Kanunlarımız muhdesattan tam olarak ne anlaşılması gerektiğini açıklamamıştır. Bu boşluk uygulama ile doldurulmuştur. 22.12.1995 tarih ve 1/3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında muhdesat; bir arazi üzerinde kalıcı yapı ve tesisler ile bağ ve bahçe şeklinde dikilen ağaçlar olarak tanımlanmıştır.
Muhdesatın aidiyetinin tespiti davaları genel olarak arz üzerindeki yapının malikten başkası tarafından inşa edilmesi veya müstakil mülkiyetin bulunmadığı hallerde paydaşlardan bir veya bir kaçı tarafından yapı inşa edilmesi hallerinde gündeme gelir. Gerçekten de paydaşlardan biri veya bir kaçı diğerlerinin katkısı olmaksızın bir yapı veya bahçe meydana getirebileceği gibi bunu 3. bir kişi de yapabilir. Bu çözülmesi gereken hukuki bir mesele meydana getirir. Bu meselenin çözümü için öncelikle yasal düzenlemelerin incelenmesinde fayda vardır.
TMK madde 684 "Bir şeye malik olan kimse, o şeyin bütünleyici parçalarına da malik olur.
Bütünleyici parça, yerel âdetlere göre asıl şeyin temel unsuru olan ve o şey yok edilmedikçe, zarara uğratılmadıkça veya yapısı değiştirilmedikçe ondan ayrılmasına olanak bulunmayan parçadır." hükmü bir şeye malik olanın o şeye ait bütünleyici parçalarına da malik olacağını kabul etmiştir. O halde kural olarak arz sahibi arz üzerinde yer alan ve bütünleyici parça niteliğinde olan bitki, bina ve eklentilerinin de maliki olacaktır.
Aynı sonuca TMK madde 718 "Arazi üzerindeki mülkiyet, kullanılmasında yarar olduğu ölçüde, üstündeki hava ve altındaki arz katmanlarını kapsar.
Bu mülkiyetin kapsamına, yasal sınırlamalar saklı kalmak üzere yapılar, bitkiler ve kaynaklar da girer." hükmünden de ulaşılmaktadır.
TMK madde 722 "Bir kimse kendi arazisindeki yapıda başkasının malzemesini ya da başkasının arazisindeki yapıda kendisinin veya bir başkasının malzemesini kullanırsa, bu malzeme arazinin bütünleyici parçası olur.
Ancak, sahibinin rızası olmaksızın kullanılmış olan malzemenin sökülmesi aşırı zarara yol açmayacaksa, malzeme sahibi, gideri yapıyı yaptırana ait olmak üzere bunların sökülüp kendisine verilmesini isteyebilir.
Aynı koşullar altında arazinin maliki de, rızası olmaksızın yapılan yapıda kullanılan malzemenin, gideri yapıyı yaptırana ait olmak üzere sökülüp kaldırılmasını isteyebilir." arzın malikinin bütünleyici parçasının da maliki olacağı kuralı yinelemiş ancak arazi sahibine ve malzeme sahibine aşırı zarara yol açmamak kaydı ile malzemenin sökülmesini talep etme hakkı tanımıştır. Ancak çoğu zaman arz üzerinde inşa edilen binanın bu şartlar altında sökülmesi mümkün olmaz.
Araziden sökülmesi mümkün olmayan bu yapıların değeri arazi değerinden açıkça fazla olması halinde TMK madde 724 iyiniyetli tarafa arazinin tamamının ya da kullanıma elverişli kısmın malzeme malikine uygun bir bedel verilmesini talep etme hakkı tanımıştır. Gerçekten de TMK madde 724 "Yapının değeri açıkça arazinin değerinden fazlaysa, iyiniyetli taraf uygun bir bedel karşılığında yapının ve arazinin tamamının veya yeterli bir kısmının mülkiyetinin malzeme sahibine verilmesini isteyebilir." şeklindedir.
Kadastro Kanunu madde 19 "Tapuda kayıtlı taşınmaz malın zilyet lehine tespitinde, mevcut ve her türlü takyid ile sınırlı ayni haklar saklı tutulur. Eski tapu kayıtlarındaki bu tür hak ve mükellefiyetler, kadastro tutanağında belirtilerek yeni kütüklere aynen geçirilir.
Taşınmaz mal üzerinde malikinden başka bir kimseye veya paydaşlarından birine ait muhdesat mevcut ise bunun sahibi, cinsi, ihdas tarihi ve iktisap sebebi belirtilerek tutanağın ve kütüğün beyanlar hanesinde gösterilir.
Tarafların muvafakatı halinde kadastro teknisyenleri veya kadastro komisyonu ikili kullanmayı anlaşmaları çerçevesinde tek mülkiyete dönüştürebilir." arz üzerinde yer alan muhdesatın beyanlar kütüğünde gösterilmesini kabul etmiştir.
Tüm bu düzenlemeler değerlendirildiğinde muhdesatın şahsi bir hak olduğu, sahibine mülkiyet veya sınırlı bir ayni hak sağlamadığı sonucuna varılmaktadır. Hal böyle iken kural olarak muhdasatın aidiyetinin arz malikinden başkasına tespiti de istenemez. 3. kişiler için başvurulacak hukuki müessese sebepsiz zenginleşme davasıdır.
Tespit davası ise HMK madde 106'da " (1) Tespit davası yoluyla, mahkemeden, bir hakkın veya hukuki ilişkinin varlığının ya da yokluğunun yahut bir belgenin sahte olup olmadığının belirlenmesi talep edilir.
(2) Tespit davası açanın, kanunlarda belirtilen istisnai durumlar dışında, bu davayı açmakta hukuken korunmaya değer güncel bir yararı bulunmalıdır." düzenlenmiştir. Düzenleme tespit davasının açılabilme şartı olarak korunmaya değer güncel bir yarar bulunmasına bağlamıştır.
Medeni usul hukukunda hukuki yarar, mahkemeden hukuksal korunma istemi ile bir davanın açılabilmesi için davacının bu davayı açmakta bir çıkarının bulunmasıdır. Davacının dava açmakta hukuk kuralları tarafından haklı bulunan (korunan) bir yararı olmalı, hakkını elde edebilmesi için mahkeme kararına ihtiyacı bulunmalı ve davacı mahkemeyi gereksiz yere uğraştırmamalıdır. (Hanağası, E.: Davada Menfaat, Önsözler-Ramazan Arslan, Ankara 2009. s.VII). Öte yandan, bu hukuksal yararın "hukuki ve meşru", "doğrudan ve kişisel", "doğmuş ve güncel" olması gerekir(Hanağası, s. 135).
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu da 2017/8-1854E ve 2019/1096 sayılı kararında "Bir hukuki ilişkinin hemen tespit edilmesinde hukuki yararın bulunması, şu üç şartın birlikte varlığına bağlıdır. 1) Davacının bir hakkı veya hukuki durumu güncel (m.106/2) bir tehlike ile tehdit edilmiş olmalı; 2) Bu tehdit nedeniyle davacının hukuki durumu tereddüt içinde olmalı ve bu husus davacıya zarar verebilecek nitelikte bulunmalı; 3) Yalnız kesin hüküm etkisine sahip olup cebri icraya yetki vermeyen tespit hükmü bu tehlikeyi ortadan kaldırmaya elverişli olmalıdır. " tespit davasında aranacak hukuki yararın şartlarını sıralamıştır.
O halde muhdesatın aidiyetinin tespiti davası bir tespit davası olup ilamın icra ve infaz kabiliyeti bulunmamaktadır. Ayrıca bu davanın açılabilmesi için güncel bir tehlikenin varlığı şarttır. Doktrin ve Yargıtayın istikrar oluşturmuş uygulamalarında, taşınmaz hakkında derdest ortaklığın giderilmesi davasının, kentsel dönüşüm uygulamasının ya da kamulaştırma işleminin bulunması gibi istisnai durumlarda muhdesatın aidiyetinin tespiti davasının açılmasında güncel hukuki yararın varlığı kabul edilmektedir.
Muhdesatın aidiyetinin tespiti davaları ile en sık ortaklığın giderilmesi davalarında karşılaşılmaktadır. Ortaklığın giderilmesi davasına konu taşınmaz üzerinde yer alan muhdesata ilişkin bir şerh bulunmaması halinde mahkeme muhdesat iddiasını diğer paydaşlara soracaktır. Paydaşların tamamı bu iddiayı kabul eder ise ayrı bir tespit davası açılmasına gerek kalmaz. Ancak kabul etmeyen paydaşlar varsa mahkeme tarafından muhdesat iddiasında bulunan paydaşa iddiayı kabul etmeyen paydaşlara yönelik dava açması için süre verilir. Süre içerisinde dava açılır ise ortaklığın giderilmesi davasına bakan sulh hukuk mahkemesi açılan bu davayı bekletici mesele yapar.
Yukarıda izah ettiğimiz üzere muhtesatın aidiyetinin tespiti davası davacıya mülkiyet veya sınırlı ayni hak sağlamaz. Bu neden ile ortaklığın satış sureti ile giderilmesine karar verilirse muhdesat da arzla beraber satılır. Ancak arz ve muhdesatın değeri ayrı ayrı hesaplanarak toplanır. Böylece taşınmazın toplam değeri elde edilir. Bu değerin yüzdelik orantısal hesabı yapılarak ne kadarın arza ne kadarın muhdesata isabet ettiği tespit edilir. Satış neticesinde bedelin taksimi bu oran nazara alınarak yapılır.
Belirtmek gerekir ki zaten mevcut bulunan muhdesat üzerinde gerçekleştirilen iyileştirmeler zorunlu ve faydalı giderlerdir. Bunlar nedeni ile meydana gelen değer artışları ortaklığın giderilmesi davası sonrasında sebepsiz zenginleşme davası ile talep edilebilir. Çünkü zenginleşme ancak bu zamandan sonra meydana gelir.
Muhtesatın aidiyetinin tespiti davalarında HMK madde 2 "(1) Dava konusunun değer ve miktarına bakılmaksızın malvarlığı haklarına ilişkin davalarla, şahıs varlığına ilişkin davalarda görevli mahkeme, aksine bir düzenleme bulunmadıkça asliye hukuk mahkemesidir.
(2) Bu Kanunda ve diğer kanunlarda aksine düzenleme bulunmadıkça, asliye hukuk mahkemesi diğer dava ve işler bakımından da görevlidir." hükmü gereğince görevli mahkeme asliye hukuk mahkemesidir.
Son olarak içtihadı birleştirmeye konu olan arz üzerinde mevcut bitki ve ağaçların aşılanmasının muhdesat olarak kabul edilip edilmeyeceğine değinmekte fayda görüyorum. Arz üzerinde dikilen bitki ve ağaçların muhdesat olduğu yönünde kuşku bulunmamaktadır. Aşılama ise, başlı başına yeni bir bitki elde etmek için, bir bitkinin parçası ile bir başka bitkinin parçasının birleştirmesi olarak tanımlanır. Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu 1994/1E ve 1995/3K sayılı kararında yabani ağaçların aşılama ile niteliklerinin değiştiğini ve bu nedenle artık var olan ağaçtan söz edilemeyeceğini, amaca göre yorum ilkesinin bunu gerektirdiğini ve bu neden ile yabani ağaçların aşılanmak sureti ile meyve veren ağaçlara dönüştürülmesini muhdesat olarak kabul etmiştir. Kararda yer alan genel açıklamalar yazımız içerisinde mevcut olduğundan aşağıda yalnızca Tartışma ve Değerlendirme ile Sonuç bölümüne yer verilmiştir.
Avukat Şamil TAMBAY
...
Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu 1994/1E ve 1995/3K Sayılı Kararı
VI- TARTIŞMA VE DEĞERLENDİRME
Konunun değerlendirilmesine geçilmeden önce, Menengiç'in; kışın yaprağını döken, çoğunlukla çalı, bazen de 8-10 metre boyunda, kalın gövdeli, geniş yuvarlak tepeli bir ağaç olduğunu, bu türün fidanları üzerine Antep fıstığı aşılanabildiğini; yabani zeytinin de; halk arasında delicelik olarak tanımlanıp, aşılanarak kültür bitkisi zeytin ağacına dönüştürüldüğünü belirtmekte yarar görülmüştür. Aşılama ise, başlıbaşına yeni bir bitki elde etmek için, bir bitkinin bir parçası ile bir başka bitkinin bir parçasının birleştirmesi olarak tanımlanmaktadır.
Yukarıda anlamı, niteliği, tapu kütüğünün beyanlar hanesinde gösterilme nedeni ve bununla yasa koyucunun güttüğü amaç açıklanan muhdesatın, bir yabani ağacın aşılanması ile meyveli hale dönüştürülmesini de kapsayıp kapsamadığına gelince;
Bir taşınmaz üzerine bina yapılması veya ağaç dikilmesinin muhdesat sayılması gerektiği tartışmasızdır.
Muhdesatın mütemmim cüz, yani taşınmazın ayrılmaz parçası niteliğini taşıması gerektiğinde de bir anlaşmazlık söz konusu değildir.
Sorun, yabani ağaçların aşılanması ile meyveli hale getirilmesinin de, bu ağaçların (muhdesat) olarak kabul edilmesini gerektirip, gerektirmediği noktasındadır.
Kadastro Yasaları tasfiyeyi amaçladıklarından taşınmazların tesbit günündeki geometrik ve hukuki durumlarını herşeyi ile olduğu gibi saptamayı öngörürler.
Yabani zeytinlikler ile menengiçlerin aşılanmak suretiyle kültür bitkisi haline dönüştürülmesi de, yeni ve evvelce mevcut olmayan bir olgudur. Zira bu bitkilerin aşılanmadan önce ekonomik değerleri hemen hiç yok denecek kadar azdır. Bu bitkilerin bulunduğu arazi genelde tarım dışı verimsiz topraklardır. Bu araziler, deliceliklere zeytin, menengiçlere de fıstık aşılanmak suretiyle değer kazanır ve bu yolla yurt ekonomisine de katkı sağlanır. Bu yabani ağaçların aşılanmasıyla nitelikleri tamamen değişmekte, verimsiz bitkiler ürün veren hale dönüşmekte, kalıcı bir olgu ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle artık var olan bir ağaçtan söz edilemez. Aşılanma yoluyla önceden mevcut olmayan yeni bir durum oluşmaktadır. Kanun koyucu, muhdesatın beyanlar hanesinde gösterilmesi ilkesini kabul etmekle başkasına ait hakların güvence altına alınmasını sağlamayı amaçlamıştır. Bu yaklaşımla aşılama işleminin muhdesat, olarak kabulü, amaca göre yorum kurallarının gereğidir. Çoğun içinde az vardır. Nitekim, 11.6.1958 tarih ve 8/7 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ile deliceliklerin aşılanarak zeytinlik haline getirilmesi (ihya) olarak kabul edilmiştir ki, Genel Kurul bu durumu aşılamadan da öte mülkiyet kazandırıcı bir işlem olarak değerlendirmiştir.
O itibarla, yabani ağaçların (delicelik ve menengiçlerin) aşılanması suretiyle meyveli hale dönüştürülmesi durumunda, bunları muhdesat kabul etmek gerekir. İçtihat aykırılığının bu şekilde giderilmesi uygun bulunmuştur.
SONUÇ: Yabani ağaçların (Deliçelik ve Menengiçlerin) aşılanarak meyve ağacı haline dönüştürülmesi durumunda, bunun 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 19/2. maddesinde öngörülen ve tutanağın ve kütüğün beyanlar hanesinde gösterilmesi gereken bir "muhdesat" olarak kabul edilmesi gerektiğine, 16.6.1995 ve 8.12.1995 günlü ilk iki oturumda üçte iki çoğunluk sağlanamadığından, 22.12.1995 gününde üçüncü toplantıda çoğunlukla karar verilmiştir.