MASUMİYET (SUÇSUZLUK) KARİNESİ

(MUHAKEMENİN SONUNA KADAR SUÇSUZ SAYILMA HAKKI)

ÖZET

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, 6. maddesinin 2. fıkrasında ‘Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır.’ diyerek masumiyet karinesinin (suçsuzluk ilkesinin) temelini atmıştır. 1982 T.C. Anayasası da madde 38’in 4. fıkrasında ‘Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.’ diyerek aynı ilkeyi düzenlemiştir. Masumiyet karinesi her ne kadar ilkeleşmiş olsa dahi, karine Türk hukuku ceza muhakemesine yabancıdır. Ceza Muhakemesi ‘nde, masumiyet karinesi açıkça düzenlenmediği gibi, sanık hakkında, mahkûmiyet yani hükümlülük kararının ancak yüklenen suçu işlediğinin, sanık tarafından sabit olması halinde verileceği düzenlenmiştir(C.M.K. md.223/5). Masumiyet karinesinin gerekleri de, ‘Yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmaması halinde’ beraat kararı verilmesi yönündeki kanuni düzenleme(C.M.K. md.223/1-e) ve hâkimin serbest delil ya da vicdani kanaat takdirinin kabulü ile beraber yalnızca duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırılma zorunluluğu(C.M.K. md.217) ile ortaya çıkmaktadır.

PRESUMPTION OF (BLAMELESSNESS) INNOCENCE

(THE RIGHT TO BE HELD BLAMELESS TO THE END OF THE TRIAL)

ABSTRACT

The European Convention on Human Rights laid the foundation of the presumption of innocence (principle of innocence) by stating that "Everyone accused of a crime is presumed innocent until proven guilty" in paragraph 2 of article 6 of the European Convention on Human Rights. The 1982 Constitution of the Republic of Turkey also regulates the same principle by saying, "No one can be considered guilty until guilt is proven by judgment" in the 4th paragraph of article 38. Although the presumption of innocence has become a principle, the presumption of Turkish law is foreign to criminal procedure. In Criminal Procedure, the presumption of innocence is not clearly regulated, and it is regulated that the conviction will only be given if it is proven by the accused that suspect has committed the charged crime(C.M.K. md.223/5). The requirements of the presumption of innocence, together with the legal regulation (CMK md.223/1-e) to be acquitted 'if it is not proven that the charged crime was committed by the accused', and the judge's free evidence or the acceptance of the conscientious opinion, only the evidence brought to the hearing and discussed in his presence. It arises with the obligation to be based on (CMK md.217).

GİRİŞ

Çalışmanın konusu, genel anlamda karinenin ne olduğu, karinelerin evrensel hukuk ilkeleri ile ilişkisini ve masumiyet karinesinin Türk hukukundaki yeri ile ulusal boyutudur. Masumiyet karinesinin, hukuk sistemine ve dolayısıyla hakkı savunulana sağladığı avantaj ve dezavantajlarına değinmekte yazı içeriği itibari ile kaçınılmaz olacaktır.

‘Karn’ kökünden türemiş olan karine kelimesi, Türk diline Arapça dilinden geçmiştir. Kelimenin özü ve sözlük anlamı ipucu, emare ve belirti anlamına gelmektedir. Karine kelimesi hukukta bir suçu ispat etmeye vesile olan varsayımların bütünü demektir. Karine kelimesi, bir suçun ispatlanması, bir suçun ya da durumun açıklığa kavuşturulması için faydalanılan kaynak ve ipuçlarıdır. Bu kelimenin içinde yer aldığı tamlama ve birleşik isimler terim anlamında kullanılır. Bu tamlamalardan en bilineni ise makalemizin konusu olan ‘masumiyet karinesi’dir.

Karine, vicdani kanaate ulaşmada veya ispat ameliyesinde başvurulan bir işlem olması ile de bilinmektedir. Karinelerin en önemli işlevi, iddiasını bir karineye dayandıran kimseyi ispat yükünden kurtarıyor olmasıdır. Mesela, iyi niyet karinesi, bir kimseyi iyiniyetli olduğunu ispattan kurtarır.

Suç işlediği kesinleşmediği sürece herhangi bir kimsenin hükümlü sıfatı ile değerlendirilemeyeceğini ifade eden temel hukuk doktrinine, masumiyet karinesi denmektedir.[1] Masumiyet karinesini suçsuzluk ilkesi ya da uluslararası hukuk terimi olarak presumption of innocence’ olarak adlandırmak yanlış olmayacaktır. Bir hukuk terimi olan masumiyet karinesi, suçlu olduğu ispat edilene kadar herkesin suçsuz olduğu anlamına gelmektedir. Tanımlanması kolaymış gibi görünen karinenin, kavramsal olarak daha derin olduğunu belirmekte fayda vardır. Bu bağlamda masumiyet karinesinin tarihçesi ilk inceleme konumuzu oluşturmaktadır.

I.MASUMİYET KARİNESİ TARİHÇESİ

Araştırmamızın konusu karinenin kökleri Eski Roma Uygarlığına kadar uzanmaktadır. Eski Roma Uygarlığı hukukunda terim olarak Ei incumbit probatio qui dicit, non qui negat olarak ilkeleştiği bilinmektedir.[2] Lakin ‘Masumiyet Karinesi’ kavramı gerçek değerini, 18. Yy Avrupası’nda bulmuştur.

Avrupa’da suçların cezalandırılması kapsamında ve özellikle düşünce suçlarının cezalandırılmasında delillerin ikrar (açıkça söylemek) yoluyla elde edilmesi ve eğer ikrar yok ise yargılanma öncesinde çeşitli işkence yollarına başvurulmasına duyulan tepki ile insan haklarına aykırı yargılamaların yapılması bir kavramın varlığına ihtiyaç duymuş ve temelini oluşturmuştur. 18. Yüzyılın ikinci yarısından başlayarak, masumiyet karinesinin izlerini taşıyan ilk metinlerin ortaya çıkışını gözlemlemekteyiz. Özellikle II. Dünya Savaşı’nın ardından İnsan Haklarının evrensel bir mesele olarak görülmeye başlandığı da bilinmektedir.[3]Bu zamanlarda, insan haklarının korunması için evrensel mekanizmaların oluşması ile Masumiyet Karinesinin temellerinin sağlamlaştırıldığı da su götürmez gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır. Bahsi geçen mekanizmalardan biri olan Avrupa Konseyi, kendi bünyesinde oluşturmuş olduğu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ‘nin incelenmeye değer bulunan, iç hukukta bağlayıcı kararlar ortaya koyması bakımından da ortaya konulan geniş içtihat arşivinin incelenmesi ile literatürdeki eksiklerin giderilmesi amaçlanarak Masumiyet Karinesinin ulusal anlamda benimsenmesini amaçlamıştır.

Çalışma konumuzu oluşturan Masumiyet Karinesi, Anglo-Sakson hukuku kaynaklıdır. Aynı zamanda bu karine adil yargılanma hakkının da özünü oluşturmaktadır. 1982 Anayasası’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı da yine AİHS* ‘nin en önemli maddesidir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ‘ne, sözleşme hükümlerine aykırılık iddiasıyla davalı devlet aleyhine yapılan şikâyetlerin geneline bakıldığında adil yargılanma hakkına aykırılığın en çok başvurulan hüküm olduğu görülmektedir. AİHS, 6. maddenin adil yargılanma hakkını düzenlenmesi ve maddenin birinci fıkrası özel hukuka ilişkin hak ve ödevlerin belirlenmesi ile beraber bir suç isnadı hakkında karar verilmesini düzenleyen maddedir. Bazı idari uyuşmazlıklarla birlikte hem özel hukuka, hem de ceza hukukuna ilişkin konuları kapsaması ve 3. fıkrasında sanık haklarına yer verildiğinden Sözleşme’nin 5. ve 8. maddelerinden sonra en kapsamlı maddesi 6. maddedir.[4] Türkiye ‘de en çok adil yargılanma hakkının ihlali (6. Madde kapsamında) gerekçesi ile şikâyet edilen ülkeler arasındadır. İlk olarak 1789 tarihli Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi ile hukuk sistemine sızmış olan karine, Fransız İhtilali’nin etkisi ile tüm Avrupa kıtasına yayılmıştır. Fransız Kişi ve Yurttaş Hakları Bildirgesi ‘nin 9. Maddesinde; ‘Her insan suçlu olduğu bildirilinceye kadar suçsuz sayılacağından, onun tutulması gerekli görüldüğü zaman, kendisini elde tutmak için gereken sıkılıktan artık bir sertlik yasayla ciddi biçimde cezalandırılmalıdır.’ denilerek karine açıkça dile getirilmiştir.[5]

Ülkemizde ise, kabul ederek taraf olduğumuz BM İnsan Hakları Beyannamesi’nin *11/1. maddesinde[6] yer alan ve yukarıda açıkladığımız üzere Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ‘nin *6/2. maddesinde[7] yer alan hükümler ile sabit olan masumiyet (suçsuzluk) karinesi iç mevzuatımızda 1982 Anayasası’nda yer verilerek vücut bulmuştur. 1982 Anayasası 38/4. Md.; “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz” şeklinde hüküm kurularak bu hakkı anayasal düzeyde tanımıştır. Masumiyet karinesi ‘nin tamamen veya kısıtlanamayacak haklardan olduğunu ve herhangi bir istisnanın kabul edilmeyeceği belirtilerek koruma altına alındığı madde ise Anayasamızın 15. maddesidir.

T.C. Anayasası md. 15: IV. Temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması başlığı altında, ‘.. suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz.’

Açıklamalar ve yapılan araştırmalar ışığında masumiyet yani suçsuzluk karinesinin açık bir şekilde usul yasalarımızda ele alınmadığını söylemek yanlış olmayacaktır. Kanundaki yeri ise bu kurumun sonucu olan ilke ve düzenlemelerdir. Ceza hukukunu düzenleyen 765 Sayılı Türk Ceza Kanunu ile 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’na baktığımızda bu karineyi ve kurumu doğrudan dile getirip açıklayan bir maddenin yer almadığını görmekteyiz. Lakin 6352 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 92. maddesi ile değişik 285/1.a maddesinde, terim olarak suçlu sayılmama karinesi tabirinin yer aldığını görmekteyiz. İlgili mevzuat hükümlerinin ise; Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun ‘un 8/1i. maddesi, Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliği’nin 25. maddesi, Ceza Muhakamesi Kanununa Göre Uzlaştırmanın Uygulanmasına İlişkin Yönetmeliğin 28/1a. Maddesi olduğunu belirtmekte fayda vardır.[8]

II.MASUMİYET KARİNESİ VE UYGULAMA ALANI

Masumiyet karinesi, sanığın masum olduğunu değil suçsuz olduğunu öne sürmektedir ve yargılama süreci kesinleşinceye kadar hiç kimsenin haksız yere suçlanamayacağının karşılığıdır. Yani delilsiz suç olmaz (suçta ve cezada kanunilik ilkesini) destekler. Devletlerin cezalandırma yetkisini sınırsız ve keyfiyete mahal vermeyecek şekilde kullanmasını engelleyerek, devletin bireye karşı müdahalesinin önüne geçmektedir.

Masumiyet (suçsuzluk) karinesi, kendisine suç isnadı yapılan her bireyin soruşturma aşamasından başlayıp yargılama neticelenene kadar yanında olacaktır.

Nitekim Anayasamızın 38/4. hükmü suç isnadı içermeyen hallerde, resmi kolluk vs. idari görevliler tarafından bireyin suçlu muamelesine maruz kaldığında dahi masumiyet (suçsuzluk) karinesinin uygulanmasının elverişli olduğuna hükmetmiştir.[9]Ceza yargılamasından bağımsız görünen lakin ilintili olan ve özel hukuka ilişkin olarak haksız tutukluluktan kaynaklanan maddi-manevi tazminat davaları veya diğer hukuki ve idari davalarda da çıkacak hükümlerin dayanağını yine masumiyet (suçsuzluk) karinesi oluşturacaktır.

Masumiyet (suçsuzluk) karinesi ile ilgili olarak birbirine bağlı olan haklardan biri de kuşkusuz ‘lekelenmeme hakkı’ dır. Lekelenmeme hakkı; suç şüphesi altında olmayan kişiler hakkında soruşturma ve yargılama yapılamamasının sonucudur. Masumiyet (suçsuzluk) karinesinin bir yansıması olan bu hak, devletin yargı eliyle toplumu oluşturan bireylerin, kişisel, sosyal ve toplumsal anlamda telafisi imkânsız ve güç zararlara uğrayarak katlanmasını engelleyen bir ilke olarak hukuk sistemimizde yerini almıştır.[10]

Yeni Türk Ceza Adalet Sistemimizde, ‘Kişilerin Lekelenmeme Hakkı’ ile ‘Eksiksiz Soruşturma’ ve ‘ Kamu davasının tek ya da zorunlu olduğunda birbirini izleyen oturumlarda ve mümkünse bir günde sonuçlandırılması’ prensipleri uyarınca, soruşturmayı yürütmekle görevli Cumhuriyet Savcılarının makul sürede bütün delilleri toplamaları, sadece mahkûmiyetle sonuçlanacağını değerlendirdikleri hususları davaya konu yapmaları, beraat kararı ile sonuçlanacağını değerlendirdikleri eylemleri davaya konu yapmamaları, yani bir nev'i filtre görevi yapmaları gerektiği benimsenmiştir.[11]

Dolayısıyla Masumiyet (Suçsuzluk) Karinesi kavramı, bir kavram olmasından ziyade uygulamada yer alması için kanunu uygulayanların da bir ilke edinip, yasal olarak belirlenen ve kural olarak çizilen çerçevelere uygun şekilde hareket etmeleri gerekliliğini ortaya koymaktadır. Nitekim mevzuatımızda ilk defa 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 160/2. madde hükmü ile soruşturma aşamasında Cumhuriyet savcılarına ‘şüpheli’ sıfatını haiz bireylerin lehine olan delilleri de toplama ve şüpheli şahsın haklarını koruma yükümlülüğü getirilmiş, ayrıca aynı kanunun 170. ve 174. madde hükümleri ile Türk Yargı Sisteminde ‘iddianamenin iadesi’ kurumuna yer verilmiştir.

Ayrıca Yüksek Mahkemelere göre, “Masumiyet Karinesi” olarak nitelendirilen, hakkında suç isnadı bulunan bir kişinin adil bir yargılama sonunda suçlu olduğuna dair kesin hüküm tesis edilene kadar masum sayılması gerektiği, kişinin masumiyeti “asıl” olduğundan suçluluğu ispat külfeti iddia makamına aittir. Kimseye suçsuzluğunu ispat mükellefiyeti yüklenemeyeceği, idari para cezalarına karşı mahkemeye müracaat hakkının olması, masumiyet karinesinin ihlalini telafi etmeyeceği, bu doğrultuda Anayasa Mahkemesi, kabahat eylemleri nedeniyle uygulanan idari yaptırımlara ilişkin uyuşmazlıkların da adil yargılanma hakkının koruma alanı içinde yer aldığı şeklinde değerlendirme de bulunmuştur.

Lehe yahut aleyhe delil toplamaksızın deliller şüpheliye isnat edilen suç ile ilişkilendirilmeden hazırlanan bir iddianame, şüphesiz ki şüphelinin adil yargılanma hakkını ihlal edecektir. Kaldı ki adil yargılanma hakkı daha önce de değindiğimiz üzere yalnızca kovuşturma evresiyle ilgili bir hak olmayıp, baştan sona tüm süreç ile ilgili korunması gerekli bir haktır.[12]

Haksız bir iddianame düzenleyerek haksız bir dava açmamak bir Cumhuriyet savcısının görevine ilişkin en ehemmiyeti yüksek endişesi olmalıdır. Şüpheli bireyler hakkında düzenlenecek hakkaniyete, usule, yasaya ve hukuka aykırı bir iddianame, insan haklarının aleni ihlali olacaktır. Bireylerin haksız yere sanık sıfatına sokulması ve ağır aksak işleyen yargı sisteminde belki uzun yıllar boyu sürecek bir yargılanma sürecine dahil edilmesi psikolojik bir travma olacaktır.[13] Bireyin hayatını bu denli etkilemeye ise kim olursa olsun hiçbir kimsenin hakkı yoktur.

Kapsamlı bir çalışma ile hukuksal olarak geçerli ve yeterli delillerin zamanında ve usulüne uygun olarak toplanmasından sonra, tüm yönleri ile doğru ve eksiksiz olarak iddianame düzenlenmesi, soruşturma aşamasının aksine, kovuşturmanın mümkün olan en kısa sürede tamamlanarak ceza adaletinin ve adil yargılanma hakkının bütünüyle sağlanması, kişilerin hukuki dayanaktan yoksun şekilde sanık sıfatına sokulmasının önlenmesi hedeflenen bu düzenlemeler de kuşkusuz masumiyet (suçsuzluk) karinesinin getirileri olarak yorumlanmaktadır.

Lekelenmeme hakkı yukarıda da ifade edildiği gibi birçok müessese ile bağlantılı olduğu gibi masumiyet karinesi ile de yakından bağlantılıdır. Kapsamlı bir çalışma yürüten yargı mensuplarının vereceği Soruşturmanın Gizliliği ve Soruşturmanın Yapılmasına Yer Olmadığı (SYOK) kararları da lekelenmeme hakkı kapsamında masumiyet karinesi ile sıkı sıkıya bağlı kararlardandır demek yanlış olmayacaktır.

Lekelenmeme hakkı insan onuru ve aklanmak kavramı ile yakından ilintilidir. İnsan onuru, insanın var oluş sürecinden bugüne kadar var olmuştur. İnsanı insan yapan en önemli değerlerden biri olan insan onurunu Türk Dil Kurumu, ‘İnsanın kendine karşı duyduğu saygı, şeref, öz saygı, haysiyet, izzetinefis’ şeklinde tanımlamaktadır.[14] Şüphesizdir ki suçu kesinleşmeyen bir bireyin onurunu kıracak şekilde suçlanarak yargılanmasına neden olmak insan haklarına açıkça aykırılık teşkil edecektir.

7078 sayılı Kanun’un 140. maddesi ile eklenerek, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 158. maddesinin 6. fıkrasında ‘Soruşturma Yapılmasına Yer Olmadığı Kararı’ hukuk sistemimize dahil olmuştur.[15] Mevzuat metninde de açıkça belirtildiği gibi bu kararın verilmesi iki halde mümkündür. İhbar ve şikâyet edilen fiilin suç oluşturmadığının açıkça anlaşılması birinci haldir. İkinci hal ise ihbar ve şikâyetin genel ve soyut bir nitelik barındırması gerekliliğidir. [16] Ülkemizde uygulanması 2016 yılında gerçekleşen darbe teşebbüsü ile ilgili olay haricindeki soyut, genel ve gerçeklikten uzak ihbarların çoğalması ve bunlardan kaynaklı hak ihlallerinin vücut bulmasının engellenmesi amacıyla Ceza Muhakemesi Hukuku’nda düzenleme yapılarak Cumhuriyet Savcısına SYOK (Soruşturmanın Yapılmasına Yer Olmadığına Dair Karar) verme yetkisi verilmiştir.[17]

Kanunda düzenlenerek hukuk sistemimizin bir parçası olan SYOK müessesesi ile soruşturmaya ilişkin olarak bir ön araştırma düzenlemesi yapılacaktır. Yani savcılık (iddia) makamı soruşturma dahi yapmadan önce araştırma yaparak, soruşturmanın gerekliliği hususunda bir kanıya varacaktır. Hem yargının yükünü azaltmak hem de yargıda hedef süre uygulamasına geçen ülkemizde suçun ve suçlunun tespitini kolaylaştırmak açısından bu müessesenin varlığı her ne kadar söz konusu ise de uygulamada ne yazık ki bu müesseseye başvurulmadığı da bilinen gerçektir.

Hukuki dayanaktan yoksun, bir temele dayanmayan, soyut ve genel nitelikteki iddialar ile suçlanmaya çalışılan bir bireyin aleyhinde başlanacak soruşturma için gerekli olan şüphe kriteri sağlanamayacak olduğundan Cumhuriyet Savcısının soruşturmayı başlatmaması gerekmektedir.[18] Böyle bir durumda soruşturmayı başlatan savcılık makamının iddianamenin geri gönderilmesi yaptırımı ile karşılaşacağı kuşkusuzdur.

Dilekçenin İşleme Konulmaması Kararı da yine SYOK ile benzerlik taşıyan bir düzenleme olarak hukuk sistemimiz içerisinde önümüze düşmektedir. Devamla, Kovuşturmanın Yapılmasına Yer Olmadığına Dair Karar(KYOK), Kamu Davasının Açılmasının Ertelenmesi Kararı ve mahkeme tarafından yapılacak yargılama neticesinde verilecek Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması Kararı (HAGB) kararları da benzer özellik ihtiva eden kararlardır. Bu kararlar da yine masumiyet (suçsuzluk) karinesi ile ilintili olarak hukuk sistemimiz içerisinde yer alan kararlardandır. Tabi her ne kadar benzer özellikler ihtiva ettiğinden bahsetsek de belirtilen kararların birbirinden farklı kararlar olduğundan söz etmek gerekir. Yalnızca bu kararların da masumiyet (suçsuzluk) karinesi temeline dayanarak ortaya çıktığını söyleyebiliriz.[19]

Masumiyet (suçsuzluk) karinesinin bir diğer anlamı, suçu ispat/kanıt yükünün iddia makamı olarak görev yapan Cumhuriyet Savcısında bulunması, mahkemenin suça konu olayları incelerken yalnızca şüphe duymasıdır.[20] Buradan hiç kimsenin suçsuz olduğunu ispat etme/kanıtlama yükünün olmadığı maddi gerçeği ortaya çıkmaktadır. Bunun aksine de olsa herkesin suçsuzluğunu kanıtlamak uğruna çaba sarf etme, muhakeme işlemi yapmak ve ispatlama faaliyetinde bulunmak hak ve olanağı sonsuzdur.

Kolluk faaliyetini yürüten idari personel ve idare, Cumhuriyet savcısı, hâkim ve mahkeme kim olursa olsun masumiyet (suçsuzluk) karinesine saygı duyarak, kişilerin lekelenmeme hakkını büyük bir titizlikte korumak durumundadır. Bu durum, görevi ifa edenlerin en büyük ve en önemli zorunluluğudur. Masumiyet (suçsuzluk) karinesini ihlal yalnızca savcılık makamınca yahut hâkim/mahkeme kararı ile değil, kamu gücü kullanan diğer idari yetkililer ve kurumlar tarafından da ihlal edilebilmektedir. Diğer yandan, devlet yetkililerinin açıklamaları ya da kışkırtmalarına dayanan basın-yayın ve internet organlarındaki yazılar ve bazı küçük düşürücü ifadeler nedeniyle bu karinenin ihlali de yine söz konusu olabilmektedir. Ceza yargılamasının ülkemizde ve dünyadaki amacı maddi gerçeklerin adil bir yargılanma neticesinde eksiksiz yol ve yöntemler ile bulunmasını sağlamaktır. [21]

Masumiyet (suçsuzluk) karinesinin amaçlarından biri de; hakkında kesinleşmiş bir yargı kararı olmayan bireyleri, soruşturma ve kovuşturma aşamasında mahkûm edici boyutlara ulaşan peşin hükümlü ön yargılarla kamuoyunda oluşabilecek saldırılara karşı korumaktır. Hakkında kesinleşmiş bir mahkeme kararı bulunmayan bir kimseye suçlu gibi muamele yapmak yanlıştır.

Bir bireyin suç işlemiş olduğunun ifade edilmesi ile aynı bireyin bir suçtan dolayı şüpheli olduğunun ifade edilmesi birbirinden farklı hususlardır ve o bireyin kesin kanılarla ifade edilmesi yine masumiyet (suçsuzluk) karinesini ihlal sonucunu doğuracaktır. Uygulama alanında sıkça karşımıza çıkan durum ise yapılan araştırmalar ve incelemeler neticesinde özellikle geleneksel medyada ve yeni nesil medya olan sosyal ağlarda (internet ağları) karinemizin ve lekelenmeme hakkının ciddi şekilde ihlal edilmesidir. Bu husus özellikle toplumsal barış, kamu düzeni ve hukukun temel güvenliği açısından ciddi tehlikeler arz etmektedir. İlgili birimlerce titizlikle uygulansa dahi gelinen çağ ve yüzyıl açısından bu hakkın ihlal edildiği gerçeğini göz ardı etmek mümkün değildir.

Hukuk eğitimi almamış bireylerin kendilerini hâkim/kanun koyucu yerine koyarak hüküm verme çabası, ilgili olaya ilişkin kanıtların bulunduğu dosyayı okuyup incelemeden kesin hüküm kurulmaya çalışılan her olayda başta lekelenmeme hakkı gaspa uğramakta ve dolayısıyla masumiyet (suçsuzluk) karinesi zarar görmektedir. Kanunların uygulanmasını sağlamak bir devletin en ulvi görevi olup, hukuk devleti bir ulusun namusudur. Bu bakış açısını havi devletlerde kanunlar; kamu düzenini, kamu güvenliğini ve eşit adaleti sağlamaya yönelik olmalıdır. Kamu düzeni ve güvenliği korunan her bireye eşit adalet sağlayan devletlerde ise bireylerin özgürlük alanı korunmuş olacaktır.

Masumiyet (suçsuzluk) karinesinin ihlali birçok şekilde karşımıza çıkabileceği gibi yukarıda anlatıldığı üzere görevinin gerekliliklerine aykırı davranarak mağduriyete ve beraat kararı ile sonuçlanacak bir yargılamaya sebebiyet verilerek dosyada yargılama giderlerinin kamu üzerinde bırakılmasına sebebiyet vermek suretiyle doğrudan kamuyu zarara uğratmak da görevi kötüye kullanma suçunu oluşturmaktadır.[22]

Ulusal ve uluslararası mevzuat açısından masumiyet (suçsuzluk) karinesine baktığımızda, bir usul güvencesi sağlayan karinenin genelde şikâyet konusu olduğu bilinmektedir. T.C. Anayasası’nın 148. maddesinin 3. fıkrasında ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin 1. fıkrasına göre, anayasa mahkemesine yapılacak başvuruların belirli şartları taşıması gerekmektedir.

Müdahale edildiği iddia edilen hakkın öncelikle Anayasamız ile güvence altına alınmış olması gerekmektedir. Aynı zamanda yine müdahale edildiği iddia edilen hakkın AİHS ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinde kapsamına girmesi gerekmektedir.

Yani Anayasamızca korunmayan ve Sözleşme hükümleri ve protokoller ile koruma altına alınmamış olan bir hak ihlali iddiasını içeren başvuruların kabul edilmesi ve buna ilişkin karar verilmesi mümkün değildir.[23] Anayasamız daha öncede belirtilen maddeler ile adil yargılanma hakkını güvence altına alırken beraberinde masumiyet (suçsuzluk) karinesini de güvence altına almıştır. Ulusal anlamda değerlendirme yaptığımızda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi karşımıza çıkmaktadır.

Günümüz şartlarında modernize edilmiş dünya, uluslararası sözleşmeler, anayasalar ve kanunlar ile çizilen çerçevede masumiyet (suçsuzluk) karinesi de içinde olmak üzere birçok hakkı uzun mücadeleler neticesinde elde etmiştir. Sadece insan haklarının tanınması ile kalmayan bu çerçeve kenarları (anayasalar, sözleşmeler, kanunlar vs.) insan haklarına ilişkin ihlalleri önlemek, ihlal olması halinde insan haklarını güvence altına almak, ihlale sebebiyet veren kişi yahut devletleri cezalandırmak amacıyla pek çok ulusal ve uluslararası mekanizmanın kurulmasına sebep olmuştur. Lakin üzülerek belirtmek gerekir ki; insan haklarını yalnızca normatif düzeyde kabul etmek ve denetim mekanizmaları kurarak bunları güçlendirmek, bu hakları güvence altına almaya tek başına yeterli olmamaktadır.

Masumiyet (suçsuzluk) karinesi birden çok milletin, insanın ve görüşün katkıları ile bugünlere kadar ulaşmış, dünyadaki neredeyse bütün hukuk sistemlerinde bir şekilde kabul görmüş kadim bir hukuk doktrini olmayı başarmıştır.[24] Masumiyet (suçsuzluk) karinesi hem tüm uluslararası sözleşmelerde hem de tüm bölgesel insan hakları sözleşmeleri tarafından kabul görmüş bir karinedir. Ulusal hukukumuzda yer aldığı şekli ile uluslararası düzenlemelere denk düşmektedir. Uluslararası düzenlemelere göre alınan birkaç Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararını çalışmamıza eklemek bu noktada daha açıklayıcı olacaktır. Susma hakkı ile masumiyet karinesi ilişkisine dair 17.12.1996 tarihli Saunders/Birleşik Krallık kararı;[25] Dayanak olan sözleşmenin 6. Maddesinde her ne kadar açıkça ve özellikle belirtilmemiş olsa da, sessiz kalma ve bunun doğal getirisi olan kendi aleyhine tanıklık etmeme hakkının bahsi geçen madde kapsamında adil yargılanma hakkı kavramının esasını oluşturan ve genel olarak kabul edilen uluslararası kuralların özünde bulunan bir hak olduğunu hatırlatır. Bu kararın gerekçeleri arasında, sanığın yetkililerce uygunsuz bir şekilde kendi aleyhinde konuşmaya zorlanmaya maruz kalmaya karşı korunması yoluyla adaletin tecellisindeki hatalı uygulamaları önlemek, iddia makamınca suçlanan kişinin herhangi bir cebir ve tehdit yolu ile elde edilen ikrar beyanlarının iddiasını ispatlamaya çalışmasını da kendini suçlamama hakkının ihlal edildiği görüşü ile değerlendirmiştir.

20 Mart 2001 tarihli Telfner v Avusturya kararı[26] incelediğinde; mahkemenin, delil niteliği taşımayan delil unsurlarının yargılamada çekişmeli şekilde alınan kanıtlarla doğrulandığını gerekçe göstererek ihlali belirlediği görülebilecektir.

Minelli v İsviçre davasının 25.02.1983 tarihli kararında; ulusal mahkemenin zaman aşımı sebebi ile davasını düşürdüğü başvurucunun, yargılama giderlerinin katlandığı bir bölümünün ve masraflarına karşılık bir tazminat miktarının ödenmesini emretmesi de yine bu karinenin etkisi ile oluşa sebep olmuştur. Yerel mahkeme olan İsviçre Mahkemesi’nin kurmuş olduğu hükümde; eğer zaman aşımı söz konusu olmasaydı, şikâyet konusu olayda yüksek ihtimalle mahkûmiyete yol açacağı sonucuna varıldığından, bu kararın ilgili karineye ilişkin hükümlerin ihlal edilmiş olduğuna karar kılmıştır.[27]

Türkiye’nin taraf olarak yer aldığı bir başvuruya değinmek gerekir ise akıllara gelen dava Hatip Dicle ve Selim Sadak’ın 2007 yılındaki milletvekilliği seçimlerinde vekilliklerinin engellenmesi üzerine yapmış oldukları başvuru olacaktır. Her ne kadar haklarında bir hüküm kurulmuş olsa da yeniden yargılama esnasında kesinleşmiş mahkeme kararlarının doğrudan geçersiz sayılması mümkün değildir. Lakin yeniden yargılama esnasında da olsa bireylerin masumiyet karinesinden faydalanacağından mütevellit yargılananın hükümlü sıfatı ile yargılanmasının masumiyet (suçsuzluk) karinesine aykırılık teşkil edeceğinden bahisle başvuruyu değerlendirerek, ülkemizi cezaya mahkûm etmiştir.[28]

Strazburg merkezli Avrupa Konseyi tarafından, 47 üye ülkede insan hakları bilinç ve saygısını teşvik amacıyla 1999 yılında kurulan bağımsız ve tarafsız Avrupa İnsan Hakları Komisyonu’na göre; masumiyet (suçsuzluk) karinesinin 3 (üç) doğal sonucu bulunmaktadır.

1. Suçun ispat yükümlülüğü iddia makamına aittir.

2. Şüpheden sanık yararlanır.

3. Hukuka aykırı deliller hükme esas(dayanak) oluşturmaz.

Suçun ispat yükümlülüğünün iddia makamına aidiyeti daha öncesinde detaylı olarak anlatıldığı için burada tekrar anlatılmayacaktır. Şüpheden sanık yararlanır in dubio pro reo olarak ifade edilen ilke maddi sorunla ilgili bir ilkedir. Suçun ispat edilmesinde her hususun kesin olarak aydınlatılması gerektiğinin altını çizen ilke, aydınlatılmayan hususların varlığı halinde oluşan şüphenin yargılanan sanık lehine yorumlanması gerektiğini ifade eder. Bu ilke masumiyet (suçsuzluk) karinesinin uzantısı niteliğindedir.

Bir bireyin üzerine suç atılması onun suçlu bulunduğu anlamına gelmemektedir. Temel anlatımla bireyin suçlu olduğunun mahkemece somut, kesin, maddi delillerle ispatlanarak şüphesiz şekilde suçluluğunun ortaya konması gerekmektedir. Masumiyet (suçsuzluk) karinesinin bir anlamda şüpheden sanık yararlanır ilkesinin pozitif hukuktaki temelini oluşturduğu belirtilmektedir.[29] Bu ilkenin uygulanma evresi masumiyet karinesi gibi sürecin başından itibaren olmayacaktır. Çünkü şüpheden sanık yararlanır ilkesinden bahsedebilmemiz için bir suçun işlendiğine ilişkin bir halin varlığından söz edebilmek gerekir. Başlatılan bir soruşturma neticesinde, toplanan deliller ile suçun işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşması ile bir iddianame düzenlenecektir.

Türk hukuk sisteminde %51 oran derecesinde şüphenin varlığı iddianame düzenlenmesine yetmektedir. Olayın tam bir netliğe kavuşması, ortaya çıkmış olan şüphenin tam olarak yenilmesi koşulu da aranmadığından şüpheden sanık yararlanır ilkesinin varlığından soruşturma evresinde söz edilemeyecektir. Lakin kovuşturma evresinde mahkemece yapılmış olan yargılamada delil değerlendirme aşamasının tamamen bitmiş olması halinde, hâkim vereceği kararı ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurda tartışılmış delillere dayandırabileceğinden, delillerin serbestçe değerlendirilmesinin ardından suçla ilgili belirsizlikler hala var ise bu halde şüpheden sanık yararlanır ilkesi uygulama alanı bulacaktır.[30]

Masumiyet (suçsuzluk) karinesinin temelini oluşturan kesin hüküm kavramı, incelendiğinde Türk Hukuk sisteminin bel kemiğini oluşturmaktadır. Konuya ilişkin olarak yine Yüksek Mahkeme içtihatlarından faydalanmak önümüze ışık tutacaktır. Ceza Muhakemesinin en önemli bir diğer ilkesi olan şüpheden sanık yararlanır ilkesinin bireyin bir suçtan cezalandırılabilmesinin temel şartının, suçun şüpheye yer vermeyen bir kesinlikle ispat edilmesi olduğunun altını çizen Yargıtay, bu ispatın hiçbir şüphe ve başka bir türlü oluşa imkân vermeyecek açıklıkta olmasını belirtmiştir.[31] Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi; Barbera, Messegue ve Jabardo-İspanya davalarında tüm şüphelerin sanıkların yararına kullanılması gerekliliğine işaret etmiştir.[32]

Hukuka aykırı delillerin hükme esas alınamamasından bahsedecek olursak da; ceza yargılamalarında ceza muhakemesi hukukuna normlarına açık şekilde aykırı olarak elde edilmiş olan her türlü delil demek doğru olacaktır.

Maddi gerçeğin ortaya çıkarılması ve bahsi geçtiği üzere suç teşkil etmiş olduğu iddia edilen olayın tüm yönleri ile aydınlatılmasını sağlamak, ‘delil serbestisi’ ve ‘vicdani delil sistemi’ olarak iki prensibe bağlanmıştır. Bu prensipler gereği, bir ceza uyuşmazlığı her türlü delil ile ispat edilebilir. Lakin kural olarak elde edilen delillerin hukuka uygun şekilde elde edilip yine hukuka uygun hallerde değerlendirilmiş olması gerekmektedir.

Hukuk sistemimizde temel norm niteliği taşıyan ve hukuk normları hiyerarşisinin en tepesinde yer alan T.C. Anayasa’sının 38/6. maddesi hukuka aykırı elde edilen bulguların delil olarak nitelendirilemeyeceğini kesin olarak belirtmiştir.[33] 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu(C.M.K.) ‘da 217/2. maddesinde anayasa maddesine paralel hüküm ile delillerin ancak hukuka uygun elde edileceğini ortaya koymuştur. Yine C.M.K. 206/2a. maddesinde hukuka ters düşen şekillerde elde edilen delillerin reddedileceğini kesin olarak belirtmiştir.[34] Ceza Muhakemesi Hukuku ‘nda bu konu ile ilgili düzenlemelere yer verilmiş ise de, Medeni Usul Hukuku ‘nda hukuka aykırı olarak elde edilen delillerin ne olacağını açıkça belirleyen bir düzenleme mevcut değildir. Buna rağmen doktrinde çeşitli görüşler yer bulmuştur.[35]

Çeşitli hukukçuların görüşü ile birleşen Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ‘nun bir kararında, hukuka aykırı yollardan elde edilmiş ve hukuka aykırılık teşkil eden delillerin hukuk yargısı bağlamında durumunu huzura gelen bir boşanma davasında irdelemiştir. Yüksek Mahkemeye göre de hukuka aykırı yollarla elde edilmemiş olan deliller ancak hukuk davasında da delil olma niteliğini haizdir. [36]

Lakin söz gelimi masumiyet (suçsuzluk) karinesinin ihlali anlatıldığı üzere çerçeveleşmiş koruma sistemi bakımından yalnızca ceza hukukuna ilişkin davalarda ortaya konulabilmektedir. Yani bir bireyin hakkında suç isnadı olması gerekmektedir. Suç isnat edilmeyen bireyin sanık sıfatı da haiz olmayacağından karine ihlali olarak değerlendirilemeyecektir. Anlatılan madde metni açıkça ‘bir suç ile itham edilen’ bireyin herhangi bir karar olmadan suçlu ilan edilmesinden söz etmektedir.[37]

III.MASUMİYET KARİNESİNİN SUÇUN MAĞDURU AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ

Masumiyet (suçsuzluk) karinesi, suçun şüphelisi olan sanığa kesinleşmiş ve ispatlanmış bir hüküm olmaksızın suçlu muamelesi yapılmamasının, her bireyin işlediği suç delilleri ile kesin bir şekilde ispatlanana kadar masum olduğu olgusu ile ceza muhakemesini şekillendirmiştir. Ceza muhakemesi aslında esas itibari ile bir ispat faaliyeti olması ile bilinir. Ceza muhakemesi müessesesinde yapılan düzenlemeler bu ispat faaliyetinin ne şekilde yani hangi usulde yapılacağına ilişkindir.

Türk hukuk sisteminde; usulde hata yapan, esasta hata yapmaya mahkûm olur anlayışı güdülür. Usul, esastan mukaddemdir. Zira usul asl’dan gelir. Usul ve üslup olmadan aslı ve esası korumak mümkün değildir.

Hukuk sistemi bütünüyle değerlendirilmeli ve geçmişten günümüze yapılan tüm değişiklikleri ile benimsenmelidir. Çalışmamızın bu bölümünde daha çok yargıda yapılan değişiklikler ile sanık sıfatından ziyade mağdur sıfatını değerlendireceğiz. Önemli değişiklikler ile 01.01.2022 tarihinde resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 4. Yargı paketi adı altında ceza muhakemesine ilişkin bazı düzenlemeler getirilmiştir. Yapılan düzenleme ile getirilen ‘katalog suçlarda bir kişinin tutuklanabilmesi, kuvvetli suç şüphesinin somut delillere dayanmasına bağlı’ hale gelmesi hükmünden mağdur yönünden ispatı mümkün olmayan suçlarda, failin cezasız kalmasına sebebiyet vererek hak kayıplarına neden olacaktır.

Öncelikle ‘somut delil’ kavramını irdelemekte fayda vardır. Somut delil; ceza yargılamasındaki sıfatları ile; müşteki, müdahil, bilgi sahibi, sanık ve şüpheli beyanlarıdır. Yani olan olaya ilişkin olayı yaşayan, yaşatan ve tanık olanların anlatımlarıdır. Bunlarla beraber bilimsel deliller, olayın oluş şekli, kamera kayıtları ve buna bağlı yan deliller olmak üzere birçok delil türü ile uygulamada karşılaşılmaktadır. Pek tabii kitle iletişim araçlarının çoğalması ve neredeyse her evde artık 1 tane yer alması sebebi ile öncelerinde gizli kapaklı kalan suçlar artık gün yüzüne çıkmakta ve gizli kalmamaktadır. Yargı organlarının da bu araçlardan etkilenmesi sonucunun kaçınılmaz olduğunu belirtmekte yanlış olmayacaktır. Prensip olarak tüm suçların ispatı için kurallar ve ilkelerin aynı şekilde uygulanması kural olsa da bazı suç tiplerinin ispatı diğerlerine nazaran daha güçtür. Özellikle cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlarda kapalı kapılar ardında işlenen suçun varlığı halinde fail ile mağdurdan başka tanık olmadığından, maddi iz ve belirtilerin olmaması da suçun ispatı hususunda sıkıntıya düşülmesine yol açmaktadır.[38]

Bu yönden değerlendirmeye öncelikle hukuk devleti ilkesinden bahsederek başlamak çalışmamız açısından daha değerli olacaktır. Bilindiği üzere, Hukuk devleti; Hukuk devleti ilkesi, insan haklarına saygılı ve bu hakları koruyucu âdil bir hukuk düzeni kuran ve bunu devam ettirmekle kendini yükümlü sayan, bütün davranışlarında hukuk kurallarına ve Anayasa’ya uygun, bütün eylem ve işlemleri yargı denetimine bağlı olan devlet”.[39] demektir. Hukuk devleti, hukuka bağlı olan devlet demek olduğuna göre, devletin üç erkinden biri olan yürütme organının da hukuk kurallarıyla bağlı bulunduğu kuşkusuzdur. Kadim bir ilke olarak bahsettiğimiz masumiyet (suçsuzluk) karinesine duyarsız olmak da hukuk sisteminin adaleti sağlamasını zorlayacaktır. Hukuk sisteminin adaleti sağlamasını zorlamak da toplumda adaletin sağlanmasının ve eşitlik ilkelerine olan inancın zayıflamasına yol açacaktır. Toplumun adalete ve eşitliğe olan inancının zayıflaması ise hukuk sistemini içinden çıkılmaz bir bataklığa dönüştürecektir ki bu da zamanla devlet otoritesinin zayıflamasına sebebiyet verecektir.

Toplum, içinde yaşayan bireyler ile oluşan bir bütündür. Bireylerin hukuka ve adalete hem erişimi tam olmalıdır hem de herkes eşit haklardan eşit şekilde faydalanmalıdır. Toplum üyelerinden her birinin hukuk devletinin varlığına inancının tam olması gereklidir. Toplum üyelerinden birinin dahi inancının zayıflaması yahut bitmesi korkunç neticelerle karşımıza gelecektir. Örneğin; cinsel istismar mağduru olan EMRE YALDIR ‘dan bahsedecek olursak; yıllarca maruz kaldığını iddia ettiği istismara başlarda o veya bu nedenle sesini çıkaramamış, ses çıkardığında ise yargının ağır işlemesine takılmış ve bu süreçte tarafına yapılan baskılara dayanamayarak canına kıymıştır. Burada Emre’nin suçun mağduru ve failinin de ismini zikrettiği şahıs olduğunu kabul ile bir değerlendirme yapılacak olursa, yargılama neticelenmediği için fail şüpheli olduğundan ve masumiyet (suçsuzluk) karinesi gereği de şüpheli kesin bir suçlama ile itham edilmediğinden dolayı yitip giden bir hayat görmekteyiz.

Şüpheli sıfatı ile yargılanan suçun failinin, suçun mağduru ile yaptığı görüşmesinde mağdur tarafından kayda alınan konuşma bu dosyadaki kesin, somut delil olgusunu oluşturmaktadır. Önce tutuklanan şüphelinin kovuşturma aşamasına geçildiğinde ilk celse de salıverilmesi her ne kadar masumiyet (suçsuzluk) karinesinin gereği olsa da sonrasında mağdur vekilinin yapmış olduğu itirazlar neticesinden mahkemece değerlendirilerek tutukluluğuna karar verilmiştir. Mahkemenin burada vermiş olduğu yanlış salıverilme kararının neticesi olarak da doğru bir yargılama yapılmadığı kanısına vararak hayatını yitirmiştir. Bu örnekte de olduğu gibi cinsel suçlar yapı itibari ile gizlilik ve mahremiyet içeren suçlardandır.

Kanun değişikliği ile bu suçların özel olarak ele alınması ve değerlendirilmesi gerekirken katalog suçlarda somut delil olgusunun değişiklik ile hukuk sistemimize katılması hem hayatın olağan akışına aykırı olmuştur hem de toplum bireylerinin hukuka, adalete ve devlete olan inancını derinden sarsmıştır.

Ceza muhakemesi müessesesinde ispat külfetinin önemi bahsedildiği gibi çok büyüktür. Bu külfet ise çeşitli ilkeler ile sağlamlaştırılmıştır. Yukarıda değinildiği gibi; masumiyet (suçsuzluk) karinesi, şüpheden sanık yararlanır ilkesi, hukuka aykırı elde edilen deliller hükme esas alınmaz ilkesi, hukuk devleti olma ilkesi, kanunsuz suç/ceza olmaz ilkesi ve maddi gerçeğin araştırılması ilkesi. Bu ilkeler ceza muhakemesinde bir şekil oluşturmuş ve her suça karşı korunan ilkelerdir.

Diğer ilkelerden bahsedildiği gibi, kısaca kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesine değinilecek olursa; suç ve cezaların kanuniliği ilkesi ile karşı karşıya gelinmektedir. Bu ilke tıpkı diğer ilkeler gibi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ‘nin 7. Maddesi ile koruma ve güvence altına alınmıştır. AİHS md. 7.:

“1. Hiç kimse işlendiği zaman ulusal veya uluslararası hukuka göre suç oluşturmayan bir fiil veya ihmalden dolayı suçlu bulunamaz. Hiç kimseye suçu işlediği zaman verilebilecek olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez.

2. Bu madde, işlendiği zaman uygar ülkeler tarafından tanınmış hukukun genel ilkelerine göre suç sayılan bir eylem veya ihmal nedeniyle bir kimsenin yargılanmasına ve cezalandırılmasına engel değildir.”

Bu ilkenin önemi göz önüne alındığında AİHS tarafından güvence altına alınmış olan ilkenin uluslararası sözleşmeler ile de güvence altına alındığından bahsetmek gerekir.[40] AİHM, bir cezanın ya da hükmün uygulanabilir olması için onun yasal bir dayanağının olmasını savunmuştur. Yasal dayanak gerekliliğini bu ilke ile ifade etmiştir.[41] Bu ilkeye örnek olarak da AİHM Büyük Daire’nin, Del Río Prada - İspanya, 21.10.2013 tarihli kararını sunmak ilkenin önemini vurgulayacaktır. ‘Mahkemenin bir sanığın kovuşturulmasına ve mahkûm edilmesine yol açan eylemi işlediği sırada, söz konusu eylemi cezalandırılabilir kılan bir kanun hükmünün yürürlükte olduğunu ve verilen cezanın söz konusu hükümle getirilen sınırları aşmadığını teyit etmesi gerekmektedir’[42] Görüleceği gibi bir sanığa verilen cezanın kanunlarda yer alması gerekmektedir.

Maddi gerçeğin araştırılması ilkesini[43] şöyle bir irdeleyecek olursak da; maddi gerçekten kastın incelenen somut olayda, olayın görünüşte nasıl olduğu değil özde gerçekte nasıl meydana geldiğinin aydınlatılmasıdır.[44] Özel hukuk ile daha önce de karşılaştırıldığı üzere, ceza hukukunda ispat özel hukuka binaen daha yumuşaktır. Özel hukukta daha sert olan ispat yükü (senetle ispat v.s.), ceza hukukunda hâkimin vicdani kanaati ile birleştiğinden sağlam ve boşluksuz bir gerekçe ile sağlandığını belirterek ilerleyelim.

Yine Fransız devrimi ile hukuk hayatımıza yerleşmiş olan hâkimin vicdani kanaati, vicdani delil sistemine havidir. Hâkim bu minvalde; somut olay ile ilgili olarak tüm delilleri toplayacak, bu uğurda tüm imkânları kullanarak çabayı gösterecek ve delilleri değerlendirirken kendisinde oluşan kanaatler ışığında bir hükme bağlayacaktır. Vicdani kanaate bu açıdan bakıldığında ceza yargılamasında kurulan hükümlerin merkezinde yer aldığı aşikârdır.[45]

Yani ceza yargılamasında, hukuk yargılamasındaki gibi delillerin taraflarca getirilmesi hususu bulunmadığından ve iddiayı ispat külfeti de iddia makamında olduğundan burada yargılamayı yapan, yürüten mercilerin sorumluluk ve yükümlülüklerinden söz edilecektir.

Mağdur bir iddia ile iddia makamında başvurduğunda, iddia makamının görevi bu iddianın doğruluğunu tartmaktan ziyade mağdurun üstünde bıraktığı etki ve bu minvalde tutturulan raporlar ışığında bir değerlendirme yaparak karar vermek durumunda kalacaktır. Cinsel suçlarda mağduru olduğunu iddia eden birey ile suçun faili olduğu iddia edilen bireyin genel ortalamalara bakıldığında yakın çevreden olduğu bilinmektedir. Burada değerlendirilmesi gereken mağdur olduğunu iddia edenin iddiasının yargı makamlarınca ispatlanması yükümlülüğüdür. Ancak hali hazırdaki hukuk sisteminde mağdurun bu suçtan zarar gördüğünü ispatlaması beklenmektedir.

Tam bu noktada ceza muhakemesi hukukunun temel yapı taşlarından olan Kimsenin Kendisini ve Yakınlarını Suçlayıcı Beyanda Bulunmaya Zorlanamayacağı Nemo Tenetur’ ilkesinden bahsetmek gerekir. Bu ilke Anayasa’nın 38. Maddesinde açıklanmıştır.[46]

Şüpheli kendisine isnat edilen bu fiilin gerçekleşmediğine ilişkin bir ispat çabasına girmemekle beraber bu fiilin işlendiğinin ispatı ceza yargılamasında iddia makamına atfedilmektedir. Suç isnadı yapılan şüpheli, ona yöneltilen iddialara karşı herhangi bir beyanda bulunmaya ya da delil göstermeye zorlanamaz. Bu noktada birey konuşmama (susma) hakkını dahi kullanabilir. Kimse masumiyetini ispat etmek zorunda değildir. Şüphelinin suçlu olduğunu savcılık ispat etmek zorundadır.[47]

İspat sistemi ise delil serbestisi ilkesine dayanır. Ceza hukuku yargılamasında her şey delil olarak kullanılabilir. Özel hukukun aksine yukarıda bahsedildiği gibi ceza hukukunda delil skalası daha geniştir. Ceza muhakemesinde başvurulan delillere gelecek olursak; beyanlar, elektronik-yazılı-maddi-bilimsel deliller olarak ayırım yapmamız mümkündür. Beyanlar daha öncede açıklandığı gibi dosyada bulunan taraflardan alınan ifadeler ve beyanlardan oluşur. Yani sözlü delillerdir. Görgüye dayalı olması gereği aranabilir. Yalnız elektronik-yazılı-maddi ve bilimsel deliller aksini ispatın daha güç olduğu delillerdir.[48] Bu deliller suçu ispat gücüne sahiptir. Lakin beyan delillerinin diğer belirtilen deliller ile desteklenmesi gerekmektedir.

Örneğin cinsel istismara maruz kaldığını beyan eden bir bireyin, maruz kaldığı eylemden sonra bir kuruma giderek muayene raporu alması gerekmektedir. Suçun mağduru olduğunu ispat yükü burada bireye düşmektedir. Bireyin raporla kanıtlayamayacağı şekilde bir istismara maruz kalması durumunda yani somut olaya ilişkin başkaca delil elde edilemediği hallerde vermiş olduğu beyan maalesef mahkûmiyet kararı verilmesi için yeterli olmayacaktır.[49]

Bundan mütevellittir ki; ülkemizde ağır işleyen yargının varlığı, yıllarca süren yargılamalar ve beyanların delil kabul edilmemesi sebebi somut olayı yargıya taşıma çekincesini geliştirmiştir. Bu suçun mağduru birçok birey ne de olsa kanıt yok, failim ceza almayacak kanısı ile hareket etmekte ve kendi çaresini kendi aramaktadır.

Türk Ceza Kanunu’nda ve dünyanın birçok bölgesinde cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlar iki tür temas unsuruna dayanır. Cinsel saldırı fiilinden bahsederken mağdura temas şartı aranırken, cinsel taciz fiili için temasa ihtiyaç yoktur. Fiilin ispatı bu noktada ciddi zorluklarla karşılaşmaktadır.

Burada bahsedilen temas illa ki vücuda verilen fiziksel olarak mı olmalıdır sorusunu sormadan edemeyen araştırmacılarımız, bu noktada araştırmalar yaparak bu olaya şöyle bir bakış açısı getirmişlerdir. Her ne kadar fiziksel temas gerçekleştirilerek suç işlenmiş olsa dahi, bu izler şikâyet süresine bağlı olarak ortadan kaybolabilmektedir. Bu gerçekliğe göre izlerin ortadan kalkmış olması suçun ortadan kalktığı sonucunu doğurmayacaktır. Bir suç işlenmiş lakin ispat konusunda butlana düşüldüğü gözetilmelidir.

İşlenen suçun mağduru genel çoğunlukla kadın ve çocuklardan oluşmaktadır. Bu durumda işlenen suçun mağdurun üzerinde ne gibi etkiler bıraktığına dikkat edilmesi gerekmektedir. Bu minvalde işlenen suçlarda fail bazen mağdurun vücudunda iz bırakmamakta yahut silah vb. aletler ile tehdit ederek mağdurun korku yaşamasına sebebiyet vermektedir. Suçun mağduru zayıf, faili ise güçlü konuma gelmektedir. Bu noktada masumiyet (suçsuzluk) karinesini ihlal etmeden daha detaylı araştırmalar ile en azından mağdurda yarattığı psikolojik travmaların değerlendirilmesi hususunun daha özel bir şekilde ele alınması gerekmektedir. Karineyi ihlal etmeden genişletme hususu göz önüne alınmalıdır. Çünkü bu suçun mağdurları için hayat daha da zor bir hal almakta ve içinden çıkılmaz bir duruma gelene kadar devam etmektedir.

Daha önce başka bir çalışma ile çeşitli istismar davalarının izlenmesi sonucu raporlaması yapılmış olan çocuğa karşı cinsel istismar suçlarını ele alarak düzenlenen rapora göre; Çocuk istismarı en geniş anlamı ile belli bir zamanda bir yetişkin tarafından çocuğun o kültürde kabul edilmeyen bir davranışa maruz kalması şeklinde tanımlanmaktadır. Tanım daha da daraltıldığında, “fiziksel, cinsel ya da duygusal olarak bir çocuğa bir yetişkin tarafından kötü davranılması” şekline gelmektedir. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ise çocuk istismarını; "Çocuğun sağlığını, fiziksel ve psikososyal gelişimini olumsuz yönde etkileyen, bir yetişkin, toplum ya da devlet tarafından bilerek ya da bilmeyerek yapılan tüm davranışlar çocuk istismarı” olarak ifade etmektedir. İstismara uğrayan çocuk “korunmaya ihtiyaç duyan çocuk” olup, hakkında 3.7.2005 tarihli ve 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanununun 5. maddesinde belirtilen “koruyucu ve destekleyici tedbirlerin” uygulanmasına karar verilebilecektir.[50]

Tüm bu tanımlar ile beraber ceza hukuku açısından yapılan değerlendirmelere göre ülkemizde artık işlenen suçlarda hak arama bilincinin yargıya intikal eden vakıalar açısından oldukça önemli olduğunu dile getirerek, 'kol kırılır yen içinde kalır' düşüncesinden uzaklaşıldığını söylemek yanlış olmayacaktır. Yargıya yansıyan vakıalar gibi, medyada çocuk istismarı vakıaları görünür oldukça, kamuoyunda çocuk hak ihlallerine ilişkin yaşanan tartışmalarında daha fazla ses getirdiği ortadadır.

Adalet Bakanlığı verilerine göre; çocuğun cinsel istismarı davalarındaki suç sayısının 2018 yılında en yüksek değerlere ulaştığı bilgisine ulaşılmaktadır. Resmi bakanlık verileri, bu davalardaki mahkûmiyet oranının 2011 yılında 16bin 828 iken 2018 yılında 18 bin 290 ‘a yükseldiğini söylemektedir.[51]

Bakanlığın 2018 yılında açıkladığı verilere göre her ne kadar açılan davalarda artış oranı gözlemlense de aileler suç duyurusunda bulunmak hususunda halen çekimser kalmaktadırlar. Bunun bir nedeni de şüphelilerin tutuksuz olarak yargılanmaları gerçeğidir. İhbar olmadığı durumlarda aileler şikâyette bulunmak konusunda istismar edenin aileden biri olması, failden korkulması, çocuk küçükse ona inanmamak veya büyükse adının bu şekilde anılacağından kaygı duyulması gibi sebeplerden tereddüt edebilmektedirler. Davanın uzun yıllar sürecek olması, iddiaların ispatlanamayacak olması, bu sırada olayın çevrede duyulacak olması ve çocuğun birçok prosedür sebebiyle ikincil travmaya maruz kalacak olması da caydırıcı olabilmektedir.

Halbuki çocuğa karşı işlenen suçların özel olarak ele alınması gereklidir. Çocuklar bir medeniyetin geleceğidir. Ceza hukuku yargılamasındaki tüm suç tipleri için düzenlenen ve uygulanan yasaların özelleştirilerek çocuğa karşı işlenen suçlar çerçevesinde ayrıca değerlendirilmesi gerekmektedir.

Toplumun şekillenmesi ile eş zamanlı değişen yasalar ve uygulamalar geldiğimiz noktada bu hususun göz ardı edildiğini göstermektedir. Daha önceleri yalnızca beyan deliline dayanılarak yapılan yargılamalarda kadının/mağdurun sözüne mutlak şekilde itibar edilmesi gerekliliği hükmolunmakta idi. Buna ilişkin olarak bir kadın birey istismara uğradığını söylüyorsa bu doğrudur, zira kişi kendisini durduk yere böyle zor ve sıkıntılı bir sürece sokmaz. Bu durum hayatın olağan akışına aykırıdır görüşü hâkim idi.[52]

Zaman içerisinde beyan delilinin ispat kabiliyetine ilişkin olarak temel öğretide farklılıklar vücut bulmaya başlamıştır. Bu farklılıklar tamamen zıt kutuplar halinde iki parçaya bölünmüştür.

Birincisi; mağdur olduğunu iddia edenin beyanı başkaca deliller ile desteklenmediği sürece muteber değildir. Özellikle mağdur kadın ise cinsel saldırıya uğramış olduğu beyanı birçok nedenle gerçeklere aykırı olabilir. Bu durumun modernize yaşama geçmiş dünyada şehirleşmiş bölgelerde yaşayan kadınlar yönünden şantaj malzemesi olarak kullanıldığına ilişkin fikirler ortaya atılmıştır. Daha kırsal kesimlerde ise bu durum toplum tarafından baskılanan kadınlar tarafından korunma mekanizması olarak geliştirildiği yönünde fikirler oluşmuştur. Çocukların ise boşanma davalarında taraflar arasında birbirlerine karşı silah olarak kullanıldığı ve boşanan kadın tarafından boşandığı adamdan intikam almak gayesi ile çocuğuna yalan söylettirmek sureti ile bu şikâyet yoluna başvurduğu gözlemlendiğinden mağdur beyanlarının ispat kabiliyeti taşımadığı yönünde kanılara varılmıştır.[53]

İkinci görüş ise; bu konuyu daha farklı şekilde ele almaktadır. Mağdurun beyanına önyargı ile yaklaşmamayı öğütlemektedir. Masumiyet (suçsuzluk) karinesi ile daha çok eşleşen bu görüş, bir kadının özellikle toplum içindeki konumunu ortaya koyarak, suça karşı koymasını ve durumu ilgili mercilere iletmesinin güçlüğünü savunmaktadır. Kadının fiziksel dezavantajı bir yana özellikle toplum baskısını yenerek, yani başına gelen olayın duyum riskini de göze alarak cinsel saldırıya fiziksel ya da hukuki olarak karşı koymasını beklemek neredeyse imkânsızdır.[54]

Mağdurun çocuk olduğu olaylarda ise durum daha karmaşık bir hal almaktadır. Yukarıda tanımı yapıldığı üzere korunma ihtiyacı olan çocuğa ilişkin olarak yasal düzenlemeler ile 03/07/2005 tarihinde 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu düzenlenmiştir. Çocuğa karşı işlenen suçlar bakımından Türk Ceza Kanunu’nda ayrıca bir hüküm olmamakla birlikte bu kapsamda düzenlenen kanun ile bazı yükümlülükler getirilmiştir.

Beyan delillerinin yeterli kalmadığına ilişkin olarak, Yargıtay 14. Ceza Dairesi, çocuğun cinsel istismarı suçuna ilişkin olarak verdiği 2018 tarihli bir kararında tanık ve mağdurun ifadelerindeki çelişkinin beraat kararı verilmesini gerektirdiği yönünde hüküm kurmuştur. Somut olayda mağdur kolluktaki ifadesini yalanlamış ve savcılıkta istismar olayının gerçekleşmediğini söylemiş, mahkemede ise tekrar kolluktaki ifadesinin doğru olduğunu belirtmiştir. Mağdurun istismar fiilinin gerçekleştiği zamana ve olaya tanık olan bir kişinin bulunup bulunmadığına ilişkin beyanları da birbirine uymamaktadır.[55]

Daha önce de açıklandığı gibi suçun işlenmesini önlemek, önlenemediği zaman ise suçluları araştırmak, bulmak ve cezalandırılmalarını sağlama görevi ulusal anlamda Türk devletine bırakılmıştır. Ancak cezalandırma görevinin devlete bırakılmış olması bir suç ile karşılaşan toplum fertlerinin sorumlu olmadığı anlamına gelmemektedir. Bir suç eyleminin gerçekleştiğini öğrenen her bir birey bu eylemi yetkili kurum ve makamlara bildirmekle yükümlüdür. İhbar etme yükümlülüğü olarak adlandırılan ve tüm toplum üyelerine yüklenen bu yükümlülük, T.C.K. kapsamında belli suçlar bakımından herkese ve bazı görevlerde bulunan kamu görevlilerine getirilmiştir. Yani her bir bireyin Türk Ceza Kanunu kapsamında belirli yükümlülükleri ve görevleri olduğunun kabulü gerekmektedir.

Kanun koyucular çocuğa karşı işlenen suçlar kapsamında; Kanunun 6. maddesinin 1. fıkrasında, belli kişi ve kurumlar bakımından daha geniş bir ihbar yükümlülüğü getirmiştir. Bu hükme göre, “Adli ve idari merciler, kolluk görevlileri, sağlık ve eğitim kuruluşları, sivil toplum kuruluşları, korunma ihtiyacı olan çocuğu Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumuna bildirmekle yükümlüdür”.[56]

İhbar yükümlülüğü ile tüm toplum bireylerine ödev yükleyen kanuni düzenlemeler ile biraz daha ayyuka çıkan bu suçların cezalandırılmaması, beyan delilinin yetersiz kalması ile yine içinden çıkılmaz bir hal alan duruma ilişkin olarak bu kez Çocukların Cinsel Suistimal ve Cinsel İstismara karşı Korunmasına İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi Lanzarote, 25.X.2007 sözleşmesi ile yargının yol bulması beklenmiştir.[57]

Sözleşmeye taraf olan ülkeler arasında yer alan ülkemizde dâhil olmak üzere bu sözleşmenin amacı; çocukların bilgi ve bilişim teknolojilerine olan kullanımlarının artması ile bir gereklilik olarak görülmüş ve gerek ulusal gerekse uluslararası düzeyde endişe duyulmasına sebebiyet verecek boyutlara ulaşıldığını ve çocuklar için uluslararası işbirliğinin gerekli olduğunu gözlemleyerek tedbirlerin kapsamının artırılmasını hedeflemiştir.[58]

Taraf olan her ülkenin kendi iç hukukuna ilişkin olarak düzenlemeler yapacağının altını çizen sözleşme, çocukların korunması için birliğin önemine vurgu yapmaktadır. Sözleşmenin incelenecek maddelerinden de görüleceği gibi, çocuğa karşı işlenen suçlar özel olarak değerlendirilmeli ve her suç tipine karşılık veren ceza yargılamasındaki değerlendirmeler bu konuda daha titizlikle incelenmelidir.

Lanzarote Sözleşmesi 15. maddesinde; taraf ülkelerin kendi iç hukuk normlarına uygun olacak şekilde çocuklara karşı cinsel mahiyette işlenen suçların tekrarlanma riskini en aza indirme maksadıyla 16. maddeyi de gözeterek müdahale programları oluşturulmasını ve tedbir alarak yaygınlaştırmayı hedeflemiştir. 16. maddeyi incelediğimizde ise hakkında yargılaması devam olunan bireylerin, savunma haklarına, adil yargılanma haklarına ve masumiyet karinesi ilişkin kurallara riayet edilmesi şartı koşulmuştur.

Türk Ceza Hukuku Sisteminde yer alan ceza muhakememizin ihtiyacı olan maddi gerçeğin ortaya çıkarılabilmesi ve hükmolunmuş olan yaptırımların uygulanmasına aracılık eden tedbirler koruma tedbirleridir. Bu tedbirler bireylerin özgürlüğüne, maddi malvarlıklarına, vücuduna, özel hayatına veyahut konut dokunulmazlığına ilişkin olarak ortaya çıkabilir. Yakalama, tutuklama, gözaltına alma, adli kontrol, el koyma, arama, telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin denetlenmesi, gizli soruşturmacı atanması ve teknik araçlarla izleme koruma tedbirleridir. Koruma tedbirleri ve uzaklaştırma kararı 6284 sayılı kanun kapsamında verilen en hızlı ve en etkili önlemlerden biridir.[59] Bu kanun şiddete uğramış olan veya uğraması muhtemel kadınların, çocukların, aile bireylerinin ve tek taraflı ısrarlı takip mağduru olan bireylerin korunması ve bu bireylere yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla düzenlenerek hukuk sisteminin bir parçası olmuştur. Günümüzde artan vakıa sayılarına bakıldığında kanunun gerekliliği ve önemi tartışmasız gerçektir. Aslında bu kanun birazda olsa masumiyet (suçsuzluk) karinesini esnetmiştir. Çünkü şiddete uğradığını iddia eden tarafın bir delil sunmasına gerek duyulmadan verilen koruma tedbirlerinden biri olan uzaklaştırma kararının, mağdurun daha fazla hak kaybına uğramaması adına yapılan düzenleme bir nebze de olsa hayat kurtarmaktadır.

Kanun koyucu bu tedbirleri düzenlerken koruyucu ve önleyici tedbirler olarak iki başlık altında değerlendirme yapmıştır. Koruyucu tedbirler mülki amirler ve hâkim tarafından verilebilirken, önleyici tedbirlerin yalnızca hâkim tarafından verilebileceğini belirlemiştir. Böylelikle koruyucu tedbirlerin hâkim kararını beklemeden mülki amirler tarafından verilebilir olması da suçtan korunanın zaman kaybının önüne geçmektedir.[60]

Yalnız özellikle belirtmek gerekir ki; koruma tedbirleri bir cezalandırma değildir. Şüphelinin koruma tedbirlerine maruz bırakılması ceza yargılaması neticesinde cezalandırılacağı anlamına gelmemektedir. Sağlıklı bir yargılama süreci geçirilmesi için mahkemece bu koruma tedbirlerine başvurulabilir. Bunun en önemli nedeni ise delillerin yok edilmesi, karartılması, değiştirilmesi ve gizlenmesi tehlikesi altında bulunmasıdır. Suç konusu olaya ilişkin tüm deliller adli makamlara intikal etmeden önce bir şüphelinin hakkında toplanacak delillere etki etmesi kuşkusuz ki bir yargılamanın seyrini değiştirecektir. Lanzarote ve birçok sözleşmede daha bahsedildiği gibi masumiyet (suçsuzluk) karinesi delinmeden ve ceza hukukuna hâkim diğer ilkeler ışığında bazı suç tipleri ayrılarak, bu konuda ihtisaslaşmış kişi ve kurumlarca yargılama yapılması şüphesiz ki Türk yargısını ileri taşıyacaktır. Ulusal ve uluslararası anlamda buna herhangi bir engel teşkil edecek hüküm vs. bulunmamakla beraber ileri taşınması için her türlü zeminin hazırlandığı görülebilmektedir.

IV.SONUÇ

Suç oluşturan bir eylemin yasalarda öngörülmüş olan ceza karşılığını belirleyen o ülkenin yasaları, taraf olduğu uluslararası antlaşmalar ve o ülkenin ceza siyasetidir. Ceza siyaseti de, toplumun toplumda işlenen suçlara bakış açısına, verdiği tepkiye ve korunmak istenen hukuki değerlere göre belirlenir. Masumiyet (suçsuzluk) karinesi nasıl bir toplumsal gereklilik olarak ortaya çıkmış ise, yasalarda öngörülen cezalarda, suç ve ceza arasındaki orantılılıkta topluma yanıt vermek amacıyla ortaya çıkmıştır. Ceza siyaseti olarak, toplum neye tepki gösterdi ise o suça ilişkin cezaların artırılması yoluna gidilmiştir. Ağır cezalar verilmesinin tek çözüm yolu kabul edilmesi nasıl mümkün değil ise ceza hukukuna dair ilkeler gerekçe gösterilerek de işlenmiş olan suçların çeşitli gerekçelerle cezasız bırakılmasının kabulü de mümkün değildir. Cezalar yalnızca toplumların reflekslerine göre değil, kriminolojik, penolojik, psikolojik ve sosyolojik değerlendirmeler yapılarak olaya has değerlendirmeler ile belirlenmelidir. Toplumların ihtiyaçları doğrultusunda evrensel hukuk ilkeleri ve ceza adaleti gözetilerek belirlenecek ve alanında ihtisaslaşmış kurum ve görevliler sayesinde toplum refahı ve huzuru artacak, hukuka, adalete ve dolayısıyla devlete olan güven tazelenecektir. Evrensel ilkelerin özü benimsenerek yapılacak yargılamalarda daha az hataya düşülerek, daha doğru yargı kararlarının ortaya çıkacağı her türlü izahtan varestedir. Anlatılmaya ve izahına çaba sarf edilen ulusal anlamda ‘masumiyet (suçsuzluk) karinesi’ nin Türk hukukundaki yeri ile ilgili açıklamalar ve bilgiler ışığında, temenni edilen alanında ihtisaslaşmış kurum ve kuruluşların yargı içinde çoğalması ve cezasız suç kalmamasıdır.

KAYNAKÇA

Kitap ve Makaleler

-Prof. Dr. Veli Özer ÖZBEK, Doç. Dr. Koray DOĞAN, Dr. Öğr. Üyesi Pınar BACAKSIZ, Arş. Gör. İlker TEPE Ceza Muhakamesi Hukuku kitabı 11. Baskı

-TBB Dergisi TÜRK HUKUKUNDA SUÇSUZLUK KARİNESİ VE SONUÇLARI konulu Yrd. Doç. Dr. İlhan ÜZÜLMEZ ‘e ait makale

-ANAYASA MAHKEMESİ UYGULAMASINDA MASUMİYET KARİNESİ konulu Akif YILDIRIM ‘a ait makale

-MASUMİYET KARİNESİ DOKTRİNİ konulu GÖKHAN ÇAYAN ‘a ait makale

-TBB Dergisi ADİL YARGILANMA HAKKININ İNSAN HAKLARI AVRUPA SÖZLEŞMESİ’NDEKİ YERİ VE ÖNEMİ konulu Hüseyin TURAN ‘a ait makale

-SUÇSUZLUK KARİNESİ konulu Hüseyin ŞIK ‘a ait makale

-Mumcu, Ahmet; İnsan Hakları ve Kamu Özgürlükleri, Savaş Yayınları, 2. Baskı, Ankara, 1994

-ASBÜ Hukuk Fakültesi Dergisi (2019/2) AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ İÇTİHATLARI IŞIĞINDA “MASUMİYET KARİNESİ”NİN KORUNMASI makalesi

-TBB Dergisi ADİL YARGILANMA HAKKININ İNSAN HAKLARI AVRUPA SÖZLEŞMESİ’NDEKİ YERİ VE ÖNEMİ konulu Hüseyin TURAN ‘a ait makale,

-Mumcu, Ahmet; İnsan Hakları ve Kamu Özgürlükleri, Savaş Yayınları, 2. Baskı, Ankara, 1994

-SUÇSUZLUK KARİNESİ konulu Hüseyin ŞIK ‘a ait makale s:105,106

-Tozman, Önder

-Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi Armağan Özel Sayısı, Cilt: 19, Sayı:2, Yıl:2013, Fatih Birtek, Cumhuriyet Savcısının Delilleri ve Fiili Takdir Yetkisi

-ÖZEN, KÖKSAL

-LEKELENMEME HAKKI Right not to be Labelled as Criminal , Adalet Bakanlığı Andırın Adliyesi, Hakim Fatih AKINCI 04.06.2020 tarihli makale

-KIZILARSLAN, Hakan, ‘’Soruşturma Yapılmasına Yer Olmadığı Kararları(SYOK) ve Bu Kararların Ceza Muhakemesi Sistematiği Açısından İrdelenmesi’’, TBB Dergisi, 2019(144),

-LEKELENMEME HAKKI Right not to be Labelled as Criminal , Adalet Bakanlığı Andırın Adliyesi, Hakim Fatih AKINCI 04.06.2020 tarihli makale, s:192

-Tezcan/Erdem/Sancaktar, 256.

-Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013

-MASUMİYET KARİNESİ DOKTRİNİ makale Doctrine of the Presumption of Innocence Gökhan ÇAYAN, TAAD, Yıl: 11, Sayı: 42 (Nisan 2020)

-Suçsuzluk Karinesi Üzerine Düşünceler, Sulhi Dönmezer, 1999

-2006 TÜRK MEDENÎ USUL HUKUKU BAĞLAMINDA HUKUKA AYKIRI YOLLARDAN ELDE EDİLEN DELİLLERİN DURUMUNUN İRDELENMESİ Prof. Dr. Süha TANRIVER, TBB Dergisi, Sayı 65,

-Demirkıran İ./Demir, C./Bilgin, Ç.: Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 10 Yıllık Emsâl Kararları, 1995-2004, Ankara 2004,

-YARGITAY’IN CİNSEL DOKUNULMAZLIĞA KARŞI SUÇLARDA İSPATA YAKLAŞIMI makalesi Dr. Öğr. Üyesi Pınar BACAKSIZ Dr. Öğr. Üyesi Tuğba BAYZİT, D.E.Ü. Hukuk Fakültesi Dergisi, Prof. Dr. Durmuş TEZCAN’a Armağan, C.21, Özel S., 2019

-Özbek, Veli Özer/Doğan, Koray/Bacaksız, Pınar/Tepe, İlker: Ceza Muhakemesi Hukuku, 11. Baskı, Seçkin Yayınevi, Eylül 2018, s. 65-66; Öztürk, Bahri/Tezcan, Durmuş/Erdem, Mustafa Ruhan/Sırma Gezer, Özge/Saygılar Kırıt, Yasemin F./Alan Akcan, Esra/Özaydın, Özdem/Erden Tütüncü, Efser/Altınok Villemin, Derya/Tok, Mehmet Can: Nazari ve Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku, 12. Baskı, Seçkin Yayınevi, Eylül 2018, s. 143-144; Yenisey, Feridun/Nuhoğlu, Ayşe: Ceza Muhakemesi Hukuku, 6. Baskı, Seçkin Yayınevi, Eylül 2018, s. 69-70, 75; Gökcen, Ahmet/ Alşahin, Mehmet Emin/Çakır, Kerim: Ceza Muhakemesi Hukuku -I-, Adalet Yayınevi, Ocak 2017

-Ceza Hakiminin Vicdani Kanaati Üzerine Bir Değerlendirme, An Appraisal On The Judge’s Conscientious Convition M. Balkan DEMİRDAL makalesi

-Ercüment Aksoy, Gürsel Çetin, Mehmet Akif İnanıcı, Oğuz Polat, M. Şevki Sözen, Fatih Yavuz, Çocuk istismarı ve İhlali

-ADLİ SİCİL VE İSTATİSTİK GENEL MÜDÜRLÜĞÜ, Adli İstatistikler 2018, Tablo 1-14 TCK Uyarınca Sonuçlanan Soruşturmalarda Seçilmiş Suçlarda Karar Türüne Göre Suç Sayıları ve Oranları, TÜRKİYE (2018)

-Nuhoğlu, Ayşe: “Cinsel Suç Mağdurunun Beyanı ve İspat”, Kadına Yönelik Cinsel Şiddete Karşılaştırmalı Hukukun Yaklaşımı, İstanbul Barosu Kadın Hakları Uygulama Merkezi, Yayın No: 1, 2. Basım, Ekim 2002

-Kocaoğlu

-Sancar Yalçın, Türkan: Türk Ceza Hukukunda Kadın, Seçkin Yayıncılık, Ekim 2013


Elektronik Kaynaklar

https://web.archive.org/web/20200626082537/https://www.katipler.org/masumiyet-karinesi-nedir/

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/159949

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/159949

https://sozluk.gov.tr/?kelime=onur

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/316297, 491

https://www.ahmetekin.com/supheden-sanik-yararlanir- ilkesi/#:~:text=%C5%9E%C3%BCpheden%20San%C4%B1k%20Yararlan%C4%B1r%20%C4%B0lkesi%20ceza,karinesinin%20bir%20uzant%C4%B1s%C4%B1n%C4%B1%20te%C5%9Fkil%20eder.

http://www.ttb.org.tr/eweb/adli/7.html

https://www.mevzuat.gov.tr/mevzuatmetin/1.5.5395.pdf

Mahkeme Kararları ve Kanunlar

T.C. Anayasası Md. 38/6; (Ek fıkra: 3/10/2001-4709/15 md.) Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular, delil olarak kabul edilemez.

T.C. Anayasası m. 38: “Hiç kimse kendisini ve kanunda gösterilen yakınlarını suçlayan bir beyanda bulunmaya veya bu yolda delil göstermeye zorlanamaz.’’

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu

5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu

6284 sayılı 08.03.2012 tarihli AİLENİN KORUNMASI VE KADINA KARŞI ŞİDDETİN ÖNLENMESİNE DAİR KANUN

Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2012/6-1309 Esas, 2013/258 Karar sayılı ilâmı

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun, 13.12. 2018 tarihli, 2017/5-11 esas ve 2018/639 sayılı ilâmı

YHGK 26.3.2002 günlü, 2002/2- 617 esas ve 2002/648 karar nolu kararı

Yargıtay 12. Ceza Dairesinin, 23. 11. 2016 tarihli, 2016/9492 esas ve 2016/12904 sayılı ilâmı

Yargıtay 13. Ceza Dairesi'nin 2.2.2012 tarihli ve 2011/27923 Esas, 2012/2008 Karar sayılı ilâmı

Yargıtay 3. Ceza Dairesinin 25.03.2015 tarihli ve 2015/7099 Esas, 2015/10801 Karar sayılı ilâmı

Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 20.01.2016 tarihli ve 2015/15916 Esas, 2016/765 Karar sayılı ilâmı

Yargıtay 14. Ceza Dairesi’nin 05.03.2018 Tarihli ve 2017/1679 Esas 2018/1557 Karar sayılı ilamı

AİHM, “Saunders / The United Kingdom”, (B. 19187/91, T.17.12.1996, s: 68-69)

AİHM, ‘Telfner v Avusturia’, 12HRCD2001, Article 6, Section 2, s:184,

AİHM, Minelli v İsviçre 25.02.1983 tarihli kararı,

AİHM, ‘Dicle ve Sadak/Türkiye, B. No: 48621/07, 16/6/2015, s:60-61, 66.

AİHM, Barbera, Messegue ve Jabardo-İspanya, 06 /12/1988; MOLE, Nuala; CATHARİNA, Harby; Avrupa İnsan Hakları Sözleşme-sinin 6. Maddesi Uygulanmasına İlişkin Kılavuz, İnsan Hakları Kitapçıkları, No.3, Directorate General of Human RightsCouncil of Europe F-67075 StrasbourgCedex, Council of Europe, Almanya, 2001, s. 50.

AİHM, “Guide on Article 7 of the European Convention on Human Rights No punishment without law: the principle that only the law can define a crime and prescribe a penalty”, s: 21

AİHM (Büyük Daire), Del Río Prada - İspanya, 42750/09, 21.10.2013, s: 80

Anayasa Mahkemesi, 25 Mayıs 1976 tarih ve K.1976/28 sayılı Kararı[1] İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi madde 11, Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme madde 15. Kanunilik ilkesi insancıl hukukun da temel ilkeleri arasında yer almaktadır. Bakınız: Uluslararası Kızılhaç Komitesi Uluslararası İnsancıl Teamül (Örf-Adet) Hukuku Madde 101

Çocukların Cinsel Suistimale ve Cinsel İstismara Karşı Korunması, 25.X.2007, Lanzarote sözleşmesi

------------------------

[1] Prof. Dr. Veli Özer ÖZBEK, Doç. Dr. Koray DOĞAN, Dr. Öğr. Üyesi Pınar BACAKSIZ, Arş. Gör. İlker TEPE Ceza Muhakamesi Hukuku kitabı 11. Baskı s:55-57

[2] https://web.archive.org/web/20200626082537/https://www.katipler.org/masumiyet-karinesi-nedir/ son erişim tarihi 12.03.2022

[3] ASBÜ Hukuk Fakültesi Dergisi (2019/2) AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ İÇTİHATLARI IŞIĞINDA “MASUMİYET KARİNESİ”NİN KORUNMASI makalesi s:309

*Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi

[4] TBB Dergisi ADİL YARGILANMA HAKKININ İNSAN HAKLARI AVRUPA SÖZLEŞMESİ’NDEKİ YERİ VE ÖNEMİ konulu Hüseyin TURAN ‘a ait makale, s:214,215,216

[5] Mumcu, Ahmet; İnsan Hakları ve Kamu Özgürlükleri, Savaş Yayınları, 2. Baskı, Ankara, 1994, s. 80

[6] https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/159949 son erişim tarihi 12.03.2022, *11/1. Md.: Bir suç işlemekten sanık herkes, savunması için kendisine gerekli bütün tertibatın sağlanmış bulunduğu açık bir yargılama ile kanunen suçlu olduğu tespit edilmedikçe masum sayılır.

[7] https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/159949 son erişim tarihi 12.03.2022, *6/2. Md.: Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılır.

[8] Dergipark SUÇSUZLUK KARİNESİ konulu Hüseyin ŞIK ‘a ait makale s:105,106

[9] Tozman, Önder; a.g.e., s. 319

[10] Yargıtay 12. Ceza Dairesinin, 23. 11. 2016 tarihli, 2016/9492 esas ve 2016/12904 sayılı ilâmı

[11] Yargıtay 13. Ceza Dairesi'nin 2.2.2012 tarihli ve 2011/27923 Esas, 2012/2008 Karar sayılı ilâmı ve Yargıtay 3. Ceza Dairesinin 25.03.2015 tarihli ve 2015/7099 Esas, 2015/10801 Karar sayılı ilâmı

[12] Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 20.01.2016 tarihli ve 2015/15916 Esas, 2016/765 Karar sayılı ilâmı

[13] Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi Armağan Özel Sayısı, Cilt: 19, Sayı:2, Yıl:2013, Fatih Birtek, Cumhuriyet Savcısının Delilleri ve Fiili Takdir Yetkisi, sayfa:959-960

[14] https://sozluk.gov.tr/?kelime=onur, (Son Erişim Tarihi: 12.03.2022)

[15] ‘’ (Ek: 15/8/2017-KHK-694/145 md.; Aynen kabul: 1/2/2018-7078/140 md.) İhbar ve şikâyet konusu fiilin suç oluşturmadığının herhangi bir araştırma yapılmasını gerektirmeksizin açıkça anlaşılması veya ihbar ve şikâyetin soyut ve genel nitelikte olması durumunda soruşturma yapılmasına yer olmadığına karar verilir. Bu durumda şikâyet edilen kişiye şüpheli sıfatı verilemez. Soruşturma yapılmasına yer olmadığına dair karar, varsa ihbarda bulunana veya şikâyetçiye bildirilir ve bu karara karşı 173 üncü maddedeki usule göre itiraz edilebilir. İtirazın kabulü hâlinde Cumhuriyet başsavcılığı soruşturma işlemlerini başlatır. Bu fıkra uyarınca yapılan işlemler ve verilen kararlar, bunlara mahsus bir sisteme kaydedilir. Bu kayıtlar, ancak Cumhuriyet savcısı, hâkim veya mahkeme tarafından görülebilir’’

[16] ÖZEN, KÖKSAL, s.279.

[17] LEKELENMEME HAKKI Right not to be Labelled as Criminal , Adalet Bakanlığı Andırın Adliyesi, Hakim Fatih AKINCI 04.06.2020 tarihli makale, s:191

[18] KIZILARSLAN, Hakan, ‘’Soruşturma Yapılmasına Yer Olmadığı Kararları(SYOK) ve Bu Kararların Ceza Muhakemesi Sistematiği Açısından İrdelenmesi’’, TBB Dergisi, 2019(144), s.64,65

[19] LEKELENMEME HAKKI Right not to be Labelled as Criminal , Adalet Bakanlığı Andırın Adliyesi, Hakim Fatih AKINCI 04.06.2020 tarihli makale, s:192

[20] Tezcan/Erdem/Sancaktar, 256.

[21] Yıldırım, Akif, “Anayasa Mahkemesi Uygulamasında Masumiyet Karinesi”, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/316297, 491 (erişim tarihi:12.03.2021)

[22] Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun, 13.12. 2018 tarihli, 2017/5-11 esas ve 2018/639 sayılı ilâmı

[23] Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, s: 18

[24] MASUMİYET KARİNESİ DOKTRİNİ makale Doctrine of the Presumption of Innocence Gökhan ÇAYAN, TAAD, Yıl: 11, Sayı: 42 (Nisan 2020), s:50

[25] AİHM, “Saunders / The United Kingdom”, (B. 19187/91, T.17.12.1996, s: 68-69)

[26] AİHM, ‘Telfner v Avusturia’, 12HRCD2001, Article 6, Section 2, s:184, [file:///C:/Users/esrae/Downloads/_journals_hudi_12_3-4_article-p183-preview.pdf (son erişim tarihi:13.03.2022)]

[27] AİHM, Minelli v İsviçre 25.02.1983 tarihli kararı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarından Örnekler Gilles Dutertre, Avrupa Konseyi Yayınları/Extraits clés de jurisprudence – Cour européenne des Droits de l’Homme, s:260

[28] AİHM, ‘Dicle ve Sadak/Türkiye, B. No: 48621/07, 16/6/2015, s:60-61, 66.- ANAYASA MAHKEMESİ UYGULAMASINDA MASUMİYET KARİNESİ konulu Akif YILDIRIM ‘a ait makale s:501

[29] Suçsuzluk Karinesi Üzerine Düşünceler, Sulhi Dönmezer, 1999, s. 67-68

[30]https://www.ahmetekin.com/supheden-sanik-yararlanir-ilkesi/#:~:text=%C5%9E%C3%BCpheden%20San%C4%B1k%20Yararlan%C4%B1r%20%C4%B0lkesi%20ceza,karinesinin%20bir%20uzant%C4%B1s%C4%B1n%C4%B1%20te%C5%9Fkil%20eder. (son erişim tarihi:12.03.2022)

[31] Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2012/6-1309 Esas, 2013/258 Karar sayılı ilâmı

[32] Barbera, Messegue ve Jabardo-İspanya, 06 /12/1988; MOLE, Nuala; CATHARİNA, Harby; Avrupa İnsan Hakları Sözleşme-sinin 6. Maddesi Uygulanmasına İlişkin Kılavuz, İnsan Hakları Kitapçıkları, No.3, Directorate General of Human RightsCouncil of Europe F-67075 StrasbourgCedex, Council of Europe, Almanya, 2001, s. 50.

[33] T.C. Anayasası Md. 38/6; (Ek fıkra: 3/10/2001-4709/15 md.) Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular, delil olarak kabul edilemez.

[34] 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu 217/2. Md:Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir. 206/2a. md: (2) Ortaya konulması istenilen bir delil aşağıda yazılı hâllerde reddolunur: a) Delil, kanuna aykırı olarak elde edilmişse.

[35]2006TÜRK MEDENÎ USUL HUKUKU BAĞLAMINDA HUKUKA AYKIRI YOLLARDAN ELDE EDİLEN DELİLLERİN DURUMUNUN İRDELENMESİ Prof. Dr. Süha TANRIVER, TBB Dergisi, Sayı 65, s:368

[36] YHGK 26.3.2002 günlü, 2002/2- 617 esas ve 2002/648 karar nolu kararı, Demirkıran İ./Demir, C./Bilgin, Ç.: Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 10 Yıllık Emsâl Kararları, 1995-2004, Ankara 2004, s. 676- 680

[37] AİHM suç isnadının olup olmamasını değerlendirirken suçun iç hukuktaki durumuna, suçun niteliğine, cezanın ağırlığına ve caydırıcı yönüne bakmaktadır (birçok karar arasından, bkz., AİHM, Jussila/Finlanda,no. 73053/01, 23 Kasım 2006 tarihli karar, §§ 30-31). Bu kriterler ilk olarak Engel ve diğerleri/Hollanda, (no. 5100/71, no. 5101/71, no. 5102/71, no. 5354/72 ve no. 5370/72, 8 Haziran 1976 tarihli karar) kararında dile getirildiği için bunlara Engel kriterleri denilmektedir.

[38] YARGITAY’IN CİNSEL DOKUNULMAZLIĞA KARŞI SUÇLARDA İSPATA YAKLAŞIMI Dr. Öğr. Üyesi Pınar BACAKSIZ* Dr. Öğr. Üyesi Tuğba BAYZİT, D.E.Ü. Hukuk Fakültesi Dergisi, Prof. Dr. Durmuş TEZCAN’a Armağan, C.21, Özel S., 2019, s: 379

[39] Anayasa Mahkemesi, 25 Mayıs 1976 tarih ve K.1976/28 sayılı Kararı

[40] İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi madde 11, Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme madde 15. Kanunilik ilkesi insancıl hukukun da temel ilkeleri arasında yer almaktadır. Bakınız: Uluslararası Kızılhaç Komitesi Uluslararası İnsancıl Teamül (Örf-Adet) Hukuku Madde 101

[41] AİHM, “Guide on Article 7 of the European Convention on Human Rights No punishment without law: the principle that only the law can define a crime and prescribe a penalty”, s: 21

[42] AİHM (Büyük Daire), Del Río Prada - İspanya, 42750/09, 21.10.2013, s: 80

[43] İlke hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Özbek, Veli Özer/Doğan, Koray/Bacaksız, Pınar/Tepe, İlker: Ceza Muhakemesi Hukuku, 11. Baskı, Seçkin Yayınevi, Eylül 2018, s. 65-66; Öztürk, Bahri/Tezcan, Durmuş/Erdem, Mustafa Ruhan/Sırma Gezer, Özge/Saygılar Kırıt, Yasemin F./Alan Akcan, Esra/Özaydın, Özdem/Erden Tütüncü, Efser/Altınok Villemin, Derya/Tok, Mehmet Can: Nazari ve Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku, 12. Baskı, Seçkin Yayınevi, Eylül 2018, s. 143-144; Yenisey, Feridun/Nuhoğlu, Ayşe: Ceza Muhakemesi Hukuku, 6. Baskı, Seçkin Yayınevi, Eylül 2018, s. 69-70, 75; Gökcen, Ahmet/ Alşahin, Mehmet Emin/Çakır, Kerim: Ceza Muhakemesi Hukuku -I-, Adalet Yayınevi, Ocak 2017, s. 113-114.

[44] YARGITAY’IN CİNSEL DOKUNULMAZLIĞA KARŞI SUÇLARDA İSPATA YAKLAŞIMI makalesi Dr. Öğr. Üyesi Pınar BACAKSIZ* Dr. Öğr. Üyesi Tuğba BAYZİT s:381

[45] Ceza Hakiminin Vicdani Kanaati Üzerine Bir Değerlendirme, An Appraisal On The Judge’s Conscientious Convition M. Balkan DEMİRDAL makalesi

[46] T.C. Anayasası m. 38: “Hiç kimse kendisini ve kanunda gösterilen yakınlarını suçlayan bir beyanda bulunmaya veya bu yolda delil göstermeye zorlanamaz.’’

[47] Özbek/Doğan/Bacaksız/Tepe, s. 63; Öztürk/Tezcan/Erdem/Sırma Gezer/Saygılar Kırıt/ Alan Akcan/Özaydın/Erden Tütüncü/Altınok Villemin/Tok, s. 154; Yenisey/Nuhoğlu, s. 74; Ünver/Hakeri, s. 71-74

[48] Özbek/Doğan/Bacaksız/Tepe, s. 596-626; Öztürk/Tezcan/ Erdem/Sırma Gezer/Saygılar Kırıt/Alan Akcan/Özaydın/Erden Tütüncü/Altınok Villemin/Tok, s. 294-331; Yenisey/Nuhoğlu, s. 492-522; Ünver/Hakeri, s. 563-578; Centel, Nur/Zafer, Hamide: Ceza Muhakemesi Hukuku, 15. Bası, Beta Yayıncılık, Eylül 2018, s. 240-337; Şahin, Cumhur/Göktürk, Neslihan: Ceza Muhakemesi Hukuku II, 7. Bası, Seçkin Yayıncılık, Şubat 2018, s. 31-60; Gökcen/Alşahin/Çakır, s. 313-352.

[49] Özbek/Doğan/Bacaksız/Tepe, s. 597-624; Öztürk/Tezcan/Erdem/ Sırma Gezer/Saygılar Kırıt/Alan Akcan/Özaydın/Erden Tütüncü/Altınok Villemin/Tok, s. 294-324; Yenisey/Nuhoğlu, s. 494-517; Ünver/Hakeri, s. 563-575; Centel/Zafer, s. 242- 289; Şahin/Göktürk, s. 32-58; Gökcen/Alşahin/Çakır, s. 314-343.

[50] Ercüment Aksoy, Gürsel Çetin, Mehmet Akif İnanıcı, Oğuz Polat, M. Şevki Sözen, Fatih Yavuz, Çocuk istismarı ve İhlali, http://www.ttb.org.tr/eweb/adli/7.html (erişim tarihi, 12.03.2022).

[51]ADLİ SİCİL VE İSTATİSTİK GENEL MÜDÜRLÜĞÜ, Adli İstatistikler 2018, Tablo 1-14 TCK Uyarınca Sonuçlanan Soruşturmalarda Seçilmiş Suçlarda Karar Türüne Göre Suç Sayıları ve Oranları, TÜRKİYE (2018), s:26 2018 yılında Cumhuriyet başsavcılıklarınca sonuçlanan soruşturmalarda suçlara ilişkin verilen kararlardan; malvarlığına karşı işlenen suçların %34,5'inin hırsızlık, %23,7'sinin dolandırıcılık, %17,4'ünün mala zarar verme, %3,1'inin yağma ve %21,2'sinin bu gruptaki diğer suçlara ait olduğu; vücut dokunulmazlığına karşı işlenen suçların %64,8'inin kasten yaralama, %35,2'sinin taksirle yaralamaya ilişkin olduğu; hürriyete karşı işlenen suçların ise %65,2'sinin tehdit, %14,8'inin konut dokunulmazlığını ihlâl, %9,4'ünün kişilerin huzur ve sükununu bozma, %8,3'ünün kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, %2,3'ünün bu gruptaki diğer suçlara ait olduğu görülmüştür.

[52] Cinsel suç mağduru olmak, toplumda kadını küçük düşüren, hor görülmesine neden olan bir durumdur ve bu nedenle yalan ihbarda bulunmak, hem bir suç teşkil edeceği gibi, hem de ihbarcı kadına toplum nazarında ikinci bir zarar verecektir. Bu görüşe göre, faille mağdur arasında önceden bir tanışıklık söz konusu ise, mağdurun yalan suçlamada bulunup bulunmadığı, fail ile mağdur arasındaki ilişkiler, ihtilaflar araştırılarak belirlenebilecektir (Nuhoğlu, Ayşe: “Cinsel Suç Mağdurunun Beyanı ve İspat”, Kadına Yönelik Cinsel Şiddete Karşılaştırmalı Hukukun Yaklaşımı, İstanbul Barosu Kadın Hakları Uygulama Merkezi, Yayın No: 1, 2. Basım, Ekim 2002, s. 62-64).

[53] Kocaoğlu, s: 545-548.

[54] Sancar Yalçın, Türkan: Türk Ceza Hukukunda Kadın, Seçkin Yayıncılık, Ekim 2013, s: 198- 201

[55] Y. 14. CD., 05.03.2018 T., 2017/1679, 2018/1557 (www.kazanci.com, Erişim Tarihi: 10.11.2018). Aynı şekilde:”Sanığın aşamalarda değişmeyen samimi savunmaları, tanık beyanları, olayın ortaya çıkış şekli, zamanı ve tüm dosya kapsamından, sanığın eylemlerini zorla gerçekleştirdiğine dair mağdurenin birbiriyle çelişen anlatımları dışında delil bulunmadığı anlaşılmakla, suç tarihinde onaltı yaşında olan mağdureye yönelik cinsel ilişkide bulunma eyleminin 5237 sayılı TCK’nın 104/1. maddesinde düzenlenen reşit olmayanla cinsel ilişki suçunu oluşturduğu…”

[56] 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu, md:6/1, https://www.mevzuat.gov.tr/mevzuatmetin/1.5.5395.pdf son erişim tarihi:13.03.2022

[57] CETS 201 – Çocukların Cinsel Suistimale ve Cinsel İstismara Karşı Korunması, 25.X.2007, Lanzarote

[58] CETS 201 – Çocukların Cinsel Suistimale ve Cinsel İstismara Karşı Korunması, 25.X.2007, Lanzarote sözleşmesi, s:2

[59] 6284 sayılı 08.03.2012 tarihli AİLENİN KORUNMASI VE KADINA KARŞI ŞİDDETİN ÖNLENMESİNE DAİR KANUN

[60] 6284 sayılı 08.03.2012 tarihli AİLENİN KORUNMASI VE KADINA KARŞI ŞİDDETİN ÖNLENMESİNE DAİR KANUN md.3: Koruyucu ve Önleyici Tedbirlere İlişkin Hükümler/ Mülkî amir tarafından verilecek koruyucu tedbir kararları/ (1) Bu Kanun kapsamında korunan kişilerle ilgili olarak aşağıdaki tedbirlerden birine, birkaçına veya uygun görülecek benzer tedbirlere mülkî amir tarafından karar verilebilir.(2) Gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde birinci fıkranın (a) ve (ç) bentlerinde yer alan tedbirler, ilgili kolluk amirlerince de alınabilir. Kolluk amiri evrakı en geç kararın alındığı tarihi takip eden ilk işgünü içinde mülkî amirin onayına sunar. Mülkî amir tarafından kırksekiz saat içinde onaylanmayan tedbirler kendiliğinden kalkar.

ANAHTAR KELİMELER: Suçsuzluk, masumiyet, delil, karine, ispat

KEYWORDS: Blameless, innocence, evidence, presumption, proof