Prof. Dr. Ersan Şen

Stj. Av. Mehmet Vedat Ervan

Gerekçeli Karar Hakkı

1. Gerekçe Kavramı

Gerekçe, karar ile mütalaanın üçüncü unsuru olan sonuç kısmının mantık yönünden dayanağı olarak tanımlanabilir[1]. Kararların gerekçeli olması; hem kanun yoluna başvuru ve hem de hakkaniyete uygun bir görüntü sunma açısından davanın taraflarının menfaatini ilgilendirdiği gibi, demokratik bir toplumda kamunun menfaatini de ilgilendirmekte ve mahkemelere duyulan güvenin sarsılmamasını sağlamaktadır[2]. Mantığa dayanmayan, keyfi olan kararlar Muhakeme Hukukunda bulunmamalıdır.

“Gerekçeli karar hakkı” kavramında yer alan “gerekçe”; esbab-ı mucibe, yani gerektiren veya icap eden sebepler, bir kararın verilmesine dayanak olan hukuki ve fiili nedenlerin neler olduğundan ibaret açıklama olarak tanımlanabilir[3].

Gerekçe; birçok temel hak ve hürriyetle ilişkili olduğundan, hukuk düzeninde önemli bir yer kapsamaktadır. Bunlardan en önemlisi, Anayasa m.36 ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.6’da düzenlenen adil/dürüst yargılanma hakkıdır. Adil/dürüst yargılanma hakkı; mahkemeye erişim hakkı, sanığın duruşmada hazır bulunması hakkı, kendi aleyhine tanıklık yapmama özgürlüğü, silahların eşitliği hakkı ve yazımıza konu gerekçeli karar hakkı gibi birçok hak ve özgürlüğü bünyesinde barındırır.

Bireylerin hak ve özgürlüklerini doğrudan etkilediğinden, gerekçenin Ceza Yargılaması Hukukunda daha önemli olduğu düşünülebilir. Ancak adalet, birey ve toplum ilişkilerinin kurulduğu her alanda tecelli etmelidir. Bu nedenle gerekçe; her uyuşmazlık bakımından yeterli olmalı, tarafları ve toplumu tatmin etmelidir. Karar aleyhine olan ve hukuka aykırı verildiğini iddia eden taraf da kararda ayrıntılı hukuki ve fiili gerekçeyi görebilmelidir.

2. Gerekçenin Önemi

Ceza Muhakemesi Kanunu m.34, 230, 232 ile Anayasa m.141/3’de, hakim ve mahkeme kararlarının gerekçeli yazılması öngörülmüştür. Bunun önemi, kanun yollarında karşımıza çıkmaktadır. Denetimi yapacak yargı mercileri; hangi nedenlerle hüküm kurulduğunu göremediği takdirde, inceleme yapamayacak ve denetim görevini yerine getiremeyecektir. Özellikle istinaf kanun yolunun uygulanmaya başlanmasıyla, Yargıtay bir içtihat mahkemesi haline geldiğinden ve maddi vaka denetimi yapmaksızın hükmün hukuka uygun olup olmadığını inceleyeceğinden, gerekçe açık ve detaylı olmalıdır[4].

Bu husus Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin 01.10.2019 tarihli, 2019/13589 E., 2019/17319 K. sayılı kararında; gerekçede hangi delile neden üstünlük tanındığının tartışılmadığı, kararın dayandığı tüm deliller ile bu delillere göre mahkemenin ulaştığı sonuçların ne olduğu belirlenmediği, iddia, savunma ve dosyada yer alan diğer belgelere ilişkin değerlendirmeler yapılmadığı, bu nedenle gerekçeden yoksun olarak sanık hakkında hüküm kurulmasının, Anayasa m.141/3’e ve CMK m.34, 230 ve 289/1-g’ye aykırılık teşkil ettiği ve Yargıtay denetimine olanak sağlamadığından bozmayı gerektirdiği şeklinde açıklanmıştır[5].

Kanun yollarına etkili bir şekilde başvurabilmek, adil/dürüst yargılanma hakkının unsurlarından birisidir. Gerekçe açık olmadan veya öğrenilemeden başvurunun gerçekleştirilmek zorunda kalındığı haller, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.6/1 uyarınca ihlale neden olacaktır[6].

Hakim; kararın üst yargı merciinin denetiminden geçeceğini bildiğinden, basmakalıp cümlelerle karar vermez ve hüküm kurmaz. Gerekçeli karar hakkı, keyfiliği önler. Hak arama hürriyeti kapsamında kabul edilen kanun yolları, yargı kararında keyfiliği ve gerekçesizliğin önüne geçilmesi için kabul edilmiştir. Kanun yolları aşamasında, kanun yolu incelemesinden geçen karar veya hükümde somut hukuki ve fiili gerekçelerin olup olmadığı özenle incelenmelidir. Türk Yargısının, adil/dürüst yargılanma hakkının kapsamına giren gerekçeli karar hakkı hususunda karar veya hükmü somut hukuki ve fiili gerekçelerin olup olmadığı yönünde yeterli ve yeknesak incelediğini söyleyebilmek mümkün değildir. Özellikle ilk tutukluluk, tutukluluğun devamı ve uzatılması ile diğer koruma tedbirlerine ilişkin kararlarda; gerekçeli karar hakkı yönünden yeterli incelemenin yapılmadığı, uygulamada “formül karar” olarak bilinen yöntemlerle istinaf ve temyiz kanun yollarında kararlar verildiği görülmektedir.

Yargıtay 3. Ceza Dairesi, 07.06.2016 tarihli, 2016/8543 E. ve 2016/13537 K. sayılı kararında, hem basmakalıp cümlelerin kullanılmaması ve hem de gerekçenin tarafları tatmin etmesi gerektiğine değinmiştir. Yargıtay 3. Ceza Dairesi; “Yargılama konusu olayda sanığın üzerine atılı suçu işlediğine yönelik delillerden hangisine neden itibar edildiği, sanığın savunmasına neden üstünlük tanınmadığı hususlarının tartışılıp gerekçenin yargılamanın tüm taraflarını hukuki yönden tatmin edecek şekilde gerekçelendirilmeden, dosya mevcut ifadelerin kopyala yapıştır yapılarak yazılı şekilde gerekçesiz olarak hüküm kurulmasını(…)” CMK m.230’da düzenlenen “Hükmün gerekçesinde gösterilmesi gereken hususlar” başlıklı maddeye aykırı bulmuştur.

3. Normatif Düzende Gerekçenin Yeri

CMK m.34/1’in birinci cümlesine göre; Hakim ve mahkemelerin her türlü kararı, karşı oy dahil, gerekçeli olarak yazılır”. Hükmün lafzından anlaşılacağı üzere; gerekçenin belirtilmesi zorunluluğu yalnızca hakim ve mahkeme kararları için aranmış, cumhuriyet savcısı veya diğer süjelerin vermiş oldukları kararlar için aranmamıştır.

Cumhuriyet savcısının verdiği kararlarda gerekçenin zorunlu olarak aranmaması bir eksiklik olsa da, denetim açısından bir sorun oluşturmayacağı söylenebilir. CMK m.169 uyarınca; soruşturma evresindeki her işlemin tutanağa bağlanması zorunlu olduğundan ve sulh ceza hakimliği ile ilk derece mahkemesi, maddi vakayı esasa girerek tüm unsurları ile değerlendireceğinden, cumhuriyet savcısının karar ve işlemleri de denetimden geçmiş olacaktır.

Hükmün denetimi açısından, CMK m.34’ün karşı oy gerekçelerine de yer vermesi, üst mahkemenin değerlendirme yapmasını kolaylaştırmakta ve muhakeme süreci boyunca hakimlerin baskı altında kalmadan karar verebildiklerini göstermektedir.

Yine aynı maddede, gerekçenin yazılması sırasında CMK m.230’un dikkate alınması gerektiği belirtilmiştir. CMK m.230’da, hüküm ve karar gerekçesinde nelerin bulunması gerektiği açıklanmaktadır. CMK m.230’da üç tür karar (mahkumiyet, beraat ve ceza verilmesine yer olmadığına dair karar) açısından özel gerekçeler sayılmış ve bu gerekçelerden hangisine, ne sebeplerle dayanıldığının, hükümde yer alması gerektiği belirtilmiştir.

Kurulan hükmün değerlendirilebilmesi için sübuta ilişkin meseleler ile kabul edilen deliller doğrultusunda varılan sonuç ve bu doğrultuda olay kapsamına girdiği düşünülen kanun maddesi, nedenleriyle birlikte gerekçede bulunmalıdır. Belirtmek gerekir ki; içeriği tatmin edici biçimde açıklanmadan, salt yasa maddesinin tekrar edilmesi gerekçe olarak kabul edilemez.

Diğer yargı kararları açısından, gerekçede hangi hususların yer alması gerektiği, genel kabul görmüş mantık kuralları çerçevesinde belirleneceği söylenebilir. Ancak Anayasa m.141/3, tüm yargı mercilerinin her türlü kararının gerekçeli yazılacağını ifade etmiştir.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun, 13.02.2020 tarihli, 2016/1414 E., 2020/101 K. sayılı kararı, hükümde nelerin belirtilmesi gerektiği ve gerekçe hususunda detaylı açıklamalar içermektedir.

CGK, ilgili maddeleri saydıktan sonra hükmün; başlık, sorun, gerekçe ve sonuç bölümlerinden oluşması gerektiğini belirterek, bu bölümlere ilişkin detaylı açıklamalarda bulunmuştur.

13.02.2020 tarihli kararda; “Başlık” bölümünde hükmü veren mahkemenin adı, mahkeme başkanının ve üyelerinin veya hakimin, cumhuriyet savcısının, zabıt katibinin, katılanın, mağdurun, varsa vekilin ve kanuni temsilcinin adı ve soyadı, sanığın açık kimliği ile varsa müdafisinin adı ve soyadı, beraat kararı dışında suçun işlendiği yer, tarih ve zaman dilimi, sanığın gözaltında veya tutuklu kaldığı tarih ve süre ile halen tutuklu olup olmadığı, “Sorun” bölümünde; iddia ve savunmada ileri sürülen görüşlerin ortaya konması gerektiği, “Gerekçe” bölümünde; mevcut delillerin tartışılıp değerlendirildikten sonra, hükme esas alınan ve reddedilen delillerin belirlenmesi, delillerle sonuç arasındaki bağ üzerinde durularak, niçin bu sonuca ulaşıldığının ortaya konulmasıyla, hukuki nitelendirme ve sonuç bölümünde açıklanan uygulamaların dayandığı olguların açıklanmasının gerektiği ifade edilmiştir.

Son olarak, Hüküm” kısmında ise; CMK m.230, 232 ve 223 uyarınca verilen kararın ne olduğu, TCK m.61 ve 62’de belirlenen sıra ve esaslara göre uygulanan kanun maddeleri ve hükmolunan cezanın miktarı, CMK m.53 ve devamına göre, mahkumiyet veya cezanın yerine uygulanacak güvenlik tedbiri, cezanın ertelenmesine, hapis cezasının adli para cezasına veya tedbirlerden birine çevrilmesine veya ek güvenlik tedbirlerinin uygulanmasına veya bu hususlara ilişkin taleplerin kabul veya reddine ait dayanaklar, kanun yollarına başvurma ve tazminat talep etme imkanının bulunup bulunmadığı, kanun yoluna başvurma mümkünse kanun yolunun ne olduğu, şekli, süresi ve hangi mercie başvurulabileceği tereddüde yer bırakmayacak şekilde açıkça gösterilmelidir. Kanun yolu, mercii ve şekli gösterilmeden, itiraz kanun yolunun açık olduğu bildirilen kararların kesinleştiğinden bahsedilemez[7].

CGK bu kararında, gerekçe bölümü üzerinde ayrıca durulması gerektiğinden bahsederek şu ifadelere yer vermiştir; “CMK m.230 uyarınca, hükmün gerekçe bölümünde, suç oluşturduğu kabul edilen fiilin gösterilmesi, nitelendirilmesi ve sonuç (hüküm) bölümünde yer alan uygulamaların dayanaklarının gösterilmesi zorunludur. Gerekçe, hükmün dayanaklarının, akla, hukuka ve dosya muhtevasına uygun açıklamasıdır. Bu nedenle, gerekçe bölümünde hükme esas alınan veya reddedilen bilgi ve belgelerin belirtilmesi ve bunun dayanaklarının gösterilmesi, bu dayanakların da geçerli, yeterli ve kanuni olması gerekmektedir. Kanuni, yeterli ve geçerli bir gerekçeye dayanılmadan karar verilmesi, kanun koyucunun amacına uygun düşmeyeceği gibi, uygulamada da keyfiliğe yol açacaktır. Bu itibarla keyfiliği önlemek, tarafları tatmin etmek, sağlıklı bir denetime imkan sağlamak bakımından, hükmün gerekçeli olmasında zorunluluk bulunmaktadır”.

Soyut açıklamalara bu şekilde yer verdikten sonra; hükümlü adına temel ceza tayin edilirken TCK m.61’de düzenlenen suçun işleniş biçiminin, yer ve zamanına ilişkin somut olay bazında hangi sebeplerle alt sınırdan uzaklaşıldığını, TCK m.109/3-(b) ve (f) bentleri ile TCK m.61/1-(a) ve (c) bentlerinin tekrarı ile iktifa edildiğini, yaptırım olarak 2 yıl ve 6 ay hapis cezası belirlenmesinin TCK m.3/1’de düzenlenen orantılılık ilkesine ve dosya kapsamına uygun olmadığını, ilk derece mahkemesinin bozmaya uyma kararından sonra verdiği ikinci kararında sanıklar hakkında temel cezayı tayin ederken belirtmiş olduğu sebeplerin kanun maddesindeki ifadelerin aynen tekrarından ibaret olduğunu, somutlaştırma yapılmadığını ve tüm bu nedenlerle hükmün Anayasa m.141 ve CMK m.34, 230 ve 232’de öngörülen şekilde kanuni ve yeterli gerekçeyi içermediği anlaşıldığından Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın itirazının kabulüne karar vermiştir.

Belirtmeliyiz ki; gerekçesiz hüküm kurulması CMK m.289/1-(g) doğrultusunda da hukuka kesin aykırılık nedenidir. Kanun yoluna başvurulması ve hükmün gerekçesiz olduğu kanaatine varıldığı halde, başkaca bir husus incelenmeyecek ve doğrudan bozma kararı verilecektir. Gerekçeli kararların basılı olması ve boşlukların doldurulması suretiyle yazılması da mutlak bozma nedenidir[8].

Yargıtay 20. Ceza Dairesi; gerekçeli karar hakkına, yani Anayasa m. 141’e ve CMK m.230’a aykırı hüküm kurulduğuna karar verilmemesi için hükmün gerekçe bölümünde, sanığın lehine ve aleyhine olan delillerin gösterilmesi gerektiğini, bu kapsamda işlendiği iddia edilen suçların, somut olgularla bağlantısının belirtilmesini, tüm delillerin ayrı ayrı tartışılarak değerlendirilmesini ve hükümde sabit kabul edilen fiilin açıklanarak nitelendirilmesini aramıştır[9].

Gösterilen gerekçeler çelişkili olmamalı ve sonuçta geçersizliğe yol açmamalıdır. Kısa karar verildiği hallerde, bu kararın daha sonra açıklanacak olan gerekçeli karar ile aynı olması gerekmektedir. Kısa karar ile gerekçeli kararın birbiriyle çelişmemesi ve kendi içinde mantıksal bir bütünlük oluşturması gerektiği gözetilmelidir[10].

4. Gerekçe ve Adil/Dürüst Yargılanma Hakkı

İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi, hak ve özgürlüklerin gerçek anlamda korunabilmesi için mahkemelerin, davada dayanılan hususları, iddiaları ve sunulan delilleri etkili bir şekilde incelemekle görevli olduğunu çeşitli kararlarıyla ifade etmiştir[11].

Adil/dürüst yargılanma hakkı, İHAS m.6’da düzenlenmiştir. Ulusal mahkemelerin kararlarını gerekçeli verme yükümlülüğü, İHAS m.6’da açıkça belirtilmemekle birlikte; İHAM gerekçeli karar hakkını, “hakkaniyete uygun yargılama” ilkesi çerçevesinde uygulamaktadır[12]. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi, İHAS m.6’nın geniş yorumlanması gerektiğini belirterek, mahkemelerin gerekçe göstermesini aramıştır. Dolayısıyla, gerekçeli karar hakkının; İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi içtihatları doğrultusunda, adil/dürüst yargılanma hakkının bir unsurunu olduğu sonucuna varılmıştır.

Anayasa Mahkemesi Ahmet Gökhan Rahtuvan kararında; Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerin etkili bir biçimde koruması için, davaya bakan mahkemenin Anayasa m.36 uyarınca “tarafların dayanaklarını, iddialarını ve delillerini etkili bir biçimde inceleme görevi olduğunu belirtmiştir. Aynı kararında Yüksek Mahkeme; mahkemelerin, başvurucunun önemli bazı iddialarına yanıt vermemiş olmasını, kişinin iddialarının incelenmesi hakkının yanında, adil yargılanma hakkının önemli gereklerinden biri olan kararı gerekçelendirme yükümlülüğü ile de ilişkili olduğunu açıklamıştır[13].

Anayasa Mahkemesi bu kararında; hükmün içerik ve kapsamı ile bu hükme varılırken mahkemenin neleri dikkate aldığı ya da almadığını gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması gerekçeli karar hakkı yönünden zorunlu olduğunu, aksi takdirde mahkemenin, davanın sonucuna etkili olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında ilgili ve yeterli bir yanıt vermemesi veya yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddiaların cevapsız bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olabileceğini ifade etmiştir.

Belirtmeliyiz ki; İHAS m.6 çerçevesinde de, hükümde gerekçe gösterilmesi zorunlu kılınmış, ancak her tartışmaya detaylı bir şekilde cevap verilmesi beklenmemiştir[14]. Yalnızca yargılama sırasında somut bir şekilde ileri sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olduğu hallerde mahkemelerce makul bir gerekçe ile cevap verilmesi aranmıştır; bu cevabın mantıklı ve tutarlı olması gerekmektedir, şeklen verilen cevaplar, gerekçeli karar hakkının ihlal edilmemesi için yeterli olmayacaktır[15]. Örneğin; Ruiz Torya v. İspanya kararında, başvurucunun zamanaşımı iddiası yargılamanın hiçbir aşamasında incelenmediğinden, İHAM, İHAS m.6/1 çerçevesinde ihlal kararı vermiştir[16]. Dolayısıyla, sonucu etkilemeyen argümanların yargılama sırasında tartışılmasına veya gerekçede değinilmesine gerek yoktur.

Bununla beraber; dürüst yargılanma hakkı kapsamda İHAM, sadece açık bir keyfilik, tutarsızlık veya hukuki belirliliğe zarar verecek derecede makul yorum sınırlarının aşıldığı takdirde ihlal kararı vermektedir[17]. Denetimin bu şekilde yapılmasının sebebi; İHAM’ın temyiz mercii olmaması ve İHAS m.6’nın yalnızca usuli bir koruma sağlamasıdır.

Anayasa Mahkemesi de İHAM ile aynı görüşü benimsemiş ve bireysel başvuru yolunda; derece mahkemelerini derece niteliği, ancak açık bir keyfilik veya takdir hatası oluşturduğu ya da makul ve ikna edici açıklamalar içeren bir gerekçe gösterilmediği, iddia konu fiil ile hüküm arasında “uygun illiyet bağı” kurulmadığı durumlarda denetlenebileceğini açıklamıştır[18].

Anayasa Mahkemesi, yine başka bir kararında; “Mahkemenin, davanın sonucuna etkili olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında ‘ilgili ve yeterli bir yanıt’ vermemesi veya yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddiaların cevapsız bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olabileceğini belirtmiştir. Bu bakımından, kararda tam olarak hangi unsurların bulunması gerektiği, davanın niteliğine ve koşullarına bağlandığı sonucuna varılmaktadır, mahkemelerin iddia edilen hususların, olay nezdinde ne derece etkili olduğuna karar vermeleri ve bu doğrultuda ilgili ve yeterli olmak şartıyla, tarafları tatmin edecek bir yanıt vermesi gerekmektedir[19]. Mahkemeler bu değerlendirmeyi yapmakta serbest olsalar da bu serbesti, kararın verilmesine neden olan temellere asgari açıklıkta değinilmesi görevini ortadan kaldıracak şekilde yorumlanamaz. Bu sebeple Yüksek Mahkeme, Ahmet Gökhan Rahtuvan kararında; “Tarafsızlığı, keyfiliği, denetimden kaçmayı ve perdelemeyi önlemek için mahkemeler, kararın verilmesine neden olan temelleri yeterince açık olarak belirtmekle yükümlü olduklarını ortaya koymuştur.

Anayasa Mahkemesi İbrahim Ataş kararında ise; “Derece mahkemelerinin, dava konusu maddi olay ve olguların kanıtlanmasını, delillerin değerlendirilmesini, hukuk kurallarının yorumlanmasını ve uygulanmasını, uyuşmazlıkla ilgili vardığı sonucu, bu sonuca varılmasında kullandığı takdir yetkisinin sebeplerini makul bir şekilde gerekçelendirmek zorunda olduğunu ifade etmiştir[20].

AYM, makul gerekçe kavramını İbrahim Ataş kararında şu şekilde açıklamaktadır; “Davaya konu olay ve olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak, olay ve olgular ile hüküm arasındaki bağlantıyı gösterecek nitelikte olmalıdır. Zira tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri için ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün hangi nedenle belirtilen içerik ve kapsamda verildiğini gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması zorunludur”.

Yeri gelmişken; gerekçeli karar hakkı, ilk derece mahkemesi kararları için geçerli olduğu kadar, temyiz mahkemesi kararları için de geçerli olduğuna değinmek gerekmektedir[21]. Ancak temyiz mahkemesi kararlarının, ilk derece mahkemesi kararları gibi, detaylı bir şekilde gerekçeli olması aranmamaktadır. Temyiz veya istinaf merciinin, ilk derece mahkemesinin kararını uygun bulması halinde, aynı gerekçe kullanabilir veya basit bir atıf ile yetinebilir[22].

Yüksek Mahkeme İbrahim Ataş kararında; mahkemelerin, taraflarca ileri sürülen tüm iddialara cevap verme zorunluluğunun bulunmadığını, hükme esas teşkil eden gerekçelerin nelerden ibaret olduğunun ortaya konulmasının yeterli olduğunu ve kanun yolu mercileri tarafından, onama, itiraz veya başvurunun reddi kararları verilmesi halinde alt derece mahkemelerinin kararlarında gösterilen gerekçelerin kabul edilmiş olacağından, anılan kararlarda ayrıca gerekçe gösterilmesine gerek bulunmadığını belirtmiştir.

Netice itibariyle “gerekçesiz” karar, adil/dürüst yargılanma hakkının ihlalidir. Tüm kararlar somut, hukuki ve fiili gerekçelerle yazılmalıdır. Dile getirilen iddia ve savunmaların genel geçer birkaç cümle ile veya genel ret içeren ifadelerle reddedilmesi hak ihlaline yol açar. Gerekçeli karar hakkı; adil/dürüst yargılanma hakkının unsurlarından birisini teşkil etse de, önemine binaen bu hak daha geniş bir perspektifle ele alınmalıdır. Çünkü gerekçeli karar hakkı, bir merciin yargı mercii olduğunun ve yargı mercii sıfatıyla karar veya hüküm verdiğinin önemli göstergelerinden birisidir.

----------------------------------

[1] Yenisey, F., Nuhoğlu, A., Ceza Muhakemesi Hukuku, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2019, s.754.

[2] İnceoğlu, S., İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi Kararlarında Adil Yargılanma Hakkı, Beta Yayıncılık, İstanbul, 2013, s.322.

[3] Gerekçeli karar hakkı konusunda ayrıntılı açıklama ve değerlendirmeler için bkz. Şeker, H., Esbab-ı Mucibe’den Retoriğe Hukukta Gerekçe, Yeditepe Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2018. “Esbab-ı Mucibe’den Retoriğe Hukukta Gerekçe” adlı kitap; Hukuksal Dizgede Gerekçe, Hukuk Öğretisinde Gerekçenin Görünümü, Gerekçeli Karar-Dil İlişkisi, Uygulamadaki Sapma Biçimleri ve Sapmaların Genetiği, Hakem ve Yabancı Mahkeme Kararlarının Tenfiz ve Tanınmasında Gerekçe, Gerekçeli Karar Hakkına Aykırılığın Etki ve Sonuçları, Yargıçların Sorumluluğu ve Sapmaların Nedenleri başlıklı sekiz bölümden oluşmaktadır.

[4] Nitekim Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin 12.04.2018 tarihli, 2018/85 E. ve 2018/1105 K. sayılı bozma ve tahliye kararında; CMK m.288/1 uyarınca bir hukuk normunun uygulanmamasının temyiz nedeni olan hukuka aykırılıktan olduğu, kural olarak hukuki denetimde, olay mahkemesinin duruşmada ortaya koyulan deliller çerçevesinde vicdani kanaatine göre maddi meseleyi ortaya koymasına karışılmayacağı, ancak maddi gerçeğin araştırılmasında hukuk devleti ilkelerine riayet edilmesi ve tarafların haklarının ihlal edilmemesi gerektiği, usul hukuku normlarına aykırılık gibi, maddi meseleye dair olan normlara aykırılıkların da hukuka aykırılık teşkil ettiği, bunların arasında olayın daha ziyade aydınlatılabilmesi için kovuşturmanın genişletilmesi gerekliliğine uyulmaması maddi denetleme niteliğinde kabul edilemeyeceğinden bozma konusu yapılabileceği gibi, delillerin değerlendirilmesi ve maddi olayın tespitinde akla mantığa ve bilime aykırı kabullerin temyiz denetimine konu edilmesinin maddi denetim kapsamında görülmeyeceği, olay mahkemesinin hüküm verirken beyan deliline ya da belge deliline dayanabileceği, beyan delilinin temyiz mahkemesince denetlenmesi mümkün değil ise de, belge delili dosyada mevcut olduğunda kanun yolu mercileri tarafından denetlenmesinin mümkün olduğu, yerel ve istinaf mahkemelerinin sanığın suçu işlediğine dair sonuca varırken dayandığı belge delillerinin denetlenmesinde temyiz mercii açısından herhangi bir dezavantajın bulunmadığı belirtilmiştir. Sayın Dairenin emsal teşkil eden bu kararı, İHAM’ın ve AYM’nin temyiz mercileri yönünden benimsediği içtihada da uygundur. Sanığın dile getirmesine rağmen, derece mahkemelerinin tartışmadığı esaslı hususlara ilişkin temyiz başvuruları ile sanığın usuli haklarının ihlal edildiğine yönelik somut şikayetlerinin temyiz merciince tartışılmaması da gerekçeli karar hakkını ihlal edecektir. Usule ve esasa ilişkin iddia davanın sonucunu etkileyecek nitelikte ise, kanun yolu mercilerinin bu iddiaya açık ve ayrı bir yanıt vermesi gerekecektir. Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu’nun Sencer Başat ve Diğerleri kararının 34 ila 39. paragraflarında belirtildiği üzere; gerekçelendirmenin, iddia ve savunmadan birinin diğerine üstün tutulma sebebinin ve bu kapsamda davanın taraflarınca gösterilen delillerden karara dayanak olarak alınanların mahkemelerce kabul edilme ve diğerlerinin reddedilmesi hususunda makul dayanakları olan bir bilgilendirmeyi sağlayacak “ölçü ve özene” sahip olması gerekmektedir. Muhakeme sırasında açık ve somut bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması, başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması halinde davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi gerekir. Aksi bir tutumla mahkemenin, davanın sonucuna etkili olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında “ilgili ve yeterli bir yanıt” vermemesi veya yanıt verilmesini gerektiren usul ve esasa dair iddiaların cevapsız bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olabilecektir.

[5] Benzer kararlar için bkz. Yargıtay 20. Ceza Dairesi 03.03.2020 tarihli, 2019/4327 E., 2020/1461 K. sayılı kararı.

[6] İnceoğlu, S., İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi Kararlarında Adil Yargılanma Hakkı, a.g.e, s.324.

[7] Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümü, 02.04.2007 tarihli, 2007/17 E., 2007/17 K. sayılı kararı.

[8] Yaşar, O., Ceza Muhakemesi Kanunu, 1. Cilt, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2018, s.395.

[9] Yargıtay 20. Ceza Dairesi, 21.01.2020 tarihli, 2018/4457 E., 2020/701 tarihli kararı; Anayasa’nın 141. maddesinin 3. fıkrası ile CMK’nın 230. maddesinin 1. fıkrası gereğince, hükmün gerekçe bölümünde sanığın lehindeki ve aleyhindeki delillerin belirtilmesinin zorunlu olduğu; bu kapsamda somut olayla ilgili olarak, hangi sanığın hangi tarihte kiminle ne şekilde telefon konuşması yaptığının ve bu konuşmaların gerçekleşen somut olgularla bağlantısının gösterilmesi, tüm delillerin ayrı ayrı tartışılarak değerlendirilmesi, hükme esas alınan ve reddedilen belirlenmesi ve ulaşılan kanıya göre sanığın sabit kabul edilen fiili açıklanarak bunun nitelendirilmesi, sonucuna göre sanığın hukuki durumunun saptanması gerektiği gözetilmeden, yetersiz ve soyut gerekçe ile hüküm kurulması… Bozmayı gerektirmiş sanık müdafiinin temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde görülmüş bulunduğundan hükmün BOZULMASINA, 21.01.2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

[10] Malkoç, İ., Yüksektepe, M., Ceza Muhakemesi Kanunu, Malkoç Kitabevi, Ankara, 2005, s.124.

[11] Dulaurans v. Fransa, 21.03.2000; akt. Çalışkan, S., Hükmün Gerekçesinde Gösterilmesi Gereken Hususlar, s.5.

[12] İnceoğlu, S., Adil Yargılanma Hakkı Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru Ek Kitaplar Serisi-4, Ankara, 2018, s.192.

[13] Anayasa Mahkemesi, Ahmet Gökhan Rahtuvan başvurusu, başvuru no. 2014/4991, 20.06.2014.

[14] Case of Van De Hurk v. Hollanda, 19.04.1994; akt. Yenisey, F., Nuhoğlu, A., Ceza Muhakemesi Hukuku, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2019, s.755.

[15] Anayasa Mahkemesi, Sencer Başat ve Diğerleri başvurusu, başvuru no. 2013/7800, 18.06.2014.

[16] Ruiz Torya v. İspanya, 09.12.1994; akt. İnceoğlu, S., İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi Kararlarında Adil Yargılanma Hakkı, Beta Yayıncılık, İstanbul, 2013, s.325.

[17] Reid, s.234. İHAM’ın belirtilen husustaki değerlendirmeleri için bkz. Blücher v. Çek Cumhuriyeti, 11.01.2005; Tatishvili v. Rusya, 22.02.2007; akt. Bekri Nedim, Gerekçeli Karar Hakkı, s.210.

[18] Anayasa Mahkemesi Ahmet Gökhan Rahtuvan başvurusu, başvuru no. 2014/4991, 20.06.2014.

[19] Anayasa Mahkemesi Sencer Başat başvurusu, başvuru no. 2013/7800, 18.06.2014.

[20] Anayasa Mahkemesi İbrahim Ataş başvurusu, başvuru no. 2013/1235, 13.06.2013.

[21] Harris D.J., O’Boyle M., Bates E.P., Buckley C.M., Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Hukuku, 2013, s.271.

[22] Anayasa Mahkemesi’nin 16.10.2014 tarihli ve başvuru no. 2013/4030 kararı; İnceoğlu S., İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi Kararlarında Adil Yargılanma Hakkı, a.g.e., s.328.