabul ederek, süresinden sonra bildirilen temyiz sebeplerinin Yargıtay tarafından dikkate alınıp incelenmemesinin hak ihlaline neden olmayacağına karar vermiştir. Esasen bu karar ile yukarıda yer verdiğimiz Yargıtay Ceza Genel Kurulu arasında tenakuz bulunmaktadır. Çünkü Anayasa Mahkemesi’nin bu kararının aksine, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 27.06.2019 tarihli kararından, hükmün hukuki yönüne ilişkin olmayan, fakat hükme etki eden maddi olay değerlendirmesinde yer alan aykırılıkların da temyiz kanun yoluna konu edilebileceği anlaşılmaktadır. Anayasa Mahkemesi’nin, maddi hukuka ve hukuka kesin aykırılık hallerine dahi değinmeksizin, sebeple bağlılığın hak arama hürriyetini ve adil/dürüst yargılanma hakkını ihlal etmeyeceği sonucuna vardığı görülmektedir.

4. İstinaf kanun yolunda verilen karardan sonra temyiz aşamasında sebeple bağlılık kuralı kabul edildiğinden, uygulamada kısa kararın tefhiminden itibaren başlayacak 15 günlük sürede verilen ve müddet tutum/süre tutum adı ile de bilinen kısa temyiz dilekçesinden sonra gerekçeli kararın tebliğinden sonra başlayacak 7 gün içinde de hükmü temyiz olunan BAM ceza dairesine temyiz nedenlerini içeren gerekçeli ek temyiz dilekçesi verilmelidir. Sanık veya müdafii kararın tefhimine katılmayıp da, gerekçeli karar tebliğ edilmişse, bu durumda 7 günlük ek süre uygulanmayacağından, 15 gün içinde gerekçeli, yani temyiz sebepleri içeren dilekçe mahkemeye sunulmalıdır. Sanığın müdafiine yapılan tefhim veya tebliğ, temyiz süresinin başlaması için yeterlidir. Gerek ilk derece mahkemesi ve gerekse BAM ceza dairesi tarafından gerekçeli karar; usule uygun bir şekilde sanık müdafiine, somut olayda zorunlu müdafilik olmadığı ve sanığın da müdafiinin bulunmadığı durumda sanığa tebliğ edilmedikçe, kanun yoluna başvuru süresi başlamaz. Gerekçeli karar usulüne uygun tebliğ edilmeden sırf kısa kanun yolu dilekçesi ile yetinildiğinde, sanığın savunma hakkı ve adil/dürüst yargılanma hakkı ihlal edilmiş sayılır[2].

5. Kanaatimizce; BAM ceza dairesi verdiği kısa kararında; hükmün açıklanmasından itibaren 15 gün içinde hükmü veren mahkemeye dilekçe veya tutanağa geçirilecek beyan ile kararın temyizi için başvurabileceğini, gerekçeli kararın tebliğinden itibaren 7 gün içinde ise temyiz sebeplerini içeren ek dilekçenin veya tarafların yokluğunda verilen kararda gerekçeli kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde gerekçeli temyiz dilekçesinin verilmesi gerektiği belirtmeli ve bu açıklamaya gerekçeli kararda da yer vermelidir. BAM ceza dairesi kararında; tarafların hangi kanun yoluna ve yargı merciine, ne kadar sürede başvurabileceği gösterilmekle yetinilmemeli, CMK m.288, m.294, m.295 ve m.301 dikkate alınarak, gerekçeli kararın tefhimi veya tebliğinden itibaren Kanunda belirtilen sürelerde temyiz nedenlerini gösteren dilekçenin verilmesi zorunluluğu ifade edilmeli, hatta sebeple bağlılık kuralı gereğince ibaresine de kısa ve gerekçeli kararlarda yer verilmelidir. Aksi uygulama; mahkemeye erişim hakkının, savunma hakkının, hak arama hürriyeti ve adil/dürüst yargılanma hakkının ihlali iddiasını güçlü bir şekilde gündeme getirebilecektir.

------------------

[1] 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “İstinaf istemi ve süresi” başlıklı 273. maddesinin 1. fıkrasının ilk cümlesi uyarınca; “İstinaf istemi, hükmün açıklanmasından itibaren yedi gün içinde hükmü veren mahkemeye bir dilekçe verilmesi veya zabıt katibine bir beyanda bulunulması suretiyle yapılır; beyan tutanağa geçirilir ve tutanak hakime onaylattırılır”. CMK m.273/1’in gerekçesinde; istinaf başvurusunun, hükmü veren mahkemeye dilekçe verilmesi veya zabıt katibine beyanda bulunulması suretiyle olacağı, bu beyanın tutanağa geçirilerek hakime onaylattırılacağı belirtilmiştir. Kanun koyucunun istinaf kanun yoluna başvuran tarafta istinaf iradesinin olmasını aradığı açıktır ki, süre tutum dilekçesinin verilmesine yönelik beyan, istinaf iradesinin varlığının kabulü için yeterli ve gerekli değildir.

[2] Anayasa Mahkemesi İkinci Bölüm, 2017/29295 başvuru numaralı ve 21.07.2020 karar tarihli Batuhan Şengül başvurusu.