Genel Açıklamalar

Taksirle öldürme suçu 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 85. maddesinde hüküm altına alınmıştır.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 85. maddesinin birinci fıkrasına göre; taksirle bir eylemle bir insanın ölümüne neden olan kişi hakkında iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilebilecektir.

Suçun ağırlaştırılmış yaptırımını öngören hal ikinci fıkrada düzenlenmiştir.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 85. maddesinin ikinci fıkrasına göre; taksirli eylem, birden fazla insanın ölümüne veya bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmuş ise, fail olan kişi hakkında iki yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmedilebilecektir.

Yukarıda ifade edilen yasal düzenlemede, taksirle insan öldürme suçunun cezası hükme bağlanmıştır. Yani taksirle öldürme suçuna ilişkin tanıma yer verilmiştir.

Bu suç tipinde, taksire ait bütün genel hükümler ve ilkeler geçerlidir. Yasal düzenleme uygulamasında da bu kural ve ilkeler gözetilmelidir.

Başka bir söylemle, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Genel Hükümler” başlıklı Birinci Kitapta yer alan taksire ilişkin hükümler, bu suç açısından da geçerlidir.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 85. maddesinin ikinci fıkrasına fıkrasında; taksirli eylemin, birden fazla insanın ölümüne veya bir insanın ölümüyle birlikte diğer birisinin de yaralanmasına neden olması hali, ağırlaştırıcı neden sayılmıştır.

Yasal düzenlemede kullanılan "Bir insanın yaralanması" ifadesi, birden fazla insanların yaralanması halini kapsamaktadır.

Bu nedenle taksirli bir eylem neticesinde birden fazla kişinin yaralanmasına neden olunduğu durumlarda, suçtan zarar gören kişi sayısını hâkim temel cezayı tespit ederken dikkate alacaktır.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda kabul edilen suç teorisine göre, suç "kanunda tanımlanmış haksızlık" şeklinde tanımlanmaktadır.

Genel kural olarak suç ancak kastla işlenebilir. Ancak yasada açıkça hüküm altına alınan durumlarda da suçun taksirle işlenebilmesi mümkündür.

İstisnai bir kusurluluk şekli olan taksirde, failin cezalandırılabilmesi için mutlaka kanunda açık bir düzenleme bulunması gerekmektedir.

TAKSİR KAVRAMI

Taksir, arapça "kusur" kökünden türetilmiş olan bir kelimedir.[1] Kısaltma, bir işi eksik yapma, bir şeyi yapabilirken çekinip yapmama, kusur etme, kabahat ve günah anlamlarında kullanılmaktadır.[2]

Taksir kavramı, sonucun fail tarafından öngörülebilir olduğu halde öngörülmemesi şeklinde ortaya çıkabileceği gibi, öngörüldüğü halde istenmemesi biçiminde de gerçekleşebilecektir.[3]

Taksir kavramı, failin suç tipindeki sonuca yönelik kast içerisinde olmadan, fakat zorunlu olduğu özeni gösterdiği takdirde sonucun ortaya çıkmasının mümkün bulunmayan hallerde, belirlenmiş suç tipini hukuka aykırı olarak ihlal etmesi veya bir kişinin dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranmak suretiyle, istemediği ve fakat öngörülebilir bir sonucu gerçekleştirmesi şeklinde tanımlanabilir.[4]

Suçun manevi unsurlarından olan kastta olduğu gibi taksirde de birlikte yaşamanın getirdiği kurallara uyulmaması halinden bahsedilmektedir.

Toplumsal yaşamda belli faaliyetlerde bulunan kişilerin başkalarına zarar vermemek için bazı tedbirleri almaları ve bazı davranış kurallarına uymaları gerekmektedir.

Bu kurallar birlikte yaşama zorunluluğundan kaynaklanabileceği gibi, devletin müdahalesinden de doğabilir.

Taksirli suç, bu kuralların ihlal edilmesi sonucu belirir. Taksirli suçta fail; dikkatli, tedbirli ve öngörülü davranmamış olduğu için ceza yaptırımı ile karşılaşır. Bu bakımdan sorumluluğun nedeni, öngörebilme imkân ve ödevinin varlığına rağmen, sonuca iradi bir hareketle sebep olmaktan kaynaklanmaktadır.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 22. Maddesinin ikinci fıkrasında taksir kavramı; “dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla bir davranışın, suçun yasal tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir” şeklinde ifade edilmektedir.

Toplumsal yaşamda kişiler belli faaliyetlerde bulunmaktadır. Birbirleri ile ilişkili olan bu çok sayıda kişinin başkalarına zarar vermeme adına bazı tedbirleri alma ve bazı davranış kurallarına uymaları gerekmektedir.

Bu kurallar toplum halinde yaşamanın zorunlu bir sonucudur. Bazen de bu zorunluluk, Devletin müdahalesiyle gündeme gelebilmektedir.

Taksirli suç kavramı, toplumsal yaşam kurallarının ihlal edilmesi neticesinde ortaya çıkmaktadır. Burada failin dikkatli, tedbirli ve öngörülü davranmadığı için cezalandırıldığı söylenebilir.

Bu yüzden fail, öngörebilme imkân ve ödevinin varlığına rağmen, sonuca iradi bir hareketle neden olmaktan dolayı sorumlu tutulmaktadır.

Yargıtay’ın birçok kararında ve öğretide, taksirli suçlarda aranması gereken bazı hususlar olduğu ve bu hususların varlığı halinde taksirli suçtan bahsedilebileceği ifade edilmektedir.

Taksirli suçun şartları şunlardır:[5]

1- Eylem taksirle işlenebilen bir suç olmalıdır.

2- Hareket iradi olmalıdır.

3- Sonucun istenmemesi gerekir.

4- Hareket ile sonuç arasında nedensellik bağı bulunmalıdır.

5- Sonucun öngörülebilir olmasına rağmen öngörülmemiş olması gerekir.

Yukarıda belirtilen şartların varlığı halinde taksirli suçun varlığından söz edilebilir

NEDENSELLİK BAĞI

Taksirli hareket ile meydana gelen sonuç arasında nedensellik bağı yoksa fail, bu sonuçtan dolayı sorumlu olmayacaktır.

Sonucun ortaya çıkmasında, mağdur veya başka bir kişinin taksirli davranışının da etkili olması hali söz konusu olabilir. Bu gibi hallerde, diğer taksirli davranış nedensellik bağını kesmediği sürece bu durum failin sorumluluğunu ortadan kaldırmayacaktır. Başka bir söylemle bu durumda taksirin niteliği değiştirmeyecektir.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu uygulamasında, taksirle işlenebilen suçlarda kusurun derecelendirilmesi suretiyle herhangi bir ceza indirimi söz konusu olamaz. Zira bu durum temel cezanın tespit edilmesi sırasında dikkate alınmaktadır.[6]

Taksirle gerçekleştirilen bazı eylemler yasada suç olarak tanımlanmış ve cezai yaptırıma bağlanmıştır. Yasa koyucu bu düzenlemelerle, insanların gittikçe yoğunlaşan ve karmaşık hâle gelen toplumsal yaşamda daha dikkatli davranmalarını sağlamayı amaçlamaktadır.

Toplum tarafından yüklenen dikkat ve özen mükellefiyeti altında olan kişiler, bu yükümlülüklerini ihlal etmeleri ve bu hareketiyle öngörülebilir zararlı bir sonuca neden olmaları halinde, taksirle işlenen suçlara ilişkin ceza sorumluluğuna muhatap olacaklardır.

Ancak burada taksirden bahsedebilmek için failin hareketi ile meydana gelen zararlı netice arasında nedensellik bağının bulunması şarttır.

Yani tüm suçlarda olduğu gibi, taksirli suçlarda da eylem ile sonuç arasında nedensellik bağı bulunmalıdır. Çünkü bu husus failin cezalandırılabilmesinin şartını oluşturmaktadır.

“Neden” tabiri

"Neden" kelimesi, Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlüğünde; "bir olayı ya da durumu gerektiren, doğuran başka olay veya durum, sebep" şeklinde tanımlanmaktadır.[7]

"Neden olmak" tabiri ise; "bir şeyin olmasına veya ortaya çıkmasına yol açmak, sebep olmak" şeklinde tanımlanabilir.[8]

Bu tanımlamalar ışığında “nedensellik" kavramı; neden-sonuç ilişkisi veya sonuç ile bu sonuca neden olan olgu veya durum arasındaki bağlantı şeklinde açıklanabilir.[9]

"Nedensellik bağı" kavramı ve tanımı

"Nedensellik bağı" kavramı, neticeli bütün suçlar bakımından araştırılması gerekli olan bir kavramdır. Ceza hukukunda bu kavramın niteliğinin zorunlu bir sonucu olarak nedensellik bağı kavramı, suçun yasal tanımında neticeye yer verilmiş olması hâlinde, failin fiili ile netice arasında sebep-sonuç ilişkisini kuran bağ olarak tanımlanabilir.

Failin yapmak veya yapmamak şeklinde gerçekleştirdiği eylemi sonucunda dış dünyada zarar veya tehlikenin ortaya çıkması hâlinde nedensellik bağı gündeme gelecektir.

Burada yapılan her hareket, dış dünyada bir veya birden fazla sonucun ortaya çıkmasına neden olabilir; fakat bu sonuçlardan dış dünyada ortaya çıkan her sonuç suç açısından dikkate alınmaz. Suçun varlığı açısından, sadece suçun kanuni tanımında yer alan sonuç dikkate alınır.

Türk Ceza Kanunu'nda nedensellik bağı kavramı tanımlanmadığı gibi, bu konuda genel bir hükme de yer verilmemiştir. Bu nedenle kavramın tanımı ve unsurları konusu öğreti ve uygulamada tartışmaya açılmıştır.[10]

Öğretideki görüşler

Öğretide nedensellik bağı kavramı farklı teorilerle izah edilmeye çalışılmaktadır. Bu teorilerden bazılarına değinmek faydalı olacaktır.

Şartların eşitliği veya doğal nedensellik teorisi

Bu teoride öne sürülen ve nedensellik bağı kavramının ortaya çıkmasına neden olan hususlara ilişkin düşünceler şunlardır:

1) Sonuç birçok şartın bir bütün oluşturarak meydana gelmesiyle oluşmaktadır.

2) Bunlardan birinin olmaması neticenin gerçekleşmesini engelleyecektir.

3) Bu şartlardan birini gerçekleştiren failin eylemi ile gerçekleşen netice arasında nedensellik bağı vardır.

Uygun sebep veya kuralcı nedensellik teorisi

Bu teoriye göre, hareket ile sonuç arasında nedensellik bağı bulunduğunun kabul edilebilmesi için, hareketin o neticeyi meydana getirmeye uygun olması şarttır.

Objektif isnadiyet teorisi[11]

Bu teoride şart teorisi anlamında hareketinin verdiği sonuç, ancak hareketin suçun konusu üzerinde hukuken tasvip edilmeyen bir tehlike veya risk yaratması ve kendini tipik neticeye yansıtması hâlinde objektif olarak faile yükletilebilmektedir.[12]

Objektif isnadiyet kavramı

Nedensellik bağının tespit edilmiş olması, kişinin tek başına cezalandırılması için yeterli değildir. Eylemi nedeniyle kişinin cezalandırılabilmesi için ayrıca ortaya çıkan sonucun failin eseri olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

Başka bir söylemle, ortaya çıkan sonucun belli bir kişiye objektif olarak isnadının mümkün olup olmadığının belirlenmesi şarttır.[13]

Burada belirlemenin nasıl yapılması gerektiği sorunu ortaya çıkabilir.

Bu değerlendirme için iki husus belirlenmelidir:

1) Birincisi, olayda öncelikle şart teorisine göre nedensellik bağı ortaya konulmalıdır.

2) İkincisi ise, gerçekleşen sonucun faile isnat edilip edilemeyeceği araştırılmalıdır.

Objektif isnadiyet, sonucun belirli bir kişinin eseri olarak görülüp görülemeyeceği ile yakından ilgili olan bir kavramdır.

Sonucun üçüncü kişinin veya bir rastlantının eseri olması

Şayet ortaya çıkan sonuç, üçüncü kişinin veya bir rastlantının eseri ise faile isnat edilmesi söz konusu olmayacaktır. Bu yüzden sonuç, insanın hükmedebileceği alanın dışında kalıyorsa hukuken önemli olan bir tehlike veya riskin bulunduğundan bahsedilemeyecektir.

Sonuç üzerinde egemenlik alanı oluşturulması

Egemenlik, sonucun önemli derecede idare edilebilirliği anlamına gelmektedir. Burada gerçekleştirilen eylem, hukuken önemli bir tehlike veya risk oluştursa dahi, olayın tamamen hayatın olağan akışının ve genel hayat tecrübelerinin dışarısında kalması nedeniyle beklenebilir değilse, sonucun faile yüklenebilmesi mümkün değildir. Çünkü burada failin sonuç üzerinde bir egemenliği bulunmamaktadır.

Failin eylemi ile tesadüfen birleşen başka nedenler

Ortaya çıkan sonuç, failin eylemi ile tesadüfen birleşen başka nedenlerden kaynaklanmış ise, bu durumda da sonucun faile isnat edilmesi mümkün değildir.

Daha önceden gerçekleştirilmiş fiilin neticeye ulaşmasının engellemesi

Ayrıca sonradan gerçekleştirilen fiilin daha önceden gerçekleştirilmiş fiilin neticeye ulaşmasını engellemesi hâlinde de önceki fiili gerçekleştiren faile neticenin isnat edilmesi mümkün olmayacaktır.[14]

Nedensellik bağı kavramının değerlendirilmesinde dikkate alınacak hususlar

Nedensellik bağı, hukuki bir kavram değil mantıksal veya doğal bir olgu olarak değerlendirmeye alınan bir kavramdır.[15]

Bu nedenle, dış dünyada gerçekleşen sonuç ile bu sonucu ortaya çıkaran neden arasındaki nedensellik bağı, doğa bilimleri açısından değerlendirilmelidir. Bu değerlendirmede, yaşamsal deneyimler ve genel mantık kuralları dikkate alınmalıdır.

Nedensellik bağının doğal olarak tespit edilebilmesi, sadece icrai suçlar açısından geçerlidir. Çünkü ihmali suçlarda farklı bir değerlendirme söz konusu olacaktır.[16]

Taksirli suçlarda nedensellik bağı

Nedensellik bağının tespiti, genellikle neticeli suçlar şeklinde düzenlenmiş bulunan taksirli suçlar açısından da zorunlu olduğunu ifade etmeliyiz.

Taksirle işlenen suçta failin eylemi ile ortaya çıkan sonucun değerlendirilmesi sırasında, failin hareketi olmasaydı sonuç gerçekleşmeyecek denilebiliyorsa, bu halde nedensellik bağının varlığı söz konusu olacaktır.

Örneğin, failin eylemi soncunda ölüm gerçekleşmiş ise nedensellik bağı vardır. Yani failin taksirli hareketine bağlı olarak ölüm neticesi ortaya çıkmış ise, başka bir söylemle failin taksirli hareketi olmasaydı ölümde gerçekleşmeyecekse, nedensellik bağının var olduğunu ifade edebileceğiz. Yani ölüm failin eyleminin bir sonucu ise, failin eylemi ile sonuç arasında bir nedensellik bağının varlığı ortaya çıkacaktır.

Objektif isnadiyet kuralı, taksirli suçlarda dikkat ve özen yükümlülüğünün yerine getirilmemesi halinde istenmeyen sonuca neden verilmesi şeklinde tecelli eder.

Fail, gerekli dikkat ve özen yükümlülüğüne uyması halinde sonuç gerçekleşmeyecekse, bu durumda sonuç faile isnat edilebilecektir.

Dış âlemde ortaya çıkan değişiklik bir kişiye yüklenebiliyorsa, sonuç o kişinin eyleminden doğmuştur. Yani bu halde kişinin sorumlu tutulabilmesi için, sonucun o kişinin davranışı nedeniyle ortaya çıkması gerekir.

Başka bir söylemle, kişinin davranışı ile sonuç arasında nedensellik bağı, neden-sonuç ilişkisi olması halinde kişinin cezalandırılabilmesi mümkün olacaktır.

Nedensellik bağının olmaması halinde ortaya çıkan sonucun faile yüklenmesi mümkün olmayacaktır. Suç tanımında yer alan davranıştan ayrı sonucun arandığı suçlarda, sonucun gerçekleştiğinin belirlenmesi yeterli olmayacaktır. Burada ayrıca ona neden olan eyleminde belirlenmesi gerekecektir.

Suç tanımından yer alan hukuka aykırı eylemin fail tarafından gerçekleştirilmesi yeterlidir. Burada sırf hareket suçlarında nedensellik bağının araştırılmasının gerekmediğini ifade edebiliriz. Ceza hukuku sadece suç tanımında yer alan sonucu dikkate almaktadır.[17]

Bundan başka nedensellik bağı, hâkimlik mesleğinin gerektirdiği genel bilgi ve deneyimle ile çözümlenmesi gerekir. Burada nedensellik bağı, hâkim tarafından analiz edilecek ve çözüme kavuşturulacaktır. Ancak uzmanlık veya teknik ve özel bilgi gerektiren bir husus söz konusu olursa nedensellik bağı, bilirkişilerden görüş alınarak belirlenecektir.[18]

Suçla Korunan Hukuki Değer

Taksirle öldürme suçunda korunan hukuki değer, yaşama hakkı, yani kişinin yaşamıdır.[19]

Suçun Mağduru

Taksirle ölüme neden olma suçunun mağduru, ancak gerçek kişiler yani insan olabilir.[20] Bu suçta gerçek kişinin cinsiyeti herhangi bir önem taşımaz. Mağdur, erkek, kadın veya çocuk olabilir.

Suçun Faili

Taksirle ölüme neden olma suçunun faili yine ancak gerçek kişiler olabilir. Bu suç herhangi bir kimse tarafından işlenebilir.[21]

Teşebbüs

Suça teşebbüsten söz edebilmek için failin kasıtlı eyleminin varlığı şarttır. Bu yüzden kasta dayanmayan eylemlerde, yani taksirli suçlarda teşebbüs hükümleri uygulanamaz.[22]

Haksız Tahrik

Yargıtay, taksirli suçlarda haksız tahrik hükümlerinin uygulanamayacağını düşünmektedir.

Kanaatimizce; öğretideki egemen görüş ve Yargıtay uygulamalarında da ifade edildiği gibi taksirli suçlarda haksız tahrik hükümleri uygulanamaz. Çünkü haksız tahrikte, etki ve tepki eylemleri kasta dayanmalıdır.[23]

Ayrıca Yargıtay, taksirli eylemlerde haksız tahrik hükümlerinin uygulanamayacağını ifade etmesi yanında, tahrik oluşturduğu iddia edilen eylemin taksirli olması halinde de haksız tahrik hükümlerinin uygulanamayacağını kararlarında hükme bağlamaktadır.[24]

Zincirleme suç

Failde suç işleme kastı mevcut olmadığından, taksirli eylemlerde zincirleme suç hükümleri uygulanamaz.[25]

İştirak

TCK genel hükümler bölümünde düzenlenen kasten işlenen suçlara ilişkin iştirak hükümlerinin taksirle işlenebilen suçlarda uygulanması söz konusu olamaz. Taksirle ölüme neden olma suçunda, taksirli suçun yasal tanımında ifade edilen sonucu birlikte gerçekleştiren kişilerden her biri fail olarak sorumlu olacaklardır.[26]

İçtima

Taksirle ölüme neden olma suçu trafik kazası sonucu ortaya çıkmış ise, mevcut olayda TCK’nin 179/2 maddesinde hüküm altına alınan trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçunun da varlığı gündeme gelebilir. Bu durumda olayda TCK’nin 44. Maddesi yani bir fiil ile birden fazla farklı suçun oluşması hali söz konusu olur. Böyle bir durumda en ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı hüküm kurulmalıdır.[27]

CEZANIN KUSURA GÖRE BELİRLENMESİ

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 22. maddesinin dördüncü fıkrasında, taksirle işlenen suçtan dolayı verilecek olan cezanın failin kusuruna göre tespit edileceği hüküm altına alınmıştır.

Birden fazla kişinin taksirle işlediği suçlar

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 22. maddesinin beşince fıkrasında ise, birden fazla kişinin taksirle işlediği suçlarda, herkes kendi kusurundan dolayı sorumlu olacağı ve her failin cezasının kusuruna göre ayrı ayrı tespit edileceği ifade edilmektedir.

Herkesin kendi kusurundan sorumlu olması

Yasal düzenleme hükümlerine göre, birden fazla kişinin taksirle işlediği suçlarda herkes kendi kusuru dikkate alınmak suretiyle sorumlu tutulacaktır. Taksirli suçun yasal tanımında yer alan sonucun, birden fazla kişinin karşılıklı olarak işledikleri taksirli eylemler nedeniyle ortaya çıkması mümkündür.

Bu konuda gündelik hayatta sık karşılaşılan bir örnek vermek konunun daha iyi anlaşılması açısından faydalı olacaktır.

Örneğin; bir trafik kazasında sürücü ile yaya veya her iki sürücü de taksirle hareket etmiş olabilir.

Bu gibi hallerde sonucun oluşumu açısından her kişinin taksirli eylemi nedeniyle kusurluluğu bir diğerinden bağımsız olarak tespit edilmelidir.

Örneğin; birden fazla kişinin katılımıyla gerçekleştirilen bir ameliyatın ölüm veya sakatlıkla sonuçlanması halinde, ameliyata katılan kişiler müştereken hareket etmektedirler.

Ancak tıbbın gereklerine aykırılık dolayısıyla ölüm veya sakatlıkla sonuçlanan bu ameliyatta işlenen taksirli suçun işlenişi açısından suça iştirak kuralları uygulanamayacaktır.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun suça iştirake dair hükümleri, kasten işlenen suçlarda suçun işlenişine iştirak eden kişilerin sorumluluk statülerini tespit etmektedir.

Birden fazla kişinin katılımıyla yapılan ameliyat sırasında meydana gelen ölüm veya sakatlık sonucu açısından her bir kişinin sorumluluğu kendi kusuru dikkate alınarak tespit edilmelidir.

Bu belirlemede, diğer kişilerin kusurlu olup olmadığı hususu dikkate alınmayacaktır.[28]

Failin davranışlarının mağdurun veya üçüncü bir kişinin hareketi ile birleşmesi

Zararlı sonucun, failin davranışlarının mağdurun ya da üçüncü bir kişinin hareketi ile birleşmesi sonucu ortaya çıktığı hallerde, failin taksirli sorumluluk şartlarının bulunup bulunmadığı tespit edilmelidir. Bunun için sonuca kimin neden olduğu, failin iradi davranışı ile sonuç arasındaki nedensellik bağının kesilip kesilmediği belirlenmelidir.

Sonucun tek sebebinin olduğu hallerde fail dışındaki kişilerin kusuru

Mağdur veya üçüncü kişinin davranışının veya bir başka nedenin sonucun tek sebebi olduğu veya zararlı sonucun sadece bu kişilerin kusurlu davranışlarından dolayı ortaya çıktığı hallerde, failin davranışı ile sonuç arasındaki nedensellik bağının ortadan kalktığı kabul edilmelidir.

Failin kusurlu davranışına mağdur veya üçüncü bir kişinin kusurlu hareketinin eklendiği haller

Buna karşılık failin kusurlu davranışına mağdur veya üçüncü bir kişinin kusurlu hareketinin eklendiği ve sonucun çeşitli kusurlu davranışının birleşmesinden ortaya çıktığı hallerde, nedensellik bağı kesilmemektedir.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 40. maddesine göre taksirli suçlarda iştirak ilişkisi de mümkündür. Bu nedenle 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 22. maddesinin dört ve beşinci fıkralarına göre herkes kendi kusurundan dolayı ve kusuruna göre sorumlu olacaktır.[29]

Öğretideki görüşler

Öğretide, üçüncü bir kişinin veya mağdurun davranışının failin taksirli davranışına eklenmesi halinde, nedensellik ilişkisinin ortadan kalkıp kalkmadığı hususunun araştırılması gerektiği yönünde görüşler ileri sürülmektedir.[30]

Bu görüş sahipleri, eklenen davranışlar kusurlu değilse, sonucun failin taksirli hareketinden kaynaklandığının kabul edilmesi gerektiğini, diğer davranışların kusurlu olması halinde ise, bunların taksirin varlığını tamamen veya kısmen kaldırıp kaldırmadığına bakılması gerektiğini ifade etmektedirler.[31]

Birden fazla kişinin birleşen eylemleri ile bir sonuca neden oldukları hâllerde, bu faillerin davranışı ile sonuç arasındaki nedensellik ilişkisi dikkate alınmalıdır.

Bu gibi durumlarda, her bir kişinin davranışı ile sonuç arasında nedensellik ilişkisinin bulunması ön koşul olarak aranmaktadır.

Bir ekip hâlinde faaliyet gösterenlerden birisine diğerlerini denetleme ve kişiler arasında koordinasyonu sağlama yükümlülüğü yüklenmiş ise, kişi bu yükümlülüğe uygun davranmadığı için sonucun ortaya çıkmasına neden olduğu hâlde, bu kişinin sonuçtan sorumlu olacağı söylenebilir.[32]

Failin kusurlu davranışına mağdurun kusurlu davranışı da eklenmiş ve sonuç bu iki kusurlu hareketin birleşmesinden kaynaklanmışsa, (ortak kusur) failin sorumluluğu ortadan kalkmayacaktır.[33]

Bu olasılıkta taksirler arasında takas söz konusu olamaz ve fail kusuru oranında taksirli suçtan cezalandırılmalıdır.

Bazı yazarlar, birden çok kişinin davranışı ile birlikte sonuca neden olduğu ve tüm katılanların özen yükümlülüğüne aykırı hareket ettiği hallerde, sonucun objektif olarak isnat edilebilir durumda olduğu, herkesin kendi taksirli eylemi nedeniyle kusuruna göre sorumlu olacağını ileri sürmektedirler.[34]

Bu gibi hâllerde önceki taksirli davranış ile sonuç arasında nedensellik bağı bulunmamasından veya kesilmesinden bahsedilemeyecektir.[35]

Failin zaten taksirli davranışlarının bulunduğu ve bir başkasının taksirli davranışının buna eklendiği hallerde, failin davranışı ile sonuç arasındaki nedensellik bağının bulunduğu söylenebilecektir.[36]

Öğretide, bu durumda sorunun artık nedensellik bağı sorunu olmadığı, failin ve üçüncü kişinin kusurunun belirlenmesinin bir sorun olarak ortaya çıktığı yönünde görüşler ileri sürülmektedir.[37]

Örneğin; bir inşaatın yıkımı sırasında yoldan gelip geçenlere zarar verilmemesi hususunda zorunlu önlemleri almayan yüklenici, zararlı sonuçtan sorumlu olacaktır.

Örneğin; yıkım alanını tahta perde ile çevirmeyen yüklenici, iki işçisinin binadan sökülen kalası dikkatsizce sokağa atmaları sonucu meydana gelen sonuçtan her iki işçisiyle beraber taksirinden dolayı sorumlu tutulacaktır.[38]

Yasa koyucu, taksirle gerçekleştirilen bazı eylemleri suç olarak tanımlayıp, cezai yaptırıma bağlanmıştır.

Burada yasa koyucu, insanların gittikçe yoğunlaşan ve karmaşık hâle gelen toplum hayatı içinde daha dikkatli davranmalarını temin etmek amacıyla hareket ettiğini söyleyebiliriz.

Yaşamsal deneyimlerin bir sonucu olarak kendisine toplum tarafından yüklenen dikkat ve özen görevini ihlal eden ve bu hareketiyle öngörülebilir zararlı sonuca neden olan kişinin, taksirle işlenen suçlara ilişkin cezai sorumluluğu 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nda hüküm altına alınmıştır.

Ayrıca taksirin varlığından bahsedebilmek için, kanuni tanıma uygun davranışın gerçekleştirilebileceğinin öngörülme imkânının mevcut olması gerekir.

Failin iradesi kasten işlenen suçlarda sonuca yönelik olmasına rağmen, taksirli suçlarda failin iradesi harekete yönelik olmaktadır.

Burada gerek yasal düzenlemelerle hüküm altına alınan kurallara gerekse ortak yaşamsal deneyimler sonucu ortaya çıkmış kurallara, failin iradi olarak uymaması nedeniyle dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranıldığı hallerde, bir takım zararlı sonuçların doğabileceğinin öngörülebilmesi söz konusu ise taksir halinin varlığından söz edilecektir.

Fail tarafından gerçekleştirilen davranışın sonucu ortak deneyime göre öngörülemiyorsa ve hukuken de böyle bir yükümlülük getirilmemişse, taksirli davranıştan bahsedilemez.

Artık burada "kaza" veya "tesadüf" olarak tanımlanan bu durum cezai sorumluluk gerektirmeyecektir.

Yani taksirli suçlarda da, gerek icrai davranışın gerekse ihmali davranışın iradi olması ve ortaya çıkan sonucun öngörülebilir olması şarttır.

İradi bir hareket yoksa taksirden söz edilemez. Burada öngörülemeyecek bir sonucun ortaya çıkması hâlinde de failin taksirli suçtan sorumluluğu doğmayacaktır.[39]

Sonucun öngörülebilirliğinin tespitinde şu hususlar dikkate alınmalıdır:[40]

1) Failin içinde bulunduğu sosyal çevre,

2) Failin mensup olduğu meslek,

3) Failin eğitim durumu,

4) Ortak tecrübe,

5) Failin bilgi düzeyi,

6) Failin kişisel özellikleri.

Yukarıda belirtilen hususlar dikkate alınarak failin sonucu öngörüp görmediği hususu tespit edilmelidir.[41]

Öğretide; öngörülebilir neticenin fiilen meydana gelen sonuç olmayıp failin yaptığı iradi davranışın sebep olabileceği benzer neticelerden olduğu hallerde, fiilen oluşan sonucun sadece genel olarak öngörülebilir olması taksirin varlığı için yeterli olduğu yönünde görüşler ileri sürülmektedir. Bu yazarlara göre, sonucun bütün detaylarının öngörülmesine ihtiyaç yoktur.[42]

Taksirli suçlarda failin Ailevi ve Kişisel Durumu

Failin kişisel ve ailevî durumu açısından, artık bir cezanın hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olmasına yol açması hali

Şikâyetçi olmayan bir kişinin de yaralanmasına neden olan sanık hakkında 5237 sayılı TCK'nın 22. maddesinin altıncı fıkrasının uygulanma şartlarının bulunup bulunmadığı hususu her somut olayda ayrı ayrı tartışılmalı ve bu halin uygulanıp uygulanmayacağına karar verilmelidir.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 22. maddesinin 6. Fıkrasına göre, taksirli bir davranış ile neden olunan sonuç, münhasıran failin kişisel ve ailevî durumu açısından, artık bir cezanın hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olmasına yol açmışsa, faile ceza verilmeyecektir. Ancak bilinçli taksir hâlinde verilecek ceza yarıdan altıda bire kadar indirilebilecektir.

Burada bir cezasızlık hali düzenlenmiştir. Yargılama makamı failin durumunu takdir edecek ve yasal düzenlemede belirtilen şartlar oluşmuş ise faile ceza vermeyebilecektir.

Kuşkusuz yargılama makamı burada takdir hakkını kullanırken suçlunun ekonomik durumunu, aile yükümlerini, örneğin varsa diğer çocukların bakımını göz önünde bulunduracak, ona göre hüküm kuracaktır.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 22. maddesinin 6. fıkrasının uygulanabilmesi için fiilden dolayı yalnızca failin kişisel ve ailevî durumu itibarıyla zararlı sonucun ortaya çıkmış olması gerekir. Bu şekilde bir sonuç ile birlikte söz konusu durumlara ilişkin bulunmayan başka bir sonuçta ortaya çıkmış ise, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 22. maddesinin 6. fıkrasının uygulanması mümkün değildir.

Özet olarak belirtmek gerekir ki, taksirli davranışı nedeniyle ortaya çıkan sonucun, sadece bu nedenle failin şahsi ve ailevi durumu açısından artık bir cezaya hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olmasına yol açması hâlinde faile ceza verilmeyecektir.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 22. maddesinin 6. fıkrasında, taksirli suçlar açısından kendine özgü bir "şahsi cezasızlık hâli" hüküm altına alınmıştır.

Şahsi cezasızlık hâlinin varlığı halinde aslında ortada bir suçun varlığı da söz konusudur. Fakat yasa koyucu takip ettiği suç siyaseti nedeniyle bu durumu cezasızlık sebebi olarak kabul etmiştir.

Bu durumda da ayrıca 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 223. maddesinin 4. fıkrasının (a) bendine göre, "ceza verilmesine yer olmadığına" karar verilecektir.[43]

Yasal düzenlemeye göre, bu şahsi cezasızlık nedeninin uygulanabilmesi için iki temel şartın varlığı gerekir. Bu şartlar şunladır:

Birinci şart; Taksirle işlenmiş bir suç bulunmalıdır.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 22. Maddesinin, altıncı fıkrasının ilk cümlesinde; taksirli davranış nedeniyle ortaya çıkan bir sonuçtan bahsedilmektedir. Bu yasal düzenlemeye göre, anılan şahsi cezasızlık nedeni sadece taksirle işlenen suçlarda uygulanabilecektir.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 22. maddesinin 6. Fıkrası, doğrudan kast, olası kast ile işlenen suçlarda uygulanamaz.

Bilinçli taksirle işlenen suçlarda, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 22. maddesinin 6. Fıkrasının bu duruma ilişkin hükmü uygulanabilir.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 22. maddesinin 6. Fıkrasında yer alan, "bilinçli taksir hâlinde verilecek ceza yarıdan altıda bire kadar indirilebilir" şeklindeki son cümlesi bilinçli taksirle gerçekleştirilen davranışlarda uygulanabilecektir.

Yani bilinçli taksir halinde "cezada indirim yapılmasını gerektiren şahsi sebep" söz konusu olmaktadır.

İkinci şart; Meydana gelen netice "münhasıran failin kişisel ve ailevi durumu bakımından" etkili olmalıdır.

Burada failin taksirli davranışı ile neden olduğu sonucun hem kendisine acı ve ızdırap vermesi, hem de cezalandırılmasına karar verilmesinin kendisi ve ailesi bakımından artık bir cezaya hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağduriyetine yol açması gerekir.

Başka bir söylemle bu şart, kendi içerisinde üç ayrı hususu gündeme getirmektedir. Bu hususlar şunlardır:

1. Failin Taksirli Eyleminden Ağır Düzeyde Etkilenmiş Olması

Failin taksirli davranışı nedeniyle ağır düzeyde etkilenmiş olması, başka bir söylemle failin kendi davranışının mağduru durumuna düşmesi halinde 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 22. maddesinin 6. Fıkrası hükmünün uygulanması mümkündür.

Failin uğradığı mağduriyetin, maddi veya manevi olması arasında bir fark yoktur. İki halde kabul edilebilir. Fakat burada hangi mağduriyetin bir cezaya hükmedilmesini gereksiz kılacağı hususu her somut olaya göre tespit edilmelidir.[44]

2. Failin Taksirli Eyleminden "Ailevi Durumu" İtibarıyla Etkilenmesi

Burada fail ile taksirli suçun mağduru arasında belli derecede yakınlığın bulunması şartı aranmaktadır. Yani burada akrabalığın derecesinden çok "aile" kavramı tartışmaya açılmalıdır.

Burada aile kavramı neden devreye girdiği hususu şu şekilde izah edilebilir:

Zira yasa koyucu belli derecede akrabalığı ifade eden herhangi bir kavramı değil özellikle "aile" kavramını yasal düzenlemede zikretmiştir. Yani yasa koyucu faille mağdur arasında "aynı aileden olma ilişkisini" şart olarak aramaktadır.[45]

Aile kavramının yasal düzenlemelerde tüm yönleriyle tanımlanmadığını görmekteyiz.

Öğretide, aile kavramının üst soy, alt soy ve evlilik ilişkisini kapsayacak bir şekilde yorumlanması gerektiği yönünde görüşler ileri sürülmektedir. Buna karşın, aile kavramının varlığı değerlendirilirken, biyolojik gerçekten çok, toplumsal gerçekliğe ağırlık veren Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarının da dikkate alınması gerekir.