I- Tanım

Pozitif Hukukun temel ilkeleri arasında yer alan kazanılmış hak, ortaya çıkması anında hukuka uygun olarak tamamlanmış, böylece kişiye özgü, lehte sonuçlar doğurmuş, sonradan hukuk kurallarındaki değişiklik veya işlemin geri alınması gibi nedenlere rağmen, hukuk düzeni tarafından korunma altında kalan hak anlamına gelmektedir[1]. Anayasa Mahkemesi kazanılmış hakkı, kişinin bulunduğu statüden ortaya çıkan, tahakkuk etmiş, kesinleşmiş ve kişisel alacak niteliğine dönüşmüş hak olarak tanımlamıştır[2].

Hukuk kurallarının bireylere sağladığı güvenceler çok önemlidir. Bir hukuk kuralı gereğince hak elde eden bireyin, ilgili kuralda öngörülen şartlar çerçevesinde elde ettiği hakkın sonradan elinden alınmaması ve o hakkı kullanımının engellenmemesi gerekir. Bir hakkın doğumu ve kazanılması ile ilgili hukuk kurallarında meydana gelebilecek değişikliklerin geçmişe değil, geleceğe etkili olması uygundur. Yeni ortaya koyulacak bir hukuk kuralı vasıtasıyla, bireylerin geçmişte hukuka uygun yollardan elde etmiş oldukları hakların ortadan kaldırılmaması veya zayıflatılmaması esası, “kazanılmış hak” kavramının hukukun temel prensiplerinden sayılmasının dayanağını oluşturmaktadır.

II- Kazanılmış Hakkın Korunması ve Hukuk Güvenliği

Hukuka ve hukuk kurallarına güven duygusunu sağlamak ve bu duyguyu korumak için birey, yürürlükteki hukuk sistemi ve hukuk kuralları yoluyla kazandıkları hakların korunacağına ve sahip olduğu hakların kesintiye uğramadan sürekli kullanılabilir halde bulunacağına inanmalıdır. Aksi takdirde, toplumda hukuk güvenliğinin sağlanabilmesi mümkün olamaz. Sahip olduğu hakların korunmasının ve kullanılmasının hukuk düzeni tarafından belirsizlik ve güvensizlik içinde tutulduğunu gören birey, hukuk düzeninin kendisini ve haklarını yeterli şekilde koruduğunu hissedemeyeceğinden, toplum düzeninin iyi ve istikrarlı bir şekilde işlemesinden de bahsedilemeyecektir. Toplum düzenindeki iyilik ve istikrarın sağlanmaması ve korunmaması, beraberinde düzensizliği, güvensizliği ve birçok sorunu ortaya koyacak, kişi hak ve hürriyetlerinin zedelenmesine sebebiyet verecektir.

Demokrasinin ve sosyal bir hukuk devleti olma esasının benimsendiği toplumda, bu temel esasların sadece kağıt üzerinde kalmaması ve istikrarlı toplum düzeninin sağlanabilmesi adına, hukuk sisteminde kazanılmış hak kavramının kabul edilmesine ihtiyaç duyulmuştur. Örneğin, bireyin önceki mevzuata göre hak kazandığı ve elde ettiği sürücü belgesi veya okul diploması ya da bir ruhsattan kaynaklanan hakları, mevzuatın değişmesi ve yeni şartların eklenmesi suretiyle ortadan kaldırılmamalıdır. Kazanılmış, yani elde edilmiş hak ve bu hakkın korunması, bir hak hukuka uygun şekilde elde edilmiş olduğu takdirde, o hakkın daha sonradan geri alınmaması ve kullanımı süresince önceki şartlar değişse bile yeni şartlara uymaya bireyin mecbur bırakılmaması demektir.

Bununla birlikte; elde edilen hakkın belirli süresi olup da o süre dolmuşsa, elbette yeni şartlara uygulanacaktır. Toplumun düzeni, güvenliği ve esenliği bakımından alınması gereken tedbirler var veya konulmuşsa, bu tedbirlerin gereklerini yapmak, kazanılmış hakka müdahale edildiği anlamına gelmeyecektir. Örneğin, sürücü belgelerinin şeklinin değiştirilmesi veya araç plakalarının yeniden düzenlenmesi kazanılmış hakkın engellendiği sonucunu vermeyecektir. Ancak bu yükümlülük, özellikle maddi konular ile sübjektif hakkın şartları konusunda hak sahibine ek külfetler getirmemelidir.

“Kazanılmış hakların korunması” ilkesi, genelde kişi hak ve hürriyetlerinin, özelde de mülkiyet hakkının korunması yükümlülüğünü üstlenen hukuk devleti esasının bir gereği olarak görmek gerekir. Kazanılmış haklara saygı gösterilmesi, “hukuk devleti” ilkesinde bulunması lüzumlu olan güvenin korunmasına dair bir özellik, hatta hukuk devleti olmanın unsurlarından olup, devlet ve idaresine katılanlar bakımından da bir yükümlülüktür[3].

III- Geçmişe Yürümezlik

Belirtmeliyiz ki sübjektif hak, yürürlükte olan hukuk kurallarına uygun şekilde elde edilmiş ve elde edilirken, örneğin idare hukuku alanında idareye karşı herhangi bir hile ve idari makamı esaslı hataya düşürücü bir fiil yapılmamışsa, o hakkın ne şekilde olursa olsun korunması gerekir. Özellikle, zaman ve elde etme bakımından kazanılmış hakların tümü ile korunması gerektiğine inanmaktayız.

Kazanılmış haklar bakımından önemli bir tartışma konusu, yeni düzenleyici işlemlerin ve iptal kararlarının geriye yürüyüp yürümeyeceği sorunudur. Belirtmeliyiz ki, yeni düzenleyici işlemlerin ve iptal kararlarının etkisi geçmişe değil, geleceğe etkilidir. Bununla birlikte, kamu düzenini ilgilendiren hükümler veya usul kurallarında yapılan değişikliklerin, önceki mevzuat dönemindeki hakların kazanılmış hak olarak tanınmasını engelleyebileceği kabul edilmektedir. Böylece, kamu düzenini ilgilendiren yükümler veya usul kurallarında yapılan değişikliklerin kazanılmış haklara istisnalar getirilebilmesi kabul edilmiştir[4].

Esas itibariyle “hukuk güvenliği” ve “adalet” ilkeleri, kanunların sadece yürürlükte oldukları dönemde uygulanmalarını öngörür. Kanunlar, yürürlüğe girdikleri andan itibaren derhal veya kanunda öngörülen ileri bir tarihte uygulanırlar, geriye yürümezler ve önceki kanun döneminde elde edilmiş haklara müdahale etmezler.

03.07.1989 tarihli, 1988/5 E., 1989/3 K. sayılı Danıştay İçtihatları Birleştirme Kurulu kararına göre, “Kanunların geriye yürümezliği ilkesi, bir hukuki işlem veya eylemin, bir hukuki ilişkinin vuku bulduğu ya da meydana geldiği dönemdeki kanunun hükümlerine tabi kalmaya devam edeceğini ifade eder. Sonradan çıkan kanun, kural olarak yürürlüğünden önceki olaylara ve ilişkilere uygulanmaz”[5]. Yeni yürürlüğe giren kanunlar için kabul edilen geriye yürümezlik esası, idare hukuku alanında da “idari işlemlerin geriye yürümezliği” ilkesi olarak kabul görmektedir. Böylece, kazanılmış hakları, mevcut durumu korumak ve hukuki ilişkilerde istikrarı sağlamak gerekliliğinden doğan bir sosyal hayat kuralı olarak, “idari işlemlerin geriye yürümezliği” ilkesi idare hukuku alanında benimsenmiştir[6].

IV- Anayasal Güvence

“Kazanılmış hak” kavramı, 1982 Anayasası’nda açık bir şekilde güvence altına alınan prensiplerden değildir. Anayasanın 2. maddesinde yer alan “hukuk devleti” ilkesinden ve kişi hak ve hürriyetleri ile ilgili genel anlayıştan yola çıkılarak, kazanılmış hakların korunması gerektiği düşünülmektedir. Esasında; hukukun evrensel ilke ve esaslarından olan kazanılmış/müktesep hak Anayasada açıkça düzenlenmeli, hukuki öngörülebilirlik ve bilinirlik adına bireyin hukuk güvenliği hakkı garanti altına alınmalıdır.

Ancak mevcut durumda “kazanılmış hak” kavramı, Anayasa m.2’nin güvencesi altında olan “hukuk devleti” ilkesi için de değerlendirilmekte ve hukukun devletinin, bireyin meşru zeminde kazandığı veya elde ettiği hakları sonradan elinde alamayacağını öngörmektedir.

V- Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı (ÖYP) Kapsamına Girenlerin Durumu

1 Eylül 2016 tarihinde yürürlüğe giren ve olağanüstü hal kapsamında bazı tedbirler için düzenlemeler yapılması konulu 674 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 49. maddesine kadar; yükseköğretim kapsamında yer alan Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı ile akademik çalışmalar yapan araştırma görevlerinin, 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu’nun 33. maddesinin (a) fıkrasına göre çalışmaları öngörülürken, Kararnamenin 49. maddesi ile ÖYP’lilerin statüleri değiştirilerek, 2547 sayılı Kanunun 50. maddesinin 1. fıkrasının (d) bendine dahil edildikleri görülmektedir.

Her iki düzenleme karşılaştırıldığında; Kanunun 33. maddesinin (a) fıkrasının lisansüstü öğrenim yapan araştırma görevlilerin lehine olduğu, bu statüyü elde etmek için sınava girip hak kazananların özlük haklarının daha iyi olduğu, mesleki güvencelerin özellikle lisansüstü eğitim ve öğrenim için yurtdışına gönderilecek araştırma görevlileri yönünden atama süresi ile de sınırlandırılmadığı anlaşılmaktadır.

Olağanüstü hal ilanının ve bu dönemde gerektiğinde kanun hükmünde kararname çıkarmanın nedeni, olağanüstü hale geçilmesine yol açan nedenleri bertaraf etmeye yönelik tedbirlerin alınmasıdır. Olağanüstü halde kişi hak ve hürriyetlerinin önemli bir kısmının askıya alınabildiği, ancak bu askıya almanın keyfi olamayacağı ve mutlak yasal bir dayanağının olması gerektiği tartışmasızdır. Olağanüstü halde hukuk devleti ilkesi de askıya alınmamıştır. Bu sebeple, varlığı hukuk devleti ilkesine dayanan müktesep/kazanılmış hakkın olağanüstü halde de korunması gerektiğini söylemeliyiz.

ÖYP’lilerin 33/a’dan (kalıcı) çıkarılıp 50/1-d’ye (geçici) alınmasında olağanüstü halin ilanına yol açan sebeplerden birisinin bertaraf edilme gerekliliği varsa, bu durumda çıkarılan KHK’nın geçici olması ve 33/a’ya tabi olan tüm araştırma görevlilerini daimi olarak 50/1-d’nin kapsamına almaması, ÖYP’lilerin belirlenmesi ile ilgili eksiklik veya aksaklık ne ise, onun giderilmesi suretiyle geçici süre bir başka statüye alınan ÖYP’lilerden bu eksikliği ve aksaklığı taşımayanlar tekrar 33/a’ya aktarılmaları gerekir.

Ancak 674 sayılı KHK’nın 49. maddesi ile 2547 sayılı Kanuna Ek Madde 30 olarak eklenen hüküm incelendiğinde; bu düzenlemenin geçici olmadığı, Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı kapsamına giren tüm araştırma görevlilerin statülerinin herhangi bir işleme gerek kalmaksızın 50/1-d’de öngörülen statüye dönüştürüldüğü ve bu durumda yeni yasal düzenleme yapılmadıkça da eski statüye dönebilmelerinin mümkün olmadığı, kalıcı bir düzenlemenin yapıldığı, 33/a’yı hak edip kazananların müktesep/kazanılmış haklarının ortadan kaldırıldığı, her ne kadar bu sınırlama olağanüstü halle ilişkilendirilen bir tedbir olsa da, bu tedbirin mutlak sınırlama, yasak ve statü değişikliği içermemesi gerektiği, öngörülen tedbirin geçici süre ile veya KHK ile belirlenen şartın tamamlanması ile kaldırılmasının isabetli olacağı, ilk bakışta bu tür bir şartın konmasının dahi müktesep/kazanılmış hakka aykırı düşeceği söylenebilir. Belirtmeliyiz ki olağanüstü halin özelliği, bazı hak ve hürriyetlerin olağan hukuk düzenine göre daha fazla kısıtlanmasının yolunu açmasıdır. Ama bu yol; “şahsi sorumluluk” ilkesi terk edilerek, bir statü kapsamına giren herkese uygulanmamalı, en azından tedbirin gerekliliğini ortaya koyan şartın giderilmesi ile müktesep/kazanılmış hak korunmalıdır.

ÖYP’lilerin sınav sisteminde bir eksikliğin olduğu, öngörülen şartların yetersiz kaldığı ve özellikle olağanüstü hal döneminin ilanına yol açan nedenler kapsamında eksikliğin ve şüphenin giderilmesi amaçlanmakta ise, bu eksikliği gidermeye elverişli objektif koşullar oluşturulabilir ve tüm ÖYP’lilerin bu yeni koşula gözden geçirilmesi mümkün kılınabilir. Bir görüşe göre; geçmişte elde edilen hakların kazanılmış hak olması sebebiyle tekrar tartışmaya açılamayacağı söylense de, olağanüstü halde zorunluluk duyulduğu takdirde kazanılmış hakların objektif kriterle gözden geçirilmesi gerektiği ileri sürülebilir.

Oysa 674 sayılı KHK m.49’da bu yapılmamış, tüm ÖYP’lilerin statüleri daimi olarak ellerinden alınmak suretiyle kazanılmış hakları bertaraf eden bir başka statünün tatbiki öngörülmüştür.

Belirtmeliyiz ki, KHK ile yapılan bu statü değişikliğine karşı KHK hükmü iptal edilmedikçe veya değiştirilmedikçe yargı yolu ile sonuç alınması mümkün gözükmemektedir. Konu, eğitim ve öğrenim hakkı ile dürüst yargılanma hakkı ile ilgili de değildir. Esasında konu, çalışma hakkı ve iş güvencesidir. Bu hak da İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin kapsamına girmediğinden, Anayasa Mahkemesi’ne ve İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’ne yapılacak başvurulardan sonuç alınma ihtimali pek zayıftır. Konu dürüst yargılanma hakkı kapsamında da incelenmez, çünkü KHK m.49, ilgilileri meslekten ihraç etmemekte ve haktan tümüyle mahrum bırakıp, hak arama hürriyetini kısıtlamamakta ve yargı yolunu kapatmamaktadır. İlgili, özlük hakları yönünden zayıflatılmış olsa da iş ve akademik çalışmalarına devam edebilmektedir.

672 sayılı KHK m.49 ile öngörülen ve kazanılmış hakları kısıtlayan düzenlemeden kaynaklanan olumsuzluklarının bertaraf edilmesi, yargı yolundan ziyade yeni yasal düzenleme ile mümkündür.



Kaynak: Haber7