Eğer bugün toplum olarak yapabildiğimiz sadece Osmanlı Devleti’nin yükseliş zamanındaki adaletle övünmek ve o dönemin yaşananları anlatmaksa; adaletle ilgili övünç kaynağımız sadece Hz. Ömer’ in adaleti ise ve bunu anlatmaktan başka bir şey yapamıyorsak  ediyorsak durup epey düşünmek gerekir.

Bizim hukuka ve devlet sistemine bakışımız, yeni ortaya çıkan devletler ve tarih sahnesinde son bir yüzyıldır varlık gösteren toplumlar gibi olamaz, olmamalıdır da…

Platon “Devlet Adamı” adlı kitabında iki bin beşyüz yıl kadar önce şunları belirtmiştir:

İyi bir devlet yapısı şu üç şeyi barındırmalıdır. Buna göre;

1- Rızaya dayalı bir yönetim,

2- Hukuk (Bir saat adaletle hükmetmek, bir sene ibadet etmekten daha hayırlıdır),

3- Liyakat (İşi ehline verin).

Bir devlet bu üçünü bir arada gerçekleştirirse uzun yıllar yaşar ve toplumda düzen oluşur. İyi bir toplumun formülü de şu an için bu görülmektedir.

Bu çalışma da Osmanlı’ da görev yapmış Ogier Ghiselin de Busbecq (d. Comines (bugün Belçika ve Fransa) 1522 - ö. 1591-92), Avusturya Monarşisi için görev alan Flemenk diplomat. Aynı zamanda, 16. yüzyıl İstanbul'u hakkında en yetkin kaynaklardan biri olan Türk Mektupları adlı eseri yazmış ve bu suretle, edebiyatta gezi mektupları türünün öncülerinden biri olmuştur. Ayrıca Türk lalesini Avrupa'ya tanıtan insan olarak da bilinir. (Türk Mektupları, İş Bankası yayınları)

Bu çalışmada bu diplomatın gözlemlerini aktaracağız. Çalışmada, teknik bir inceleme yerine, herkes tarafından anlaşılacak bir anlatım tarzı tercih edilmektedir. 

Kanuni döneminde Osmanlı Devleti’nde Dipllomatlık yapan Busbecq, Kralına gönderdiği mektuplarında şu ifadelere yer vermiştir:

“Türk diyarında, hatta Türklerin kendi aralarında bile kişisel faziletten başka hiçbir şeye değer verilmez”.

“Sultanın karargahı çok kalabalıktı. Bu muazzam kalabalığın içinde tek kişi yoktu ki itibarını kendi şahsi cesaretinden ve meziyetlerinden başka bir şeye borçlu olsun, doğduğu aileden dolayı diğerlerinden farklı kılınsın. Kişiye, verdiği hizmetlere ve yüklendiği vazifeye göre saygı gösteriliyor. Bu nedenle üstünlük mücadelesi de yok. Herkesin yaptığı iş ile uygun olarak tayin edildiği bir makamı var. Sultan, vazifeleri ve görülecek işleri bizzat kendi dağıtıyor. Bunu yaparken de kimsenin serveti ve rütbesini önemsemiyor, namzet olanın şöhretini ve nüfuzunu düşünmüyor. Sadece meziyetlerini göz önüne alıyor, kabiliyetini, karakterini ve mizacını tetkik ediyor. İşte böylece herkes layık olduğunun karşılığını görüyor ve makamlar da işlerin üstesinden gelebilecek kimselerle doluyor”.

Türk İmparatorluğunda her insanın içine doğduğu şartları değiştirme ve kaderini tayin etme imkanı vardı”.

“Dolayısıyla Türkler arasında itibar, hizmet ve idari mevkiler kabiliyet ve faziletin mükafatı oluyor. Kişi tembel ve sahtekar ise hiçbir zaman yükselmiyor, küçümsenip hakir görülüyor. İşte Türkler bu nedenle neye teşebbüs etseler başarılı oluyor ve hükmeden bir ırk olarak hala hakimiyetlerinin hudutlarını her gün genişletiyorlar. Bizim usullerimiz ise çok farklı. Bizde meziyete yer yoktur. Her şey doğuma dayanır ve yüksek mevkilerin yolunu açan sadece soylu olmaktır”.

“Türkler anlık işlerde dahi intizama dikkat ederler. Biz ise en mühim konularda bile bunu ihmal ederiz”. Buralardan “kervan yolda düzülür” seviyesine nasıl geldik.

“Türklerin cezasız bıraktığı hiçbir suç yoktur”.

Yukarıda yer alan bilgiler, bir toplumun hangi şartlarda başarıya ulaşabileceği ve hangi şartlarda başarısızlıkla karşı karşıya kalabileceğini anlatmak için ele alınmıştır. Osmanlı İmparatorluğu esas alındığında; liyakat ve adaletle yükseldiği, bu özelliklerini kaybedince çöküş yaşadığı ortaya çıkmaktadır. Kurumlarda liyakat olmazsa, yerini entrikalar almakta ve bu da kurumları kendi içinde kısır çekişmelere götürmekte, enerji boşa harcanmaktadır.

Atamalarda liyakat esas alınmalı ve liyakati de objektif performans kriterleri belirlemelidir.

Yapılan tüm araştırmalar, performansı düzenli olarak değerlendirilen bireylerin değerlendirilmeyenlere göre daha mutlu ve verimli çalıştığını göstermektedir. Bu nedenle değerlendirme şarttır, ancak bu değerlendirme objektif ve denetlenebilir kriterlerle periyodik yapılmalıdır.

Kurumlarda Misyon ve vizyon doğru olarak belirlenmeli, insanlara kabul ettirilmeli ve insanların inanmaları sağlanmalıdır. Yoksa sadece “terfi edeceksiniz, maaşınız şu kadar artacak” şeklindeki motivasyonun tek sonucu, maaşı düşünen amaçsız güruhlardır. Bu nedenle insanları para ile değil, ahlaki değerler ile güdülemeliyiz.

Doğru vizyon ve misyon verildikten sonra, inanan insanın yapamayacağı şey yoktur. İnsan inandığı amaca ulaşmak için çalışacak ve performans, bu motivasyon sonucu kendiliğinden gelecektir. İnsanlar doğru amaçlar çerçevesinde çalıştıklarında terfi edeceklerine ve liyakat sisteminin varlığına inanmalıdırlar. Buna inanmazlarsa, bizleri dinleyip, en sonunda “bunları yapınca ne olacak” sorusu ile karşılaşmamak içten bile değildir.

Değişim zordur ve sancılıdır. Ancak değişip gelişmiyorsanız, çürüyüp ölmekle karşı karşıyasınız demektir.

Kenan ARSLANBOĞAN

İzmir 2. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı