Bir kimsenin mirasçı olma ehliyetine sahip olması için ölen miras bırakanın ölümünde hayatta olmalıdır. Buradan anlaşılması gereken birlikte ölüm karinesi uygulanan kimselere mirasın geçmeyeceğidir. Bu nedenle mirasçı olacak kimsenin miras bırakanın ölümü anından sonra (ne kadar yaşadığına bakılmaksızın) yaşaması yeterlidir. Birlikte ölüm karinesi ise birden fazla kimsenin ölmesi durumunda bu kimselerden hangisinin daha önce öldüğünün tespit edilememesi ve bunun neticesinde hepsinin aynı anda ölmüş kabul edilmesi halidir. Mirasçı olabilmek için bir diğer koşul da hak ehliyetine sahip olmak yani tam ve sağ doğmuş gereklidir. Yani burada dikkat edilmesi gereken bir çocuğun mirasçı olabilmesi için ana rahminden tam olarak ayrılması ve sağ olarak doğmuş olup hiç olmazsa bir saniye yaşamış olmak gereklidir.

Mirasçılar yasal ve atanmış mirasçı olmak üzere iki temel grupta incelenir. Yasal mirasçı, bir kimsenin kanunda sayılı derecelerde yer alan yakınlarından herhangi birinin ölümü halinde miras bırakanın terekesinin murise yakınlığına oranla kendisine intikal eden kimsedir. Atanmış mirasçı ise miras bırakanın sağlığında mal varlığının bir kısmını veya tamamını ölümünden sonra söz konusu kimseye intikal etmek üzere kanunda sayılan yakınlarından olmayan belirli bir kişiyi mirasçı tayin etmesidir.

Türk Medeni Kanunu 409. Maddeler ile 501. Maddeleri arasında yasal mirasçıların kimler olabileceği sınırlı olarak sayılmıştır. Buna göre: Miras bırakanın kan hısımlarından bazıları, miras bırakanın eşi, miras bırakanın evlatlığı ve evlatlığının alt soyu ile devlet yasal mirasçılardır. İşte tüm bu mirasçıların miras payları belirlenirken zümre sistemi esas alınır. İşte sağ kalan eşin mirasçılığı da bu zümrelere göre belirlenir. Zümre sistemine göre mirasçılar belirlenirken zümre başı olarak adlandırılan bir kimse yahut alt soylarından herhangi birinin hayatta olması halinde diğer zümrelerdeki kimselerin mirasçılığı söz konusu olmaz. Zümre başının ya da alt soylarından herhangi birinin varlığı halinde çocukları, torunları, torunlarının çocukları gibi alt soylarından meydana gelen topluluk birinci zümre mirasçıları meydana getirir. İkinci zümre mirasçılar miras bırakanın anne, baba ve onların ortak olan ya da olmayan alt soylarından meydana gelir. Üçüncü zümre mirasçılar miras bırakan kimsenin büyük anne ve babaları ile onların alt soylarından oluşmaktadır.  Kanunda yasal mirasçı olarak adlandırılan kan hısımları işte bu üç zümrede yer alan kan hısımlarından ibarettir. Diğer kan hısımları mirasçı olma ehliyetinden ayrıca mirasçı atanmadıkları müddetçe yoksundurlar.

Yasal mirasçıların belirlendiği zümre sistemi çeşitli ilkeleri içerisinde barındırmaktadır. Buna göre ilk olarak zümre sisteminde mirasçılar kök içinde halefiyet ilkesine göre belirlenir. Yani bir kök başı yahut bu kök başının alt soyları hayatta olduğu müddetçe diğer zümredeki kimselerin mirastan pay alması söz konusu olmaz. Dolayısıyla zümreler arasında öncelik ilişkisi ve her bir zümre içinde en üst sırada yer alan mirasçı öncelikli mirasçı olur. Bir örnekle konuyu açıklayalım. Miras bırakanın A. B. C ve D isminde dört çocuğu olduğunu, ölümü esnasında bu çocuklarından A, B ve C'nin hayatta olduğunu ve D'nin ölmüş olduğunu, torunlarından da A'nın E ve F isimli, D'nin de G ve H isimli iki çocuğu olduğunu varsayalım. Miras bırakanın terekesi mirasçılar arasında bölüştürülürken çocuklarının bulunmasından mirası birinci zümre mirasçıları arasında bölüştürülür. Bu bölüşüm yapılırken A, B ve C hayatta olduklarından miras kendilerine kalır ve bu miras üzerinde A'nın çocukları E ve F'nin mirasçılık hakkı bulunmaz. Ancak D'nin ölmüş olması dolayısıyla D'ye ait miras payı D'nin mirasçıları G ve H'ye intikal eder ve D'nin miras payı her ikisi arasında paylaştırılır. Bir diğer örnek olarak bir kimsenin alt soylarından herhangi birinin hayatta bulunmaması halinde ikinci zümre mirasçıların kimler olduğu verilebilir. Bir kimse ölmüş ve geride herhangi bir alt soyu kalmamışsa (çocukları, torunları, onların çocukları gibi) bu durumda anne babası hayatta ise onlara, eğer anne babası hayatta değilse bu durumda anne babasının alt soylarına kendi miras payları oranınca intikal eder. Yani anne ölmüşse ve baba hayatta ise bu durumda miras payları baba ile anne arasında yarı yarıya bölüştürülür ve annenin payı kendi alt soylarına intikal eder.

Miras bırakanın evlatlığı ve onun alt soyu miras bırakana kan hısmı gibi mirasçı olur ve birinci zümre mirasçılar arasında yer alır.  Ancak evlatlığın ölümü halinde evlat edinenin evlatlığa mirasçı olmayacağı unutulmamalıdır. Bunun yanında dikkat edilmesi gereken bir diğer nokta da evlat edinme ilişkisinin evlat edinenin yasal mirasçıları ile mirasçılık bağını kesmeyeceği bu nedenle evlatlığın kan hısımlarına da mirasçı olabileceğidir.

Miras bırakanın sağ kalan eşinin yasal mirasçılığı belirlenirken öncelikle miras bırakanın ölümü esnasında resmi olarak halen evli bulunmaları gerekli olmaktadır. Ölümden önce boşanmış olmak, eşin mirasçı olmasına engel teşkil eden bir husustur. Eşin mirasçılığı sabit bir orana sahip olmayıp birlikte mirasçı olduğu zümreye göre belirlenmektedir. Sağ kalan eşin birinci zümre ile birlikte mirasçı olması halinde miras payı dörtte bir, ikinci zümre ile birlikte mirasçı olması halinde miras payı dörtte iki, üçüncü zümre ile birlikte mirasçı olması halinde ise miras payı dörtte üçtür. Eğer ilk üç zümrede herhangi bir kan hısmı bulunmuyorsa bu durumda sağ kalan eş terekenin tamamına mirasçı olur. Sağ kalan eşin mirasçı olmasında dikkat edilmesi gereken özel bir husus vardır ki bu da miras bırakan ile sağ kalan eş arasında boşanma davası olması halidir. Eğer miras bırakan öldüğü esnada sağ kalan eş ile aralarında devam eden bir boşanma davası varsa bu durumda eş yine mirasçılığa hak kazanır. Ancak kanun miras bırakanın kimsenin mirasçılarına taraflar arasında devam eden boşanma davasında ölen eşin mirasçılarına davaya devam etme ve diğer eşin kusurunun ispatlanması halinde de sağ kalan eşin mirasçı olamaması sonucunu doğurur.

Yasal mirasçıların sonuncusu arasında yer alan devlet, bir kimsenin mirasçı bırakmaksızın ölmesi halinde tereke üzerinde mirasçı sıfatını kazanır. Ancak dikkat edilmesi gereken nokta devletin mirasçılığının ikincil sıfatta olduğu ve devletin mirasçı olabilmesinin miras bırakanın herhangi bir yasal veya atanmış mirasçı bırakılmamış olması halinde söz konusu olacağıdır.

Av. Elif MERİÇ