Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını kısıtladığı için en ağır koruma tedbiri olarak kabul edilen tutuklama; mahkeme tarafından verilmiş bir mahkumiyet hükmü olmadan özgürlüğü kısıtlayan, esas itibariyle suçsuzluk/masumiyet karinesine aykırı sayılması gereken, ancak delillerin karartılmasının engellenmesi, en iyi şekilde toplanması ve/veya şüphelinin veya sanığın adaletten kaçmasının önlenmesi, kısaca yargılamanın selameti için somut zorunluluğun olduğu durumlarda uygulanan, ön şart olarak da şüphelinin veya sanığın suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesini gösteren somut delillerin bulunması zorunluluğunun ve adli kontrol tedbirinin yetersiz kalacağını gösteren hukuki ve fiili sebeplerin bulunduğu, bu tedbirin tatbiki halinde makul sürede yargılanma hakkının gözetilmesinin İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.5 ve Anayasa m.19’da öngörüldüğü bir koruma tedbiridir.

Ceza Muhakemesi Kanunu m.102’de tutuklama tedbirinde şüphelinin ve sanığın geçireceği azami süreler; kovuşturma ve soruşturma bakımından beraber ele alınmakta, ağır ceza mahkemesinin görevine girmeyen işler için temel süre bir yıl ve daha sonra şartları oluştuğu takdirde altı ay uzatmak suretiyle toplamda azami olarak bir buçuk yıl iken, ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren işler bakımından temel süre iki yıl ve yine şartları oluştuğu takdirde üç yıl uzatılmak suretiyle toplamda beş yıldır. Uzatma süresinin hatalı olduğu, uzayacak sürenin ana süreden daha fazla olamayacağı, bu nedenle ağır cezalık işlerde toplam tutukluluk süresinin üç yıl uygulanması gerektiği tarafımızdan sürekli dile getirildiği halde, maalesef uygulamada bu sürenin beş yıl üzerinden hesaplandığı görülmektedir.

Ağır cezalık işlerde bazı suçlar bakımından ise[1], uzatma süresi beş yılı geçemez. Bizce bu süre toplam beş yıl olarak uygulanması gerekirken, yine uygulamada bazı suçlar bakımından yedi yıl tutukluluk süresinin uygulandığı görülmektedir. Tüm bu süreler soruşturma ve kovuşturma aşamalarını kapsamaktadır.

CMK m. 102/2’de yer alan ağır cezalık işlerde azami tutukluluk süresinin hesaplanmasında, hükmün lafzı tartışmalara yol açsa da, Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi bu sürelerin hesaplanmasını iki yıl temel süre ve suçun niteliğine göre üç veya beş yıl uzatma süresi olarak kabul etmektedir. Doktrinde bazı görüşler ise; hükmün yanlış uygulandığı, uzatma sürelerinin temel süreden uzun olmasının akla, mantığa ve kanun koyucunun iradesine aykırı olduğu gerekçesiyle tutuklukta geçirilecek azami sürelerin ağır ceza mahkemesinin görevine giren işler bakımından toplamda üç yıl ve maddede yer verilen suçlar bakımından ise beş yıl olarak kabul edilmesi gerektiğini ileri sürmektedir[2]. Bu düşünceye katılmaktayız.

Ceza Muhakemesi Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin 18. maddesi ile CMK m.102’ye dördüncü ve beşinci fıkralar olarak eklenmesi öngörülen hükümlere göre;

“(4) Soruşturma evresinde tutukluluk süresi, ağır ceza mahkemesinin görevine girmeyen işler bakımından altı ayı, ağır ceza mahkemesinin görevine giren işler bakımından ise bir yılı geçemez. Ancak, Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar, Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar ve toplu işlenen suçlar bakımından bu süre en çok bir yıl altı ay olup, gerekçesi gösterilerek altı ay daha uzatılabilir.

(5) Bu maddede öngörülen tutukluluk süreleri, fiili işlediği sırada onbeş yaşını doldurmamış çocuklar bakımından yarı oranında, onsekiz yaşını doldurmamış çocuklar bakımından ise dörtte üç oranında uygulanır”.

CMK m.102’ye eklenecek bu fıkralarla; soruşturma aşamasında tutuklama tedbirinin uygulanabileceği azami süre, ağır ceza mahkemesinin görevine girmeyen işler bakımından altı ay, ağır ceza mahkemesinin görevine giren işler bakımından ise bir yıl olarak sınırlandırılmıştır. Uygulamada soruşturmalar uzun sürdüğünden, bireylerin mahkeme karşısına çıkarılmadan uzun süre tutuklu kalabilmesi, azami sürelerin mevcut düzenlemede soruşturma evresi için ayrıca düzenlenmeyip, yargılamanın tümü bakımından geçerli olması, bu düzenlemeyi gerekli kılmıştır. Nitekim Teklifin 18. maddesinin gerekçesine göre; “Ceza Muhakemesi Kanununda azami tutukluluk süreleri öngörülmüş olmasına rağmen soruşturma ve kovuşturma evreleri için bir ayırım yapılmamıştır. Bu sürelerin sadece soruşturma ya da kovuşturma evresinde geçirilmesi mümkündür. Diğer yandan, kamuoyunda kişilerin haklarında iddianame düzenlemeden uzun süre tutuklu kalmaları şikayet konusu olarak dile getirilmektedir. Maddeyle, Ceza Muhakemesi Kanununun 102’nci maddesine eklenen dördüncü fıkrayla, soruşturma evresi için azami tutukluluk süreleri belirlenmektedir”. 102. maddenin mevcut halinde, azami tutukluluk süreleri soruşturma ve kovuşturma aşamaları için ayrı düzenlenmiş değilken, eklenecek fıkralarla soruşturma aşaması bakımından azami tutukluluk sürelerinin özel olarak düzenleneceği ve buraya tutukluluk süresi sınırı getirileceği anlaşılmaktadır.

Sonuç olarak; eklenecek fıkralarla birlikte değerlendirildiğinde, hükümlerin lafzından tartışmaya yer vermeyecek şekilde, ilk iki fıkrada olan genel hükümlerin aşağıda olan yeni eklenecek fıkraları bağlayacağı, kaldı ki eklenecek son fıkrada zaten bir bütün olarak sürelerin dikkate alınacağının belirtildiği, bu açıdan yeni gelen sürelerin ilave süreler olarak uygulanamayacağı, ağır cezalık olan veya olmayan işlerde soruşturma ve kovuşturmada toplam tutuklama süresinin ne kadar olacağının gösterildiği, eklenecek fıkralarla bunun soruşturma aşamasında tutuklulukta geçirilecek azami sürelere yer verileceği ve çocukların azami tutukluluk süreleri bakımından ise tüm maddeyi dikkate alan bir bütün değerlendirmenin yapıldığı, bunun da soruşturma ve kovuşturma aşamaları için tutukluluk sürelerinin ayrıştırılıp, yeni düzenleme ile sadece soruşturmayı dikkate alan ve m.102’nin ilk iki fıkrasında belirtilen sürelere ek tutukluluk sürelerinin getirildiğinden bahsedilemeyeceği tartışmasızdır.

Ayrıca Teklifin 18. maddesinin gerekçesinde yer alan; “Düzenlemeyle, kişilerin özgürlüklerinin güvence altına alınması, tutuklama sürelerinin soruşturma evresinde ölçüsüz olarak uygulanmasının önüne geçilmesi ve uzun süreli tutuklamalarla soruşturmaların sürüncemede bırakılmasının engellenmesi amaçlanmaktadır.” ibaresinden, yeni hükümlerin getirilme amacının yargılamada geçirilebilecek azami tutukluluk süresini artırmak değil, azaltmak olduğu anlaşılmaktadır.

Teklifin 18. maddesiyle; azami tutukluluk sürelerinde bir değişikliğe gidilmeyeceği, bu sürelerle sınırlı kalmak üzere soruşturma evresinde tutukluluk için azami süreler getirileceği, bu sürelerin de CMK m.102/1-2’de gösterilen sürelerden mahsup edileceği, yeni sürelerin soruşturma evresi yönünden ek tutukluluk süreleri olarak kabul edilemeyeceği, 102. maddede belirtilen azami sürelerle sınırlı kalmak üzere kovuşturma evresi bakımından süre sınırı öngörülmediği anlaşılmaktadır. Yeri gelmişken, olağan kanun yollarından istinaf ve temyiz aşamalarında geçen tutukluluk sürelerinin tutukluluktan sayılmaması ise, ayrı bir hatalı uygulamadır. CMK m.102’de ayrı bir hüküm olmadığı halde, olağan kanun yolları aşamasında sanığın tutukluluğunun tutuklama süresinden sayılmaması, net bir kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ihlalidir. Anayasa m.13’e, CMK m.2’de yer alan “sanık” ve “kovuşturma” tanımları ile CMK m.102’ye aykırı bu uygulamaya son verilmeli veya bu konuda yasal değişikliğe gidilmelidir.

Son olarak belirtmeliyiz ki; uygulamada CMK m.102’nin tatbiki ve yorumunda, tutukluluk tedbirinin şartları ile süresinin tatbikinde hatalar yapıldığı, CMK m.100, 101 ve 102’nin mevcut açık hükümlerine rağmen, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı aleyhine, Anayasa m.13’e aykırı, şüpheli ve sanık aleyhine kararların verildiği görülmektedir. Bu hatalı uygulamaya, uzayan yargılama süreçlerinin yol açtığı ve hatalı uygulamanın bir teamüle dönüştüğü ileri sürülebilir. Oysa yazılı hukuk sisteminde ve özellikle Anayasa m.13, 19 ile CMK m.100, 101, 102 ve 109 karşısında, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını tedbiren kısıtlayan tutukluluğun öngörülen yasal şartlara ve güvencelere uygun biçimde tatbiki kaçınılmazdır. Tutuklama tedbirinin gerekli olduğu yerlerde uygulanması, gerekmediği takdirde uygulanmayıp, şartlarının varlığı halinde bile “ölçülülük” ilkesi gereğince adli kontrol tedbirinin tercih edilmesi gerektiği durumda, ümit ederiz yeni yasal düzenleme uzayan, gereksiz ve şartları ortadan kalkmış hatalı tutuklama tedbiri tatbikinin önüne geçmekte fayda sağlar.

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

-------------------------------

[1] 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar ile 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar.

[2] Osman Yaşar, Yeni İçtihatlarla Uygulamalı ve Yorumlu Ceza Muhakemesi Kanunu, I. Cilt, 8. Baskı, Ankara, Seçkin Yayıncılık, Eylül 2018, s.952.